Çarşamba

 

Medyanın gerçek aydın, hür fikirli akademisyen, dürüst ve cesur vatandaş

Prof. Dr.

Atilla Yayla, İzmir’de yapılan bir paneldeki konuşmaları dolayısıyla bir kısmı son derece seviyesiz, ahlâk ve edeb dışı saldırılara uğradı, hain ilan edildi. Hakkında medyatik linç yapılmak istendi. Kendisine çeşitli iftiralar atıldı.

Yayla, bu saldırı ve iftiralara karşı Zaman gazetesinin 21.11.2006 tarihli nüshasında

“Bir Saldırıya Cevap”

başlıklı bir açıklama yaptı. Bu konuda öncelikle şu soruyu sormamız gerekiyor:

“Yayla’ya saldıranlar, ona iftira edenler, onu linç etmek isteyenler kimlerdir?”

Cevap: Bu saldırganların başını birtakım

militan Sabataycılar

çekmektedir. Türkiye’nin içyüzünü bilenler için bu cümle yeterlidir.

Yayla, Zaman’daki yazısının sonunda şu cümleyi sarf ediyor: “Beni hain ilân ettiniz ama fikir alanında benim karşımda mağlupsunuz. Yerlerde sürünüyorsunuz. Bu alçakça saldırının kati hesabını ise adalet önünde ve Allah huzurunda vereceksiniz.”

Yazımın başında

Prof. Atilla Yayla için “gerçek aydın” sıfatını kullandım.

Ülkemizde sıradan, laftan aydın çoktur ama gerçek aydınların sayısı çok azdır.

Bilgili, kültürlü, geniş ufuklu bir kimsenin aydın olması için mutlaka muhalif olması gerekir.

Siyasî iktidara karşı olmayı kasd etmiyorum. Yanlışlara, sapıklıklara, zulme, despotluğa, totaliter zihniyete, sömürüye, kokuşmaya, hıyanete, her tür kötülüğe ve çirkinliğe muhalif olmak…

Türkiye’mizde birtakım

tarihî ârızalar ve kazalar

yüzünden bin türlü yanlışlık, kötülük, dalalet, hıyanet, eski tâbirle teseyyüb vardır. Gerçek bir aydın bunlara razı olabilir mi? Bunlarla birlikte yaşayabilir mi? İmkanları nisbetinde bunları kötülememesi düşünülebilir mi?

Yayla’yı Atatürk düşmanlığı yapmakla suçluyorlar. Tabiî ki, yalan söylüyorlar, iftira ediyorlar. Yayla konuşmasında Atatürk’ün şahsına çatmamıştır. Ülkemizde Atatürk’ü tenkit etmek suçtur, bu suçu işleyenler hapis cezasına çarptırılır.

Başta Sabataycılar olmak üzere ülkemizdeki birtakım tâifeler, lobiler, gizli güçler, esrarlı iktidarlar Atatürk’ü bir kalkan olarak kullanmakta, kendi kafalarına göre, işlerine gelen Atatürkçülükler üretmektedir.

Şu anda memleketimizde en sıkı, en koyu Atatürkçüler kimlerdir? Bu soruya hiç tereddüt etmeden Masonlardır cevabını verebiliriz.

Allah Allah!.. Atatürk 1935’te Mason localarını kapattırmamış mıydı? Nasıl oluyor da localarını, tekkelerini, mâbetlerini kapatan bir siyasî lideri baştacı ediyorlar? Onlar Atatürkçülüklerinde samimî midirler?

Nâzım Hikmetçileri düşünelim…

Onların nazarında canların canı olan Nazım HİKMET, Atatürk’ü devirmek için gizli bir teşkilat kurup harekete geçmemiş miydi? Başarılı olsaydı Atatürk’ü alaşağı edecek, Kemalist rejim yerine Marksist-Bolşevik bir rejim kuracak ve uyduruk bir mahkemede Mustafa Kemal’i mahkûm ettirmeyecek miydi? Şu Nazım Hikmetçiler nasıl oluyor da aynı zamanda çok koyu, çok su katılmadık, dört dörtlük Atatürkçü olabiliyorlar? Lütfen kerem etsinler de bu sırrı açık konuşarak ve yazarak bizzat kendileri aydınlatsınlar.

Atatürk zamanında Sabataycıların ağır toplarından sabık Maliye Nazırı Câvit bey ile Dr. Nazım Bey idam edilmiştir. Onların Atatürkçülüğü nasıl bir Atatürkçülüktür?

Mason Atatürkçü, Sabataycı Atatürkçü, Nazımcı Marksist Atatürkçü, Maocu Atatürkçü…

Bir kazana konulsa, kırk gün kaynatılsa birbirleriyle kaynaşmayacak bu kadar zıt fikirli ve görüşlü insanların ve kliklerin hepsi de nasıl samimî Atatürkçü oluyor.

Ondördüncü sınıf bir romancı

“Türkler bir milyon Ermeni kesti, şu kadar Kürt boğazladı…”

dediği zaman fikir hürriyeti oluyor. 92 yaşında emekli bir profesör,

“Bundan üç bin yıl önce Mezopotamya’da tapınaklarda başörtülü kutsal fahişeler vardı. İhtiyacı olanlar gelip onlarla yatarlardı. Şimdiki başörtülü kadınlar da camilerde aynı işi yapsınlar”

diyor, bunun hezeyanları da fikir özgürlüğü oluyor, ilk celsede beraat ediyor.

Lakin Prof. Yayla, yakın tarihimizdeki birtakım olumsuzlukları ilmî bir üslupla ve seviyeli bir şekilde tenkit edince düşünce özgürlüğünden yararlanamıyor, aksine hain oluyor, linç edilmek isteniyor.

Bu adamların Atatürkçülükleri de sahtedir, özgürlükçülükleri de yalancıktandır.

Bu dar kafalıların yaptıklarını görüyoruz.

Üsküdar Belediyesi çok haklı olarak, sarhoşlar halkı rahatsız etmesin gerekçesiyle deniz kenarında içki içilmesini yasakladı diye neler yapmadılar.

Ellerine rakı, şarap, bira, votka şişelerini alıp, taşkın ve şaşkın şekilde bağırıp çağırarak sahilde içtiler. Bu adamlar gitsinler Rusya’ya baksınlar. Alkollü içki belası o koskoca ülkeyi ne hale getirmiş. Halkın ve gençliğin büyük kısmı gece gündüz durmadan zilzurna içiyor.

Sağlık bozulmuş, beslenmeye ve geçime harcanması gereken paralar içkiye akıyor.

İçki, Rusya’yı ve eski Sovyet cumhuriyetlerini çökertecek hale gelmiş. Sahilde ellerinde rakı ve şarap şişeleri ile gürültü çıkartan adamlar bizim ülkemizi de Rusya’ya benzetmek istiyor.

Dinsizlik, densizlik, donsuzluk yapılırsa bu düşünce özgürlüğü oluyor; din propagandası yapılınca gericilik tehlike ve tehdidi oluyor. Sevsinler. Cesaretleri varsa Prof. Atilla Yayla ile bir açık oturumda, bir panelde tartışsınlar. Açık oturum âdilane şekilde idare edilecek… Var mı cesaretleri?

Sabataycılar medya etiğini ayaklar altına alıyorlar. Bir profesörün konuşmalarını bahane ederek

“hain!”

manşeti atmak hiçbir gazeteye ve gazeteciye şeref kazandırmaz. Haberle yorumu birbirine karıştırmak basın ahlâkına aykırıdır. Beğenmiyorsanız, tenkit etmek istiyorsanız bunu köşeyazılarında yapabilirsiniz.

Bütün okuyucularımı muhterem Prof. Dr. Atilla Yayla’ya destek, tebrik, teşekkür E-mailleri çekmeye davet ediyorum. Adresi şudur: (atillayayla@yahoo.com) Onun bütün fikirlerini, görüşlerini kabul etmemiz gerekmez. Lakin fikirlerini açıklama hürriyetini desteklememiz bizim için bir vazifedir.

Atilla Yayla,

“Ertuğrul Özkök’e Açık Mektup”

başlıklı yazısında, ülkemizdeki başörtüsü yasağının bir suç olduğunu ve faillerinin muhakeme edilmesi gerektiğini yazmıştı. Ona niçin saldırıldığını, onun niçin linç edilmek istendiğini anlamışsınızdır herhalde… 23 Kasım 2006