1.  

    Sünnîlerin Derin Gaflet Uykusu Öldürücü 15 Günah ve Hıyanet

    1. Çok ezildiler, hakları yendi, hürriyetleri kısıtlandı, nice büyükleri idam edildi, zindanlarda çürütüldü, sürüldü, kendi vatanlarında ikinci sınıf vatandaş, parya, sömürge yerlisi, zenci muamelesi gördüler, en büyük mâbedleri ellerinden alındı, resmî Selanik ideolojisi kendilerine din gibi zorla, terörle benimsetilmek istendi, hakarete uğradılar… Sonra karanlıklar biraz dağıldı, ellerine oldukça hürriyet, imkân, fırsat geçti… Nicesi bunlardan yararlanmadılar, yan gelip yattılar… Vaktiyle mücahidlik taslayan birtakım Sünnîler işi müteahhidliğe döktüler, kendilerini ezen ve horlayan kötü sistemin haram nimetlerine saldırdılar, o bozuk düzenin yiyicileri ve hortumlayıcıları oldular.

    2. Ehl-i Sünnet Müslümanlığının din ve dünya işlerinde birinci maddesi birlik, beraberlik, ittihad olduğu halde, düşmanlarının ve şeytanın teşvik ve yönlendirmesiyle yüzlerce birbirinden kopuk fırkaya, hizbe, cemaate, gruba, kliğe ayrıldılar. Bunların bir kısmı birbiriyle çekişmeye başladı. Din ve iman kardeşliği bağlarını zayıflattılar veya koparttılar.

    3. Başlarında ehliyetli ve liyakatli bir İmam/Emîr bulunması ve hepsi ona biat ve itaat etmesi gerektiği halde böyle bir İmam/Emîr seçmediler ve boyunlarında biat bağı olmadan hür (aslında köle) yaşamayı tercih ettiler. Resûlullah’ın (Salat ve selam olsun ona) “Zamanındaki İmam’a biat etmeden ölen kimse sanki cahiliye ölümüyle ölmüş olur” tehdidi altına girdiler de haberleri yok, yahut haberleri var ama aldırmıyorlar.

    4. Sünnîlerin zengin, varlıklı, seçkin kesimi vasıflı çocuklarını doktorluk, mühendislik gibi paralı dünya mesleklerine yönelttiler. Yeterli miktarda çocuklarını askerî okullarda, öğretmen mekteplerinde okutmadılar.

    5. Ellerine fırsat ve para geçip zenginleşen Sünnîlerin bir kısmı (yüzde kaçı?) lükse, israfa, saçıp savurmaya, aşırı tüketime, aşırı konfora, gösterişe, sefahate, dünya haz ve lezzetlerine, müzeyyen evler edinip döşemeye, lüks otolara binmeye, lüks yazlıklar edinmeye yöneldiler, ehl-i dünya oldular. Allah’ın kendilerine nasip ettiği paralarla dine hizmet etmeyi ikinci plana attılar, yahut gündeme bile getirmediler.

    6. Zengin, seçkin, elit Sünnî kesim yeterli miktarda çocuklarını din hocası, fakih, müftü, imam, vaiz olarak yetiştirmedi. Bu gibi hizmetleri kırsal kesim, taşra, fakir çocuklarına bıraktılar. Farkında değiller ama din hizmetlerini küçümsediler. Bu gibi hizmetlerı sanki sadece fakirlerin, kırsal kesimin, taşranın çocukları yapar zannına saplandılar.

    7. Bir kısım Sünnî ulema ve fukaha Kur’an, Sünnet, Şeriat ilimlerini paraya, maddî menfaate endekslediler, her hizmeti çıkar, te’lif ve tercüme ücreti karşılığında yapmaya başladılar; hasbîlik ve ihlâs prensiplerini terk ettiler.

    8. Bir kısım ilahiyatçılar Ehl-i Sünnet ve Cemaat dairesinden çıktı; Mutezile, reformculuk, mezhebsizlik, telfik-i mezahib, dinlerarası Diyalog, üç İbrahimî din vardır, üçünün bağlıları da cennetliktir, Kemalizme uygun İslam, BOP İslam’ı, tasavvuf düşmanlığı, ılımlı İslam, light İslam, Feminist İslam, Fazlurrahmancılık gibi sapık ve bozuk cereyanlar türettiler.

    9. Sünnî Müslümanların büyük kısmı bozuk düzeni/sistemi benimsedi, onu kanıksadı, onu normal görmeye başladı, ona karşı imanî ve islamî direncini yitirdi.

    10. Sünnî Müslümanların yüzde doksanı, beş vakit namazı terk ederek dinlerinin direğini kendi elleriyle yıktılar.

    11. Sünnî Müslümanların bir kısmının karıları ve kızları açıldı saçıldı, dinin tesettür emrini uygulamaz oldu.

    12. Bir kısım Sünnîler farzları terk ettiler, umre gibi nafile ibadetlere ağırlık verdiler. O umreyi de dinî/turistik bir folklor haline getirdiler.

    13. Sünnî kesim emr-i mâruf ve nehy-i münker farzını tâtil etti.

    14. Kâfirleri taklid ettiler, onlara benzediler, öyle ki onlar sıçan deliğine girse bizimkiler de girecek.

    15. Bazı Sünnîler sâlih din kardeşlerini terk ettiler, kâfirlerle dost olup onlarla ülfet ve ünsiyet etmeye başladılar.

    Daha çok madde yazılabilir, bu kadarla iktifa ediyorum…

    Bu yazdıklarım ölümcül hatalardır.

    Sünnî Müslüman çoğunluk bu hatâ, günah ve sapmalarla kurtuluşa, izzete, selamete, İslamî hürriyete eremez.

    Bu saydıklarımın bazısı hıyanettir. Yapanlar merduttur, haindir.

    Sünnî İslamî kesimde bir uyanış hareketi başlatılmalıdır.

    İlmi, parası, imkanı olanlar bu hizmeti yapmakla mükelleftir.

    Milyonlarca Sünnî Müslümanın uyarılmaya, bilgilenmeye ihtiyacı vardır.

    Bozuk bir düzende dünya nimetlerine yönelik hayat sürmek Müslümana yakışmaz.

    Bozuk bir sisteme iyidir, daha iyidir diyen dinden çıkabilir.

    Bozuk hiçbir zaman iyi olmaz, ona iyi, daha iyi denilemez.

    İnşaallah bugünkü gaflet uykusundan, ölmeden önce uyanırız.

    Ölünce uyanacağız ama çok geç kalmış olacağız…

    * (İkinci yazı) İslam’ı Anlamak ve Anlatmak

    İSLAM’ı anlamak çok kolaydır. Anlatmak da kolaydır. Küçük bir ilmihaldeki bilgileri okuyup, öğrenmek, bellemek yeterlidir.

    İslam’ı hakkıyla, derin bir şekilde anlamak zordur. Bunun için Peygamberle icazet irtibatı olan gerçek alimlerden, fakihlerden, mürşidlerden uzun yıllar boyunca ilim öğrenmek, irfan edinmek ve icazet almış bulunmak gerekir.

    Bu ilim ve irfan kendi kendine meal, tercüme veya tefsir okumakla, gayr-i Müslim veya Müslüman oryantalistlerin kitaplarını tedkik ve tetebbu etmekle elde edilmez.

    Okuma yazma bilmeyen cahil bir bedevî de Müslüman olabilir ama İslam’ı hakkıyla anlatamaz, öğretemez.

    Din konusunda her ilim ve kültür sahibi de İslam’ı anlamış değildir, İslam’ı anlamayan anlatamaz.

    19’uncu ve 20’nci asırlarda öyle müsteşrikler yetişmiştir ki, Zemahşerî kadar Arapça biliyorlardı, kimisi on lisana, hattâ daha fazlasına sahipti. Lakin bu ilimleri onları hidayete götürmedi. İslam’ı derin bir şekilde, hakkını vererek anlamak ve anlatmak için şu şartlar lazımdır:

    (1) Her devirde Resulullah’ın (Salat ve selam olsun ona) vekili, vârisi, halifesi durumunda olan muhlis, muttaqi, râsih, nurlu, Sünnet ve Cemaat dairesinde bulunan gerçek âlimlerden ilim tahsil etmiş olmak.

    (2) Öğrendiği kurtarıcı, faydalı ilmi hayatına uygulamak.

    (3) Peygamberin ve Ashabının ahlakı ile mütehalli olmak (ziynetli bulunmak).

    (4) Çalışarak, hocalardan okuyarak elde etmiş olduğu kesbî ilimlerin yanında, Allah vergisi olan vehbî ilimle şereflenmiş bulunmak.

    (5) Efendimizin (Salat ve selam olsun ona), Sadat-ı Kiramın ve evliyaullahın ruhaniyetlerinin onun üzerinde sâyeban olması.

    (6) Din ilimlerini, Allah’ın âyetlerini, Peygamberin Sünnetini, İslam mukaddesatını ucuza veya pahalıya satmamak, bunlara muhlisen lillah, rızaen lillah, garazsız ivazsız, dünyevî menfaatsiz hizmet etmek, insanlara dini ücretsiz öğretmek ve tebliğ etmek. Ücretini Allah’tan âhirette beklemek.

    (7) Ehl-i dünya olmamak.

    (9) Dünyevî hizmetlerini yerine getirmekle birlikte ahirete yönelik olmak.

    (11) Allah’ı kemal sıfatlarla sıfatlı ve noksan sıfatlardan münezzeh bilmek, itikadı sahih olmak.

    (12) İslam dinini, Kur’anın emir ve yasaklarını, Sünnet-i seniyyeyi, Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeyi insanlara öğretmek hususunda hiçbir tehditten korkmamak, meşakkatten kaçınmamak.

    (13) Din konusunda, hele zaruriyat-ı diniyede en ufak bir tâviz bile vermemek. Dinin ve Şeriatın en küçük hükümlerini, edeblerini muhafaza etmek.

    (14) Diliyle ve kalemiyle mârufu emr etmek, münkerden nehy etmek.

    (15) Allahla ezelde yapmış olduğu ahd ü misaka ve Resulullah’a olan biatına her zaman sadık olmak.

    Sevgili Müslüman kardeşlerim!… Rabbanî, ‘âmil, râsih, muhlis, sâdık gerçek din alimlerinin ve evliyaullahın yazmış olduğu küçük ilmihalleri ve ahlak kitaplarını okumak; fâsıkların ve bid’atçilerin yazmış olduğu ciltlerle kitabı okumaktan daha hayırlıdır.

    İtikadlarında vahim bid’atler olan, Kitabullahı re’y ve heva ile tefsir eden, din kitaplarını sırf maddî menfaat için yazan kimselerden hayır gelmez.

    Sapıklar, Kur’anda müşrikler ve kafirleri kınayan âyetleri Ehl-i Sünnet Müslümanlarınaymış gibi gösteriyor.

    Ehl-i Sünnetin geçmiş âlimleri ve fakihleri doğru yol, hidayet üzerinde idiler. Biz de onların izini takip ediyoruz.

    Bu yol Tevhid, tenzih, sahih itikad, beş vakit namazı dosdoğru kılmak, ihlas, Peygamberî ahlak, büyük ve küçük cihad, memduh ahlaka sahip olmak, mezmum ahlaktan kaçınmak, dünya malının gerekenden ve ihtiyaçtan fazlasına rağbet etmemek, fazilet ve hikmet yoludur.

    Zâlim meliklere “Celâletü’l-melik el-muazzam…” diye hitap eden bid’atçiler İslam’ı temsil edemezler ve öğretemezler. 02 Eylül 2011

    Medya Kime ve Neye Hizmet Ediyor?

    Ülkemizde en büyük güç nedir? Bence hâlâ medyadır ve bilhassa televizyondur. Bu büyük güç ülkenin, halkın, devletin, millî kimlik ve kültürün hizmetinde midir?

    Bu soruya nasıl bir cevap verebiliriz?

    Medyanın baronları, prensleri, ağır topları neye ve kime hizmet ediyor?

    Onlar öncelikle kendilerine, nefislerine hizmet ediyor.

    Sonra kendi inançlarına, kendi dünya görüşüne, kendi ideolojilerine.

    Selanikli Beyaz (veya Pembe) bir Türk ise Selanik ideolojisinin ve cemaatinin hizmetindedir.

    Ateistse ateizme hizmet edecektir.

    Samimî veya gayr-i samimi bir Kemalist ise Kemalizme hizmet verecektir.

    Medyanın, bilhassa tv’lerin şu değerlere hizmet etmesi gerekir:

    Hukuk ve adalete,

    Temel hak ve hürriyetlere,

    Sosyal adalete, yani âdil gelir dağılımına,

    Ülkenin, halkın, devletin maddî ve mânevî kalkınmasına,

    Ahlâka ve fazilete,

    Millî kimliğe,

    Millî kültüre

    Hizmet etmesi gerekir.

    Büyük medyamızın bazı organlarına bakalım:

    Müstehcen yayınlar,

    Şehvetli karılar,

    Toplumu çürüten ahlaksızlıklar,

    Türkiye halkını bir arada tutan din ve ahlak bağlarını dinamitlemeler.

    Toplumsal barış ve mutabakatı sarsıcı provokasyonlar.

    Lüks, israf, içki ve kumara teşvik,

    Hiçbir faydası olmayan gıcıklayıcı ve gıdıklayıcı magazin haber ve resimler,

    Yine hiçbir faydası olmayan futbol haberleri, yorumları, resimleri.

    Büyük medyada fitne ve fesat,

    Nifak ve şikak,

    Günah ve isyan,

    Çok yoğun ve genel.

    Bugünkü büyük medyamızı İslamî, Kur’anî, Nebevî, hikemî (bilgelikle ilgili) ölçü ve kıstaslarla değerlendirecek olursak ortaya pembe bir tablo mu çıkar, kapkara bir manzara mı?

    Türkiye halkının ezici çoğunluğunu oluşturan Müslümanların dine, imana, ahlaka, fazilete, hikmete; ülkeye, halka, devlete (sistem veya düzene değil) hizmet eden temiz, şeffaf, hayırlı, vasıflı, âdil, güçlü bir medya kurmaları gerekir.

    Bir İslam medyası oluşturulsun demiyorum.

    Türkiye için hayırlı, vasıflı, güçlü, etkili bir medya istiyorum.

    Böyle bir medyanın özellikleri ne olmalıdır:

    *Olumlu ve yapıcı muhalefet yapacaktır.

    *Mâruf ile emr edecektir.

    *Münkerden nehy edecektir.

    *Halkı doğru şekilde bilgilendirecek ve aydınlatacaktır.

    *Kesinlikle yağcılık, yalakalık, meddahlık, dalkavukluk yapmayacaktır.

    Bir ülkeyi, bir halkı, bir devleti ayakta tutan değerleri koruyacak ve yüceltecektir.

    Benliklere hizmet etmeyecektir.

    Ülkeye, halka, devlete (rejime değil), ahlaka, fazilete, bilgeliğe, iyiliğe, güzelliğe hizmet eden bütün erdemli, yüksek ideal sahibi, mürüvvetli, örnek medyacıları tebrik ediyorum. Allah sayılarını çoğaltsın ve medyamızdaki bugünkü olumsuzlukları gidermeyi onlara nasip etsin. 04 Eylül 2011

    (İkinci yazı) Müslümanlığın Esası

    1. Müslüman, miladî 571 yılında Mekke’de doğmuş, 632 yılında Medine’de vefat etmiş olan Resulullah Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve selleme, insanlığa tebliğ etmiş olduğu Kitabullah’a iman eden, getirdiği ilahî dini benimseyip kabul eden kimsedir.

    2. Kur’an’a, Resulullaha, onun öğretilerine öğrenip iman eden kişi Allah’ı en doğru şekilde, kemal sıfatlarla muttasıf ve noksan sıfatlardan münezzeh olarak öğrenmiş, tanımış olur.

    3. Kur’an’da “Allah’a, Resûlüne ve sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz” buyrulmaktadır. Din konusunda kendilerine itaat edilmesi gereken kimseler bir ucu Resulullaha ulaşan silsileli icazetlere sahip gerçek din alimleri, gerçek fakihler, gerçek mürşidlerdir.

    4. Allah Kur’an’da Resulullah’a itaat edilmesini kesin şekilde emir buyurmuştur. Resulullaha itaat etmeyen Allah’a itaat etmemiş olur.

    5. İslam’ın en doğru uygulamasını Peygamber yapmıştır.

    6. Peygamber’den sonra Ashab, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn yapmıştır. Onlara Selef-i Sâlihîn denir.

    7. Selef-i Sâlihînden sonra, tarih boyunca çeşitli zamanlarda ve çeşitli coğrafyalarda İslam’ın çeşitli yorumları ve uygulamaları olmuştur. Bunlar içinde aslına en yakın, Kur’an’a ve Peygamberin sünnetine en uygun uygulama Osmanlı uygulamasıdır.

    8. Peygamber mucizevî şekilde haber vermiştir: “Ümmetim (benden sonra) yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Biri dışında bunlar Cehennemlik olacak…” “Kurtulacak olan fırka hangisidir?” sorusuna “Benim ve Ashabımın yolundan gidenler” cevabını vermiştir.

    9. Peygamberin ve Ashabının yolundan gidenler Sünnet ve Cemaat ehlidir. Ehl-i Sünnetin muttaqi ve muhlis alimleri, fakihleri, müfessirleri Kur’an’ı en doğru şekilde anlamış ve yorumlamıştır. Peygamberimizin sülalesinden gelen ve onun yolundan giden sâdat-ı kiram her devirde İslam bayrağını yüceltmiş, ilâ-i kelimetullah etmiş, Müslümanlara yol göstermiş, hidâyet rehberi olmuştur.

    10. Peygamberin Sünneti İslam dininin hükümlerinin ve yüce Şeriatın ikinci kaynağıdır.

    11. Peygamberin Sünnetini inkar edenler doğru yoldan çıkmıştır.

    12. Allah’a noksan sıfatlar yakıştıranlar doğru yoldan çıkmıştır.

    13. İslam bütün mü’minlere istikameti (doğruluğu) emr eder.

    14. İslam adalet dinidir.

    15. Müslümanlar tek bir Ümmettir. Allaha iman ederler, namazı kılarlar ve mâruf ile emr edip münkerden nehy ederler.

    16. Kur’anla, Sünnetle ve icmâ-i ümmetle sabittir ki, Allah katında tek hak, makbul, geçerli din İslam’dır. İslam’dan başka hak ve makbul din yoktur.

    17. İslam’da hiçbir eksiklik ve noksanlık yoktur. Eksiklik, kabahat, hatâ Müslümanlardadır.

    18. İslam, Batılıların anladığı dar mânada bir din değildir, o bir medeniyettir ve barıştır.

    19. İslam’da dünyevî ve uhrevî ayırımı yoktur.

    20. Tarih boyunca Müslümanların zaman zaman geri kalması ve hezimete uğraması bazen İslam’ı iyi anlayıp iyi yorumlamamaktan, bazen de iyi anladıkları halde hayata uygulamamaktan kaynaklanmıştır.

    21. Müslümanların kurtulması İslam’ı anlamakta, yorumlamakta, hayata uygulamakta, ahlakta, cihatta; Ashab’a, Tâbiîne, Tebe-i Tâbiîne benzemekle ve onlar gibi yapmakla olabilir. 05 Eylül 2011

    Bînamazdan Din Âlimi Olmaz

    İslam sadece ilimle anlatılamaz. İlmin yanında iman, ihlas ve sâlih amel olması gerekir. Ayrıca bunların yanında vehbî (Allah vergisi) ilim de bulunması gereklidir.

    Kişinin Zemahşerî kadar Arapçası ve ilmi olsa, imanı sağlam değilse, ihlassız ise, ameli yoksa o adam nasipsiz kalmaya mahkumdur. Nasibi olmayan kişi İslam’ı nasıl anlayabilir ve anlatabilir?

    Filan veya Falan kişiye bakalım. Arapçası var, din ilimlerini de okumuş ama itikadı sahih değil, ameli yok, namaz bile kılmıyor. Bu adamın İslam’a doğru şekilde anlatması ve öğretmesi mümkün değildir.

    Amel imandan bir cüz değildir ama sen bu kadar ilim oku ve o ilimlerin aksiyonla ilgili kısımlarını hayatına uygulama. Olur mu bu?

    Cahilin amelsizliği başkadır, alimin amelsizliği başka. Hadîste meâlen “âhirette en şiddetli azaba, bildikleri ile amel etmeyen alimler uğrayacaktır” buyurulmuştur.

    İslam’da imandan sonra ikinci şart beş vakit namaz kılmaktır. Ashab-ı Kiram radiyallahu anhüm ecmâîn hazeratı “İmanla küfür arasında namaz vardır” hükmüne varmışlardır.

    Namazsız bir ilahiyatçı, Kur’anı kendi kafasına, re’y ve hevasına göre yorumluyor ve nice konu ve noktalarda Ehl-i Sünnete aykırı fetvalar veriyor, ictihatlar yapıyor, görüşler ve iddialar ortaya atıyor.

    Yine bînamaz bir ilahiyatçı, Peygamber efendimizi (Salat ve selam olsun ona) ve Sünnetini devreden çıkartmaya çalışıyor.

    Sadece namazsızlar değil, namaz kılan bazı ilahiyatçılarda da aykırılıklar görülüyor. Çünkü namaza gereken önemi vermiyorlar, tehâvün gösteriyorlar. Halbuki onların ilmi, Peygamberin imandan sonra en fazla önem verdiği, dosdoğru kıldığı ve kıldırdığı şeyin namaz olduğunu bilmek konusunda yeterlidir.

    İçinde bocaladığımız bu fetret, fitne ve fesat devrinde cahillerin belki küçük bir mazereti olabilir ama alimlerin kesinlikle hiçbir mazereti olamaz.

    Bir hadîste Hak Teala hazretlerinin “Bildiği ile amel eden kuluma bilmediğini öğretirim” buyurduğu beyan edilmektedir.

    Namazı dosdoğru kılan bir alimin basireti ve ufukları açılır; kılmayanın ise ufukları daralır, görüşü körelir.

    İman artmaz eksilmez ama parlaklığı artabilir.

    İmanın ve ihlasın kimde olduğu kesinlikle bilinmez ama bu ikisinin olup olmadığını gösteren alametler vardır.

    Yalan söyleyen,

    Verdiği sözü tutmayan,

    Emanete hıyanet eden kimse, bu üç kötülüğü devamlı olarak yapıyorsa onda nifak alameti vardır.

    Din alimi olduğu (veya geçindiği halde) namaz kılmıyorsa o fasık, facir ve merduttur.

    Böylesinden fetva sorulmaz, verirse kabul edilmez.

    Böylesinin ictihatlarına kulak asılmaz.

    Böylesinin din hakkındaki yorumlarına ve mütalaalarına itibar edilmez.

    Din alimi olmak için şu şartlar gerekir:

    (1) Sahih bir itikada sahip olacak.

    (2) İcazetli üstatlardan ilim öğrenmiş, imtihan vermiş ve icazet almış bulunacak,

    (3) Öğrenmiş olduğu ilimlerin amel ile ilgili olanlarını hayatına uygulayacak. En başta beş vakit namazı kılacak.

    (4) İslam ahlakı ile mütehalli (ziynetlenmiş) olacak.

    (5) İhlasa aykırı her şeyden kaçınacak, uzak duracak.

    Bu beş şarta sahip alimlere Hak Teala hazretleri, çalışmakla kazanılamayan vehbî bir ilim verir, onları Nebevî nur ile aydınlatır.

    Sevgili Müslümanlar!.. Dininizi böyle nuranî alimlerden öğreniniz.

    Fâsıklardan, fâcirlerden, merdutlardan, bid’atçilerden din öğrenilmez. Çünkü onlar doğrularla eğrileri birbirine katarak anlatır, kaş yaparken göz çıkartır. 06 Eylül 2011

    (İkinci yazı)

    Çok Kaygan Bir Yoldasınız

    Maşaallah birkaçınız çok iyi İngilizce biliyor. Yüzde yirminiz iyi İngilizce… Siyaset, iktisat, sanat, din, İslam dünyası, Medeniyetler çatışması, Marting Lings… Böyle konular dilinizden düşmüyor… Yüzde 60’ınız devamlı namaz da kılıyor. Çoğunluğunuzun hanımları başörtülü… Bir kısmınız Müslüman, bir kısmınız İslamcı… Somali, Arakan, Afganistan, Moro Müslümanları, Tataristan’da İslam, Sancak bölgesi ne olacak?.. Daha bunlar gibi düzinelerce konudan bahs ediyorsunuz.

    Güzel de, niçin bazı itikad ve ilmihal konularında derbeder ve laubalisiniz?

    Selefîlik diye bir laf edip duruyorsunuz? Siz bu Selefiliğin içyüzünü biliyor musunuz?

    Hoca, din imamı, üstad bellediğiniz kimselere bakıyorum, içlerinde aykırı kişiler var.

    Yahu azılı Farmason Afganî’den din imamı mı olur?

    Bazınızın inançlarında ne bozuk maddeler var. Kur’an, Yahudileri İslam’a çağırmıyormuş… Hıristiyanları İslam’a çağırmıyormuş… Böyle hezeyanlara siz nasıl inanıyorsunuz?

    Baş hocanız aykırı ve reformcu bir ilahiyatçı. Sizin kültürlü Müslüman oluşunuz nerede kaldı?

    Bilmediğiniz yok ama İslam’da cadde-i kübranın Ehl-i Sünnet olduğunu iyice öğrenememişsiniz.

    Bid’atçi adamlardan bahs edip duruyorsunuz, bir kere bile Şeyhülislam Mustafa Sabri, Zahid el-Kevserî’den bahs ettiğiniz yok.

    Namaz kılanlarınızın yüzde biri bile başında imame/takke olduğu olduğu halde kılmıyor. Niçin namazın edeb ve sünnetini ihmal ediyor, hafife alıyorsunuz?

    Niçin Ehl-i Sünnet çizgisini bırakıp sekter çizgilere sapıyorsunuz?

    Demek ki, çok veya az İngilizce bilmekle, İslamî jargonla, Moro Müslümanlarının mücadelesinden haberdar olmakla, Martin Lings’le, Heidegger’le Meidegger’le iş bitmiyormuş.

    İslam’ı icazetli Sünnî ulema, fukaha ve mürşidlerden öğrenmek gerekiyormuş.

    Siz Heidegger’i, Martin Lings’i, R. Guenon’u, Garaudy’i, F. Fanon’u okumaya devam edin ama dininizi, ilmihalinizi onlardan öğrenmeyin. Aykırı ilahiyatçıları da imam (önder) kabul etmeyin. İlmihal bilgileri icazetli alim ve fakih Ömer Nasuhi Bilmen’in “Büyük İslam İlmihali”nden veya o ayarda güvenilir ve muteber kitaplardan öğrenilir.

    Çok kaygan bir yolda ve meşrebtesiniz. İnşaallah ayağınız kaymaz.

    Selam ve hürmetlerimle.

    (İnşaallah bu mektubumdan dolayı bana darılmazsınız.)

    Eğitim Fâciası

    (üçüncü yazı)

    Medyada eğitim konularından bahs edilmemesi, aydınların (daha doğrusu kendilerini aydın sananların) eğitim krizi üzerinde durmamaları, halkın bu konuda aydınlatılmaması çok üzücü ve korkutucu bir ihmaldir.

    Şu anda

    Kemalist ideolojiyi,

    sekülarizmi, çağdaş hayat tarzını, ülkemizdeki bozuk düzen ve sistemi ayakta tutmak için çırpınan millî eğitim sistemimiz tam bir iflas manzarası arz etmektedir.

    1928’den bugüne Türkiye’de atalarının Türkçe tarihî mezar taşlarını okuyamayan on milyonlarca vatandaş yetiştirilmiştir. Bizim Kemalist eğitim sistemimiz sözde mecburî din eğitimi veriyor ama bu da bir aldatmacadan ibarettir.

    Rejim, açılan özel okullara da müdahale ediyor ve millî kimlik ve kültüre dayalı güçlü ve etkili bir tahsil verilmesini engelliyor. Okullarımızda yazılı, edebî, zengin Türkçe okutulmuyor ve öğretilmiyor.

    Okullarımızda gerçek tarih kültürü verilmiyor. Okullarımızda doğru dürüst mantık okutulmuyor. Okullarımızda sanat kültürü verilmiyor. Okullarımızda bilginin yanında ahlak ve karakter terbiyesi verilmiyor. Ve Türkiye bu müflis (iflas etmiş) çağ dışı eğitim sistemini tartışmıyor, yerine gerçekten millî bir eğitim sistemi kurulması için çırpınmıyor. Doğrusu ümit kırıcı bir durum. 07 Eylül 2011

    İtikad Bozuklukları Dinden Çıkartabilir

    Ülkemizdeki Müslümanlar arasında vahim itikad/inanç bozuklukları baş göstermiştir. Bu bozuklukların bir kısmının sahibini dinden çıkartma, mürted yapma ihtimali büyüktür.

    Allah’a noksan sıfatlar yakıştırmak çok vahim bir itikad bozukluğudur.

    Başta Diyanet olmak üzere bütün doğru yolda olan cemaatlerin, tarikatların, grupların, bilen kişilerin, ulema ve fukahanın bu bozukluklar konusunda halkı uyarması, bilgilendirmesi, kurtarmaya çalışması gerekir.

    İtikad bozuklukları durup dururken mi çıkmıştır?

    Hayır… Bunlar kasıtlı, planlı olarak, büyük paralar harcanarak, bazı kalemler ve vicdanlar kiralanarak veya satın alınarak çıkartılmıştır.

    Bazı reformcular, Kur’ana ve Sünnete uygun İslam yorumunun 3’üncü hicrî asırda sona erdiğini, Ümmet-i Muhammed’in sapıttığını iddia ediyor. Bu bir iftira ve hezeyandır.

    Kur’ana ve Sünnete uygun doğru/sahih İslam yorumu, hiçbir kopukluk olmadan günümüze kadar ulaşmıştır.

    Muhammed ibn Abdilvehhab çıkmış ve doğru İslam’ı öğretmiş, sapıtan Müslümanlara hidayet yolunu göstermiş… Bu iddia hezeyandır.

    Muhammed ibn Abdilvehhab’ı, başta kendi kardeşi Süleyman ibn Abdilvehhab olmak üzere bütün Ehl-i Sünnet uleması, fukahası, müfessirleri, muhaddisleri, müftüleri tenkit, red ve cerh etmişlerdir.

    Doğru yolda olan, itikadı sahih olan, hidayete çağıran, İslam’ı temsil eden Muhammed ibn Abdilvehhab değildir, Ehl-i Sünnet ulemasıdır.

    Mısır, Pakistan ve diğer bazı İslam ülkelerinde zuhur eden birtakım radikal İslam hareketlerinde bid’atler, hatâlar, yanlış yorumlar vardır.

    Kaderin inkarı vahim bir inanç bozukluğudur.

    Ashab-ı Kiram (radiyallahu anhüm ecmain) hazeratının bir kısmına dil uzatmak, onlara iftira etmek korkunç bir bid’attir. Ashabın tamamı din konusunda âdildir.

    Fıkhı inkar etmek öldürücü bir bid’attir. Fıkıh ilimdir, ilim inkar edilmez.

    Mezhepsizlik bid’attir.

    “İslam’ı, Kur’anı, Hz. Peygamberi, tevhid inancını inkar edenler de Cennetliktir” demek büyük bir sapıklıktır. Bu devirde İslam’dan başka ibrahimî hak din vardır demek büyük bir hıyanettir. Şeriatsiz ve fıkıhsız yeni bir İslam türetme hareketi bir çılgınlıktır. Şefaat Kur’anla, Sünnetle, icmâ-i ümmetle sâbittir.

    Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya Efendimizin hadîslerini Feminizm, AB, Batı medeniyeti norm ve ölçülerine göre ayıklamak bir cinayettir. Bütün iyi niyetli, vicdanlı, samimî Müslümanlar bu gibi konularda irşad edilmeli, aydınlatılmalı, uyarılmalı, doğru şekilde bilgilendirilmelidir.

    “Bilenler”

    bilmeyenleri uyarıp aydınlatmazlarsa vebal altına kalırlar.

    Hiçbir ticarî gayesi olmamak şartıyla Müslümanları uyarmak üzere vakıflar, dernekler, hizmet kurumları kurulmalıdır. En güzel, en uygun, en inandırıcı, en ikna edici, en etkili üslupla bozukluklar tenkit edilmeli, doğru yol gösterilmelidir.

    Bu hizmetler cemaat ve tarikat taassubundan uzak bir şekilde yerine getirilmelidir. Uyarı ve aydınlatma broşürleri Ahmed Cevdet Paşa’nın Türkçesi gibi çok açık, çok akıcı, çok kolay anlaşılabilir bir lisanla yazılmalı ve herkes tarafından kolayca anlaşılmalıdır.

    Böyle broşürler ulema, fukaha ve müftüler tarafından tasdik edilmelidir. Bu hizmetler hiçbir kimseye veya cemaate maddî menfaat ve şahsî ün ve prestij kazandırmamalıdır.

    Beklenilen, ümit edilen tek ücret Allah’ın rızası olmalıdır. Bir kısmı bedava dağıtılmalı, bir kısmı (dağıtmak isteyenlere) maliyetine verilmelidir.

    Bu hizmetler ilmin ışığında ihlasla yapılmalıdır. Müslüman halk bu hizmetlere muhtaçtır. Müslümanlar bu hizmetleri beklemektedir. Yok mu bu hizmetleri yapacak ilim ve ihlas erleri?

    Liberal İslâm Fitnesi

    Kaddafi’den sonra Libya’da bir barış, huzur, birlik ve beraberlik, sosyal mutabakat, adalet devri başlaması İsrail’in, Batı’nın, BOP’un, Haçlıların işine gelir mi?.. Gelmez.

    Afganistan’a demokrasi götürmek için saldırdılar. Durum meydanda. Irak’a demokrasi ve hürriyet götürmek için saldırdılar. Durum yine meydanda. Somali’de Şeriat Mahkemeleri rejimi kurulmuştu, ülke biraz nefes alacaktı. Oraya da Habeşistan’ı saldırttılar. Şimdi on milyonlarca Müslüman açlıktan, sefaletten kırılıyor, ülke çöktü.

    ABD’nin, İsrail’in, AB’nin İslam dünyasında istemediği, hoşgörmediği, razı olmadığı şey şudur: Kur’ana, Sünnete, Şeriata dayanan gerçek bir İslamî rejim kurulması. İslam dünyası bunu istiyor. Onlar saldırarak, savaş çıkartarak, gerçek İslam’ın yerine yanlış yorumlar getirerek önlemeye çalışıyor. Onların Kur’ana, Sünnete ve Şeriata dayanan gerçek İslam sistemine karşı çıkarttıkları yeni yorumlar nelerdir?

    * Liberal İslam aldatması.

    * Light İslam

    * Ilımlı İslam.

    * Fazlurranhman’ın Tarihsellik ve Tâtiliye İslam’ı.

    * Türkiye’de Kemalist İslam.

    * İslam Protestanlığı.

    * Dinde reform.

    * Dinde yenilik.

    * Dinde değişim.

    * Üç ibrahimî hak din vardır, üçünün mensupları da ehl-i necat ve ehl-i Cennettir…

    * İslam’ı AB, Feminizm, Batı medeniyeti norm, kriter ve hükümlerine göre yorumlamak; Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) hadîslerini Feminist ideolojiye göre ayıklamak cereyanı… Vs… vs…

    İsrail, ABD, AB, Siyonistler, Haçlılar çok iyi biliyorlar ki, Kur’ana, Sünnete, Şeriata dayanan Osmanlı tipi bir İslam sistemi büyük bir Müslüman ülkede kurulursa işleri bitiktir.

    Var güçleriyle bunu önlemeye çalışıyorlar.

    Bu maksatla milyarlarca dolar para harcıyorlar.

    Müslüman ülkelerin ve Müslüman toplumların arasında fitne fesat, nifak şikak, tefrika tohumları ekiyorlar.

    Müslüman ülkelerde iç savaş, kardeş kavgası çıkartıyorlar.

    Afganistan’da, Irak’ta olduğu gibi gerekirse saldırıp savaşıyorlar.

    ABD, AB, Tel Aviv, Roma Hilafetten ve Halifeden nefret ederler ama gerektiğinde, zaruret haline geldiğinde İslam dünyasının başına uysal, evcil, itaatkâr, fantoş bir “Light Halife” getirmek için gizli planlar yaptıkları söyleniyor.

    İslam dünyasının merkezi olan Türkiye’de light, ılımlı, liberal, uysal, evcil bir İslam modeli oluşturmak için yıllardan beri açık veya sinsi faaliyet yapılıyor.

    Türkiye Müslümanlarını Kur’ana, Sünnete ve Şeriata dayanan Ehl-i Sünnet Müslümanlığından uzaklaştırıp Haçlıların, Siyonistlerin, emperyalistlerin, sömürgecilerin istediği Liberal İslam mezhebine sokmak.

    Müslümanları faydasız, boş, saçma tartışmalarla bölmek, birbirine düşürmek.

    Türkiye’de birbirinden kopuk yüzlerce dinî sekt, fırka, hizip, cemaat meydana getirmek.

    Müslümanlardaki Ümmet bilincini yıkmak, onların kafa ve gönüllerini sekter taassuplarla doldurmak.

    Gerçek bir İslam düzeni kurulmasını önlemek.

    Ehl-i Sünnet İslamlığına karşı Liberal İslam.

    Müslüman uyan!..

    *(İkinci yazı) Çeçenistan’ı Unutmayalım

    Müslümanlar eskiden bu kadar vefasız, bu kadar unutkan değildi…

    Çeçenistan’ı çoğumuz unuttuk, gündemden çıkarttık.

    Çeçenler tarih boyunca zulme, sömürgeciliğe, emperyalizme karşı savaşmış sayıca küçük, mânevî güç bakımından büyük bir İslam halkıdır.

    Yıllardan beri orada kan, gözyaşı, feryat ve figan var. Çeçen halkı çok şehit verdi. Yaralılar, yıkılan evler, köyler, şehirler, ırzına geçilen kadınlar.

    Çeçenistan büyük facialara, vahşetlere, barbarlıklara, Vandallıklara sahne oldu.

    Haçlılar, Siyonistler, sömürgeciler, emperyalistler Çeçenistan’ın bağımsız olmasını istemiyorlardı.

    Çeçenistan’da bir İslam devleti kurulmasını istemiyorlardı. Müslüman kardeşlerimden çok rica ediyorum: Çeçenistan’ı unutmasınlar.

    Çeçenler bizim din ve iman kardeşlerimizdir. Onların acılarına, hiç olmazsa kalben ortak olalım.

    Çeçenistan’ın kurtuluşu için dua edelim. (Aynı zamanda kendi kurtuluşumuz için…)

    Çeçenistan’da İslam’ın, adaletin, iç barışın hakim olmasını isteyelim.

    Ülkemizdeki Çeçen mültecilerine (yardımı hakkedenlere) yardımcı olalım.

    Aşağıda üç internet sitesi ismi veriyorum:

    (1) Kavkaz Center

    (2) Waynakh.com

    (3) Çeçen online

    Bunları zaman zaman indirip bazı yazıları ve yorumları okuyalım.

    Çeçenlere acırken sakın kendi perişan halimizi unutmayalım.

    Onlar Kafkasya’da Rusya’nın ve Rus-Severlerin baskısı altında; biz Anadolu’da Selanik resmî ideolojisinin baskısı altındayız.

    *(Üçüncü yazı) Câmide Teslis Ayini!

    Yine bir camimizde Hıristiyan ayini yapıldı. Neymiş efendim, eskiden bu bina kiliseymiş, mübadelede Rumlar gidince (bir müddet sonra) camiye çevrilmiş.

    Binayı restore etmişler, ama nasıl etmişler? Kilise tarafını ortaya çıkarmışlar.

    Sonra İstanbul’dan, Yunanistan’dan patrikleri, papazları çağırmışlar ve cami içinde âyin yaptırtmışlar.

    Çok vahim çok vahim çok vahim!..

    Yunanistan’da nice cami kilise yapılmıştır. Biz Müslümanların oralarda cemaatle namaz kılmamıza izin veriyorlar mı?

    İspanya’da katedrale çevrilen büyük camide Müslümanlar namaz kılabiliyor mu?

    Hükümetimizin, idarecilerimizin bu gibi konularda çok hassas olması gerekir.

    Camisinde ayin yapılan şehirde Hıristiyan nüfus var mı? Yok…

    Peki durup dururken, bayram değil, seyran değil, Tevhid mekânı olan bir yerde niçin, hangi gerekçe ile Teslis ibadeti yapılıyor?

    Anadolu Rumlarının başından yakın tarihte büyük facialar geçmiştir. Kabahatin büyüğü onlardadır. İstilacı zalim Yunan ordusunu kurtarıcı gibi karşılamamış olsalardı, vatandaşı oldukları Osmanlı devletini desteklemiş olsalardı felakete uğramayacaklardı.

    Olan olmuş bir kere… Yunanistan’da bir yığın cami kilise yapılmış, Türkiye’deki bir yığın kilise de cami…

    Yunanistan’ın başkenti Atina’da, orada hayli Müslüman yaşamasına rağmen içinde namaz kılınan bir tek cami yok. Gittiğimde iki Osmanlı camii görmüştüm, ikisi de ibadete kapalıydı.

    Her şey karşılıklıdır.

    Yunanistan’da kiliseye çevrilmiş camide Müslümanların bir kere namaz kılmasına bile izin verilmiyorsa, bizde de camiye çevrilmiş eski bir kilisede teslis ayini yapılmasına izin verilmemelidir.

    Camide yapılan âyinde Diyalogçuların parmağı, tuzu biberi olduğunu sanıyorum.

    Tevhid ibadeti mekanlarında Teslis ayini yapılması bu memlekete hayır getirmez.

    Böyle giderse günün birinde Ayasofya’da da âyin yaptırırlar.

    Allah korusun… 09 Eylül 2011

    CIA ve MOSSAD Sızdı mı?

    Soru şudur: Türkiye’de İslamî/İslamcı hareketin içine CIA, Mossad ve başka istihbarat teşkilatları girmiş midir?

    Zerre kadar aklı, irfanı, vicdanı olan bir kimse bu soruya “Hayır girmemiştir!” cevabını vermez. Türkiye’de güçlü bir İslamcılık akımı ve hareketi olsun da bunun içine CIA ve Mossad girmesin, böyle bir şey düşünülebilir mi, mümkün müdür?

    İnsanın elinde tek bir delil, tek bir karine olmasa bile bu soruya “Mutlaka girmiştir…” cevabını vermesi gerekir. Çünkü, dünyanın en güçlü, kolları her yana ulaşmış, her deliğe girmiş iki canavar istihbarat teşkilatı olan CIA ve Mossad ülkemizdeki İslamî/İslamcılık hareketini bilmek, yönlendirmek, kullanmak, âlet etmek isteyecektir. Eşyanın tabiatı böyledir.

    ABD’nin ve İsrail’in bugün en korktuğu güç İslam’dır. Müslümanların birleşmesi. Güçlenmesi. İslam’ı hakim kılmak için elbirliğiyle çalışması Amerikan emperyalizminin ve İsrail devletinin sonu olur.

    İslam’ın ve Müslümanların başarısız olması için neler yapmalıdırlar?

    * Müslümanları böldükçe bölmek.

    * Bölünmüş Müslümanları birbirine düşman etmek, birbirleriyle çekiştirmek ve tepiştirmek.

    * İslamî hürleşme ve kurtuluş hareketini dejenere etmek.

    * Müslümanları ABD ve İsrail emperyalizmine doğrudan veya dolaylı şekilde hizmet ettirmek.

    * Müslümanları çıkmaz sokaklara, yanlış yollara sokmak.

    * Müslümanlar arasında “İslam tek hak din değildir. İslam’ın yanında Yahudilik ve Nasranîlik de hak ibrahimî dinlerdir. Onların mensupları da ehl-i necat ve ehl-i Cennettir” bozuk inancını yaymak.

    * Kur’ana ve Sünnete dayalı gerçek İslam dininde cihad farzı vardır. Onlar yeni bir İslâm türeterek bu farzı kaldırmak istiyorlar.

    * Ehl-i Sünnet Müslümanlığını yıkmak, onun yerine sayısız bağımsız kiliseden oluşan bir İslam Protestanlığı getirmek. Müslümanların bir kısmını haram kazançlara, kara ve kirli zenginliklere yönlendirmek, kokuşmayı teşvik etmek.

    Bu amaçlarına ulaşabilmek için Müslümanların içine bir sürü ajan, casus, provokatör, istihbaratçı sokmuşlardır. Şeytanlıkta o kadar ileri gitmişlerdir ki: Müslümanların ehil bir Halife seçmesinden önce onlar kendi kukla, fantoş, uysal, evcil Halife adaylarını bile tesbit emişlerdir ve ilk fırsatta sahneye çıkaracaklardır.

    Bu maksatla muazzam paralar harcanmaktadır. Türkiye’de bir ABD ve İsrail Müslümanlığı türetmek istiyorlar. Peki amaçlarına ulaşabilecekler midir? Çok tahribat yapacaklar, çok fitne ve fesada sebebiyet vereceklerdir ama başarılı olamayacaklardır.

    İnşaallah Türkiye’de Kur’ana, Sünnete, Şeriata dayalı bağımsız İslam hareketi başarılı olacak; ABD’ye, İsrail’e, Kapitalizme, emperyalizm ve sömürgeciliğe, Haçlı hegemonyasına itaatkâr sahte İslamcılık başarısız olacaktır.

    Milyonlarca Müslümanın bu konularda uyarılması, bilgilendirilmesi, aydınlatılması gerekmektedir. Allah Ümmetimizi her türlü sapıklıktan, bid’atten, hıyanetten muhafaza buyursun.

    Şahsî emellerini, riyaset ihtiraslarını, bâtıl asabiyetlerini tatmin için en azılı İslam düşmanlarıyla işbirliği yapanlara yazıklar olsun!

    Sevgili Müslümanlar:

    Dinde reform, Dinde yenilik, Dinde değişim, Light/ılımlı İslam, İslam Protestanlığı, Fıkıhsız ve Şeriatsız İslam, Tarihsellik mezhebi, Mezhepsizlik,

    BOP İslamlığı ve bunlara benzer yeni cereyanları kabul etme, bunlara cephe al; Kur’ana, Sünnete ve Şeriata dayalı gerçek ilahî İslam’dan yana ol ve onu savun.

    CIA, Mossad ve BOP İslamcılığı Cennete değil, Cehenneme götürür. Cennete gitmek isteyen Kur’ana, Sünnete, Şeriata sarılsın, ana caddeden ayrılmasın, Sevad-ı Azam dairesi içinde sâbit-kadem olsun.

    *(İkinci yazı) Selam olsun!

    Kalbinde Tevhid imanı olan, Lâ ilâhe ill’Allah Muhammed Resulullah imanına sahip olan bütün mü’min kardeşlerime selam eder, Allah’ın rahmetinin ve bereketinin hepimizi gölgelemesini niyaz ederim.

    Hassaten Ehl-i Sünnet ve Cemaat dairesi içinde bulunan kardeşlerime hürmetlerimi arz eder, bana dua buyurmalarını istirham ederim.

    İlmi, irfanı, imkanı, lisanı, kalemi olup da Kur’ana, Sünnete, Şeriata, İmamete, Ümmete -doğru dürüst ve muhlisen lillah- hizmet edenlerin ellerini ve ayaklarını öperim.

    İmanın şartları altıdır. Bunların altısına da gereği gibi iman edenlere ne mutlu.

    İmanın altı şartından birini inkâr eden kafir olur.

    Kur’an’daki muhkem ve zarurî hüküm ve bilgileri inkar eden dinden çıkar.

    Kur’an’ın bir harfini bile inkar eden dinden çıkar.

    Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) mütevatir ve sahih hadîslerini inkar eden bid’atçidir. Bu bid’at onu dinden çıkartır.

    Farzları inkar eden dinden çıkar.

    Farzları inkar etmeden ihmal ve terk eden dinden çıkmaz, büyük günah işlemiş olur.

    Eimme-i erbaaya yani İmamı Azam Ebu Hanife, İmamı Mâlik, İmamı Şâfiî ve İmam Ahmed ibn Hanbel hazeratına; Kur’ana, Sünnete, İslam’a, fıkha, Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeye yaptıkları büyük hizmet dolayısıyla selam eder, onlara hayır dua okur, onlar için rahmet dilerim.

    Sayıları bütün İslam tarihinde 20 kadar olan diğer mutlak müctehid imamlara da Allah rahmetiyle muamele buyursun.

    Selef-i Sâlihîn efendilerimizin üzerine Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi olsun. Onlara müteşekkir ve minnettarız.

    Her devirde gelip geçmiş, nuranî silsilelerle Seyyidlerin Efendisine (Salat ve selam olsun ona) irtibatlı olan bütün rabbanî, ‘âmil, muhlis ulemaya, fukahaya ve kâmil mürşidlere selam olsun.

    Zamanımızda, ücretini sadece Allah’tan bekleyerek, mahlukattan ücret istemeyerek, verilse bile almayarak Kur’ana, Sünnete, Şeriata ihlasla hizmet eden bütün ulemaya, fukahaya, meşayihe, mürşidlere, mücahid fi sebilillah olanlara selam olsun.

    Muhlisen lillah namaz kılanlara selam olsun.

    Farz namazları cemaatle kılanlara selam olsun.

    Usul-i tefsir ve tefsir ilmini öğrenenlere ve bu ilimlere hizmet edenlere selam olsun.

    Kur’an tefsiri, tercümesi, meali yazmaya ilmî ehliyeti, icazeti, liyakati olup da rivayet ve dirayet tefsiri yapanlara selam olsun.

    Usul-i hadîs ve hadîs ilmini öğrenenlere ve bunlara hizmet edenlere selam olsun.

    Usul-i fıkıh ve fıkıh ilmiyle Allah rızası için ihlasla meşgul olan öğrenen ve öretenlere selam olsun.

    Ümmet-i Muhammed’i doğru bilgilendirenlere, aydınlatanlara, uyaranlara selam olsun.

    Namazları tâdil-i erkana uyarak dosdoğru kılanlara selam olsun.

    Zekatlarını Kur’ana, Sünnete, fıkha, şeriata göre verenlere selam olsun.

    Sağ elinin verdiği sadakayı sol eli görmeyen ve bilmeyen ihlaslı hayırseverlere selam olsun.

    Bu fitne ve fesat devrinde Allah’ın emrine, Peygamberin buyruğuna, Kur’ana ve Sünnete uyarak Şeriata uygun tesettür kıyafetine giren bütün Müslüman hanımlara ve kızlara selam olsun.

    Mâruf ile emr ve münkerden nehy edenlere selam olsun.

    Cuma günü ezan okununca işyerini, dükkanını, atölyesini kapatıp Allahı anmak için camilere gidenlere selam olsun.

    Müslüman halka, bilhassa çocuklara ve gençlere, kendilerine ebedî saadet kazandıracak ve cehennemden kurtaracak ilmihal bilgilerini ihlasla öğretenlere selam olsun.

    Bütün Müslümanları ve mü’minleri tek bir Ümmet bilenlere; hizip, fırka, cemaat, tarikat asabiyetine kapılmayanlara, çeşitlilik içinde sarsılmaz bir birlik oluşturanlara selam olsun.

    Zamanın İmamına ve Emîrine biatlı olanlara selam olsun.

    Merhametli Müslümanlara selam olsun.

    Şecaat sahibi Müslümanlara selam olsun.

    Hikmetli Müslümanlara selam olsun.

    Allah korkusuyla ağlayanlara selam olsun.

    (Ne olur gözyaşlarınızdan bir damla teberrüken üzerimize serpin…)

    İmkanı, serveti, fırsatı olduğu halde lükse, israfa, gurura, kibre, saçıp savurmaya yönelmeyen mütevâzı ve alçakgönüllü zenginlere selam olsun.

    Ziyafet sofralarına fakirleri de çağıran cömertlere selam olsun.

    Dünya tuzaklarına düşmeyen, âhirete yönelik olanlara selam olsun.

    Sözün sonunda Allah’a hamd ü sena, Peygamber’e salat u selam olsun. 11 Eylül 2011

    Kapitalist Liberal Müslümanlar

    Onlar hâlâ hâlis Müslüman mıdır?.. Hâlis sıfatını onlara yakıştırmak doğru olmaz. Onlar elbette hâlâ sosyolojik Müslümandır. Çoğu namaz da kılar, Ramazanda oruç tutar, hacca gider. Bilhassa turistik ve lüks umre seyahatlerine bayılırlar. Lüks otellerin üst katlarından Kâbe’ye öyle bir kuşbakışları vardır ki görmelisiniz.

    Onlar Kapitalist, Liberal, Global, BOP Müslümanlardır. Mâlum, paranın dini imanı olmaz ama onlar yine de Müslümandır. Onlar süslü, şahane, lüks meskenlerin Müslümanıdır. Onlar saray yavrusu lüks yazlıkların Müslümanıdır. Onlar pahalı markaların, etiketlerin Müslümanıdır. Onlar çok lüks, çok pahalı, çok gösterişli, gurur ve kibir verici otomobillerin Müslümanıdır. Onlar beş yıldızlı otellerde verilen lüks ve pahalı ziyafetlerin Müslümanıdır.

    Onların çoğu eskiden radikal Müslümandı, şimdi radikallik sıfatını terk ile global ve liberal olmuşlardır. Nicesi eskiden mücahitti, şimdi müteahhit olmuşlardır. Bu yeni Kapitalist Müslümanlar devlet bütçesini, belediye bütçelerini, para havuzlarını çok mu çok severler.

    Damarlarını kesseniz altın suyuyla karışık ışıl ışıl kan akar. Onlar ne candan vaz geçerler, ne canandan. Ne dinden imandan vaz geçerler, ne paradan servetten. Onların lüks otomobillerini lüks plazaların, lüks otellerin, lüks tesislerin önünde, lüks sitelerin içinde görebilirsiniz ama sabahları seher vakitlerinde camilerin önünde göremezsiniz.

    Bazen rüzgâr kravatlarını ters çevirir, lüks markalar görünür.

    Cep telefonları, plazma televizyonları, bilgisayarları, kol saatleri en lüksündendir. Bazısının lüks kalemleri de vardır ama yazmadan çok gösterişe ve teşhire yöneliktir.

    Onlar rant ve nema Müslümanıdır.

    Riba faiz demezler para kazanır ve biriktirirler.

    Haram kazançlar konusunda ellerinde kapı gibi fetvalar ve ruhsatlar vardır. Fetvaların altındaki imza mı? Şeytana aittir.

    Kısa zamanda elde ettikleri efsanevî servetleri keramet bilirler. İstidrac olabileceğini düşünmezler.

    Onlar anlı şanlı Kapitalist, Liberal, Global, BOP Müslümanlarıdır.

    Vakt-i merhunu gelinceye kadar oyalanıp dururlar.

    Sonra ansızın…

    Ansızın…

    Ansızın…

    *(İkinci yazı) Dinî Te’liflerin ve Hizmetlerin Ticarîleşmesi

    Bir âlime gidiyorsunuz, “Hocam halk yığınları için çok kolay anlaşılır, çok faydalı, çok özlü bir ilmihal kitabı yazar mısınız?” diyorsunuz. Yazarım derse telif ücreti konuşuluyor, yayıncı ile hoca anlaşabilirse kitap hazırlanıyor, yayınlanıyor.

    Kur’an meali, tercümesi, tefsiri böyle.

    Hadîs kitabı böyle.

    Siyer, ahlak, kelam, usul-i fıkıh, din tarihi böyle.

    Çocuklar için dinî, ahlakî, terbiyevî kitapçıklar böyle.

    Arapçadan Türkçeye tercümeler böyle.

    Dinî, imanî, İslamî, Kur’anî, Nebevî, Şer’î ilimler, bilgiler, aydınlatmalar hep ticarî esaslar üzerinden yazılıyor, yayınlanıyor.

    Diyanet bile dört ilahiyatçıya hazırlattığı tartışmalı Kur’an tercümesi için bir defada 300 bin Amerikan doları ödedi…

    Amerika’da, Avrupa’da Hıristiyanların büyük vakıfları, dernekleri var, din kitaplarını paraya endeksli olmayan şekilde hazırlatıyor, bastırıyor, dağıtıyorlar.

    Yahova Şahitleri dinini duymuşsunuzdur. Dev matbaa tesisleri üç vardiya çalışıyor ve yüzden fazla lisanda, bir tek kitabın yekun tirajı yüz milyonun üzerinde olmak üzere dünya çapında yayın yapıyorlar. Hizmetleri para kazanmaya, zengin olmaya yönelik değil.

    İmamı Süyutî, İmamı Gazalî, İmamı Şaranî, İmamı Birgivî, İmamı Rabbanî ve benzeri alimler, fakihler, mürşidler bu devirde yaşamış olsalardı, yazmaları istenen kitaplar, broşürler için telif ücreti isterler miydi?

    Teklif edilmesinden bile hoşnut olmazlardı.

    Verilse almazlardı.

    Biz Müslümanlar teşkilatlanıp, vakıflar ve dernekler kurup dinimizi, gerçeklerimizi, davetimizi niçin muhlisen lillah, hasbeten lillah, garazsız ivazsız halkımıza ve insanlığa duyuramıyoruz?

    İslam dinine göre ticaret yapmak, üretmek, din dışı hizmetler vermek yoluyla para kazanmak helaldir.

    Dinimiz bazı konuları kutsal (haram) kabul etmiştir ve bunların ticarete, zengin olma hırsına alet edilmesine izin vermemiştir.

    Mesela İslam dini karı satışına, fuhşa izin vermez.

    Ticaret helal, riba haramdır.

    Din de böyledir. Sonradan verilmiş birkaç fetva ve ruhsat dışında din, iman, Kur’an, mukaddesat hizmetleri ticarete, para kazanmaya, zengin olmaya alet edilemez.

    Fetva ve ruhsat hangi konularda verilmiştir?

    İmamlık, müezzinlik, müftülük, vaizlik, kadılık, müderrislik, din dersi öğretmenliği gibi birkaç hizmet.

    Bunun sebebi de, bu hizmetleri yapan kimselerin ve ailelerinin geçimlerini sağlamaktır.

    Bu gibi dinî hizmetleri alet ederek, vasıta kılarak zenginleşmeye fetva ve ruhsat verilmemiştir.

    İslam dinine göre bir genç para kazanmak, dünya geçimini temin etmek için doktor, mühendis, işletmeci, iletişimci olabilir ama para kazanmak, zengin olmak için din hocası, alim, fakih olamaz.

    Ümmetin en zeki, en akıllı, en ahlaklı, en karakterli, en istidatlı, en mürüvvetli, en fütüvvetli, en fedakâr, en kabiliyetli çocukları şu üç mesleğe yönlendirilmelidir:

    (1) Din, iman, Kur’an hizmetleri, dâvet ve tebliğ yapmak üzere din ilimlerini ve fıkıh okumak.

    (2) Genç nesilleri İslam’a, Kur’ana, Sünnete, Şeriata göre yetiştirecek öğretmenler, eğitimciler.

    (3) Ordu zabitleri ve elemanları.

    Bu üç sınıfın en önemlisi ulema ve fukaha sınıfıdır.

    İslam dünyası, İslam Ümmeti ulema ve fukahasıyla yükselmiş veya alçalmıştır.

    Ulemanın ve fukahanın fakir olanları elbette (geçimlerini temin için) ücret, maaş alabilir ama din ilimleri ve hizmetleri asla ve asla ticarete, zenginleşmeye alet edilemez, vasıta kılınamaz.

    Müslümanlar İslam’ı yaymak, halkı bilgilendirmek ve aydınlatmak, dâvet ve tebliğ yapmak için ticarî esasa dayanmayan büyük vakıflar ve dernekler kurmalıdır.

    İlmihaller, Kur’an tercüme, meal ve tefsirleri, hadîs kitapları, dine ve imana dâvet yayınları para kazanmak, zenginleşmek için yazılmamalıdır.

    Niyet Allah rızası olmalıdır.

    İhlas müşareket (ortaklık) kabul etmez.

    Hem Allah rızası için, hem de para kazanmak, zengin olmak için niyeti ihlasa mukarin midir?

    Öyle bir ulema ve fukaha sınıfı yetiştirilmelidir ki, halkı irşad, bilgilendirme, aydınlatma, uyarma vazife ve hizmetlerini ihlasla, aşkla, şevkle, titizlikle Allah rızası için yapsınlar.

    Dinî, İslamî, imanî, Kur’anî, şer’î hizmetlerin ticarileşmesi bu zamanın büyük afet ve felaketlerindendir. (Ülkemizde sırf Allah rızası için kitap yazan, hizmet eden müstesna alimlere, fakihlere, mürşitlere, ziyalı Müslümanlara, muhlis mü’minlere, derneklere, vakıflara minnet ve teşekkürlerimi arz eder, ellerinden öperim.) 16 Eylül 2011

    Cumhuri Ulema yolu

    İslam dininde konular ve hükümler muttefakun aleyh ve muhtelefün fih diye iki kısma ayrılır: Muttefakun aleyh, üzerinde ittifak edilmiş demektir.

    Muhtelefün fih, ihtilaf edilen, çeşitli görüşler ve yorumlar olan, tartışılan konulardır.

    Birinci kural: Zaruriyat-ı diniye denilen bütün ana, esas, temel konularda Selef-i Sâlihînin, Ehl-i Sünnet ulema ve fukahasının ittifakı, oybirliği vardır.

    Günde beş vakit namaz kılmanın farz olduğu, Ramazan ayında oruç tutmanın farz olduğu, nisaba mâlik olanların zekat vermesinin farz olduğu, ömründe bir kere hacca gitmenin farz olduğu…

    Hür kadınların tesettüre girmesinin farz olduğu.

    Eimme-i müctehidîn, ulema, fukaha bu konularda ihtilaf etmemiştir. Tam bir ittifak vardır.

    İmanın temel şartlarında da ittifak vardır.

    Allah’a, meleklere, ilahî Kitaplara, Peygamberlere, âhiret gününe (Öldükten sonra tekrar diriltileceğimize, Hesaba kitaba, Cennet ve Cehenneme) ve Kader’e iman böyledir.

    Zaruriyat-ı diniyede, Kur’anın muhkem ayetlerinde belirtilmiş olan emir yasaklarda ihtilaf yoktur.

    İhtilaf (esasta değil) füruatta, ayrıntılarda olmuştur.

    Vücuttan kan çıkması/akması abdesti bozar mı?

    Namaz kılarken Fatiha’dan sonra okunan surenin başında besmele okunur mu?

    Sabah namazı ilk fecir de mi kılınır, yoksa güneşin doğmasına yarım saat kalaya tehir edilir mi?

    Vitir namazı vacib midir, Sünnet midir?

    Bu gibi ayrıntıya ait konularda görüş ve yorum çeşitliliği, bazı farklılıklar olmuştur ki, bunların hiçbiri esasa ait değildir.

    Bütün Ashab-ı Kiram, bütün Tâbiîn, bütün Tebe-i Tâbiîn, bütün Eimme-i müctehidîn, bütün râsih, rabbanî, ‘âmil ulema ve fukaha zaruriyat-ı diniyede ittifak halindedir.

    İşte bu kafileye, bu büyük topluluğa cumhur-i ulema denilir.

    Ehl-i sünnet Müslümanlarının ana, temel, esas, zarurî dinî konu ve hükümlerde cumhur-i ulemaya tâbi olması gerekir.

    Zamanımızda bazı ilahiyatçılar, amatör din bilginleri cumhur-i ulema yolundan çıkmışlar, bid’at fırkaları mensupları; heva, heves, re’y ve kafalarına göre dinde yeni hükümler icat etmişlerdir. Onların bu yeni hükümleri cumhur-i ulemanın görüşlerine aykırıdır. Binaenaleyh Müslümanlar böyle bid’at, fantezi, yeni, uyduruk, re’y ve hevaya dayanan hükümleri reddetmelidir.

    Birkaç örnek vereyim:

    (1) İslam’da teravih (Ramazanda kılınan gece namazı) yoktur hezeyanı.

    (2) Teravih namazını Hz. Peygamber (Salat ve selam olsun ona) yasaklamıştır hezeyanı.

    (3) İslam’da kader inancı yoktur bâtıl iddiası.

    (4) Hayızlı (aybaşılı) hanımlar namaz kılar, oruç tutar, tavaf edebilirler fetvası.

    (5) İslam’da tesettür yoktur.

    (6) Kur’anın bazı kesin emir ve yasakları tarihseldir, bu zamanda geçerli değildir.

    (7) Haccederken şeytan taşlamak yoktur.

    (8) Kur’an İslam’ın tek kaynağıdır. Sünnet kaynak değildir.

    (9) Beş vakit namaz üç vakitte kılınabilir.

    Bu inançlar ve görüşler bozuktur ve cumhur-i ulemanın görüşüne, yoluna aykırıdır.

    İslam’da kader yoktur demek küfre yol açar.

    Çok ince, çok derin, teferruata ait bazı konular eimme arasında medar-ı münakaşa olmuştur.

    Mesela: İmamı Eş’arî ile İmamı Mâturidî hazretleri (Allah ikisinden de razı olsun) itikada ait ana meselelerde ittifak halinde olmakla birlikte bazı ayrıntılarda görüş çeşitliliğine sahiptir. İki itikad imamızını bu ihtilaflı görüşleri “Nazmü’l-Feraid ve Cem’ü’l-Fevaid” adlı kitapta (Abdurrahim Şeyhzâde) tahlil edilmiştir.

    Bu ihtilaflar, bu çeşitlilik kesinlikle esasa, temele, usule ait değildir ve iki taraf bu çeşitlilikten dolayı birbirini sapıklıkla suçlamaz. İkisi de haktır, ikisi de esasta/temelde bir ve beraberdir.

    İhtilaflı konulardan biri de şudur: Kadından peygamber gelmiş midir, gelmemiş midir?

    Bir başka ihtilaf: Kendilerine Peygamber gönderilmeyen kavimler sorumlu mudur değil midir?

    Bugün Ehl-i Sünnet aleminde tatbik edilen dört mezhebin imamları ana, temel, esas, zarurî konularda ihtilaf etmemişler, uygulamaya, teferruata ait konularda (rahmanî bir kolaylık ve zenginlik olan) farklı ictihadlar yapmışlardır.

    Dört mezheb teferruata ait bir konuda ittifak etmişse, o konuda da aykırı bir görüş ileri sürülemez. Maalesef zamanımızın bazı naylon müctehidleri, reformcu ve değişimci ilahiyatçıları müttefakun aleyh olan konularda saçma sapan, soytarıca yeni görüşler çıkarma densizliğini irtikâb ediyor.

    İmamı Gazalî’nin musiki hakkındaki görüşleri, İmamı Rabbanî’nin, kendilerine Peygamber gönderilmemiş kavimlerin sorumluluğuyla ilgili görüşleri, Muhyiddin Arabî’nin vahdet-i vücud (Panteizm değil!) görüşü, Şeyhüilislam Mustafa Sabri ile Zahid el-Kevserî’nin birtakım ince meselelerde âlimâne tartışmaları onların büyüklüklerine halel getirmez.

    Her hal ü kârda bütün Ehl-i Sünnet Müslümanları zaruriyat-ı diniyede, İslamın ve imanın şartlarında; dinin temel, esas, ana hükümlerinde, muttefakun aleyh meselelerde cumhur-i ulema dairesi içinde bulunmalıdır.

    Bid’at fırkalarının,

    Reformcuların,

    Dinde yenilik ve değişim isteyenlerin,

    Tatiliye ve tarihsellik mezhebine bağlı Fazlurrahmancıların,

    Ilımlı/light İslamcıların,

    Şeriatsız ve fıkıhsız yeni bir İslam türetmek isteyenlerin,

    Kemalist ilahiyatçıların,

    İslam Protestanlığı taraftarlarının,

    Mezhepsizlerin,

    Telfik-i mezahib taraftarlarının,

    Bugün İslamın yanında iki hak ibrahimî din daha vardır, onların bağlıları da ehl-i necat ve ehl-i Cennettir diyenlerin,

    Ümmet-i Muhammed’i sekülerleştirmek isteyenlerin,

    Peygamber Efendimizin hadîslerini AB norm ve standartlarına ve Feminizm ideolojisi ilkelerine göre ayıklamak isteyenlerin,

    ABD’nin, İsrail’in, Vatican’ın, AB’nin istekleri doğrultusunda evcil ve uysal bir İslam türetmek isteyenlerin,

    Modern İbn Sebe’lerin,

    Buharî’de mevzu hadîs vardır diyenlerin,

    BOP İslamlığı taraftarlarının ve benzerlerinin…

    Sapık, bozuk, yanlış, çarpık, yamuk; kimisi küfre götüren görüşlerinden, inançlarından, iddialarından, bid’atlerinden uzak durmalı, bunlardan şeytandan kaçar gibi kaçmalıdır.

    Bin küsur yıldan beri gelip geçmiş yüz binlerce eimme, ulema, fukaha, müfessir, muhaddis yanılmış da şu nev-zuhurlar doğruyu bulmuş!.. Lütfen sakın onlara inanmayınız, kanmayınız, dininiz elden gider.

    Cumhur-i ulemanın geniş ana caddesinden yürüyelim.

    Sevad-ı Azam dairesinin dışına çıkmayalım.

    Allahın yardımı, nusreti, rahmeti büyük cemaat, büyük karaltı üzerinedir.

    Sürüden ayrılanı kurt kapar. 17 Eylül 2011

    Müslüman Halkı Bilgilendirme, Uyarma, Aydınlatma Hizmetleri

    Onbeş ciltlik mufassal bir Kur’an tefsiri yazdırmak, tasnif ve telif etmek istenilse, bunu yazacak (hem de Ehl-i Sünnete göre yazacak) ehliyetli ve icazetli bir heyet bulunabilir.

    Otuz ciltlik bir hadîs külliyatı yazmak için de ehliyetli bir heyet oluşturulabilir.

    Yirmi ciltlik muzzam bir fıkıh külliyatı.

    On ciltlik bir siyer.

    Sekiz ciltlik bir İslam ahlakı…

    Evet bütün bunlar için ehliyetli heyetler kurulabilir ve böyle kitaplar yazdırılıp yayınlanabilir.

    Siz sadece paradan haber verin.

    Merhum Ergun Göze dostumuz bir mülkünü satmış, bununla kağıt, dizgi, baskı, cilt masraflarını karşılayarak muteber ve güvenilir Ebussuud Efendi Tefsirini Arapçadan Türkçeye çevirtip yayınlamıştı. Cenab-ı Hak onu mükafatlandırsın.

    Müslüman kesimin yayıncıları, böyle büyük külliyatlar hazırlatabilir, yayınlanabilir ama maalesef şu hizmetler yapılamaz:

    Müslüman halkı ve bilhassa gençliği bilgilendirmek, uyarmak, aydınlatmak, ıslah etmek için:

    Ehl-i Sünnete uygun milyonlarca ilmihal, akaid, ahlak, mürüvvet, fütüvvet, istikamet (dosdoğru olmak), Ümmet şuuru, iman kardeşliği, beş vakit namazın dosdoğru kılınması, cemaatin önemi, iyi insan iyi Müslüman iyi vatandaş olma rehberi, Müslümanca (Osmanlıca) okuma yazma kılavuzu, İslam’da birlik ve beraberlik, Ümmet’in başına bir İmam/Halife seçme ve ona biat ve itaat etme, cihad fi sebilillah, şer’î (şeytanî değil) tesettür, Tevhidî eğitim yapan İslam mektepleri ve medreseleri, bedevî kültür ve zihniyetten medenî kültüre geçiş, Cuma ezanı okununca ticareti bırakıp, dükkanları ve işyerlerini kapatıp camiye gitmek (on dokuz başlık zikr ettim…) gibi konularda son derece etkili broşürleri milyonlarca adet yayınlamak veya bedava, yahut maliyet fiyatından halkı dağıtmak.

    Müslümanların paraları var, memlekette hürriyet var, imkan var, fırsat var, milyarlarca dolarla oynayan cemaatler, dernekler, vakıflar var; peki Müslümanlar niçin bir teşkilat kurup böyle çok faydalı, çok lüzumlu, çok zarurî yayınları yapamıyor?

    Ticarî esas üzerine otuz citt tefsir hazırlatıp bastıran zengin, imkanlı, güçlü Müslümanlar niçin otuz kırk sayfalık broşürler bastırıp kâr gayesi gütmeksizin halka sunamıyor?

    Böyle hizmetleri bir tek tarikat, cemaat, hizip, dernek veya vakıf yapmaz. Bu hayırlı konuda büktün grupların birleşmesi gerekir.

    Niçin birleşmiyorlar?

    Niçin halkı bilgilendirmiyor, aydınlatmıyor, uyarmıyorlar?

    Bir cemaat Kongo’da, bir tarikat Kafkasya’da, bir hizip Avrupa’da kolej veya Kur’an kursu açmış. Ne güzel, tebrik ederiz. Lakin Türkiye’de de öncelikle bazı hizmetlerin yapılması gerekmez mi?

    Biz Müslümanlar önce kendi kapımızın önünü süpürmekle vazifeli değil miyiz?

    Türkiye Müslümanlarının hali mükemmel midir, onların bilgilendirilmeye, uyarılmaya, aydınlatılmaya, ıslah edilmeye ihtiyaçları yok mudur?

    Doğrusu, yukarıda bir nebze bahs ettiğim hizmetlerin, bilgilendirme aydınlatma, uyarma, ıslah çalışmalarının ve yayınlarının yapılmamasından dolayı çok üzüntülüyüm.

    Bazı mutaassıplar üzülmeme bile izin vermek istemiyor, karamsarlık etme, bizi öv, bizi alkışla, biz çok hayırlıyız, bizde eksik yoktur diyorlar.

    Üzülmemek elimden gelmiyor.

    Onları övmeye gelince: Onlar zengin, parayla adam tutsunlar kendilerini övdürsünler.

    * (İkinci yazı) 19 Gerçek

    1’inci gerçek: İlahî adaletten kimse kaçamaz. İlahî adalet ihmal etmez imhal eder (mühlet verir). İlahî adaleti hiçbir güç durduramaz.

    2’nci gerçek: Toplumlar ne haldeyseler öyle idare olunurlar. Kötü bir toplumun idarecileri iyi olmaz.

    3’üncü gerçek: Allah bir zalimi, başına başka bir zalimi musallat ederek cezalandırır ve terbiye eder.

    4’üncü gerçek: Bir toplumun azarsa ve bu azgınlığı dolayısıyla başına bela, azap ve musibet gelirse, genel gelir, kurunun yanında yaş da yanar.

    5’inci gerçek: Namazı terk eden, emr-i mâruf ve nehy-i münker farzını yapmayan, büyük günahları açık bir şekilde küstahça işleyen; lüks, israf ve sefahate batan, fuhşiyyatın her çeşidini sergileyen bir İslam toplumu iflah olmaz.

    6’ncı gerçek: Müslüman bir ülkenin bilenleri, bildikleri ile amel etmezlerse orada genel bir bozulma başlar.

    7’nci gerçek: Parayı, malı, zenginliği, lüks hayatı ana değer olarak kabul eden bir İslam toplumu ağır şekilde hastalanır ve dengesini kaybeder.

    8’inci gerçek: İhlasla, sadece Allah rızası için, içine hiçbir nifak ve riya karıştırılmaksızın yapılmayan ibadetler kabul edilmez.

    9’uncu gerçek: Başında ehil ve layık bir İmam-ı Kebir, bir Emîrü’l-mü’minîn bulunmayan bir Müslüman toplum; karanlık gecede fırtınaya ve yağmura yakalanmış, kurtların hücumuna uğramış çobansız kalmış perişan bir koyun sürüsü gibidir.

    10’uncu gerçek: Zekatı Kur’ana, Sünnete, şeriata, fıkha göre vermeyen ve sarf etmeyen Müslüman bir toplum sille yer.

    11’inci gerçek: Müslüman bir toplumda alimler, doğrular, sâlihler, muttaqiler, muhlisler, namuslular; cahillerden, şakilerden, fasıklardan, münafıklardan, mürailerden, riyâkârlardan ve namussuzlardan daha cesur olmazsa orada işler kötüye gider.

    12’inci gerçek: Allah mü’minler topluluğuna Ümmet ismini koymuştur. Müslüman bir toplum, Ümmet bilincini ve birliğini yitirir, birbirinden kopuk bir sürü fırkaya ve hizbe ayrılır, bunların bir kısmı birbiriyle çatışırsa o toplumun hali ve sonu iyi olmaz.

    13’üncü gerçek: Cihad fi sebilillah’ı (Allah yolunda cihad etmeyi) terk eden bir İslam toplumu esir, zelil ve sefil olmaya mahkumdur.

    14’üncü gerçek: Şöhret âfettir. Şöhret sahibi olmak için yanıp tutuşanlar makbul ve memduh kimseler değildir.

    15’inci gerçek: Müslüman bir ülkenin, halkın, şehrin, mahallenin durumunu anlamak için, sabah ezanı okunduktan sonra camilerdeki cemaate bakılmalıdır.

    16’ncı gerçek: Müslümanlarla meskun bir şehrin iyi veya kötü olduğunu anlamak için kadınlarına bakmak da yeterlidir.

    17’nci gerçek: Bir Müslüman ülkede can, mal, ırz, din, neseb güvenliği yoksa orada Müslümanlık ism ve resmden ibarettir.

    18’inci gerçek: İyi ve olgun bir Müslüman toplumda insanlar birbirinin kurdu değil, meleğidir.

    19’uncu gerçek: Başkasının anasına, karısına, kızına şehvetle ve kötü niyetle bakanlar kendi analarına, karılarına, bacılarına şehvetle bakmış gibi olurlar. 18 Eylül 2011

    26 Maddede Ehli Sünnet Müslümanlığı

    1. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı Kur’an Müslümanlığıdır.

    2. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı Kur’anın doğru yorumu Müslümanlığıdır.

    3. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı Kur’anı Sünnetin ışığında yorumlama ve hayata uygulama Müslümanlığıdır.

    4. Ehl-i Sünnet icmâ-i ümmet Müslümanlığıdır.

    5. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı esasta, temellerde, usûlde, doğru yorumda cadde-i kübradır.

    6. Sevad-ı Âzamdır. Kur’ana ve Resulullaha (Salat ve selam olsun ona) inanan Müslümanların büyük topluluğudur.

    7. Cumhur-i ulema yoludur.

    8. Tevhid ve tenzih yoludur.

    9. Allah’ı kemal sıfatlarla sıfatlı bilmek ve noksan sıfatlardan tenzih etmektir.

    10. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı, ayrıntılarda olumlu ve rahmanî çeşitlilik zenginliği içinde temellerde ve esasta sarsılmaz bir birlik oluşturur.

    11. Ehl-i Sünnet ulema, fukaha ve meşâyihi, ucu Resullerin Seyyidine (Salat ve selam olsun ona) ulaşan nuranî bir silsile ile icazetlidir.

    12. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı Selef-i Sâlihîn yolundadır.

    13. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı Kur’an, Peygamber ve Selef ahlakını esas alır.

    14. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı Ashab-ı kiram radiyallahü anhüm ecmaîn Efendilerimizi din konusunda âdil kabul eder ve onlara saygı gösterir.

    15. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı bundan 1400 yıl önce zuhur etmiş üzücü fitne ve fesatları Allah’ın yüce adaletine, Mahkeme-i rûz-ı cezaya havale eder, bu fitnelerin dedikodusunu, taraftarlığını, militanlığını, holiganlığını yapmaz.

    16. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı Ehl-i Beyt-i Mustafa’yı sever, benimser, Hz. Ali, Hasaneyn-i muhteremeyn, Hz. Fâtima annemizi baş tacı eder.

    17. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı Hz. Hasan efendimizin fitneyi önleyici uzlaştırıcı ahlakını benimser.

    18. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı Kur’an-ı Azimüşşanın câhiller, bid’atçiler, kötü niyetliler ve din sömürücüleri tarafından re’y ve heva ile tefsirini kabul etmez.

    19. Ehl-i Sünnet Müslümanlığının temeli nass ve nakildir.

    20. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı Kur’anî ve Nebevî rehberlik ve nur olmaksızın aklın tek başına doğru yolu bulamayacağını kabul eder.

    21. Ehl-i Sünnet Müslümanlığında sahih ve makbul bir imandan sonra ikinci önemli vazife beş vakit namazı dosdoğru kılmaktır.

    22. Ehl-i Sünnet Müslümanlığında ihlas, takva ve adalet esastır.

    23. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı, mü’minlerin kafirleri dost ve veli edinmelerine, onları körü körüne taklit etmelerine izin ve ruhsat vermez.

    24. Ehl-i sünnet Müslümanlığında taqiyye yaparak Müslümanları aldatmak ve kandırmak yoktur.

    25. Ehl-i Sünnet Müslümanlığında, Peygamberler dışında ismet sıfatıyla sıfatlı mâsum şahsiyetler yoktur.

    26. Ehl-i Sünnet Müslümanlığı halka can, mal, ırz, neseb, din ve inanç güvenliği sağlar.

    *(İkinci yazı) İstanbul Papağanları

    Beş sene olmuştu, çok soğuk bir kış günüydü, lapa lapa kar yağıyordu. Pencereden balkonuma bakıyordum. Bendeniz her kar yağışında Cenab Şehabettin’in kar şiirini hatırlar, hatırımda kalan bazı mısralarını mırıldanırım.

    “Bir beyaz lerze,

    Bir dumanlı uçuş,

    Eşini gaib eyleyen bir kuş gibi kar,

    Geçen eyyam-ı nev-baharı arar…”

    O kar tipisi içinde beni çok şaşırtan bir hadise olmuştu. Balkondaki demirlere yemyeşil, uzun kuyruklu, kıvrık gagalı bir papağan konmuştu. Sıcak iklimlerin bu kuşunun, bu şiddetli kışta İstanbul’da ne işi vardı?

    Sonra öğrendim ki, yirmi otuz yıldan beri şehrimizde ve yurdumuzun başka yerlerinde birkaç papağan türü yaşıyormuş, yuva kurup kuluçkaya yatıyor, yavru çıkartıyormuş.

    Ne güzel, ne harika bir yenilik. Şehri, eskiden içimizde olmayan yeni canlılarla paylaşmak.

    Oturduğum apartmanın bahçesinde kocaman bir fıstık çamı, yine büyük bir çitlembik, hayli gelişmiş bir kartopu ağacı ve kısa zamanda büyüyüp binanın boyunu aşan aylandoz ağaçları var.

    Çevremde kumrular yaşıyor. Bu sene banyoma giren iki kumru çifti yavru çıkarttılar. Kirletiyorlar ama onların evimde yuva kurmalarından çok mutlu ve memnunum.

    Kargalar var, sayıları onlar kadar olmasa da saksağanlar… Her taraf serçe dolu. Kışın pencere kenarına suda ıslatılmış bayat ekmekleri koyduğumda bazen martılar da geliyor.

    Bahçemizde sansar da yaşıyor.

    İstanbul papağanlarının fotoğraflarına internetten baktım.

    İstanbul ve papağanlar… Ne güzel bir yenilik.

    Topkapı sarayının bahçesindeki ulu çınar ağaçlarının kovuklarına papağanlar yuva yapıyormuş. Barınamasınlar diye kovukları betonla doldurmuşlar. Çok üzüldüm. Onlar kargalar gibi/kadar zararlı değil ki.

    Halkımızın bir kısmı canlıları, bitkileri, yeşilliği seviyor ve koruyor. Bir kısım Vandallar da onlara düşman. Bu ikinci sınıfın şerrinden Allah bu ülkeyi korusun.

    Yamyam yapılaşma dolayısıyla şehirdeki parkların, yeşil alanların sayısı çok azaldı.

    Alman şehirleri, bizim tersimize korular, parklar, yeşil alanlar, sun’î göller ile şenlenir. Hannover’in içindeki bir koruluğa gitmiştim. Kuşlar neredeyse insanların elinden yiyecek alıyordu. Hayvancağızlar insanların hain olmadığını biliyordu. Bir ağaçtan bir sincap inmiş, yere atılan fıstıkları el gibi kullandığı ön ayaklarına almış yiyordu.

    İstanbul papağanlarını koruyalım. Birtakım alçakların onları avlayıp satmalarını önleyelim. Yuva yaptıkları ağaç kovuklarını tıkamayalım, kışın az da olsa onlara yiyecek verelim.

    Elimden gelse İstanbul ikliminde yaşayabilecek nice canlı ve bitki türünden örnekler getirir Gülhane parkı, Yıldız Sarayı bahçesi gibi yerlere bırakırım.

    İstanbul’un ahşap evlerinin bahçelerinde eskiden küçük çiçekli tırmanan güller yetişirdi. Köhne, biraz yana yatmış yaşlı bir ev o çiçeklerle ne kadar güzel görünürdü. Sanırım sur içinde bir tek böyle gül kalmadı. Çok şükür mor salkımların kökü henüz kurumadı.

    Yeşilliksiz, kuşsuz, ağaçsız, çiçeksiz hayat sürenlere çok acıyorum.

    Eskiden Boğaziçi’nde fok bile yaşarmış… 19 Eylül 2011

    Müslümanların Dikkatlerine

    LÜTFEN aşağıdaki başlıkları her gün bir kere tekrarlamanızı istirham ediyorum. Hafta tatili yapmadan senede 365 gün, dört senede bir 366 gün.

    1. Ehl-i sünnet Müslümanlığı tehlikededir. İndirilmiş (münzel) Ehl-i Sünnet İslamlığının yerine (AB’nin, ABD’nin, İsrail’in, Siyonizmin, Haçlıların istediği) evcil, ılımlı, light ve uysal uydurulmuş bir İslam getirilmek istenmektedir.

    2. Türkiye’nin uluslararası temizlik ve şeffaflık notu 10 üzerinden 4’tür, yani ahlak ve temizlik bakımından sınıfta kalmıştır.

    3. Memleketin bütünlüğü tehlikededir. Vatan elden gitmektedir.

    4. Güneydoğu’da bazı vilayetlerde ve şehirlerde devlet gündüz vardır, gece yoktur. Kurtarılmış bölgeler oluşturulmuştur.

    5. Türkiye’nin bazı halkları arasında millî/toplumsal barış ve mutabakat bağları zayıflatılmış ve kopartılmıştır.

    6. Alaçatı’da cami yapılmış eski bir kilisede papazlara Teslis âyini yaptırılmıştır.

    7. Halkı ve gençliği aşırı derecede tahrik eden, ahlakı berhava eden müstehcen yayınlar almış yürümüştür.

    8. Uyuşturucu 10 yaşındaki okul çocuklarına kadar inmiştir.

    9. Fuhuş genelleşmiştir. Devlet, kadın haklarıyla ilgili uluslararası sözleşmelere imza koymuş olmasına rağmen TC başlıklı resmî vesikalarla fuhşa resmî izin vermekte, bu fuhuştan KDV ve gelir vergisi almakta, bu parayı bütçesine koymakta, yasal genelevlerin kapısında fuhşun güvenliğini sağlamak için polis bekletmektedir. Kadın hakları savunucuları bu rezalete ses çıkartmamaktadır.

    10. Haram yeme yaygın hale gelmiştir.

    11. Faiz ve riba yaygın hale gelmiştir.

    12. Halkın yüzde 90’ı beş vakit namazı terk etmiştir.

    13. Mal şehveti, para şehveti, lüks ve israf şehveti, gösteriş şehveti, cinsel şehvet, benlik şehveti korkunç boyutlara ulaşmış ve yaygın hale gelmiştir.

    14. Türkiye’de 1,5 milyon Kripto Yahudi yaşamaktadır.

    15. Türkiye’de 1,5 milyon Kripto Hıristiyan yaşamaktadır.

    16. PKK hareketinin arkasında İsrail ve Ermenistan vardır.

    17. PKK terörünün gölgesinde ve toz dumanı içinde yüz milyarlarca dolarlık uyuşturucu ve silah ticareti yapılmıştır.

    18. Para, madde, lüks hayat ana değer haline gelmiştir.

    19. Atalarının Türkçe mezar taşlarını okumaktan aciz mürekkep cahil nesiller yetiştirilmiştir.

    20. Gayr-i millî eğitim sistemi iflas etmiştir.

    21. Büyük medya halk yığınlarının beyinlerini yıkayarak onların bir kısmını zombi haline getirmiştir.

    22. Gelir dağılımında korkunç bir adaletsizlik vardır. Zengin kesim daha zengin olurken, fakir kesim daha fakir olmaktadır.

    23. Halkın yarısı birbiriyle nizalıdır. Mahkemeler dosyalara bakamaz hale gelmiştir. Hapishaneler tıklım tıklım doludur.

    24. Trafik kazaları anormal halde çoğalmıştır.

    25. Bazı üniversitelerin ilmî dergileri yirmi yıldan beni yayınlanmamaktadır.

    26. Mısır bile İskenderiye’de dünya çapında 8 milyon kitaplık ve belgelik büyük bir kütüphane kurmuşken İstanbul’da büyük bir kütüphane yoktur.

    27. Liselerde doğru dürüst yazılı Türk lisan ve edebiyatı, mantık, tarih, sanat kültürü okutulmamaktadır.

    28. Toplumda dağılma, çürüme, dejenere olma, çöküş emare ve alametleri görülmektedir.

    29. Futbol tutkusu din haline gelmiştir.

    30. Sabah namazlarında camiler hemen hemen boştur.

    31. Türkiye’de her gün 4,5 milyon ekmek çöpe atılarak korkunç ve dehşetli bir küfran-ı nimet ve israf sergilenmektedir.

    32. Mürüvvet, fütüvvet, istikamet, fazilet, hamiyet gibi değer ve kavramların pabucu dama atılmıştır.

    33. Malatya’da Cuma hutbesinde Şeriattan ve Hilafetten bahs eden bir imam minberden indirilmiş ve hemen imamlıktan atılmıştır.

    *(İkinci yazı) Bunca Kitap İçinde Korkunç Cehalet

    TÜRKİYE’DE son elli yılda 200’e yakın Kur’an tercümesi, meali, tefsiri yayınlanmış…

    Dinî kitaplar sektörü bir endüstri haline geldi.

    İrili ufaklı beş yüz kadar (belki de daha fazla) İslamî-dinî yayınevi var.

    Her yıl on milyonlarca dinî kitap, kitapçık, risale yayınlanıyor.

    Çeşit çeşit ilmihaller peynir etmek gibi satılıyor.

    Mushaf ticareti ayrı bir branş.

    Yayınlanan kitapların bir kısmı (yüzde kaçı?) bozuk ama yüzde 99’unda İslam’ın emirleri ve yasakları yazılı.

    Milyonlarca kitap satın alınıyor.

    Satın alanların bir kısmı bunları okumuyor.

    Okuyanların bir kısmı okuduğunun manasını iyice anlamıyor.

    Manasını anlayanların bir kısmı öğrendikleri bilgileri hayatlarına uygulamıyor.

    Bunca kitaba rağmen…

    Sabah namazlarında İstanbul camilerine gidiniz ve fecaati bizzat görünüz.

    Camiler (Eyüp Sultan camii gibi birkaç nâdir istisnâ dışında) hemen hemen boş.

    Tefsir kitaplarını, hadîs külliyatlarını, ilmihalleri, fıkıh kitaplarını satın almış Müslümanlar sabahleyin camiye gelmiyor.

    İhyau Ulumiddin’in çeşitli tercümeleri şimdiye kadar (korsan baskıları dahil) birkaç milyon adet tiraj yapmıştır.

    Evet camilerde tefsir, hadis, fıkıh, İhyâ okuyan Müslümanları göremiyorsunuz.

    Demek ki, bu kitaplar hakkıyla gerçekten okunmuyor.

    Gözle okunsa bile içlerindeki bilgiler, emirler, yasaklar, öğütler kalplere inmiyor.

    Tefsir, hadîs, fıkıh, ahlak okuyan bir kimsenin sabah namazında camiye gelmemesi mümkün müdür?

    Bırakın camiye gelmek, halkımızın yüzde doksanı artık beş vakit namaz kılmıyor.

    Cuma namazlarında halk bilgilendirilmiyor, aydınlatılmıyor, uyarılmıyor.

    Hutbeleri görüyorsunuz, Din İman Şeriat elden gitmiş, minberlerden Kur’an kursunun damının tamiratı için para isteniyor.

    On milyonlarca Müslüman medya dedikoduları ile kendinden geçmiş.

    En faydalı bir yazıyı okuyan pek yok. İki kodaman yazar şiddetli bir polemik yaparlarsa milyonlar okur.

    Yetmiş iki milyonluk Türkiye’de sahih itikad, beş vakit namaz, cemaat konusunda yoğun, genel ve etkili propaganda yapılmıyor.

    Her yıl Müslümanlardan milyarlarca dolar yardım ve hizmet parası toplayanların öncelikle itikadın sıhhati ve beş vakit namazın dosdoğru kılınması konusunda halkı uyarmaları, bilgilendirmeleri, aydınlatmaları gerekmez mi?

    Müslümanların başında ehil bir İmam-ı Kebir bulunmazsa işte böyle olur.

    Ticarî gayelerle milyonlarca Mushaf, Kur’an meal ve tefsiri, hadîs külliyatı, dinî kitap basılır ve fazla faydası olmaz.

    Din kitapları ihlasla hazırlanmaz ve yayınlanmazsa tesirleri ya hiç olmaz, yahut pek az olur.

    Türkiye Müslümanların beş vakit namaz konusundaki notu, 10 üzerinden 1’dir.

    Erkeklerin farz namazları cemaatle kılması dersindeki notu 1 bile değildir, 10 Üzerinden 0,1’dir.

    Halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan bu ülkede ahlak çok bozulmuştur.

    Tesettürün bile bu ülkede cılkı çıkartılmıştır.

    17 Ağustos büyük zelzelesinde bir kısım yağmacılar felaket bölgesine akın etmiştir.

    İstanbul Ayamamaderesi sel baskınında suların sürüklediği mallar, koliler yağma edilmiştir.

    Müslüman bir toplumun müstaqim/doğru olması gerekmez mi?

    Dinî bir kurumumuzda bile yolsuzluk yapılmış, müfettişlerin raporlarını gördüm.

    Cayır cayır Kur’an tercümesi, meali, hadîs kitabı, ilmihal satılıyor ama Müslümanlar paramparça olmuşlar.

    Bu tefsirler, bu hadîs külliyatları, bu ilmihal ve ahlak kitapları Müslümanların bir tek Ümmet olması gerektiğini yazıyorlar ama zikr ettiğim kitapları satın alanlar onları ya okumamışlar, yahut okumuş olsalar bile anlamamışlar.

    Yahu on milyonlarca din kitabındaki bunca bilgi ağaçlara, taşlara, odunlara söylenmiş olsalardı onlar bile secde ederdi.

    Yolcu sarhoş hancı sarhoş…

    Kur’an tercümesi, meali, tefsiri, hadîs kitabı, tek kelimeyle din kitabı nasıl yazılır?

    İlimle ve ihlasla yazılır.

    Mushaflar, tefsirler, mealler ve tercümeler, hadîs külliyatları, fıkıh ve ilmihal kitapları, ahlak ve tasavvuf kitapları para kazanmak, zengin olmak için yazılırsa ve yayınlanırsa işte manzara ortada, etkili olmuyorlar. (Yazımdan sahih itikatlı ve namazı dosdoğru kılan salih ve muhlis Müslümanlar gocunmasınlar. Onların ellerinden öperim. Memlekette her şey yolundadır diyen varsa, kendileriyle görüşelim, bir program yapalım. Bir ay boyunca İstanbul camilerine sabah namazına gidelim…) 20 Eylül 2011

    Bid’atler Ümmeti Çürütür Yıkar

    İçinde çeşit çeşit kimyevî maddeler, aromalar, boyalar, korumalar bulunan gıda maddeleri, şekerlemeler, çikolatalar, tatlılar, dondurmalar ve meşrubat (içecekler), yan tesirlerle şifasından fazla zararlı kimyevî ilaçlar, insanın iç dengesini altüst eden elektromanyetik alanlar, egzos gazları insanların maddî sağlıklarını nasıl bozuyor, başta kanser olmak üzere bir sürü vahim hastalığa sebebiyet veriyorsa; din ve inanç konusundaki bid’atler, sapıklıklar, bozukluklar da halkın mânevî yapısını tahrip etmekte, Müslümanların ebedî mutluluğuna zarar vermektedir.

    1924’te Hilafetin kaldırılmasından, son Halife’nin yurt dışına sürülmesinden, kısa bir müddet sonra İslam medreselerinin kapatılmasından sonra İslam dinine karşı korkunç bir terör uygulanmasından bu yana Müslümanları doğru bilgilendirecek, aydınlatacak, uyaracak güçlü bir kurum kalmamıştır.

    Derin şer güçleri, İslam’ı ve Ümmet’i açık bir savaşla yıkamayacaklarını anlayınca, meseleyi, içten yıkarak çözme yolunu seçmişler ve dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim, Sünnet düşmanlığı, mezhepsizlik, telfik-i mezahib, light/ılımlı İslam, İslam Protestanlığı, Dinlerarası Diyalog, cihatsız İslam, her Müslüman kendi kafasından ictihad yapabilir, Farmason Afganî kurtarıcı bir İslam önderidir, üç hak İbrahimî din vardır, gayr-i Müslimler de cennetliktir, kaderi ve şefaati inkâr gibi yıkıcı bid’at cereyanlarını, yeterli ve sağlam din kültürü almamış halkın arasında yaymaya başlamışlardır.

    Derin güçler bu konuda beynelmilel Siyonizm, Global Kapitalizm, İsrail, ABD, AB ile işbirliği yapmaktadır.

    İslam’ı içinden yıkmak isteyen derin şer güçleri ve onların bir kısmı münafık, bir kısmı beyinsiz destekçileri şu kötü işlerde hayli başarı elde etmişlerdir:

    (1) Müslümanlara arasında vahim itikat/inanç bozuklukları başlamıştır.

    (2) Müslüman halkın yüzde 90’ı beş vakit namazı terk etmiştir.

    (3) Sabah namazlarında camiler boştur, Müslüman halk leşler gibi uyumaktadır.

    (4) Hür ve mukim erkeklerin farz namazları cemaatle kılması emri büyük ölçüde terk edilmiştir.

    (5) Dinî hizmet ve faaliyet ticarete, zenginliğe, köşeyi dönmeye alet edilmiştir.

    (6) Ümmet birliği bozulmuş, Müslümanlar irili ufaklı binlerce birbirinde kopuk, bazısı birbiriyle çatışan bağımsız tarikata, cemaate, vakfa, derneğe, gruba, parçaya ayrılmıştır.

    (7) Dünyada genel başkanı olmayan hiçbir din olmadığı halde, başsız kalan Müslümanlar bu başsızlıklarının vehametini idrak edemez ve kendilerine ehil bir Halife seçmek için harekete geçemez hale getirilmiştir.

    (8) Müslümanların ve İslamcıların bir kısmı İslam, Kur’an, Peygamber (Salat ve selam olsun ona) ahlakından uzaklaşmışlar, İslamî kesimde korkunç bir ahlak fesadı ve kokuşma baş göstermiştir.

    (9) Müslümanlar, mevcut hürriyetten yararlanarak gerektiği gibi ve gereken miktarda hizmet ve faaliyet yapamaz hale gelmiştir.

    (10) Müslümanları uyaracak icazetli ve gerçek ulema, fukaha, meşayih sınıfı kalmadığı için; İslam toplumunda lüks, israf, sefahat, çeşit çeşit fuhşiyyat, “şehvetlerine uyma”, genel ve yoğun fısk ve fücur, Şeriattan uzaklaşma, Sünnete uymama gibi bozukluklar yaygın hale gelmiştir.

    Ümmeti saran bütün bu kötülüklerden kurtulmanın yolu geleneksel Ehl-i Sünnet İslamlığına sarılmakla, onun öğretilerini hayata geçirmekle mümkün olur.

    Ehl-i Sünnete sarılan, icazetli gerçek Sünnî ulemaya tabi olan Müslümanlar inanç konusundaki bid’atlerden ve sapıklıklardan kurtulur.

    Beş vakit namaza başlar.

    Hür ve mukim erkekler beş vakit namazın farzlarını ehil imamların ardında cemaatle kılar.

    Zekatlarını Kur’ana, Sünnete ve Şeriata uygun olarak dosdoğru verir ve böylece Müslümanlar arasında sosyal adalet sağlanır, kardeşlik güçlenir.

    Ehl-i Sünnetin öğrettiği şekilde İslam ahlakını hayata tatbik eden bir İslam toplumunda kokuşma olmaz.

    Bugün, Türkiye’de bütün Ümmeti, tüm Müslümanları kapsayan bir İmamet kurumu olsa, bunun başında ehil ve layık bir İmam-ı Kebir bulunsa, yapılacak ilk amelî iş halkı beş vakit namaz kılmaya çağırmaktır.

    Şöyle bir şey hayal edelim:

    İmamet-i Kübra müessesi halka hitaben bir emir ve nasihat bildirisi hazırlayıp yayınlıyor. Bildirinin altında İmam-ı Kebir hazretlerinin ve ülkenin 50 büyük ve muteber icazetli din aliminin, fakihinin, şeyhinin, mürşidinin imzaları yer alıyor. Bu bildiride bütün Müslümanlar beş vakit namaz kılmaya ve cemaate çağırılıyor. İhlasla hazırlanacak böyle bir bildiriyi hayata uygulamak için memleket çapında namaz komiteleri kuruluyor ve genel bir namaz seferberliği başlatılıyor…

    Böyle bir teşebbüsten hayırlı neticeler alınmaz mı?

    Böyle bir bildiri etkili olmaz mı?

    Lakin maalesef Türkiye’de böyle hayırlı teşebbüsler yok.

    Dinimizde sahih bir imandan sonra ikinci önemli madde, konu, beş vakit (üç vakit değil!) namazın dosdoğru kılınması iken bu konuda gereken hizmet ve faaliyetler yapılmıyor.

    Çünkü Müslümanların başında İmam yok, Ümmetin bir İmamet-i Kübra kurumu yok, Müslümanlar üniter bir hiyerarşi içinde değiller.

    Derin şer kuvvetleri sinsi bir plan ve program uygulayarak Kur’ana, Sünnete, Şeriata dayanan geleneksel Ehl-i Sünnet İslamlığını yıkmak, onun yerine Siyonizmin, Kapitalizmin, emperyalizmin, Globalizmin, liberalizmin istediği evcil, uysal, ılımlı, hafif, suya sabuna dokunmaz, Protestanlaşmış, “demokratik” yeni bir din türetmek istiyorlar.

    İslam alemi ve bilhassa Türkiye Müslümanları çok vahim, çok dehşet verici, çok korkunç, çok yıkıcı bir eritme, yozlaştırma, zombileştirme, kimlik değiştirme suikasti karşısındadır ama milyonlarca Müslümanın bundan haberi bile yoktur.

    Ehl-i Sünnet inancına bağlı Müslümanların yapacağı şudur:

    Ehl-i Sünnete bir kat daha sımsıkı sarılmak.

    İhlasla, samimiyetle, Kur’an ve Sünnet ahlakına uygun olarak yapılan Ehl-i Sünnet çalışmalarına, uyarılarına, bilgilendirme ve aydınlatma hizmetlerine destek vermek.

    Kim olduğunu bilmese bile zamanın Ehl-i Sünnet ve Cemaat İmamına gıyabında biat etmek.

    Müslümanlar için hazırlanmış bid’at ve dalalet tuzaklarına düşmemek.

    (Zengin Sünnî Müslümanlar haftada en az bir kere, lüks otomobilleriyle ehliyetli Sünnî bir imamın ardında namaz kılmak üzere camiye gitmelidir.)

    * (İkinci yazı) İstibra ve Secdede Ayakların Durumu

    Bu Müslüman memlekette halkın ancak onda biri beş vakit namaz kılıyor. Acaba bu onda birin kaçta kaçı tâdil-i erkân ile dosdoğru kılıyor? Halkın büyük kısmı zarurî ilmihal bilgilerini iyi bilmiyor.

    Meselâ erkeklerin bir kısmı (yüzde kaçı?) istibrâdan habersiz. Tuvalete gidiyorlar, hiç beklemeden ve temizlenmeden hemen abdest alıyorlar ve abdestleri de hemen bozuluyor.

    Câmilerde bazı kimseleri namaz kılarken görüyorum, secde esnâsında ayaklarının durumu dolayısıyla namazlarında vahim bir eksiklik var.

    Merhum Ömer Nasuhi Bilmen hocaefendinin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanmış “Sualli Cevaplı Dinî Bilgiler” (1959 Ankara 304 sayfa) kitabının 144’üncü sayfasında şöyle diyor: “…iki ayağın veya bir ayağın parmakları yere konulmadıkça secde câiz olmaz”.

    Ayak parmaklarının yere konulmasından maksat, parmakların alt kısmından bir miktarın kıvrılıp yere değmesidir ve yerin sertliğini hissetmesidir.

    Secdede parmakların altı kıvrılıp yere temas etmezse, ayakların sadece üstü ve parmakların tırnak kısmı yere değdirilirse secde yapılmış olmaz.

    Bunları hatırlatmak bendenize düşmez ama yazmak zorundayım. Namazda secdeye varırken “iki eliyle” pantolonunu dizinden çekmek de amel-i kesirdir ve namazı bozar.

    Bazısı Kemalist BOP’çu reformcular için bunların önemi yoktur.

    Müslüman kardeşlerimden rica ediyorum: Baş uçlarında icazetli ulema ve fukaha tarafından telif ve tasnif edilmiş muteber ve güvenilir akaid ve ilmihal kitapları bulundursunlar, bunları her gün bir miktar dikkatle okusunlar ve temel din bilgilerini iyice öğrensinler. Reformcuların, mezhepsizlerin ilmihallerini sakın okumasınlar. Onlara güvenilmez. 21 Eylül 2011

    Masonluk ve İslâm

    Masonluk veya Farmasonluk kendini din yerine koyan ve bütün dinlerden üstün olduğunu iddia eden gizli ve uluslararası bir “kardeşlik” hareketidir.

    İslam ile Masonluk uyuşur ve bağdaşır mı?

    Bağdaşmaz. Çünkü İslam, Allah katında makbul ve geçerli tek hak dindir. Hak din veya nizam olmakta müşareket (ortaklık) kabul etmez.

    Dünya üzerinde bir tek Masonluk değil, çeşitli Masonluklar vardır.

    Bir kısım Mason teşkilatları “Kainatın yüce Mimarına” inanır, bir kısmı ise agnostik veya ateisttir.

    İslam dini her iki Masonluğu da reddeder. Çünkü Masonlukta, Resulullah Muhammed Mustafa’ya iman şartı yoktur.

    Türkiye’de Farmasonluk İslam dini, İslam Hilafeti ve Şeriat idaresi ile açık veya gizli mücadele etmiştir.

    Son gerçek Halife Sultan Abdülhamid’i Masonlar, Jön Türkler ve Dönmeler devirmiştir.

    Masonlar Müslümanların içine sızmışlar mıdır?

    Son devrin üç reformisti Cemalüddin Afganî, Muhammed Abduh ve Reşid Rıza Farmasondu.

    Bazı sarıklı Farmasonlar, dinde reform yapmak, Ehl-i Sünneti yıkmak niyet ve amacını gütmüşlerdir.

    Osmanlı devletinde bazı sarıklılar ise yükselmek, çevre edinmek için mason olmuşlardır.

    Osmanlı’nın son Şeyhülislamlarından biri Mason olmuştu ama Ehl-i Sünnet İslamlığının sınırlarını aşmamış, dinden taviz vermemiş, reformculuk yapmamıştı.

    19’uncu asrın ikinci yarısının ünlü sarıklı Farmasonu Cemalüddin Afganî taqiyye yaparak Müslümanları aldatan biriydi. Çünkü İranlı olduğu halde kendisini Afgan gibi göstermiş, Şiî olduğu halde Sünnî postuna bürünmüştür.

    Onun Bahaîlikle ve Bahaîlerle de ilgisi olduğu iddia edilmektedir.

    Gariptir, Kahire’de yaşadığı yıllarda Yahudi mahallesinde ikamet etmiştir.

    Ülkemizin aykırı fikirleriyle tanınmış bir reformcusu “Afganî’yi karalayanlar onun taharet/tuvalet bezi olamazlar” diyerek Ehl-i Sünnet ulemasına, fukahasına, meşayihine, dolaylı olarak Sultan Abdülhamid Han’a hakaret etmiştir.

    19’cu asrın sonlarında ve 20’nci asrın başlarında Afganî’yi ve Abduh’u beğenen bazı Ehl-i Sünnet Müslümanları olmuşsa da, bu ikisinin ve sacayağın üçüncü ayağı Reşid Rıza’nın içyüzü belgelerle ortaya çıktıktan sonra onları beğenen, tasvib eden herhangi bir Sünnî din alimi, fakihi ve mütefekkiri görülmemiştir.

    Ülkemizin ünlü aykırı ilahiyatçılarından biri bu üçlüye adeta âşıktır ve onları İslam’ı yüceltecek, Müslümanları kurtuluş ufuklarına götürecek büyük önderler olarak görmekte ve göstermektedir.

    Afganî’nin bozuk fikirlerini ve görüşlerini red, cerh ve ibtal etmek için binlerce sayfa yazılsa yetmez. Onun en bozuk fikri, ictihad yapmaya yeterli ilmi ve ehliyeti olmayanların ictihad yapabilecekleri yolundaki kanaatidir.

    Ehl-i Sünnetin müdafii, Osmanlı hilafetinini temsilcisi Sultan İkinci Abdülhamid Han hazretleri; Farmason, reformcu ve taqiyyeci Afganî’nin içyüzünü anlamış ve onu Teşvikiye’de bir konağa haps ettirmişti. 1897’de vefat ettiğinde Maçka’daki Dönmeler mezarlığında toprağa verilmiş, bilahare mezar taşını bir Amerikalı yazdırıp dikmiş, 1930’lu yıllarda, onun bir Afgan büyüğü olduğunu sanan Afganistan hükümeti tarafından kemikleri Afganistan’a getirilmiş ve büyük merasimle toprağa verilmiştir.

    İran’daki Safevî Şiası Cemalüddin Afganî’yi, Cemalüddin Esedâbâdî olarak bilir ve kendisine hayır dua okur.

    Türkiye’deki bir kısım Masonlar tarafından yayınlanan Mimar Sinan Mason dergisi (Sayı 127, 2003) Cemalüddin Afganî hakkında bir özel sayı yayınlamış ve bu sarıklı Farmasonu göklere çıkartmıştır.

    Bir kısım reformcu, yenilikçi, değişimci, aykırı görüşlü İslamcılar, Afganî sevgisinde Farmasonlarla ittifak halindedir.

    * (İkinci yazı) Müslümanları Zelil Eden Dokuz Sebep

    Müslümanları perişan, zelil, esir, darmadağınık, zebun, güçsüz kılan dokuz şeyi sayacağım. Bunların:

    *Birincisi İslam dünyasının ve Türkiye Müslümanlarının itaat ve biat edeceği gerçek, ehliyetli, liyakatli bir Halife olmamasıdır. Yani İslam dünyası başsızdır. Başı olmayan bir vücut, bir gövde işte bugünkü gibi olur. Ümmet-i Muhammed’in bir Halife seçip ona biat ve itaat etmesi vaciptir. Bu konunun tafsilatı (ayrıntıları) İmamı Mâverdî’nin el-Ahkâmu’s-Sultaniyye adlı kitabından okunabilir.

    *İkincisi: Bilhassa ülkemiz için söylüyorum, Müslümanları bilgilendirecek, aydınlatacak, uyaracak, onlara nasihat edecek yeteri kadar icazetli, vasıflı, takvalı, ihlaslı gerçek ulema ve fukaha bulunmamasıdır. İcazetli ulema ve fukaha olmazsa din sahasında anarşi ve kaos olur, her kafadan başka bir ses çıkar ve bugün olduğu gibi söz ayağa düşer.

    *Üçüncüsü: Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanlığının zayıflamış ve parçalanmış oluşudur. Ehl-i Sünnet zayıflayınca din sahasını bid’atler istila eder, Müslüman yığınlar yoldan çıkar, itikat bozulur, beş vakit namaz büyük ölçüde terk edilir, halk şehvetlerine uyar, Ümmet sekülerleşir, İslam ahlakı terk edilir, genel, yaygın ve yoğun bir fitne ve fesat ortalığı istila eder.

    *Dördüncüsü: İslam medreselerinin yıkılmasına paralel olarak tarikat ve tasavvuf kurumlarının ya yıkılması, yahut vahim şekilde dejenere olmasıdır. Tasavvuf ve tarikat İslam’ın derunî, bâtınî, mânevî boyutudur. Din ve Ümmet, Şeriat ve Tarikat ile uçar, yükselir, yücelir. Bu kanatlar kırılırsa alçalma, zeval, zillet başlar. Yakın tarihte gerçek tasavvufa ve tarikata en güzel örnek Kafkasya’da büyük mücahid, mü’minlerin emîri, Şeriat âlimi, Nakşî ve Kadirî şeyhi (Halid-i Bağdadî hazretlerinden hilafet ve icazet almıştır) Şâmil hazretleridir. O, tarikati askerî bir disipline sokmuş, müridizm sistemini çıkarmış ve Müslümanlardan yüz kat kalabalık ve güçlü Moskof ordularıyla savaşmıştır. Sonunda mağlub olmuştur ama o yenilgi aslında bir zaferdir. Allah ondan razı olsun.

    *Beşincisi: Müslümanlar büyük ölçüde dünyaya meyl etmişler, fânî maddî zenginlikler peşine düşmüşler, öküzün kuyruğuna yapışmışlar, Allah yolunda ihlasla yapılan cihattan kaçmışlar ve zelil, esir ve rezil olmuşlardır.

    *Altıncısı: Din ilimleri dünya ve dünyalık için tahsil edilir hale gelmiş; din, iman, Kur’an, Sünnet, Şeriat, mukaddesat ticareti yapılmaya başlanmış, dinî hizmet ve faaliyetlerde ihlas elden gitmiştir. Din ilimlerini dünya menfaati için tahsil etmek haramdır. Bir din aliminin, hizmet ve faaliyetlerini para kazanmak, zengin olmak, köşeyi dönmek, halka kendini beğendirmek, “Bu ne büyük alimmiş!..!” dedirtmek için yapması onu cehennemlik kılar. (Sahih-i Müslim, 1905 numaralı hadîs-i şerife bakınız.)

    *Yedincisi: Öğütsüz, uyarısız ve denetimsiz kalan, kendilerine yetecek kadar ilmihal ve ahlak bilgisine sahip olmayan Müslüman halk yığınları maddeye ve paraya yönelmişler, kanaat ve iktisadı terk etmişler; lüks, israf ve sefahat (beyinsizlik) bataklıklarına batmışlardır.

    *Sekizincisi: Kendi beyinsizlikleri ve emperyalist sömürgeci düşmanların entrikaları ile İslam dünyası irili ufaklı düzinelerce devlete ve emirliğe ayrılmış, bunların çoğunun başına zalim idareciler ve sultanlar geçmiş, yekûnu 1,5 milyar olan İslam aleminin gücü, etkisi kalmamıştır. Öyle ki, altı milyonluk İsrail’e diş geçirememektir. İslam dünyası, küfrün “Böl, parçala ve hükm et” siyasetinin kurbanı olmuştur.

    *Dokuzuncusu: İslam dünyası Ömer bin Abdülaziz, Nureddin Zengi, Salahaddin Eyyubî, Fatih Sultan Mehmed, Şeyh/İmam Şâmil, Emîr Abdülkadir Cezairî ve benzeri âdil, âlim, mücahid, muttaki, muhlis liderler yetiştirememiştir.

    (Not: Kur’anın, Sünnetin, Şeriatin, İslam ahlakının, hikmet-i İslamiyenin emirlerini, hükümlerini, ilkelerini hayata uygulayarak dine, imana, mukaddesata sırf Allah rızası için ihlasla, en ufak bir din sömürüsü bile yapmayarak gereği gibi hizmet eden gruplar ve cemaatler tenkitlerimizin haricindedir. Onları tenzih eder, selam ve hürmetlerimizi sunarız.) 23 Eylül 2011

    Türkiye’de Eğitim Fâciası

    Bu ülkenin en büyük trajedisi PKK, terör, hukuk ve yargı krizi, kokuşma vs. değildir. En büyük fâcia bozuk eğitim sisteminin çökmüş olmasıdır. Eğitimdeki bozukluk ana sebeptir, diğer bozukluklar neticedir.

    Yeni ders yılı başladı, milyonlarca çocuk on binlerce okulda toplandı. Bunlar ne okuyacaklar?

    Liseden mezun oldukları zaman doğru dürüst edebî, yazılı kültür Türkçesi öğrenmiş olacaklar mı?

    Doğru dürüst tarih bilgisine ve kültürüne sahip olacaklar mı?

    Mantık kültürüne sahip olacaklar mı?

    Sanat tarihi ve kültürü almış olacaklar mı?

    Bilgi ve kültürün yanında ahlak ve karakter terbiyesi almış olacaklar mı?

    Tevhid-i Tedrisat devrimi yapılalıdan bu yana gayr-i millî eğitim sistemimiz Atatürkçü nesiller yetiştirmek, Kemalist ideolojiyi hakim kılmak, homo devrimus’lar yetiştirmek için çırpınıp durdu. Sonunda Türkiye bugünkü hale geldi.

    Üç yüz kelimelik bir sokak, çarşı pazar, günlük iletişim Türkçesi öğrenmek için okullara, eğitim sistemine ihtiyaç yoktur. Bu kadar Türkçeyi okuma yazma bilmeyenler de öğrenir, konuşur ve ihtiyacını görür.

    Türkiye’nin eğitim sisteminin ana gayeleri şunlar olmalıdır:

    (1) Vasıflı Türkiyeliler yetiştirmek. Bilgi ve kültür bakımından vasıflı, ahlak ve karakter bakımından vasıflı ve estetik/güzellik bakımından vasıflı vatandaşlar…

    (2) Türkiye halkının ezici çoğunluğunun Müslüman olduğu ve millî kimliğin ana faktörü İslam olduğu için eğitim sistemi iyi, vasıflı, kaliteli, güçlü Müslümanlar yetiştirmek zorundadır.

    Bizim bugünkü eğitim sistemimiz Batlamyos kozmografyasına benziyor: Ortada resmî Kemalizm ideolojisi… Eğitim ordusu, okullar, milyonlarca öğrenci, ders kitapları bunun etrafında güneş, ay, seyyareler gibi fıldır fıldır dönüyor. Boşa dönüş!..

    Kemalizm nasıl bir ideolojidir?

    M. Kemal Paşa’nın ölümünden sonra Selanik Dönmeleri ve Benzetilmişler tarafından oluşturulmuş bir ideoloji. Hattâ buna ideoloji bile denilemez.

    Dönmeler bu ideolojiyi niçin çıkarttılar?

    Hakimiyetlerini ve hegemonyalarını sürdürmek için.

    Tevhid-i tedrisat devrimi ile Tevhidî tedrisatı yasakladılar.

    Çoğunluğu oluşturan Müslümanlar İslam medreseleri, İslam okulları, İslam maarifi kuramıyor.

    Cumhuriyetin ilk yıllarında eski güçlü öğretmenlerin himmetiyle edebî ve zengin Türkçe öğretiliyor, otuz kişilik sınıfta en az beş öğrenci Fuzulî Divanını, manasını anlamak ve kıraatinden zevk ve haz almak suretiyle okuyabiliyordu.

    Eski liselerimizde lise bitirme ve bakalorya imtihanları yapılıyordu.

    Eski eğitim sistemimizde test imtihanları değil, kompozisyonlu gerçek imtihanlar yapılıyordu.

    1940’lı yılların liselilerini hatırlıyorum: Erkek öğrenciler küçük beyefendi, kız öğrenciler küçük hanımefendi idi.

    Dönmeler, hedonistler, millî kültür düşmanları, materyalistler öğretmenlik mesleğinin kadr ü kıymetini ayağa düşürdüler.

    Eğitimde keyfiyet ve kalite kavramını kaldırdılar, kelle sayısını öne aldılar.

    Daha çok okul, daha çok öğretmen, daha çok öğrenci, daha çok kara tahta, daha çok ders kitabı, daha çok büst, daha çok Atatürk portresi, daha çok Atatürk şiiri…

    Sonunda bugünkü yozlaşma ortaya çıktı.

    Atalarının Türkçe mezar taşlarını okumaktan aciz cahil nesiller.

    En büyük klasik şairimiz Fuzulî’nin Divanını okumaktan ve anlamaktan aciz cahiller.

    Mantık kültürüne sahip olmayan milyonlarca sözde okumuş.

    Peki bugünkü eğitim düzelir mi?

    Teoride mümkündür ama pratikte çok zordur.

    Hangi irade ve hangi kadrolar düzeltecek?

    Benim bir “İslam mektebi” projem var. Dört başı mâmur bir okul. Fen bölümü olmayacak… Türkçe, İngilizce, Arapça, Farsça (bu dillerde yayınlanmış kültür kitaplarını kolayca okuyup anlayacak derecede) öğretilecek.

    En az on bin kelimelik edebî Türkçe kültürü…

    Bu okulda eğitim hem İslam harfleriyle, hem Latin/Frenk harfleriyle yapılacak.

    Kesinlikle test sınavı yapılmayacak, kompozisyon sınavı yapılacak.

    Bilgi ve kültürün yanında ahlak ve karakter terbiyesi verilecek. Bu okulun mezunları fütüvvet ve mürüvvet ahlakına sahip olacak.

    Okulun bütün Müslüman talebesi beş vakit namazı okul camiinde okul imamının ardında cemaatle kılacak. (Sultan Abdülhamid Han-ı Sanî zamanında Galatasaray lisesinde böyleydi!..)

    İslam mektebi dünyanını en kaliteli on lisesi listesinde yer alacak.

    Bu okulun mezunlarının hayata atıldıktan sonra rüşvet aldıkları, yolsuzluk yaptıkları, yalan söyledikleri, halkı kandırdıkları, emanetlere hıyanet ettikleri, kara ve kirli servet sahibi oldukları görülmeyecek, duyulmayacak.

    Böyle bir okul açılsa acaba öğrenci bulunur mu?

    Böyle bir okulu hangi idareciler ve öğretmenlerle yürüteceksin?

    Eğitim sistemini düzeltip ıslah edemezse Türkiye’nin geleceği karanlıktır.

    *(İkinci yazı) Mahkûm Sevk Aracında Feci Şekilde Yananlar

    Gözaltına alınan, tutuklanan, hapse mahkûm edilen vatandaşlar ve yabancılar devletin zimmeti altındadır. Hukuk ve ahlâk onların birer emanet olduğunu söyler.

    Van’dan İstanbul’a sevk arabası denilen

    tekerlekli azap vasıtasıyla gönderilirken

    , yangın çıkması sonucu feci şekilde yanarak can veren mahkûmlara çok acıdım ve duruma çok üzüldüm.

    Yanan vasıta dizel motorluymuş… Dizel motorlu vasıtaların yanması bu işin uzmanlarının garibine gitmiş. Yangın çıktıysa, niçin kilitler kırılıp da içerideki mahkûmlar kurtarılmadı?

    Yanan mahkûmların akrabaları feryat ve figan ediyor. Bendeniz mahkûm sevk vasıtasıyla yolculuk yapmak nedir iyi bilirim. Çünkü

    Bülent/Rahşan iktidarında İstanbul Sağmalcılar cezaevinden Gerede cezaevine böyle bir yolculuk yaptım.

    Gazeteciydim, fikir suçundan hapse mahkûm olmuştum. O zamanki kanunlara göre hafif hapis cezasına çarpılmıştım.

    Özel bir otomobil tutarak jandarmaların yanında nakil hakkım vardı.

    Lakin o devrin zalim iktidarı bu talebimi kabul etmemişti.

    Üzerimde mahkûm elbisesi vardı. Ceplerimizi boşaltmışlar, ellerimizi zincirlerle kelepçelemişler, zincirlere asma kilit takmışlardı. Anahtarları mühürlü zarflara koymuşlardı. Ayrıca 25 kadar mahkûmu sevk zinciri denilen korkunç ve ağır bir zincirle birbirlerine müteselsilen sıkıca bağlamışlardı.

    Yolda ne bir yudum su içebilmiş, ne bir lokma ekmek yiyebilmiş, ne de herhangi bir ilaç alabilmiştim.

    Sevk arabasının önde bir eskort, ardında bir eskort… Yıldırım gibi gidiyor… Kocaeli vilayeti sınırlarında eskort arabaları değişmişti. Sevk edilen mahkûmların tuvalet ihtiyaçlarını gidermek hakkı da yoktu.

    Hazırlıklar sabah 6’da başlamış, çeşitli muamelelerden sonra vasıta 11’de hareket etmiş, Gerede’ye akşama doğru varmıştı. Zincir kelepçeler çözüldüğünde bileklerimize kan oturmuştu. Bu zulmü yapanlara hakkımı helal etmiyorum. Mahkeme-i Kübra var… 24 Eylül 2011

    Kaç Çeşit Kâfir Vardır?

    İslam dinine göre insanlar ikiye ayrılar: Mü’minler ve kafirler. Kafir demek İlahî, Kur’anî, Nebevî gerçekleri inkar, red, tekzib eden, örten demektir.

    Küfür statüsünde olanların da kategorileri vardır:

    (1) İslam Ümmetiyle, İslam devletiyle anlaşmış, onların hakimiyeti kabul etmiş ehl-i zimmet. Bunların canları, malları, kimlikleri, din ve mezheb hürriyetleri garanti altına alınmıştır. Öyle ki, onların İslam ülkesindeki mezarlıklarına bile dokunulamaz.

    (2) Ehl-i Kitab: İslam’ın hakimiyetini kabul etmek, Müslümanlarla barış içinde olmak şartıyla onların da garantileri vardır.

    (3) İslam’a ve Müslümanlara savaş ilan etmiş olan agresif, militan, harbî kâfirler.

    (4) Müşrikler. Bunlar kafirlerin eşeddidir.

    (5) Münafıklar. Münafıklar zümresi ikiye ayrılır: (a) Nifakı kendilerini küfre götürenler. (b) Kendilerinde nifak alametleri olmakla ve imanları tehlikede olmakla birlikte henüz küfre düşmemiş olanlar. Biz insanların kalbinin içini bilemediğimiz için ehl-i kıble olanları Müslüman kabul ederiz.

    Resulullah Muhammed Mustafa salllallahu aleyhi ve sellemin risâletini, davetini, dinini işitip de bunu inkar, red, tekzib eden kimse kesinlikle ehl-i necat ve ehl-i Cennet değildir.

    Peygamberimizden sonra bir tek ibrahimî hak din vardır.

    “Zamanımızda üç hak ibrahimî din vardır ve bunların bağlıları ehl-i necat ve ehl-i Cennettir” diyenler korkunç bir yanılgı içindedir ve imanları tehlikededir.

    İslam’ın Allah katında tek hak, makbul (kabul edilen), gerçek, doğru din olduğu çeşitli Kur’an ayetleriyle, sahih hadîslerle sabittir ve bu konuda icmâ-i ümmet bulunmaktadır.

    Allah Kur’anda mü’minlerin kafirleri dost ve veli edinmelerini yasaklamıştır.

    Tevhid inancı ile Teslis inancı kesinlikle bağdaşmaz ve uyuşmaz.

    İslam’ın temel ve zarurî temel inançlarından biri, BÜTÜN peygamberlere iman etmektir.

    Resulullah Efendimizin peygamberliğini, getirdiği kitabı, Dini duyup da inkar, red ve tekzib eden kafirdir.

    Hıristiyanlar Hz. İsa aleyhisselamın tanrı (ilah) olduğunu inkar edenleri tekfir ediyor.

    Yahudiler, kendi dinlerinden olmayanlara goyim diyor.

    İslam geldikten sonra diğer şeriatlar hükümden kaldırılmıştır.

    Bu devirde sadece İslam Şeriatının hükmü geçerlidir.

    Kıyamete kadar da geçerli olacaktır.

    Biz Müslümanların ana vazifelerinden biri gayr-i Müslimlere İslam’ı anlatmak ve onları (hiçbir baskı ve zorlama yapmaksızın) hak dine en güzel, en ikna edici üslupla çağırmaktır.

    İslam dünyası bu vazifeyi hakkıyla yerine getirememektedir.

    İslam dünyasının kültürü bu konuda çok yetersizdir.

    Müslümanlara bakan İslam’dan soğumaktadır.

    Buna rağmen her yıl yüz binlerce Hıristiyan ve Yahudi Müslüman olmaktadır.

    Dinlerarası Diyalog cereyanı 1960’lı yıllarda Roma Katolik Kilisesi tarafından çıkartılmıştır.

    Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında diyalog olmaz. Çünkü biz (Allah’ın ülülazm bir peygamberi olan) Hz. İsa’ya, (Tahrif edilmemiş şekliyle) İncil’e iman ediyoruz, onlar Hz. Muhammed’e ve Kur’ana iman etmiyor. Ortada böyle bir kopukluk varken nasıl diyalog yapabiliriz?

    Müslümanlara düşmanlık etmeyen, onlarla savaşmayan, onların ülkelerine saldırmayan, onları sömürmeyen Hıristiyanlara iyi davranmalıyız ve onları İslam’a davet etmeliyiz.

    Bu davet iki şekilde olur:

    Çok güzel hazırlanmış, onların anlayacağı bir lisanla yazılmış yayınlarla.

    Bir de dolaylı olarak hal lisanıyla. Bize baksınlar, bizde İslam’ın güzelliklerini görsünler.

    Maalesef bu ikinci konuda durumumuz kötüdür.

    İslam’ın önündeki en büyük engel Müslümanların İslam’ı hakkıyla hayata uygulamamasında, örnek ve olgun Müslümanlar olamamasındadır.

    Kural: Bütün kafirler tek bir millettir ama onların çeşitliliği, dereceleri, tabakatı vardır.

    İslam’ı öğrenmek, anlamak isteyenlere karşı yumuşak, şefkatli, merhametli, anlayışlı, sabırlı, güler yüzlü olmayız.

    Onlara ikramda bulunmalı, misafirperver olmalıyız.

    Onları İslam’dan soğutacak hareketlerden, davranışlardan, kötülüklerden kaçınmalıyız.

    İslam’a dâvetin en uygun yolu hal ile çağırmaktır.

    Biz belki dünya kültüründe, teknikte onları geçemeyiz ama ahlakımızla, faziletimizle, hikmetimizle, insanlığımızla, Müslümanlığımızla onları etkileyebiliriz.

    Onları davet ederken dinimizden en ufak bir ödün bile veremeyiz. Buna hakkımız yoktur.

    Avrupa ülkeleri on beş yirmi yıl içinde Müslümanlaşacaktır.

    Avrupalıların nüfusu artmıyor, Müslümanlar hızla çoğalıyor.

    Yirmi yıl içinde milyonlarca Avrupalı Müslüman olacaktır.

    Yazımı Resulullah Efendimizin müjdeli bir hadîsi ile bitiriyorum:

    “Allah’ın bir kulunu senin vasıtanla hidayete getirmesi, senin için üzerine güneşin doğduğu ve battığı her şeye sahip olmaktan daha hayırlıdır.”

    Dinlerarası Diyaloğ bir tuzaktır. Vazifemiz İslam’ı bütünüyle yaşamak, gayr-i Müslimleri lisanen ve hal ile hak dine davet etmek, tebliğ yapmaktır.

    *(İkinci yazı) İçi Ün ve Para Aşkıyla Yanan Birine

    Ünlü olmak için içiniz cayır cayır yanıyormuş.

    Ünün yanında çok para da istiyormuşsunuz.

    Ehl-i dünya bir İslamcıymışsınız.

    Cin fikirliymişsiniz.

    Sizin aklınız fikriniz ün ve paraymış.

    Ah ne yapsam da kısa yoldan ünlü münlü, paralı maralı biri olsam diye kafanızı yorup duruyormuşsunuz.

    Uyanıkken ah ün, ah para diyormuşsunuz.

    Uykunuzda para ve ün diye sayıklıyormuşsunuz.

    Hem para, hem ün, bu ikisine namuslu olarak kolay, ucuz, çabuk kavuşmak kolay değildir.

    Tavsiye etmem ama yapacağınız iş basittir.

    Şeytanla istişare ettikten sonra Selanik medyasının dikkatini çekecek saçma sapan içtihatlar yapınız. Yahut abuk sabuk fetvalar veriniz.

    Kur’ana, Sünnete aykırı reformlar teklif ediniz.

    Mesela:

    Camilere kiliselerdeki gibi sıralar konulması…

    Kısa zamanda Sabataycılar sizi ünlü yaparlar.

    Namazın beş vakit değil üç vakit olduğunu iddia ederseniz 24 saat zarfında şöhret-i kâzibe sahibi oluverirsiniz.

    Ramazan’da birileri İslam’da Teravih namazı yoktur, Peygamber (Salat ve selam olsun ona) Teravihi yasaklamıştı dediler de ne oldu? Yirmi dört saat içinde gündeme geldiler, herkes onlardan bahs etti.

    Reklamın kötüsü olmazmış.

    Namuslu ve haysiyetli bir fakih beş sene çalışıp Teravih/Ramazan’da gece namazı hakkında 500 sayfalık ilmî, fıkhî ciddî bir eser yazmış olsaydı onlar gibi gündeme girebilir miydi?

    İslam’a, Kur’ana, Sünnete, fıkha, Şeriata aykırı içtihat yapanlar, fetva verenler bir anda ünlü olur. Ünün ardından para da gelebilir. Selanik tv.’de reformcu aykırı ilahiyatçılara program başına yüklü ücret ödeniyor.

    Yalnız bir mesele var:

    Saçma sapan ictihadlar yapan, abuk sabuk fetvalar veren kimseler, bu ictihad ve fetvalar yüzünden imanlarını (varsa) kaybettikleri takdirde Cehennemlik olurlar, belalarını bulurlar.

    Bütün mutluluklar birlikte olmaz.

    Ün, para, Dönmelerin alkışları, dünya derken Cehennemi boylamak tehlikesi de var.

    Bendeniz size böyle şöhretler peşinde koşmayı, böyle yollardan para kazanıp zengin olmayı hiç mi hiç tavsiye etmem.

    Allah’ın ayetlerini ucuza satmış, çok kötü, çok cehennemî bir ticaret yapmış olursunuz.

    Tercih size aittir. 25 Eylül 2011

    Gerçek dindar, Sahte Dindar

    İki çeşit dindar vardır. Gerçek dindar, sahte dindar. Bu iki sınıf da kendi içlerinde kategorilere ayrılır.

    Bunların özelliklerini sayalım:

    *Gerçek dindar gıybet etmez, sahtesi bol bol eder. Gıybet etme denildiğinde, “Benim bu yaptığım gıybet değil ki…” cevabını verir.

    *Gerçek dindarın itikadı sahihtir. Sahtesinin inançlarında bid’atler vardır.

    *Gerçek dindar kendini övmez, sahtesi över de över.

    *Gerçek dindar ihlaslıdır ama ben ihlaslıyım demez; sahtesi ihlassızdır, durmadan ben ihlaslıyım der.

    *Gerçek dindar paraya ve dünya malına âşık değildir; sahtesi paraya âdeta tapar, zengin olmak için her haltı yer.

    *Gerçek dindar ben demez, sahtesi günde bin kez ben der.

    *Gerçek dindarın elinden ve dilinden Müslümanlar selamettedir. Sahtesinden değil.

    *Gerçek dindar, bütün mü’minlerin tek bir Ümmet oluşturduğunun bilincinde ve idrakindedir. Sahtesi parça, cemaat, tarikat, grup taassubu, militanlığı sergiler.

    *Gerçek dindar yalan söylemez, sahtesi söyler.

    *Gerçek dindar verdiği sözü tutar, sahtesi tutmaz.

    *Gerçek dindar emanetlere ihanet etmez, sahtesi eder.

    *Gerçek dindar riyasete talib olmaz, matlub olursa, ehliyeti yoksa kabul etmez.

    *Gerçek dindar ile sahte dindarı birbirinden ayıran en önemli ölçü ve kıstas para ve maddî menfaattir.

    *Gerçek dindar haram yemez, sahtesi bol bol yer.

    *Gerçek dindar lükse, israfa, sefahate kapılmaz; kanaatli, iktisatlı, mütevazı, ölçülü bir hayat sürer; sahte dindar israf eder, Nemrud ve Firavun gibi lüks, ihtişamlı, şatafatlı yaşar.

    *Gerçek dindar nafile ibadetlerini kimseye göstermez, sezdirmez, söylemez; sahtesi davul çalarak bildirir, duyurur.

    *Gerçek dindar yalakalık, meddahlık, yağcılık yapmaz; sahtesi yapar.

    *Gerçek dindar kendi günah ve ayıplarına bakmaktan ve üzülmekten, başkalarınınkileri göremez; sahte dindar kendi gözündeki merteği görmez, başkasının gözündeki saman çöpünü görür.

    *Gerçek dindar başkalarının ayıp ve günahlarına karanlık gece gibi olur; sahte dindar projektör tutar.

    *Gerçek dindarda rahmanî tecelliler görünür, sahte dindarda şeytanî ışıltılar.

    *(İkinci yazı) Cemaat Mutaassıbı Kardeşime Açık Mektup

    Bir İslam şehrinde, bir İslam ülkesinde durumun iyi olması, Müslümanlığın yaşanması aşağıda sayacağım ölçülerden anlaşılır:

    (1) Orada halkın inancı Kur’ana, Sünnete uygun sahih bir inanç mıdır?

    (2) Orada halkın büyük çoğunluğu beş vakit namazı kılmakta mıdır?

    (3) Orada hür ve mukim erkekler farz namazları cemaatle mi kılmaktadır?

    (4) Orada Müslüman kadınlar ve genç kızlar şer’î tesettürlü müdür?

    (5) Orada zekat vermesi gerekenler, zekatlarını Kur’ana, Sünnete, fıkha ve Şeriata uygun şekilde veriyorlar mı? Bu zekatlar Kur’ana, Sünnete, fıkha, Şeriata uygun şekilde sarf ediliyor mu?

    (6) Orada Cuma ezanı okununca işyerleri, dükkanlar, atölyeler, fabrikalar kapanıyor, ticaret duruyor ve Müslüman halk akın akın camilere gidip Allah’ı zikr ediyor mu?

    (7) Orada Allah’ın inzal etmiş olduğu hükümlerle mi hükm ediliyor?

    (8) Orada nehar-ı Ramazanda alenen nakz-ı siyam ediliyor mu?

    (9) Orada bütün Müslümanların biat ve itaat ettikleri bir genel başkanları, bir İmam-ı Kebirleri, bir Emirülmü’minînleri var mıdır, yok mudur?

    (10) Orada yaşayan Müslümanlar, çeşitlilik içinde sarsılmaz bir Ümmet birliği çatısı altında mı yaşıyorlar, yoksa paramparça, darmadağın mı olmuşlar?

    (11) Orada İslam ahlakı uygulanmakta mıdır?

    (12) Oradaki idare ve düzen şeffaf ve temiz midir?

    (13) Orada can, mal, din, ırz, neseb güvenliği var mıdır?

    (14) Orada zina suç ve ahlaksızlık sayılıyor mu, sayılmıyor mu?

    (15) Orada halkı bilgilendirecek, uyaracak, aydınlatacak, müjdeleyecek, korkutacak, çekip çevirecek, Müslümanlara nasihat edecek icazetli ve gerçek ulema, fukaha ve mürşidler var mıdır?

    (16) Dünyanın her yerinde zulme uğrayan Müslümanlar ve gayr-i Müslimler oraya iltica etmek istiyorlar mı?

    (17) Orada lüks, israf, sefahat var mıdır, yok mudur?

    (18) Orada içki, kumar, her çeşit fuhuş, zina, büyük günahlar, çeşit çeşit şehvetler küstahça, açık şekilde, korkusuzca, sere serpe işleniyor mu?

    (19) Orada yaşayan Müslümanlar dergah, zaviye ve tekkelerde toplanıp namaz kıldıktan sonra topluca zikrullah yapabiliyor mu?

    (20) O ülkenin en büyük camisinde namaz kılınıyor mu, yoksa bu cami müze haline mi getirilmiş?

    (21) Orada Deccaliyet, Süfyanilik, Tâğutluk baskısı yoğun ve yaygın mıdır?

    (23) Ülkenin eğitim sistemi Tevhidî İslam eğitimi mi, yoksa Tağuti eğitim midir?

    Bana hakaret eden cemaatçi kardeşim!.. Allahın selamı, rahmeti, bereketi hepimizin üzerine olsun, Hak Teala hazretleri hepimizi ıslah eylesin, cümlemizi râzı olduğu yolda yürütsün…

    Sizin cemaatiniz ve cemaat faaliyetleriniz ölçü değildir.

    Siz cemaat olarak Kur’ana, Sünnete, Şeriata, Ümmete, Hilafete, İslam ahlakına hizmet ediyorsanız ne mutlu size.

    Cemaate, cemaatin başındaki zata hizmet ediyorsanız yazık size, vah size, eyvah size.

    Hizmetler ihlasla yapılmazsa Allah katında makbul olmaz.

    Bir alim, insanlar kendisi için “Yahu bu ne büyük alimmiş…” desinler diye ilim öğretiyorsa onun yeri (ihlassız olduğu için) cehennemdir.

    Açları doyuran, çıplakları giydiren, hayır hasenat yapan bir zengin bunları, halk kendisi için “Yahu bu ne hayırsever zenginmiş..” desin diye yapıyorsa onun yeri de cehennemdir.

    Cihad yapan, mukatele eden, canını tehlikeye atan ve en sonunda öldürülen zahirî bir şehid, halk kendisi hakkında “Bu ne yiğit adammış…” desinler diye cihad etmişse onun yeri de yüzüstü sürüklenerek cehenneme atılmaktır.

    Bu üç örneği ben kafamdan yazmadım. Sahih-i Müslim tercümesini ve şerhini aç ve 1905 numaralı hadîs-i şerif oku. Bu hadîs bütün Müslümanlara önemli bir ders olarak okutulmalıdır.

    Riyakâr ve münafık alimler,

    Riyakâr ve münafık sözde hayırsever zenginler.

    Riyakar ve münafık mücahidler

    Bu hadîsteki nebevî tehdidi okusunlar da kendilerini düzeltsinler.

    Bir Müslüman şu veya bu cemaate veya tarikata mensup olduğu için ihlaslı olup kurtulmaz.

    Filan cemaate bağlı olacaksın, filan Muhterem’e intisabın olacak ve otomatik olarak kurtulacaksın… Mesele bu kadar basit, ucuz, kolay değil.

    Hangi cemaate ve tarikata bağlı olursan ol önce ihlaslı olacaksın, muttaqi olacaksın, Allah’ın rızasını kazanmak için ibadet edeceksin, hizmet edeceksin.

    Allahın bizden razı olmasını istiyorsak ibadetlerimizi, hizmetlerimizi, hayır hasenatımızı, eğitim faaliyetlerimizi, bütün amellerimizi ihlasla yapalım. Nifak ve riyadan uzak duralım.

    Bana ağır hakaretler savuran cemaat mutaassıbı din kardeşime haklarımı helal ediyorum.

    Rica ediyorum: Cemaat asabiyetini ve militanlığını bıraksın.

    Hepimiz din kardeşiyiz.

    Bizi birbirimize bağlayan din ve iman kardeşliğidir.

    Cemaat veya tarikat kardeşliği özel bir bağdır. Bunu ana ölçü olarak kabul etmeyelim…

    Cemaat kardeşliğini iman kardeşliğinin üzerinde görenler sapıktır, dengesizdir.

    Cemaat parçadır, Ümmet bütündür.

    Bütün parça içine sığmaz.

    Bendenize sövüp saymakla yanlışlar doğru olmaz. 26 Eylül 2011

    Şerefü’lMekân bi’lMekîn

    Eskiden okumuş insanlar mekteplerde ve medreselerde Arapça ve Farsça öğreniyorlardı. Onların zengin, derin, renkli, ahenkli, zarif Türkçeleri vardı. Mektep medrese görmüşler, konuşur ve yazarken sözün içine Arapça, Farsça vecizeler, beyitler, hikmetli sözler katarlardı.

    Bazen kısaca “Selamet der kenarest” derlerdi, bazen beytin tamamını söylerlerdi:

    Be-derya der menâfi bi-şumarest

    Eger hahi selamet der kenarest

    Eskilerden çok duyduğum hikmetli Arapça sözlerden biri “Şerefü’l-mekân bi’l-mekîn” idi, yani bir yerin şerefi, oradaki insan(lar)dan gelir…

    İstanbul eskiden, bugünküne nispetle daha şerefli bir mekandı. Çünkü çok değerli, çok şerefli, çok yüksek insanlar yaşıyordu.

    Bir kere ulema ve fukaha vardı.

    Tarikat şeyhleri, mürşid-i kâmiller vardı.

    Mazanne-i kiram vardı.

    Meşihat-ı islamiyye makamında Şeyhülislam vardı.

    Rical-ı devlet, vüzera, ekâbir vardı.

    Koca koca müşirler, paşalar vardı.

    Üdeba, şuara, beyefendiler, hanımefendiler vardı.

    Bunların hepsinin üstünde Hakan-ı Osmaniyan ve Halife-i Rûy-i Zemin Padişah hazretleri vardı.

    Sultan Abdülhamid-i Sanî hazretleri Yıldız sarayından Cuma selamlığına çıkarken arabasına Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa’yı alırmış. Şimdi ne o Hünkâr var, ne o Gazi Paşa?

    Gazi Osman Paşa, yaralı vaziyette Ruslara teslim olmak zorunda kaldığında Rus başkumandanı, onun masaya koyduğu kılıcını, tekrar kendisine uzatmış ve “Paşa hazretleri savaşlar böyledir, bir taraf galip gelir, bir taraf yenik düşer. Siz yenildiniz ama kılıcınızı şerefle taşımaya layıksınız” demiş. Hey gidi koca Osman paşa!

    Eskiden İstanbul’da çok büyük tarikat şeyhleri varmış. Bunlardan biri Sultan Abdülhamid Han’ın mürşidi Şâzelî/Darkavî tarikati postnişini Muhammed Zâfir el-Medenî hazretleriydi.

    Halkımıza okuma zevkini aşılayan üstad Ahmed Midhat efendi Beykoz’daki yalısına akşam yandan çarklı vapurla giderken, edebiyat ve kültür meraklıları etrafında halka olur, vapur aheste beste iskelelere uğrayarak Beykoz’a gelinceye kadar ne koyu sohbetler yapılırmış.

    O eski değerli, şerefli, şereflendirici insanlardan biri İbnülemin Mahmud Kemal beyefendi idi. Yeri doldu mu?

    Darülfünun hukuk fakültesi müderrislerinden Mardinî Zâde Ebulula beyi görenlerden duymuştum. Sarık ve cüppe ile ders verirmiş. İstanbul’da en düzgün sarık onunkisiymiş, kışın yakası samur kürk kaplı harika bir cüppe giyermiş.

    Eski hat üstadları, eski musikişinaslar, bestekârlar, eski hafızlar, eski müezzinler… Hepsi beyaz atlara binip başka bir âleme göçtüler.

    Bir Avrupalının Almanca kitabında Kelâmî dergahı şeyhi Erbilli Esad Efendi hazretlerinin Galata Köprüsü’nden Karaköy’e doğru yürürken alınmış fotografisini görmüştüm. Sarığı, cüppesi, şemlesi ile ne kadar güzel görünüyordu.

    Edebiyat-ı Osmaniyede ateş redifli birkaç şiir var, Şeyh Galib de bu redifle bir gazel nazm etmiş. Lakin bunların en güzeli şehid-i mazlum Esad efendininkidir.

    Ne mümkün bunca ateş ile şehid-i aşkı gasl etmek

    Kefen ateş, cesed ateş, hem âb-ı hoş-güvar âteş

    İstanbul’da konaklar varmış. Ramazan akşamlarında konakların kapıları açık durdurmuş. İsteyen girer ve sofraya otururmuş. Şimdi nerede o konaklar, nerede o cömert konak sahipleri.

    Kapalı Çarşı sabah namazından sonra açılırmış. Çarşının şeyhi varmış. Müslüman esnaf Örücüler kapısı civarındaki küçük meydanda toplanırmış. Şeyh Efendi kısık sesiyle bir dua irad eder, gençlerden biri yüksek sesle tekrarlarmış: Önce Allah’a hamd ü sena, sonra Peygamber’e salat ü selam. Padişaha hayır dua… Ey Müslüman esnaf ve tüccar!.. Dükkanlarınıza, iş yerlerinize gidiniz ve helalinden rızk ve kazanç için çalışınız. Sakın ha!.. Müşteri kızıştırmak yok… Malın kusurunu söylemeden satmak yok…

    Ah o eski İstanbul beyefendileri, ah eski hanımefendiler, küçük beyler, küçük hanımlar!..

    Sarıklı ulema ve fukaha, tarikat taçlı şeyhler.

    Ayasofya’dan okunan lâhutî ezanlar.

    Galatasaray lisesinde sarığı ve cüppesiyle öğretmenlik yapan Hacı Zihni efendi.

    Padişahların kılıç kuşanma merasimi Eyüb Sultan’da yapılırmış.

    Kılıcı yeni Padişaha Konya Mevlevî dergahı postinişini Çelebi efendi hazretleri dua ile takarmış.

    İstanbul’un mânevî vâlisi, mihmandar-ı Peygamberî Eba Eyyub el-Ensarî… O, İstanbul’u hâlâ şereflendiriyor. Ziyaretine giderseniz oradaki kalabalığa bakınız. Ne demek istediğimi anlarsınız.

    O eski İstanbul’un görünen ve görünmeyen, bilinen ve gizli hazineleri şimdi kara topraklara girdiler. Kimisinin mezarı bile kalmadı.

    Genç yaşında vefat eden Muallim Naci beyin Sultan Mahmud türbesi haziresindeki kabir taşındaki:

    Hak-perdestim arz-ı ihlâs ettiğim dergâh bir

    Bir nefes Tevhid’den ayrılmadım Allah bir

    beyti…

    Yâveran-ı Hazret-i Şehriyarî…

    Sâdıkan, âşıkan, vefalılar, mürüvvetliler, fütüvvetliler…

    Fatih türbedarı Âmiş efendi bile tek başına büyük bir hazineymiş.

    Uzun sikkelerine yeşil sarık sarmış Mevlevî şeyhleri, dervişan, mutriban… Segâh âyiniyle dönen zâkiran.

    Tesettürlü İslam hanımefendileri.

    Şerefü’l-mekân bi’l-mekin…

    *(İkinci yazı) Hes Hes Hes

    Vatanın dağlı, vâdili, yamaçlı, dereli, ırmaklı, şelâleli yemyeşil bir bölgesinde yaşıyorsunuz. Çocukluğunuz, gençliğiniz, orta yaşlılığınız oralarda geçmiş. Ormanları, pınarları, küçük köprüleri, yamaçlardaki evleri hep tanıyorsunuz. Yazın yeşillik, kışın kar, minarelerde ezanlar, yer yer tarlalar, bahçeler, küçük göllerde balıklar, yeşil başlı ördekler, yabani hayat, tilkiler, ceylanlar, yazın otları hışır hışır yararak yavaş yavaş ilerleyen kaplumbağalar, zararsız yılanlar, kuşlar, çiçekler, kelebekler.

    Çocukluğunuz, gençliğiniz, orta yaşlılığınız buralarda geçti. Buralarda ölmek istiyorsunuz. Dedelerinizin yattığı küçük mezarlığa gömülmek istiyorsunuz.

    Hayat böyle sürerken korkunç bir haber geliyor. Can alıcı bir canavarın HES HES HES diye soluduğunu duyuyorsunuz. Pis dumanlar çıkartan korkunç makinalar, buldozerler, kepçeler geliyor. Vadiler, yeşillikler, dereler, göletler, yosun tutmuş antika köprüler, kuş yuvaları, ceylanlar, kaplumbağalar, düşe kalka çalışan eski değirmen, bütün o eski hatıralar yok olacak, yerine HES yapılacak.

    Güzellikler gidecek ama birileri HES’lenecek.

    HES’lerde birileri için iyi para var.

    Yeşil ağaçlar, şırıl şırıl akan dereler, eski taş köprüler, kuşlar, ceylanlar, küçük bahçeler ve bostanlar kimin umurunda. HES HES HES…

    Elveda porsuklar, tilkiler, kunduzlar, sincaplar…

    Allahı zikr eden yeşilliklere elveda.

    Elveda tabiat, elveda bütün o güzellikler, elveda bütün o harikalar…

    Buldozerler, kepçeler HES HES HES diye soluyor öfkeyle.

    Kırlangıçlar acı çığlıklar atarak uçuşuyor.

    Çocukluğunuzun, gençliğinizin, orta yaşlılığınızın bütün hatıraları, bütün güzellikleri HES olacak.

    Makinalar HES HES diyor, birileri HES HES diyor.

    Benim evim, bahçem, tarlam, hatıralarım böyle HES’li bir yerde olsaydı ve HES HES HES diye soluyan korkunç makinelar gelseydi ne yapardım.

    Ben de ağlaya ağlaya protesto ederdim.

    Yaşlandım… Biber gazlarının ve copların darbeleri altında ben de yerlere yuvarlanırdım.

    Peygamberimiz ne buyurmuş: Malını korurken öldürülen şehid olur.

    HES’ler mimsiz medeniyeti, maddeyi, kabalığı, hoyratlığı, tabiî düzenin tahribini temsil ediyor.

    HES’lerde üretilecek elektrik ile TV’ler seyr edilecek. Milyonlarca vatandaşın soluğunu tutarak takip ettiği dizinin 37’nci bölümündeki ateşli aşk sahnesinde yataktaki karı ile erkeğin arasında yastık yokmuş, gerçekten çiftleşmişler.

    Seyreden çocuklar erken büluğa ermiş. HES HES HES… Eyvah! 27 Eylül 2011

    Allah’tan ümit kesilmez

    Allah’tan ümidini kesmek küfürdür. Bir kısım insanlardan, toplumdan ümidini kesmek küfür değildir.

    Bendenizi insanlar ve toplum açısından ümitsizliğe düşüren hususlar şunlardır:

    (1) Vasıflı mü’minlerde olması gereken firâset genelde çok azalmıştır. Bazılarında ise hiç yoktur. Firasetli mü’min Allah’ın nuruyla görür. O, bir delikten çıkan zararlı tarafından iki defa sokulmaz. Zamanımız Müslümanları aynı delikten çıkan zehirli yılanlar, akrepler, cinnî ve insî şeytanlar tarafından bir, iki, üç kere değil, bin kere sokulsalar yine ders ve ibret almıyor.

    (2) Bir İslam toplumu için en büyük felaket ilim sahiplerinin bildikleri ile ‘âmil olmamasıdır, hattâ bildiklerinin tam tersini yapmalarıdır. Böyle bilenler elbette toplumu doğru bilgilendiremez, uyaramaz, aydınlatamaz. Onların bir etkisi olmaz. Âlimin etkili olması için ilmiyle ‘âmil ve muhlis olması gerekir.

    (3) Din ilimlerinin dünyalık için, para için, zengin olmak için, köşeyi dönmek için, ünlü olmak için, alkış toplamak ve itibar sahibi olmak için, mesken edinmek için öğrenilmesi haramdır. Bugün din ilimleri ticaret ve zenginleşme konusu olmuştur.

    (4) İslam’ın, sahih/doğru bir imandan sonra ikinci temeli/şartı beş vakit namaz kılmaktır. Bugünkü İslam toplumu beş vakit namazı yüzde 90 terk etmiş ve çeşit çeşit şehvetlerine uymuştur.

    (5) İlim sahipleri, bu vahim konuda Ümmet-i Muhammed’i yeteri kadar ve etkili şekilde uyarmıyor, aydınlatmıyor, gereken nasihatleri yapmıyor.

    (6) Müslüman kesimde şu anda en büyük değerler şunlardır: Para, refah, müreffeh ve konforlu bir hayat, güzel meskenler, kaliteli binitler, lüks ve rahat bir hayat sürmek… Bunlar maalesef israfa mukarin şeylerdir ve israf Kur’an, Sünnet, Şeriat ve İslam ahlakı tarafından haram kılınmış, kötülenmiş büyük bir günahtır.

    (7) Allahü Teala ve Tekaddes hazretleri Kendisine ve Resulüne iman eden mü’minler topluluğuna Ümmet adını vermiştir. Ümmet, olumlu çeşitlilikler içinde sarsılmaz bir birlik teşkil eder. Her mü’min ve müslimde öncelikle Ümmet şuuru ve idraki olmalıdır. Ümmet şuuru ve idraki yok ama cemaat, grup, hizip, fırka, tarikat, parça, kabile asabiyeti, militanlığı, fanatizmi var; böyle bir İslam toplumu hapı yutmuş demektir.

    (8) Müslümanların ellerinde hürriyet, imkan, fırsat, serbestlik varsa, başlarına mutlaka bir İmam-ı Kebir ve Emîrü’l-mü’minîn seçmeleri, seçilmiş İmam’a biat ve itaat etmeleri gerekir. Bu onlara hem nass bakımından, hem de aklen vacibtir. Bugün İslam dünyasında, bilhassa Türkiye Müslümanlarında bu konuda bir hareket ve kıpırdanma yoktur.

    (9) Bir buçuk milyar Müslümanın büyük kısmının basiretleri bağlanmıştır. ABD, AB, Siyonizm, Haçlılar, emperyalistler, sömürgeciler, Global liberalizm tarafından kendilerine kurulmuş tuzaklara düşmektedirler.

    Bir buçuk milyarlık İslam dünyasının bilgilendirilmesi, uyarılması, aydınlatılması gerekmektedir. Bu işi yapacak merkezi/üniter bir kurum yoktur.

    İslam dünyasındaki bazı zalim rejimler zulmü o kadar ileriye götürmüşlerdir ki, bir Ortaasya İslam devleti, 18 yaşından küçüklerin camilere gitmesini yasak etmiştir. 1400 yıllık İslam tarihinde böyle bir rezalet ve zulüm görülmemiştir. 72 milyonluk Türkiye bu zulmü yeteri kadar protesto etmiş midir?

    İslam dünyasında, temizlik ve şeffaflık notu, 10 üzerinden 5’in üstünde olan tek bir ülke yoktur. Müslümanlar kokuşma, temizlik, dürüstlük, ahlak ve fazilet bakımından sınıfta kalmışlardır.

    İslam dünyası kendisine rehberlik kılavuzluk edecek ihlaslı büyük alimler, fakihler, mürşidler, ziyalılar, başkanlar yetiştirememektedir.

    İtikad bozuklukları, bid’atler, fitneler fesatlar, nifak ve şikaklar, isyan ve tuğyanlar, büyük günahlar, azgınlıklar, şehvetler İslam alemini sarmıştır, genel bir yangın vardır. Bu yangın nasıl söndürülecektir? Kimler söndürecektir?

    Din, iman, mukaddesat, Kur’an, Sünnet, dinî hizmetler, dinî yayınlar bezirganlık konusu olmuştur.

    Bu durum karşısında elbette Allah’tan ümit kesmiyorum ama Müslümanlar konusunda oldukça ümitsizim.

    On milyonlarca Türkiye Müslümanını ve bir buçuk milyarlık İslam alemini kimler bilgilendirecek,

    Kimler uyaracak,

    Kimler aydınlatacak,

    Kimler onlara etkili nasihatler edecektir?

    Bu iş benim işim değildir, öncelikle benim vazifem değildir.

    (Not: Uyanık, şuurlu, ihlaslı, doğru ve dürüst, firasetli, ilmiyle ‘âmil, âmirine bi’l-mâruf ve nâhine ‘ani’l-münker, mücahid fi sebilillah, zamanın İmamına biatli ve itaatli, ezelde Allah ile yapmış oldukları ahd ve misaka sâdık, âhirete yönelik Müslümanların ellerinden öper ve dualarını beklerim. Tenkitlerim onlara râci değildir. Kendilerini tenzih ederim. Dualarını bekliyorum…)

    *(İkinci yazı) Bozuk Reformcular

    Reformcu, Kemalist, BOP’çu, Fazlurrahmancı, Feminist, değişimci, yenilikçi, Afganîci, mezhepsiz, telfik-i mezahip taraftarı, light İslam türetmek isteyen, Şeriatsız ve fıkıhsız bir İslam Protestanlığı icadına heveslenen bazı ilahiyatçıların veya naylon din bilginlerinin; gülünç, yersiz, yanlış, kafa karıştırıcı iddialarından biri de hayız ve nifas halindeki kadınlarla ilgilidir. Kur’ana, Sünnete ve icmâ-i ümmete dayanan Yüce İslam Şeriatinde hayızlı ve nifasla kadınların:

    1. Namaz kılamayacakları, hayızlı ve nifaslı iken kılmadıkları namazların kazası gerekmediği,

    2. Bu durumdaki Müslüman hanımların oruç tutmayacakları, tutamadıkları Ramazan oruçlarını bilahare kaza edecekleri,

    3. Hayızlı ve nifaslı kadınların Kur’an okumasının caiz olmadığı, haram olduğu,

    4. Hayızlı ve nifaslı kadınlar Kur’ana ve âyete el süremeyeceği, dokunamayacağı,

    5. Hayızlı ve nifaslı kadınların cami ve mescidlere girmesinin haram olduğu,

    6. Hayızlı ve nifaslı kadınların Mekke’deki Harem-i Şerifte tavaf yapamayacağı bildirilmektedir.

    Bazı reformcu, mezhepsiz, aykırı ilahiyatçılar bu yasakları kabul etmiyor ve bunlar caizdir diyor.

    Hiçbir Müslüman onların bu saçma ictihadlarını ve fetvalarını kabul etmemelidir.

    Ehl-i Sünnet Müslümanları bu gibi konuları, içindeki bilgiler ve hükümler Kur’andan, Sünnetten ve icmâ-i ümmetten çıkartılmış olan ve güvenilir icazetli ulema ve fukaha tarafından yazılmış bulunan fıkıh ve ilmihal kitaplarından öğrenmelidir.

    Bozuk ve aykırı bazı ilahiyatçıları ve naylon müctehidlerin yalanları, hezeyanları yazmakla bitmez.

    Geçenlerde birileri Teravih namazı yoktur, Peygamberimiz bu namazı yasaklamıştır dedi, Diyanet ve ulema onların bu iddiasını çürüttü rezil oldular. (Diyanet’in Fetva Kuruluna teşekkür ediyorum, tebrikler…)

    Bazıları Kur’anı, İslam’ı, Resulullah’ı red, inkar ve tekzib eden kafirler de ehl-i necat ve ehl-i Cennettir diyorlar. Sanki -hâşâ- Cennet babalarını çiftliğidir…

    Kur’an Yahudileri İslam’a çağırmıyor diyeni var.

    Kur’an Hıristiyanları İslam’a çağırmıyor diyeni de.

    İslam’da tesettür yoktur, tesettür Yahudilikten gelmedir diyeni de çıktı.

    Üç yüz küsur muhkem Kur’an ayetinin bugünkü geçerli olmadığını iddia edenler var.

    Şefaati inkar ediyorlar.

    Kabirde sorguyu, Münker ve Nekir meleklerini inkar ediyorlar.

    Mânevî tevâtürle yüzden fazla hadîsin beyanına göre geleceği bildirilmiş olan Hz. İsa aleyhisselamın âhir zamanda nüzulünü inkar ediyorlar.

    Dinini, imanını kurtarmak isteyen, ebedî saadetini tehlikeye atmak istemeyen Müslümanlar bütün reformcu, aykırı, mezhepsiz ilahiyatçıları, onların bütün aykırı ictihad, fetva, görüş ve iddialarını reddetmelidir.

    İmanımızı, itikadımızı, dinimizi, Şeraitimizi korumak istiyorsak, reformcu, yenilikçi, değişimci, şucu bucu ilahiyatçılardan uzak duralım.

    Ehl-i Sünnet sınırları içinde kalan ilahiyatçılara hürmetimiz bakidir. Fitne fesat çıkacak diye meydanı reformculara bırakmasınlar. Din konusunda hiçbir fitne ve fesat dinde reformculuktan daha kötü ve şiddetli olamaz. 28 Eylül 2011

    Dinî, İlmî Hizmetler ve Zenginlik

    YAZILI, ilmî, edebî Arapça okumuş ve öğrenmiş… Diğer âlet ilimlerini, sonra ‘âlî ilimleri, tefsir, usûl-i tefsir, hadîs, usûl-i hadîs, fıkıh, usûl-i fıkıh, kelam, siyer, velhasıl bütün ilimleri okumuş.

    Sonra ne olmuş?..

    Sırf Allah rızası için ihlâsla İslam’a hizmet etmiyor.

    İslam, iman, Kur’an, Sünnet hakikatlarını ve nurlarını Ümmet’e ve insanlığa ulaştırmak için ihlasla, parasız pulsuz, garazsız ivazsız hizmet yapmıyor.

    Birkaç kitap yazmış, tercüme etmiş ama te’lif ücreti için. Te’lif ücreti vermeyin, bir satır yazmaz.

    İlmi var, talebe yetiştirmiyor.

    Hattâ, yakın tarihlerde bazı meşhur din kişileri konuşma yapmak, konferans vermek için iyi paralar istiyorlardı. Para yok, konuşma yok; para yok, konferans yok. Allah Allah !..

    Resmî bir kurum yakın tarihimizde bir Kur’an meali için 300 bin dolar telif ücreti ödemişti…

    Asr-ı Saâdet ve Selef-i Sâlihîn devirlerine bakalım. O zamanlarda te’lif ücreti diye bir şey var mıydı?

    Bilenler, âlim olanlar, bilmeyenlere imanı, İslam’ı, Kur’anı, Sünneti parasız, pulsuz, te’lif ücretsiz, sırf Allah rızası için öğretirlerdi.

    Ücret Allah’tan beklenirdi.

    Hem de bu dünyada değil, âhirette beklenirdi.

    Çünkü dünya fâni, ücreti fâni…

    İslam dininin temel kurallarından biri de şudur:

    Din ilimlerini dünyalık elde etmek, para kazanıp zengin olmak, geçimini sağlamak için öğrenmek haramdır.

    Din yücedir, süflî (alçak) şeylere âlet edilemez.

    Şeriat ve fıkıh uygun görüyorsa bazı din hizmetlilerine geçinmelerini sağlayacak derecede ücret ve maaş verilir ama dinî hizmet ve faaliyetler, zengin olmaya kesinlikle âlet edilemez.

    Zengin olmak, ün kazanmak için tefsir yazacak, hadîs kitabı hazırlayacak, Müslümanlara nasihat edecek… Böyle bir niyet ihlasa aykırıdır ve sahibini Cehenneme götürür. Hem de yüz üstü sürüklenerek… (Sahih-i Müslim, 1905 numaraları hadîsi okuyunuz.)

    İslam’da din ilimleri sırf Allah rızası için ihlasla öğrenilir.

    Din ilimleri ihlasla öğretilir.

    Kur’an insanlara ihlasla okutulur.

    Hadîs ihlasla okutulur.

    Zengin ve varlıklı Müslüman ailelerin çocuklarından birini (istidadı varsa) Allah rızası için din alimi yetiştirmeleri gerekir.

    Bu çocuklara her gün bir saat ihlas dersleri verilmelidir.

    Din alimi olunca, geçimlerini ailenin rantlarından, gelirlerinden sağlamalıdır.

    Onlar imanı, İslam’ı, Kur’anı, Sünneti, Şeriatı, İslam ahlakını Allah için öğretmelidir.

    Fakir ailelerin çocukları da din ilimlerini öğrenip din alimi olabilir ve ücret/maaş alabilir ama niyet bu olmalıdır.

    Niyet ettim Allah rızası için din ilimleri okumaya ve kısmet olursa din âlimi olmaya… Ücret veya maaş ruhsat ve fetva iledir.

    Geçinmek için ücret ve maaş almaya fetva ve ruhsat verilmiştir ama din yoluyla zengin olmanın ne fetvası vardır, ne ruhsatı.

    Bütün İslam tarihi boyunca gerçek din alimleri, gerçek fakihler, gerçek din hizmetkârları ihlasla hizmet etmiştir.

    Başta Bediüzzaman hazretleri olmak üzere yakın tarihimizdeki bütün hizmetkarlar ücretsiz hizmet ettiler.

    Dinimiz din, iman, Kur’an hizmetleri konusunda sadece zenginleşmeyi yasaklamıyor, aynı zamanda nefsaniyeti de yasaklıyor. İlmi Allah rızası için okumayan, Allah rızası için okutmayan, alimliği ve ilmî faaliyetleri insanlar kendisi için “Yahu bu ne büyük alimmiş!..” desinler diye okutan kimsenin Cehenneme atılacağını yukarıda kaynağını verdiğim hadîs açıkça beyan ediyor.

    Bir subay, mesleğini zengin olmak, köşeyi dönmek için âlet edebilir mi? Edemez. Din âlimi, din ilimlerini ve dinî hizmetleri hiç edemez.

    Zamanımızda elbette sırf Allah rızası için ihlâsla, garazsız ivazsız, parasız pulsuz hizmet eden alimler, fakihler vardır. Hepsinin ellerinden öper dualarını beklerim.

    Din, iman, İslam, Kur’an, hadîs, Şeriat, mukaddesat ticaret konusu olamaz, bunlar zenginleşmeye, köşeyi dönmeye, voli vurmaya alet edilemez.

    Müslüman bir tâcir helalinden para kazanabilir ama bir din alimi din ile para kazanıp zengin olamaz.

    Din ilimlerinde, din eğitiminde, dinî hizmet ve faaliyetlerde ihlas gidince yerine zillet gelir.

    Din hizmetlerini başarıyla (tevfik) sadece ihlaslı hizmetkarlar yapabilir.

    Din hizmeti mi yapıyorsun, (aileden, babadan dededen servetin olsa bile) fakirliği kabul edeceksin.

    Dünya, insanlar fakirdir. Asıl zengin Rab Tealadır.

    Ücretini Allah’tan bekleyerek ihlasla hizmet edenler ne güzel bir ticaret yapmışlardır.

    * (İkinci yazı) Merak Dikkat Hâfıza

    Üniversiteli bir genç ziyaretime gelmişti. Sohbet esnasında “Zamane insanları, bilhassa gençler çok dikkatsiz, hafızaları pek zayıf” demiştim. Beni dikkatle dinlemişti. Sonra vedalaştı gitti. Beş dakika sonra kapı zilim acı acı çaldı. Bizim genç… Hayrola dedim. Gözlüğünü unutmuş!

    Gözlüğünü unutmamış olsaydı cep telefonunu unuturdu. Veya çay masasının üzerine koyduğu cüzdanını…

    Evet zamanımızda dikkat ve hafıza çok ama çok zayıfladı.

    Bir de merak, hemen hemen kalmadı gibi.

    Birkaç gençle bir yerden geçiyoruz. Onlara “Şuraya bakın, ne kadar enteresan bir bina (yahut ağaç) diyorum. Gözlerini hayretle açıp, “Yahu sizde de amma da göz var, bunları nasıl görüyorsunuz” diyerek taaccüp ediyorlar.

    Maalesef toplumumuz gözlerini iyi kullanamıyor, bakıyor ama göremiyor, görse bile algılayamıyor.

    Kültürün temel direklerinden üçü

    merak, dikkat

    ve

    hafızadır

    .

    Peki kültür nedir?.. Bir Frenk mütefekkiri “Birçok bilgi edinirsin, onları zamanla unutursun, işte o unutmadan sonra geride kalan şey kültürdür” demiş.

    Medenî bir insanla bedevî ve vahşi bir insanı ayırt eden şeylerin başında

    görgü

    gelir.

    Görgünün tarifini yapmak zordur. En geniş mânasıyla

    incelik, kibarlık, insanî münasebetlerde nezaket, kimseyi kırmamak, gönül yıkmamak, büyüklere hürmet, küçüklere şefkat, komşulara iyilik, tanıdığı ve tanımadığı herkese güzel muamele etmek…

    Eskiden bir İstanbul medeniyeti ve onun bir âdâb-ı muaşereti vardı.

    Selamı önce küçük büyüğe verirdi.

    Büyük selamı alırdı.

    Hatır sıra sorması

    büyükten küçüğe

    olurdu. Selamdan sonra küçük büyüğe hemen “Nasılsınız efendim?” diye sormazdı.

    Misafir, hele yaşça küçükse, buyurun oturunuz denilmeden oturmazdı.

    Küçük veya büyük kimse ayak ayak üstüne atmazdı.

    Büyüklere

    “eviniz”

    denmez,

    “devlethaneniz”

    denirdi.

    Kendi evi için evim denilmez,

    fakirhanem

    denirdi.

    İkram edilen bir şeyi (içecek, yiyecek, meyve, tatlı)
    “Ben bunu sevmem, yemem içmem” demek ağır hakaretti.

    Kapı zili bir kere çalınırdı. Hemen açılmazsa bir iki dakika beklenir, tekrar çalınırdı.

    Kapı açılmazsa geri dönülürdü.

    Önce selam vermeden (yazılı veya sözlü) kelam edilmezdi.

    Bir eve veya yazıhaneye gidildiğinde oradaki

    evrak, kitap, dergi, gazete

    vs karıştırılmazdı.

    Lüzumsuz soru yöneltmek çok ayıptı. (Bana bir soru yönelt, ben senin ne mal olduğunu söyleyeyim…)

    Eski âdâb-ı muaşeretimiz âdâb üzerine kuruluydu.

    Tramvayda biri ötekinin ayağına bassa, sonra “Afvedersiniz” dese, öteki “Estağfirullah efendim…” cevabını verirdi. Ayağına basılan adamın “Ulan dikkat etsene be!” diye bağırması onun eşekliğine delalet ederdi.

    Sırası gelmişken beyan edeyim: Eskiden delâlet ile

    dalâlet

    kelimeleri arasındaki farkı her okumuş bilirdi.

    Eski büyüklerimiz “Kişinin edebi zehebinden (altınından) hayırlıdır” derlerdi.

    Rahmetli üstad

    Ord. Prof. Ali Fuad Başgil

    beyefendi, ziyaretine gelmiş yirmi yaşındaki üniversiteli gence

    “Beyefendi”

    diye hitap ederdi.

    Çocukluğumda İstanbul’un kibar ve yontulmuş halkının en çok kullandığı kelime efendim idi.

    Bozulma başlamıştı ama bugünkü kadar değildi.

    Beyler bay oldu.

    Hanımlar bayan.

    Muhteremler sayın.

    Eski nazik ve kibar kelimeler gitti, yerlerine ulan, yuh be, amma da kral geldi.

    Müslümanlar gitti, İslamcılar geldi.

    On milyon genç yetmiş milyon oldu.

    İtiraf etmek lazım, epey maddî kalkınma oldu ama edep, görgü, medeniyet, kibarlık nereye gitti.

    Meraksız, dikkatsiz, hafızasız yığınlar. Başsız başsız adamlar! 29 Eylül 2011

    Türkiye’nin Sünnî Çoğunluğu

    Türkiye’nin büyük çoğunluğunu Sünnî halk oluşturur. Ülkemizde Türk, Kürt, Alevî ve daha hayli çeşitlilik vardır. Tahminen bir buçuk milyon Kripto Yahudi, yine bir buçuk milyon Kripto Ermeni de vardır. Az miktarda tek kimlikli Musevî, Ermeni, Süryanî, iki bin kadar Rum…

    Son yıllarda bütün azınlıklar kimliklerini korumak, hak ve hürriyetlerini elde etmek için çalışıyor ama çoğunlukta bir kıpırdanma görülmüyor.

    Bütün dinî azınlıkların devletten bağımsız dinî teşkilatları, din başkanları var ama Sünnîlerin bağımsız bir başkanı, bir İmam-ı Kebir’i yok.

    Sayıları çeşitli baskılardan, kaçmalardan, kaçırmalardan sonra iki bine düşmüş Ortodoks Rumların bile patrikleri var.

    Yahudilerin hahambaşıları var.

    Gregoryen Ermenilerin Patriği var.

    Sayıları çok az olan Masonların Üstad-ı Azamları var.

    Sünnîlerin laik ve Kemalist rejime bağlı olmayan bir Halife’leri, İmam’ları, Emîr’leri yok.

    İşin en garip tarafı Sünnî kesimde bu yokluğun acısı ve kederi de yok.

    Heybeliada’da Rum Ortodoks Ruhban Mektebinin yeniden açılması için müzakereler, tartışmalar, pazarlıklar yapılıyor ama kapatılmış olan Medâris-i İslamiyenin açılması için herhangi bir teşebbüs yok.

    Yine, haksız yere zulmen kapatılmış olan tarikat ve tasavvuf tekkelerinin açılması için çalışan da yok.

    Vaktiyle Sünnî Müslümanların belini kırmak, onları hafızasız bir toplum haline getirmek için yazıyı ve lisanı değiştirmişlerdi. Bu konuda da bir faaliyet görülmüyor.

    Sünnî Müslümanlar üzerinde ağır baskılar yapıldı. Onların kıyafetlerine ve serpuşlarına bile insan haklarına aykırı kısıtlamalar getirilmiştir. Bunlar kalksın diye bir kampanya açılmıyor.

    Velhasıl Sünnî Müslüman çoğunluk sanki afyonlanmıştır.

    Haklarını, hürriyetlerini arayamıyor.

    Devletten ayrı din teşkilatına sahip olmak için çalışmıyor.

    Başına bağımsız bir din büyüğü seçmeyi düşünmüyor.

    İslam vakıflarını (Evkaf-ı İslamiye) bağımsız hale getirmeyi düşünmüyor.

    Ülkemizde misyoner okulları var ama Müslümanların, devletten bağımsız İslam Maarif teşkilatı ve İslam mektepleri yok.

    Farmasonlar kendi localarında bildikleri gibi Masonik âyinler yapıyor, Müslümanlar tekkelerde toplanıp zikrullah yapamıyor.

    Evet Sünnî Müslüman çoğunluk öylesine uyuşturulmuş, afyonlanmış, sersemletilmiş ki, en tabiî haklarını bile aramaktan âciz vaziyete düşmüştür.

    Ülkemizde eskisine nispetle çok hürriyet var ama Müslümanlar bunu iğtinam edemiyor (ganimet olarak kullanamıyor).

    Sünnî Müslümanların üzerine sanki ölü toprağı saçılmıştır.

    Acaba bu gafletin, bu güçsüzlüğün sebepleri nelerdir?

    Sanırım, bunun birinci sebebi Müslümanların tek bir Ümmet olmaktan çıkıp, birbirlerinden kopuk, bazısı birbirine rakip cemaatler ve gruplar haline gelmiş olmasıdır.

    Sayıları on milyonlarca da olsa Sünnî Müslümanlar Ümmet teşkilatını ve şuurunu yitirirlerse sürü haline dönerler.

    Olur mu böyle şey, sen neler söylüyorsun?

    Hiç olmaz olur mu?

    Şu halimize, halinize baksanıza!..

    Hindistan İngiliz işgali altında iken, Hint Müslümanları Hilafet için çalışmışlardı. Hattâ İstiklal mücadelemize katkıda bulunmak için 30 bin altın göndermişlerdi de o para tebahhur etmişti (Sözlüğe bakınız).

    Türkiye Sünnîlerinin, vaktiyle İngiliz boyunduruğu altındaki Hint Müslümanları kadar Ümmet, Hilafet, Şeriat şuuru ve gayreti yok.

    Ramazan ayında Malatya’da bir vekil imam Cuma hutbesi esnasında Hilafet ve Şeriat isteyince, cemaatin bir kısmı tarafından aşağı indirilmiş ve Diyanet tarafından hemen işine son verilmiştir.

    Sünnî Müslümanları derin gaflet ve atalet uykularından kimler uyandıracak?

    * (İkinci yazı) Tv’de Dehşetli, Küfürlü, Üzerine Yürümeli Kavga

    Bombeli, karamelli, pistaşlı, peşmelbalı pasta yapan karısını bağırarak çağırdı: “Sevgi hemen gel açıkoturumda kavga başladı!..” Sevgi hanım geldi, koltuğa oturdu. Ekranda klasik bir açık oturum sahnesi… Sunucular, konuk tartışmacılar… Bunlardan ikisi bağırarak birlirlerine suçluyor. Seslerin tonu yükseldi, ikisi de ayağa kalktı, hem bağırıyor, hem el kol hareketi yapıyorlar. Havada küfürler uçuşuyor, kavga kızışıyor, kızışıyor kızışıyor.

    Yakası açılmadık küfürler ediliyor. Yurdun her yerinde milyonlarca vatandaş zevkle seyrediyor. Haberi olmayanlar çağırılıyor. Zehra acele gel, tv’de kavga başladı… Naciye bırak şimdi çay yapmayı, çabuk koş kavgayı kaçırma… (Cep telefonunu açar, dostlarını arar) “Çocuklar hemen filan kanalı açın kavga var, dikkatim dağılmasın ben kapatıyorum, öperim, çüş…”

    Saniyeler geçtikçe kavga kızışır, taraflar birbirinin üzerine yürür.

    Milyonlarca insan bu kavgayı seyrederek tatmin olur, huzur bulur, mutlu olur.

    Kavgacılar birbirleri aleyhine dava açarlar.

    Tv patronu sunucuları çağırır ve “Aferin, sizinle iftihar ediyorum, o gece dehşetli bir reyting oldu, tebrikler” der.

    *(Üçüncü yazı) İnce Upuzun Yılan Gibi Karadeniz Sahil Yolu

    Rize’de yağmur yağmış, seller akmış, sel suları denize ulaşamamış, bir yığın sıkıntı olmuş; sahil tarafı çamurla dolmuş, 400 ev tahliye edilmiş.

    Rize ülkemizin en yağmurlu şehridir. Orada öteden beri yağmurlar yağar, sular akar… Bu sefer niçin böyle olmuş?

    Mâlumunuz Karadeniz sahiline ince upuzun bir yol yaptılar. Denizle kara arasında taa Hopa’ya, Gürcistan sınırına kadar yılan gibi uzanıyor.

    Denizin mavisiyle karanın yeşili arasına katranlı bir çizgi çektiler.

    Bu yol yapılmaya başlanmadan önce çok itiraz eden oldu ama dinlemediler.

    Medenî ülkelerde böyle yollar, sahilde yapılmaz, yukarıda dağ yamaçlarından geçirilir.

    Bu yol yapılırken bir bölgede avukatın biri idare mahkemesinde dava açmış oradaki inşaatı durdurtmuştu. Sonra avukat öldürüldü ve inşaat yeniden başladıydı.

    Rize’deki sel sularının akmaması, etrafı çamur kaplaması sahil yolu yüzündenmiş.

    Bu deniz kenarındaki yolun başka bir kısmı da çatlamış. İnternette resimlerini gördüm. Yoldaki derin ve geniş çatlakların içine vatandaşlar girmiş, hatıra resmi çektirmiş. Yol beş milyar dolara mal olmuş. Yol müteahhitleri çok iyi paralar kazanmışlar.

    Sahil yoluna itiraz edenler, hiç yol yapılmasın dememişler, sahilde yapılmasın, yukarılardan geçsin demişler ama kimseye laf anlatamamışlar.

    Geçtiğimiz yıllarda da Karadeniz sahilinde yağmurlar yağmış, seller akmış, binalar yıkılmış, insanlarımız ölmüştü.

    Sahil yolu güzel de, mahzurlu (sakıncalı) tarafları düşünülseydi ne iyi olurdu.

    Sanırım bu ipince, upuzun, yılan gibi kıvrılıp giden sahil yolu ileride çok sel baskınlarına, evlerin yıkılmasına, ölümlere sebebiyet verecektir.

    Büyük Karadeniz fırtınalarında bu yolun bazı kısımlarını dev dalgalar yutacaktır.

    Keşke itirazlar dinlenmiş olsaydı da yol yukarıdan yapılmış olsaydı. 30 Eylül 2011