Mehmet Şevket EYGİ – Vahdet – Aralık 2015

  1.  

    İktidarın Her Yaptığı Doğru mu?

    İktidarın, her yaptığının doğru olması gerekmez. İslamcı iktidarların, Kur’ana Sünnete Şeriata İslam ahlakına İslam hikmetine uygun işleri, tasarrufları haklıdır, doğrudur; bunlara aykırı ve zıt işleri ve tasarrufları haksızdır, yanlıştır. Temel bir kriteri çok basit ve sade bir üslupla açıklamış bulunuyorum.

    ***

    Biri kalkıp 1914’te Cihan harbi patlayacak, başka biri 1939’da dünya savaşı kopacak, çok kötü şeyler olacak deseydi gayb hakkında kahinlik yapmış olmazdı, doğru tahminde bulunmuş olurdu. İnsanlara gayb kesinlikle bildirilmemiştir ama olacaklar hakkında bazı bilgiler, ipuçları verilmiştir. Bunlara kulak vermek, hazırlanmak, tedbir almak gerekir. Gaybı elbette kesin olarak Allahü Teala bilir?

    ***

    Üçüncü dünya savaşından sonra, Türkiye’deki dominant resmî ideoloji tarihe karışacaktır ama devlet ayakta kalacaktır. Resmî ideoloji geçici bir kopukluktan ibarettir. Kopukluk inşaallah ilânihaye devam etmeyecek, tarihî devamlılığa dönülecektir.

    ***

    Ümidim: Büyük savaşlardan, yıkımlardan, ölümlerden, sıkıntılardan sonra Mehdi’nin yedi yıllık Altın devri başlayacaktır. Kemalist, mezhepsiz, reformcu, light ve ılımlı İslamcı, Fazlurrahmancı, hadîs ayıklayıcı, AB kriterlerini dinin üzerinde görücü ilahiyatçılar ne kadar inkar ederlerse etsinler, Mehdi çıkmayacak diye ne kadar yırtınırlarsa yırtınsınlar, sahih hadislerin bildirdiği üzere Mehdi zuhur edecek, İsa Aleyhisselam nüzul edecektir.

    ***

    Mehdi’nin Altın Çağı’nda namaz mecburî olacaktır… Farz namazlar, şer’î özürleri olmayanlar tarafından cemaatle kılınacaktır… Kadınlar tesettüre girecektir… Azgınlıklar önlenecektir… Güvenlik ve adalet olacaktır… Dine ve mukaddesata hayasızca saldırılamayacaktır… İttihada ve uhuvvete aykırı işler yapılamayacak, sözler edilemeyecektir…

    ***

    Üçüncü dünya savaşından sonra dünya üzerinde, bugünkünün yedide biri kadar insan kalacağına dair keşifler vardır.

    ***

    Korkunç savaşlarda, Melhame-i Kübralarda imanla ölen askerler ve siviller şehid olacak, Cennete girecek, imansız ölenler Cehenneme girecektir. Ömürleri ölümlerine imanla bitişenler, ya Allah’ın lütuf ve keremi ile doğrudan doğruya Cennete konulacak, yahut ilahî adalet gereği bir miktar cezalandırıldıktan sonra ebedî mutluluk yerine konulacaktır.

    ***

    Â hir zaman fitneleri içinde mü’minler neler yapmalı: (1) İtikadını tashih etmeli… (2) Beş vakit namazı dosdoğru kılmalı… (3) İlmihalini yeterli miktarda öğrenip, öğrendiği bilgileri hayata uygulamalı… (4) Kur’an, Peygamber (Salat ve selam olsun ona), İslam ahlakı ile ahlaklı olmalı… (5) Büyük günahları açıkta, açıkça, küstahça işlememeli, azgınlıklardan uzak durmalı… (6) Allah rızası için, usulüne uygun olarak zekat ve sadaka vermeli… (7) Dünyaya dönük değil, ahirete dönük olmalı… (8) Kurtuluş vesilelerine ve sebeplerine tevessül etmeli… (9) Ehl-i Sünnet ve Cemaat yolunda ve çizgisinde olmalı… (10) Çekişmeli meselelerde Sevad-ı Âzam dairesi içinde bulunmalı… (11) Ezelde Allah ile yapmış olduğu ahd ü misaka sadık kalmalı… (12) Resulullah efendimizle irtibatlı, ona biatli ve itaatli olmalı, onun Sünnetine yapışmalı… (13) Şeytana ve nefsine muhalefet etmeli… (14) Allah ile bütün işlerinde ihlaslı, yaratıklarla olan muamelelerinde âdil ve insaflı olmalı…

    ***

    O binanın ne yapılacağına dair Mehdi hazretleri ve Şûrası karar verecektir. 01 Aralık 2015

    Ezana Eza Verenler

    Ezan İslam’ın, Ümmet-i Muhammed’in sesli bayrağıdır.

    Bu bayrak göndere günde beş kez çekilir.

    Ezanı duyan Müslümanlar camilere seğirtir ve Rahmana ibadet eder.

    Ezan günde beş kez, insanın ezelde Rahman ile yapmış olduğu ahd ü misakı hatırlatır. Ezanı huşu ve heyecan içinde dinleyen mü’minler ahdlerini, misaklarını tazeler.

    Ezan İslam’ın özüdür.

    Ezanın iki türlü karşıtı vardır. Birinciler inatçı, militan, fanatik, saldırgan İslam düşmanlarıdır.

    İkinciler, bilmeden farkında olmadan dolaylı surette ezana eza eden, zarar veren cahil bedevîlerdir.

    Ezanın sanat tarafı vardır ve bu yönüyle ilahî dâvet gayr-i Müslimleri de ilgilendirir.

    Bilmeden, kasıtsız olarak da olsa, ezana verilecek zarar İslam’a, Kur’an’a, Dâvet’e verilmiş olur.

    Ezan, ezan okumasını bilen güzel sesliler tarafından okunmalıdır.

    Sabah ezanları… Güneşin doğmasına henüz bir saat var… Şark ufkunda belirli belirsiz hafif bir aydınlık… Ezan-ı Muhammedî okunmaya başlıyor. Mü’minler kalkıyor, abdest alıp Haliq’a ibadet ediyor. Mü’min olmayanlar başlarını yorganlarından çıkartıp, onlar da ezanı huşu ve hudu içinde dinliyor. Bitince tekrar yatıyorlar.

    Evet ezanlar öyle okunmalı ki, Müslüman olsun gayr-i Müslim olsun herkese zevk vermeli, herkesi heyecanlandırmalı, herkesi uyarmalı.

    Zamanımızda ezanların hoparlör denilen çirkin şeytanî cihazlara, akustik ilmina aykırı olarak kurban edilmesi ne büyük bir talihsizliktir.

    Hoparlör fetişizmi ne korkunç bir vandallık ve ne azîm bir belâdır.

    Edeb, erkan, usul bilmez bed seslilerin hoparlörleri sonuna kadar açarak ezan okumaları ne büyük bir saygısızlıktır.

    Cahillerin ezana yaptıkları saygısızlığı önlemenin çaresi, cami içlerine ve minarelerine konulan hoparlörlerin, ehliyetli ve ruhsatlı akustik uzmanlar tarafından tesis edilmesi, yerleştirilmesi, denetlenmesidir.

    Diyanet, müftülükler, cami imamları böyle yapmazlar ve yaptırmazlarsa sorumlu olurlar.

    Camide sabah namazı… On iki kişilik küçük bir cemaat var. İmam efendinin önünde sabit mikrofon(lar) varken, bir de yakasına seyyar bir mikrofon mandallıyor ve avaz avaz namaz kıldırıyor. Bu, namaza ve kıraate saygısızlık değil de nedir?

    Mahalle arasında bir cami. Evlere apartmanlara çok yakın, adeta bitişik. Sabahın karanlığında yüz küsur desibel şiddetinde açılmış madenî sesli hoparlörlerle yeri göğü inleten ezan okunuyor. Bebek uyanıp ağlamaya başlıyor. Geceyi huzursuz geçirmiş hasta yatağından sıçrıyor. Ne büyük talihsizlik.

    Seher vaktinde bebek ezanla birlikte tebessüm ederek uyanmalı, hasta lâhutî ezanı dinlemeli ve kendini daha iyi hissetmelidir.

    İslam düşmanları ve karşıtları, güzel okunan ezanları dinledikten sonra “Yahu, bu ezanlar beni Müslüman edecek diye korkuyorum…” demelidir.

    Saba hicaz rast dilkeşhâveran ve öteki makamlarda okunan ezanlarla ruhlar ürpermeli, aynalardaki paslar silinmelidir.

    En güzel okunan ezanları dinlemek için insanlar uzaklardan arabalarına binip gelmelidir.

    Herkese nasip olmaz ama bazıları o ezanları dinlerken gözyaşı dökmeli, nicesi tevbe etmeli, ayılan bayılan, nâdiren de olsa gömleğini yırtanlar görülmelidir.

    Bilmeden, kasıtlı yapılmadan, cahillik ve bedevilik sebebiyle ezanlara zarar veren hoparlör fetişistleri, ah bir bilseniz, ne büyük ve ağır bir vebal altındasınız.

    Ve ey Diyanet, ey müftülükler, ey imamlar, ey müezzinler!.. 2 Aralık 2015

    O Fırka

    O fırka kesinlikle Ehl-i Sünnet ve Cemaatin dışındadır.

    O fırka, şeytanın yükselen boynuzudur.

    O fırka dinde aşırılıklara ifrata tefrite sapmıştır.

    O fırka tevessül ve istigase konusunda yanılmıştır.

    O fırka rabıta konusunda, Ehl-i Tevhid ve Ehl-i Kıble mü’minleri tekfir ederek ifrata kaçmıştır.

    O fırka, ehl-i Tevhid, ehl-i Kıble olan Müslümanları, te’vili olan nice muhtelefün fih konularda tekfir ederek kendisi küfre düşmüştür.

    O fırka evliyaurrahman olan büyük zevata evliyauşşeytan diyerek haddini çok aşmıştır.

    O fırka, Hilafet-i Osmaniyye’nin yıkılmasına ve Ümmet-i Muhammed’in perişan olmasına sebep olmuştur.

    O fırka Haçlılarla, Siyonistlerle, emperyalistlerle, sömürgecilerle işbirliği yapmıştır.

    O fırka, muharip olmayan sivil halkı, kadınları çocukları ihtiyarları öldürerek terör yoluna girmiştir.

    O fırka, İslam’ın tasavvuf boyutunu inkar etmiştir.

    O fırka, şirkle suçlama ve tekfir etme konusunda itidal dairesinin dışına çıkmış, vahim aşırılıklara kaçmıştır.

    O fırka, Resul-i Rabbülâlemîn efendimize (Salat ve selam olsun ona), kabr-i şeriflerine gerektiği kadar hürmet etmemiştir.

    O fırka, başta Ashab-ı güzin, Aşere-i mübeşşere, Ezvac-ı tahirat, Ehl-i Beyt-i Mustafa (radiyallahu anhüm ecmain) olmak üzere İslam büyüklerinin, evliyaullahın kabirlerini ve kubbelerini yıkmıştır.

    O fırka, vaktiyle kendi meşrebinden olmayan bir kısım Müslümanları kafir ve mürted ilan etmiş, onların hacca gelip giden nicesini düşman gözüyle görüp vurmuş, canlarına kıymış, mallarını ganimet olarak almıştır.

    O fırka, Ümmet için geniş bir rahmet olan olumlu çeşitliliği kabul etmemiştir.

    O fırka, Ümmetin malı olan trilyonlarca petro-doları ziyan ve israf etmiştir.

    O fırka, İslamî uygulamada İslam alemine, insanlığa örnek ve model olmamış; tam aksine kötü örnek olmuştur.

    O fırka, kâmil Müslüman yetiştiren turuk-ı sofiyyeyi, Kemalîler ve Stalinistler gibi kapatmıştır.

    O fırka, kendi meşrebinden olmayan dindar mü’minlere kardeş gözüyle bakamamış, onlara rauf ve rahim olamamıştır.

    Onların müluku, rüesası, ekabiri, ümerası Resulullahın ahlakı ile mütehalli olamamışlar; bazısı Nemrudlar, Firavunlar, Şeddadlar gibi ihtişamlı ve israflı bir hayat sürmüşlerdir.

    Onlar zahirde, kışırda, yüzeyde kalmışlar, derinliklere ve inceliklere inememişlerdir.

    O fırkanın militanları ve holiganları, her ne kadar namaz kılsalar ve oruç tutsalar da İslam’ı ve Müslümanları temsil edemezler, umum Müslümanlar hakkında konuşamazlar.

    O fırkanın Ehl-i Sünnet ve Cemaate aykırı bütün ictihad ve fetvaları geçersizdir.

    O fırkanın, dört hak fıkıh mezhebine aykırı görüşlerine itibar edilmez.

    O fırkanın imam=din önderi olarak kabul ettiği, ilmi aklından fazla zatın bozuk inançları, fetvaları vardır ve mücessime ve müşebbihe olduğuna dair tenkit ve itirazlar bulunmaktadır.

    Allahu Teala ve Tekaddes hazretleri kemal sıfatlarla sıfatlıdır ve noksan sıfatlardan münezzehtir. Allah yaratılmışlara, havâdise, mahlukata benzetilemez. Benzetenler sapıktır.

    Sema Allah tarafından yaratılmıştır. Allah semada oturuyor demek caiz değildir.

    Allah semada oturuyor diyen bir imamın ardında namaz kılınamayacağı konusunda Müslümanlar, ciddî ve icazetli Ehl-i Sünnet hocalarından bilgi almalı ve aydınlanmalıdır.

    O fırka Sevad-ı Âzam değildir. İhtilaflı, tartışmalı konularda, azınlıkta olan o müfrit fırkanın re’yine, fetvasına, içtihadına itibar edilmez.

    Sevgili Müslüman kardeşim… İşlerin hayırlısı orta ve mutedil olandır… Aşırıların tuzaklarına düşme, hilelerine kanma… Kur’an, Sünnet, Cemaat dairesi içinde bulun… İslam’ı bu dairenin icazetli hocalarından öğren… Ne ifrata kaç, ne tefrite… Bir konuda çekişme varsa sen Sevad-ı Âzama tabi ol… Sevad-ı Âzam Ehl-i Sünnet ve Cemaattir. 3 Aralık 2015

    Bir Gence

    Müslüman

    bir gence:

    1. Ayda laakal (en az) bir kere sabah namazını bir camide kıl.

    2. Osmanlıca hiç bilmiyorsan hemen öğrenmeye başla, üç ay içinde matbu metinleri yanlışsız okuyabilecek seviyeye gel…

    3. Osmanlıca biliyorsan ilerlet, el yazılarını da okuyabil.

    4. Bir hattata giderek hat dersleri al, icazet aldıktan sonra hüsn-i hat eserleri ver. Lakin hattatlığı para hırsıyla yapma.

    5. Akaid ilminin özetini, Ehl-i Sünnete uygun olarak öğren ve ezberle.

    6. İhyau Ulûm’id-Din kitabının ihlas bölümünü iyice, dikkatli bir şekilde oku ve muhlis (ihlaslı) mü’min olmaya çalış.

    7. Ehl-i Sünnet ile sapık ve bâtıl fırkaları kesinlikle bir tutma.

    8. Namazları mutlaka başında İslamî bir serpuş olduğu halde kıl.

    9. Uçmayan, uçamayan şeyhleri, din baronları uçurma ve havalandırma edebiyatı yapma; ruhbanları erbab haline getirme.

    10. Mü’minleri dışlama, onların zatına düşmanlık ve buğz etme.

    11. Latin harfleriyle el yazın çok güzel, düzgün, estetik olsun. Bu konuda ders alarak veya internetten faydalanarak elyazını düzelt.

    12. Parayı ve malı taparcasına sevme, para çılgını olma.

    13. Ahlakını düzelt, yalan ve gıybetten kaçın.

    14. Eski Osmanlı İstanbul görgü, terbiye, kültür, ahlak, kibarlık ve nezaketine sahip ol.

    Yukarıda saydığım on dört maddedeki hasletlere sahip olmayan (veya bunları öğrenmeye başlamayan) gençlerle görüşemiyorum.

    Allah’tan hayırlı başarılar diler, selam ve hürmetlerimi sunarım. 04 Aralık 2015

    Ali Şeriatî

    Ali Şeriatî’yi sevmem, onun bazı fikir ve görüşlerine karşıyım.

    Onun İslam Şinâsi adlı kitabında şu cümle yer alıyor:

    “Allah (bazı nüshalarda Hoda) yek Janus-i hakikî est”, bunun harfî tercümesi “Allah gerçek bir Janus’tur.”

    Bilmeyenler için söyleyeyim, Janus iki çehreli bir Roma putudur.

    İslam’ın temel inançlarından biri şudur:

    Allah yaratıklara benzetilemez.

    Allah şekilden, cisimden, mekandan, cihetten, cevher veya araz olmaktan münezzehtir.

    Şeriatî, kemal sıfatlarla sıfatlı ve noksan sıfatlardan münezzeh Hak Tealayı bir Roma putuna benzeten bir kimsedir. Başka yanlışını saymama lüzum yoktur.

    Onun yanlışlarına Şiî Caferî ulemasının nicesi de karşı çıkmış, itiraz etmiştir.

    Bundan birkaç yıl önce İstanbul ilçe belediyelerinden biri üç gün süren bir Şeriatî toplantısı yapmış ve bazı ilahiyatçılar bu kimseyi göklere çıkartmıştı.

    Adam Allah’ı bir puta benzetiyor ve bizim bazı ilahiyatçılar onu göklere çıkartıyor. Olacak şey değil!..

    Bu zındıklığın te’vili falan olamaz, çünkü Şeriatî zikr ettiğim cümlesinde hakikî sıfatını kıllanmıştır.

    Vaktiyle bu konuda hayli yazı yazmıştım ve bazılarının seviyesiz hakaretlerine mâruz kalmıştım.

    Bu konuda bundan yıllarca önce önüme dikilen iki kızgın radikal genç, sen kim oluyorsun da Ali Şeriati’yi tenkit edip kötülüyorsun dediklerinde, onlara gerekçe olarak bu cümleyi söylemiştim, onlar daha da kızıp köpürerek, sen onu tenkit edemezsin, o büyük bir mücahittir diye bağırmışlardı. Zehi mücahit!

    Geçenlerde, Marmara bölgesindeki bir İmam-Hatip okulunda öğrencilere Ali Şeriatî propagandası yapıldığını, bu zatın sevilmesi ve okunması gerektiği söylendiğini duyunca bu yazıyı kaleme almaya karar verdim.

    Şeriatî’nin nice kitabı, Sünnîlere çok ters gelecek bazı yerleri ayıklanarak Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Yazımın başında zikr ettiğim “Allah gerçek bir Janus’tur” cümlesi mütercimlerin gözünden kaçmış olacak…

    Bazı ilahiyatçılar Şeriatî’yi baş tacı ediyorsa, bu dinî bakımdan büyük bir felakettir.

    Şeriatî, Müslüman gençlere büyük bir İslam düşünürü ve şehidi olarak gösteriliyorsa, bu da ikinci büyük felakettir.

    Şu çarpık zihniyete bakınız: Sanki doğru dürüst İslam hocası, mütefekkiri, alimi kalmamış gibi Şeriatîyi örnek ve önder gösteriyorlar.

    Türkiye’de Sünnî İslam hakimdir ve Allah gerçek bir Janus diyen kimse beğenilemez, onun reklamı yapılamaz.

    İlmî, objektif bir araştırma yapılsın, birilerinin Ali Şeriatî’yi niçin gençliğe önder ve örnek gösteriyor konusu incelensin. Kimbilir ardından neler çıkacaktır.

    Bir başka fecaat de, Sünnî kesimin ileri gelenlerinin bu zatı tenkit, red, cerh ve ibtal ederek Müslümanları uyarmamasıdır.

    Diyanet bu konuda ne diyor?

    Şeriatî’yi tenkit mi etmek… Bırakın tenkidi, TC Diyanet yayınevlerinde Şeriatî’nin kitapları peynir ekmek gibi satılıyor.

    Ali Şeriati’nin zikr edilen cümlesi, başlığı “Muhammed’i Tanıyalım” adlı kitapta (1988 baskısı, s.151) yer almaktadır. Kitapta Resulullah efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) ismi yalın olarak kullanılmakta, bir kere bile Hazret denilmemekte, salat ü selam getirilmemektedir.

    Vah bazı İlahiyat fakültelerimize, vah bazı İmam-Hatip mekteplerimize, (Şeriatî hayranlarından biri bendenize sözde cevap verirken, dinimi “Osmanlı dini” diye göstermiş, ismimi de Şevket yerine Şevki yazmış… Ne âlim ve fâzıl adammış!.. Önderi gibi… Bu fakir Kur’an, Sünnet, Cemaat Müslümanıyım… Savad-i âzam dairesi içindeyim, Cadde-i Kübrada yürüyorum. Müslümanlara karşı taqiyye ve kitman yapmam, kimseyi aldatmam. İbn Sebe’cilere karşıyım ve aktivistleri beğenmiyorum.) 05 Aralık 2015

    Süslü Câmi Değil Güçlü İslam Mektebi

    İslâmî

    eğitim meselesinin, süslü kubbeli uzun minareli cami binası dikmekten daha önemli olduğunu milyonlarca Müslümana nasıl anlatacağız?

    Söylemekle, yazmakla öğretilebilir sananlara şaşarım.

    Bu konuda laf anlatmak çok zordur.

    Cami yapmak kolaydır ama İslam mektebi açmak çok zordur.

    Niyet edilmeye görsün, cami için arsa da bulunur, para da.

    İslamî eğitim, İslam mektebi sadece parayla, niyetle olmaz.

    Dünya çapında uzman Müslüman eğitimciler lazımdır bunu hayata geçirmek için.

    Müslümanlar yakın tarihimizde hayli doktor ve mühendis yetiştirdiler ama büyük ve güçlü eğitimciler yetiştiremediler.

    Eğitimcilik, İslamî hizmet açısından, doktorluktan ve mühendislikten bin kere önemlidir.

    Cami sayısının yüz bine yaklaştığını sanıyorum ama ülkede bir tek gerçek İslam mektebi yok.

    Türkiye Müslümanlarının kendi Eton College’leri yok.

    Hem yok, hem de bu yokluğun ne büyük bir eksiklik, kültür fakirliği ve felaket olduğunun farkında değiller.

    Vasıflı Müslüman eleman yetiştirme konusunda durumumuz hiç parlak değil.

    Geçen gün bir vakfın idare kurulu üyesi bir dostum, bizim çocuklarımız elmas değil, pırlanta hepsi dedi. Acaba öyle mi?

    Senelerden beri gerçek ve güçlü bir İslam mektebi açılsın diye yazıyorum. Hiç yankı yok, soru yok, ilgi yok.

    İslam mektebi öyle gümrük antreposu, hal binası gibi sıradan mekanlarda barınamaz. Binasının şahane olması gerekir.

    Bu mektebin müdürünün dünya çapında bir şahsiyet olması gerekir.

    Eğitimci olacak… Onun yanında tarih edebiyat felsefe ve İslamî ilimlerden birinde icazetli uzmanlık. Osmanlıca, Arapça, İngilizce kitaplar, ilmî makaleler yazmış olacak.

    Öğretmenleri süper olacak.

    Eğitim program ve planı, hem İslam’a uygun olacak, hem de çağ kültürüne.

    Okul bilgi ve kültürün yanında ahlak ve karakter terbiyesi verecek. Bu da yetmez, estetik sanat güzellik boyutu kazandıracak.

    Bunlar da yetmez… Çok kaliteli, çok zeki, çok istidatlı, çok kabiliyetli, çok ehliyetli, çok liyakatli (kaç sıfat saydım?) öğrencileri olacak.

    Artık böyle bir okul açmak için hürriyet var, para var, üzerine şahane binalar yaptıracak arsalar var ama bunun için olması gereken yüksek kültür yok. Olsaydı, anlattığım gibi bir okulumuz olurdu.

    Böyle bir okula dışarıdan da çok ehliyetli ve liyakatli idareciler ve öğretmenler getirilecektir.

    Bütün şirk, küfür, nifak, fısk ve fücur güçleri bu okulu batırmak, başarısızlığa mahkum etmek için seferber olacaktır. Onlara karşı, gereken bütün tedbirler alınacaktır.

    Müslümanlar, cemaatsiz müzeyyen camilerle değil, bu anlattığım gibi okullarla kurtulur.

    Yazık, bin kere yazık ki, avaz avaz bağırtılan hoparlörlere ve cami WC’lerine verdiğimiz önem ve harcadığımız para kadar İslamî eğitime önem vermiyoruz, masraf yapmıyoruz.

    İslam maarifinin, eğitiminin, mekteplerinin, vasıflı Müslüman elemanlar yetiştirmenin, bu elemanlarla güçlü kadrolar kurmanın; bizim için bir ölüm kalım meselesi olduğunu ne zaman anlayıp idrak edeceğiz? 06 Aralık 2015

    Ehl-i Sünnet Müslümanlarına Açık Uyarı Mektubu

    Yakın tarihte Kemalist düzen ve sistem biz Müslümanları çok ezdi, temel hak ve hürriyetlerimizi ayaklar altına aldı, çok acılar çektik, çok zulme mâruz kaldık; Hilafet elimizden gitti, Şeriat elden gitti, medreselerimiz ve tekkelerimiz kapatıldı, camilerimizin bir kısmı yıkıldı, Ayasofyamız müze yapıldı, bin yıllık millî yazımız yasaklanarak büyük bir kültür kopukluğu meydana getirildi. Çoğunluk olmamıza rağmen kendi vatanımızda sömürge yerlisi, ikinci sınıf vatandaş, hattâ parya muamelesi gördük. Nice değerli hocalarımız asıldı, nicesi zindanlarda inledi, Ceza Kanunu’nun 163’üncü maddesine çarpıldık, ağır ceza mahkemelerinde süründük, ağır hapis cezaları yedik. Bir ara Ezan-ı Muhammedî okumamız bile yasaklandı.

    Sonra Allahü Teala lutf etti, biraz hürriyete kavuştuk… Bunun üzerine ne yaptık? Hürriyet bizi sarhoş etti. Gaflete düştük, yumuşadık, çektiklerimizi unuttuk ve bir kısmımız kötü düzenin haram rantlarına saldırdı. Düzeni değiştirip, onun yerine âdil, hakkaniyetli, iyi bir düzen getirmek için çalışacağımız yerde; bozuk sistemin menfaatlerini devşirme hevesine ve ihtirasına kapıldık.

    İslamî uyanış hareketinin içine birtakım münafıklar, arivistler, yarı mühtediler karıştı, hizmetleri dejenere ettiler.

    Bir kısmımız İslam’ı bıraktı, İslamcılık tuzaklarına düştü.

    Siyasal İslam’ı yükselttik ama asıl İslam geriledi. Dindarların, namaz kılanların, oruç tutanların sayısı azaldı.

    Tesettür bezirganları, tesettürün bile canına okudu, cılkını çıkarttı.

    Hürriyetten istifade ederek Ümmet birliği çatısı altında toplanmadık.

    Mü’minlerin biat ve itaat edeceği râşid bir İmam seçemedik.

    Kapatılan İslam medreselerinin ve tasavvuf tekkelerinin açılması için gereği gibi çalışmadık. Çalışmaktan geçtim, bu konuyu gündeme bile koymadık.

    Fırsat varken, halka ve gençliğe, bilinmesi kadın erkek her Müslümana farz olan ilmihal ve ahlak bilgilerini öğretmedik.

    Namaz ve cemaat konusunda yoğun ve genel bir seferberlik başlatmadık.

    Halkı uyaracak, aydınlatacak, bilgilendirecek bir eğitim kampanyasına girişemedik.

    Tağutun, Deccalların, Kezzabların, Süfyanların tahribatını tamir etmek için güzel, iyi, hayırlı ıslah faaliyetleri yapamadık.

    Sabah namazlarında birkaç kişilik cemaati olan müzeyyen camiler yaptık her köşeye ama bir tek vasıflı ve güçlü İslam mektebi açamadık.

    Cuma günü hafta tatili olsun, Ayasofya açılsın, bunları yapmazsanız size oy vermeyiz diyen kampanyalarımız olmadı.

    Asıl farzları terk ve ihmal ederken, turistik lüks umreleri farz haline getirdik.

    Evet biraz hürriyet ve demokrasi geldi ya, yan gelip yattık, sıcağı görmüş ekmek hamuru gibi yayıldık, mayıştık.

    Bu baharın ve yazın sonunda güz ve kış gelir diye düşünmedik.

    Bazılarımız İslam’a, Kur’an’a, Sünnete, Şeriata, Hikmete aykırı kötü düzen için eskisine göre daha iyidir demek beyinsizliğini ve mantıksızlığını sergiledi.

    Derin küfür ve şirk güçleri pusuda bekliyor. Bizi ilk fırsatta yine eskisi gibi köle ve parya yapmak niyetindeler.

    Rantçılığı, eskisine göre daha iyidir safsatalarını, gafleti, mayışmayı bırakıp da ne zaman şuurlu, gayretli, uyanık Müslümanlar olacağız ve vazifelerimizi hakkıyla yerine getireceğiz?

    Şimdi uyanmazsak, ileride çok geç kalmış olacağımızı bilelim. 07 Aralık 2015

    Bir İbn Sebe’ciye

    İsmimi zikr ederek “Onun dini Osmanlı ve Emevî dinidir” demişsin. İftira etmişsin. Ben hakka (elbette) mü’min ve Müslüman bir kimseyim ve dinim İslam’dır. Rab olarak Allahü Teala’dan, Nebi olarak Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemden, Kitab ve düstur olarak Kur’an’dan, Şeriat olarak İslam Şeriatı’ndan razıyım ve hoşnudum.

    Sen müfteriye soruyorum: Senin dinin sakın

    İbn Sebe’nin dini

    olmasın?

    Osmanlı’nın dini İslam’dı. Osmanlılar Ehl-i Sünnet cadde-i kübrasında yürümüşler, İslam’a Kur’an’a Sünnete Şeriata büyük hizmetler etmişlerdi.

    Osmanlı Devleti ve Hilafeti her zaman, her asırda Sevad-ı Âzam dairesi içinde bulunmuştur.

    Osmanlılar Ashab-ı kiram ve Ehl-i Beyt efendilerimize büyük saygı göstermişlerdi.

    Osmanlı Devlet-i Aliyyesi Peygamber sülâlesinden gelen Seyyidlere ve Şeriflere maaş ödemiştir.

    Osmanlı zamanında bir zındık çıkıp “Allah gerçek bir Janus’tur” diyerek, kemal sıfatlarla sıfatlı ve noksan sıfatlardan münezzeh Hak Teala hazretlerini iki çehreli bir Roma putuna benzetseydi o herif şer’î ilamla idam edilirdi.

    Osmanlı Devleti Hâdimü’l-Haremeyn idi. Kur’an’ın, Sünnetin, Şeriatın emrinde ve hizmetinde idi.

    Tarih boyunca, Asr-ı Saadet’ten ve Hulefa-i Râşidîn devrinden sonra İslam’a, Kur’an’a, Sünnete, Şeriata en fazla hizmet eden devlet Osmanlı olmuştur.

    Osmanlı Devleti Viyana’yı iki kere kuşatmış, Tevhidi Orta Avrupa’ya kadar götürmüş, nice fütuhata nail olmuştur.

    Onun enkazından irili ufaklı kırka yakın devlet zuhur etmiştir. Hepsi bir araya getirilse bir Osmanlı etmez.

    Osmanlı yıkıldıktan sonra Ortadoğu’nun ne hale geldiğini dünya görüyor.

    Osmanlı ayakta kalmış olsaydı Filistin’de Yahudi devleti kurulabilir miydi?

    Osmanlı bir “Milletler Birliği” idi.

    Terazinin bir kefesine Yavuz Sultan Selim’i, öbür kefesine Şah İsmail’i koysalar hangisi ağır basar?

    Şiîlik ifrat, Vehhabîlik tefrit, Osmanlı ise i’tidaldir.

    Yirminci asrın büyük tarih felsefecisi Arnold Toynbee, Tarih Üzerine bir Etüd adlı muazzam eserinin Ispartalılar faslında “Eflatun’un ideal cumhuriyetine realitede en fazla yaklaşan sistem Osmanlı Devleti olmuştur” cümlesini sarf etmiştir.

    Tarihte Osmanlı dini diye bir din olmamıştır. Osmanlı’nın dini Ehl-i Sünnet ve Cemaat İslamlığıdır. İslam’ın cadde-i kübrasıdır.

    Bir Müslüman olarak Osmanlı’yı severim, tutarım ve bundan dolayı iftihar ederim. 09 Aralık 2015

    Din Sömürücüsü Haşerat ve Eşkıya

    Yıllarca önce muhterem bir Şeyh efendiye sormuştum: Evde kedi besliyorum, sokaktakilere de yiyecek veriyorum, ne dersiniz?.. İyi ediyorsun, aman şu hususa dikkat edin, onları sırf Allah rızası için doyurun cevabını vermişlerdi.

    Kedilere yemek vermekte bile ihlas aranıyorsa, birtakım İslamî hizmet ve faaliyetlerin elbette ihlasla, Allah rızası için yapılması gerekir.

    Bugün maalesef bazı hizmetlerde ihlasa dikkat ve riayet edilmiyor.

    Herkes için söylemem ama birileri hizmet edebiyatı yapıyor, hizmet bayraklarını kaldırıyor ama işin içine nifak giriyor. Nifak ile ihlas bir arada olmaz. Nifak gelince ihlas kaçar gider.

    Eskiden din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti yoktu. 1940’lı, 50’li, 60’lı, 70’li, 80’li yılları, 28 Şubat’ın o kara günlerini hatırlıyorum. O zamanlarda hizmet çeşitli çilelerle, sıkıntılarla yapılabiliyordu.

    Terör giyotini gibi işleyen bir 163’üncü madde vardı.

    En mâsumâne dinî faaliyetler ve hizmetler yüzünden gayretli Müslümanlar tutuklanıyor, ağır ceza mahkemelerinde yargılanıyordu.

    Nurcuların çektiklerini düşünüyorum. Kaziye-i muhkeme olmuş konularda bile bininci kere tutuklanıyorlar, zindanlara atılıyorlar, mahkemelerde sürünüyorlardı. Hem kendileri, hem de aileleri perişan ediliyordu.

    Dönmelerin gaddar ve zâlim vesayet sistemi Müslümanlara hiç acımıyordu.

    Sonra gökteki kara bulutlar biraz azaldı, memlekete az buçuk din hürriyeti geldi. 163’üncü madde kaldırıldı. Artık dinî faaliyetler ve hizmetler yüzünden Müslümanlar tutuklanmıyor, mahkemeye verilmiyor, zindana atılmıyor ama bu sefer de başımıza

    din sömürüsü belası

    geldi.

    İslamî hareketin içine birtakım sahtekarlar, münafıklar, yiyiciler, rantçılar, hergeleler, haşerat girdi.

    Bir ara

    yeşil holdingler

    kuruldu, saf Müslümanlardan büyük paralar toplandı ve ardından hileli iflaslar… Paralar gitti, ümitler kırıldı.

    Dini imanı para olan kimse, dıştan sofu ve dindar görünse bile o aslında yaman bir münafık ve mecazî mânada müşriktir. Böylelerinin Din-i Mübin-i İslam’a verdiği zararı azılı harbî kâfirler veremez.

    İslamî hareketin baş düşmanları şunlardır:

    1- Nefs-i emarelerine köle olmuş bir hısım sahte hizmetkârlar.

    2- Parayı putlaştıran, aklı fikri vurgun vurmakta olan, haram yiyen münafıklar.

    3- Yularını şeytanın eline vermiş düşük ahlaklı ve alçak karakterli kişiler.

    4- Zekatları Kur’an’a, Sünnete, Şeriata, fıkha aykırı olarak toplayan ve sarf eden kişiler.

    5- İhlassız din sömürücüleri, mukaddesat bezirganları.

    Eski büyüklerimizi hatırlıyorum: Bediüzzaman… Şeyh Abdülhakim Arvasî… Şeyh Silistreli Süleyman Hilmi Efendi… Şeyh Muhammed Zâhid Kotku… Şeyh Adanalı Muhammed Sami Efendi… Sultanahmet Camii İmamı mazanne-i kiramdan Gönenli Mehmet Efendi… Beyazıt Camii İmamı Abdurrahman Güzelses… ve ötekiler… Paraya önem vermezlerdi, zühd ve takva sahibiydiler, zenginlik istemezlerdi, değişik meşreplere sahiptiler ama hepsi ihlaslıydı.

    Yaşayanlar içinde böyle has hizmetkarlar yok mudur? Elbette vardır ve bendeniz hepsinin ellerinden öperim. İnşaallah makbul ve müstecab duaları üzerimize sâyeban olsun.

    Dini imanı para olan münafık sahte hizmetkarların şerlerinden Hak Teala Ümmet-i Muhammed’i (Salat ve selam olsun ona), Türkiye’yi muhafaza buyursun.

    Ümmet (ne kadar kaldıysa) din sömürücüsü, haram yiyici, çarpıcı, soyguncu münafıkları kusup dışarıya atmadıkça iflah olmaz, necat bulmaz.

    Onlarla uğraşmak kolay değildir. Hele bir isim verin, kimlik belirtin, boğarlar, linç ederler adamı. 10 Aralık 2015

    İffetsizlik ve Hayâsızlık Batırır

    İnsanlardaki dört önemli ve temel varlığın

    biri beyin, biri kalp, biri mide, biri tenasül uzvudur.

    Bazı insanların mideleri işkembe gibidir.

    Bazı insanlar haddinden fazla yer ve sonra geviş getirir.

    İnsan, beynini ve kalbini besleyecek kadar yemelidir.

    İyi, olgun, vasıflı Müslümanın beyni ve kalbi midesine ve cinsel uzvuna hakim olur, onu denetler.

    Mide ve tenasül uzvu baskın çıkarsa, insanın değeri ve vasfı azalır.

    Evrensel bilgeliğin temel kurallarından biri şudur:

    İnsan yemek için yaşamamalı, yaşamak için yemelidir.

    İslam’ın temel değerlerinden biri iffet ve hayâdır.

    İffetli ve hayâlı olmayan hayvandan da aşağıdır.

    Müslüman başkalarının analarına, hanımlarına, kızlarına, bacılarına kötü ve şehvetli gözle bakmaz.

    Eskiden onlarda da vardı ama bugünkü Batı medeniyeti iffet, namus, hayâ şişelerini büyük ölçüde taşa vurmuş,

    modern Sodom ve Gomore’ye dönmüştür.

    Batışı bundan olacaktır.

    Türkiye’nin İslamcı rejimi, yeni Ceza Kanunu’ndan zina suçunu çıkarmanın faturasını ağır şekilde ödeyecektir.

    M. Kemal, İsmet Paşa, Celal Bayar, Adnan Menderes, Cemal Gürsel, 12 Mart 1971 ve Kenan Evren rejimlerinde bile zina suçtu.

    İslam, başından evlilik geçmeyen zâni ve zâniyeye yüzer sopa vurur; evlilik geçenleri recmen idam eder.

    İslam’da zina suçunun ispatı çok zor olduğu için bu ceza çok az uygulanmıştır.

    İslam Şeriati, namuslu ve iffetli bir kadına zina suçu atanlara, bunu ispat edemezlerse çok ağır ceza verir. Buna

    kazf haddi

    denir.

    İslam nizamında, zina suçunun işlenmesini engelleyen ve önleyen ön tedbirler vardır.

    İslam medeniyeti ile Batı medeniyeti arasında ne kadar ihtilaflı konu ve mesele varsa, bunların hepsinde, yüzde yüz İslam haklıdır.

    Zina Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta da büyük günah ve ayıptır, ağır suçtur. Zinayı suç saymayan Yahudiler ve Hıristiyanlar kendi dinlerinden çıkmış olur.

    Kadınlar ve erkekler yüzde yüz mutlak olarak eşit değildir.

    Kadınların üstün oldukları taraflar vardır… Erkeklerin üstün olduğu taraflar…

    Âhir zamanda zinanın ve (aşırı yüksek ve büyük) binaların çoğalacağı bildirilmiştir.

    Başta zina olmak üzere azgınlıklar çoğalınca, hayâsızlık yaygın hale gelince, büyük günahlar açıkça, açıkta, küstahça işlenmeye başlanınca; toplumun üzerine gazap inmesinden, afet ve felaketlerin yağmur gibi peş peşe nüzulünden korkulmalıdır.

    Kemalist ve reformcu birtakım ilahiyatçıların İslamda recm cezası yoktur demeleri hezeyandan ibarettir. Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) zaman-ı saadetlerinde zina yüzünden recm cezası verilmiştir, hadis ve siyer kitaplarında yazılıdır.

    İffet ve hayâ değerlerini yitiren, midesi ve tenasül uzvu beynine ve kalbine galebe çalan bir İslam toplumu geleceğinden korksun.

    Kendisi iffetli ama iffetsizlikle, ahlaksızlıkla, hayasızlıkla mücadele etmiyor. Bunlar da suçludur. 11 Aralık 2015

    İslam Şehri

    1. Güvenli bir şehirdir, kapıları kilitlemeye hacet ve lüzum yoktur.

    2. Beş vakitte ezan okununca Müslümanların yüzde doksan beşi camiye namaza gider. Hayat günde beş kez durdurulur.

    3. Ramazan gündüzlerinde açıkta oruç yenmez.

    4. Kadınlar tesettürlüdür.

    5. İçki, kumar, piyango yasaktır.

    6. Faizli banka ve kredi yoktur.

    7. Karz-ı hasen sandıkları vardır.

    8. İcazetli ulema, fukaha, hademe-i hayrat yetiştiren İslam medreseleri vardır.

    9. İçinde zikrullah yapılan, olgun ve ahlaklı Müslüman yetiştirilen tekkeler vardır.

    10. İş, ticaret hayatı Fütüvvet ahlakına ve ahîlik teşkilatına göre yürütülür.

    11. Sabah namazlarında camiler dolar taşar ve namazdan sonra çarşılar pazarlar, dükkanlar erkenden dualarla açılır.

    12. Haftanın önemli günü cumadır.

    13. Cuma ezanı okununca ticaret ve iş hayatı durur, Müslümanlar Allah’ı zikr etmek üzere camilere gider. Sokaklarda meydanlarda gayr-i Müslimler, kediler, kuşlar kalır.

    14. İslam şehrinde gece hayatı, bar pavyon, batakhane, meyhane, içkili lüks otel olmaz.

    15. İslam şehrindeki Müslüman okullarında vakit namazları bütün öğrencilerin katılımıyla okul camiinde cemaat halinde kılınır.

    16. İslam şehrinde, devletin resmî vesikalarıyla vergili seks köleliği yaptırılmaz.

    17. Toplu taşıma vasıtalarında kadınlarla erkeklerin yerleri ayrıdır. Kadınları rahatsız edenlere dünyaları dar edilir.

    18. İslam şehrinde hisbe teşkilatı, âmirine bil-mâruf ve nâhine anil-münker hey’etleri vardır ve bunlar Şeriata ve İslam ahlakına aykırı bütün münker ve çirkin işleri önler ve engeller.

    19. İslam şehrinde zekatlar, Kur’an’a Sünnete Şeriata fıkha uygun şekilde toplanır ve hak sahiplerine dağıtılır. Zekat almaya ve toplamaya hakkı ve salahiyeti olmayan sahtekarlara zırnık verilmez.

    20. İslam şehrinde imaretler vardır. Yoksullar, dara düşenler oralara gider ve karınlarını doyurur.

    21. İslam şehrinde, içi boş, yukarısında el girecek bir delik olan sadaka taşları vardır, Parası olanlar oraya para koyar, ihtiyaç sahipleri ellerini sokar, bir miktar (hepsini değil) para alır.

    22. İslam şehrindeki camilerin tuvaletleri paralı olmaz.

    23. İslam şehrine gezmeye gelen insaflı düşmanlar, dost olarak ayrılır.

    24. İslam şehrinde cana kıyanlara kısas tatbik edilir.

    25. İslam şehrinde hırsızlara öyle cezalar verilir ki, hırsızlığın kökü kesilir, kimse hırsızlık yapmaya cesaret edemez.

    26. İslam şehrinde mafyalar, çeteler, itler, uğursuzlar, kadın tacirleri, zilli fahişeler barınamaz.

    27. İslam şehrinde mahkemeler işsiz, hapishaneler ıssız olur.

    28. İslam şehrinde haram rantçılık yoktur.

    29. İslam şehrinde, on beş yaşında bir çocuğun eline içi altın dolu para vererek şehrin öbür tarafına gönderilse hiç kimse yan gözle bakamaz.

    30. İslam şehrinde müstehcen ve azdırıcı yayın yapan gazeteler, dergiler, tv’ler olmaz.

    31. İslam şehrinde devlet varlık ve zenginlik sahiplerine nerede buldun, nasıl edindin diye sorar.

    32. İslam şehri bir Darü’l-Eman, bir Darü’s-saadet, bir Darü’s-sulh ve sükundur. Tek kelime ile bir Darü’l-İslam’dır. 12 Aralık 2015

    Gaflet Karanlıkları

    Büyük yoğun genel bir gaflet… Gafletin siyah bulutları her yeri sarmış…

    Neyin gafleti bu? Batı medeniyetinin, dünyeviliğin, dinden uzaklaşmanın, Deccalperestliğin getirdiği gafletler…

    En büyük gaflet Allah’ı unutmak… Peygamberi (Salat ve selam olsun ona), Kur’anı, İslam’ı, Şeriatı, ahlakı, namazı, evrensel değerleri, âhireti unutmak…

    Gaflet çukurlarına düşen insanlar koşuşturup duruyor. Günde üç dört saat trafikle pençeleşenlerin çoğunun kalp gözleri kapanmış.

    Parayı, malı, lüksü, gerekenden fazla tüketmeyi put haline getirenlerin içleri ziftlenmiş. Gaflet ziftleri.

    Şunlara bakın: Putin, Obama, Hollande, Cameron deyip duruyorlar. Nereye gittiklerinden, kendilerinden haberleri yok.

    Uçak düştü uçak düştü!.. Peki şimdi ne olacak?

    Kosova Balkanlar, Çeçenistan Kafkasya, Suriye, Irak, Filistin, Mısır, Libya, Nijerya, Somali… Kaynayan kazanlar saymakla bitmez… Ya günün birinde bu kazanlardan biri devrilirse?

    Doğudan güneydoğudan şehit tabutları geliyor. Gazetelerde, televizyonlarda tabutların başında ağlayan anneler, eşler, çocuklar görülüyor. Birtakım büyük gazetelerde ve ekranlarda bu esnada alabildiğine azgınlık ve müstehcen resimler sergileniyor.

    Önemli uyarılar da var: Sakın hamsi ile birlikte roka yemeyin… Muz kabuğunu elinize sürerseniz yumuşacık olur… Arslan timsahı nasıl parçaladı?.. Orgazm vajina seks… Şarkı söyleyen kedi…

    Şu Müslümanlar sağır mı ki, yüz desibel şiddetindeki ezanları duymuyorlar?

    Sabah namazında camiler niçin boş?

    O biçim dindar gençlik niçin sabah namazında mâbetlerde görülmüyor?

    Kadın erkek her Müslümanın mutlaka bilmesi öğrenmesi gereken ilmihal bilgileri niçin öğretilmiyor, öğrenilmiyor?

    Soğuktan titreyen şu mülteci ailenin niçin elli liralık kömürü tahta parçası yok? Bunca zekattan onlara azıcık bir pay niçin düşmemiş?

    Şu Süslüman kadın niçin rengârenk giyinmiş?

    Gaflet o kadar koyu ki, ağlayan hıçkıran bile kalmamış.

    Semada din baronları uçuşuyor.

    Bulutlar yaklaşıyor yaklaşıyor.

    Şimşekler çakıyor.

    Hoparlörler avaz avaz, cemaat çok az.

    Fitne fesat kasırgaları… Azgınlıkların her çeşidi…

    On milyonlarca Müslüman var ama İslam nerede, Şeriat nerede, Ümmet birliği nerede, Hilafet nerede?

    Trafikte beklerken, yeşil ışık yanınca hemen kornaya basan ne çok deli var aramızda.

    Beş parasız şu gerçek fakire bir sadaka taşı gösterin de, elini sokup bir çorba parası alsın.

    Acılı insanların tesellicileri nerede?

    Gözlerinizi semaya dikin, orada size bir mektup var, görebiliyor, okuyabiliyor musunuz?

    Kulaklarınızı zemine dayayın, yerden acayip gürültüler geliyor.

    Olup bitenlerin farkında değil miyiz? 13 Aralık 2015

    Kaç Çeşit Müslüman Var?

    1- Tahkiki iman sahibi, gerçekten mümin olan Müslüman: Bu Müslüman Kur’an’a, Sünnete, Şeriata, icmâya bağlıdır. Allah ile olan ahd ü misakına sâdıktır, Resulullah efendimize (salat ve selam olsun ona) biatlı, itaatli ve irtibatlıdır. Başta beş vakit namaz olmak üzere kulluk vazifelerini dosdoğru yerine getirir. Dünyaya değil, dünya vazife ve hizmetlerini yapar olduğu halde ahirete dönüktür, böyle Müslüman, yaşayan İslam’dır.

    2- Taklidî iman sahibi Müslüman: İtikadı sahih olmak şartıyla o da Kur’an’ın, Sünnetin, Şeriatın emirlerini yerine getir, yasaklarından kaçınırsa inşallah kurtulanlardan olur.

    3- Gerçek mümin olmayan, namaz kılmayan, dinden kopmuş da haberi yok sosyolojik musallâ Müslümanı: Kimliğinde dini İslam yazar, öldüğünde cenazesi cami bahçesindeki veya avlusundaki musalla taşına konur, namazı kılınır, İslam kabristanına defnedilir.

    Müslüman çeşitleri yukarıda zikredilen üç gruptan ibaret değildir. Diğerlerini de sayalım.

    Ehl-i sünnet Müslümanı… Bid’at ve dalâlet (sapıklık) fırkalarına mensup olanlar, bunların bir kısmı küfürdedir… İçi boşaltılmış Müslüman… Dindar Müslüman… Müslüman olmakla birlikte, kendisinde münafıklık sıfatları bulunan Müslüman… Aktivist Müslüman… Radikal Müslüman… Dıştan Müslüman göründüğü halde münafık kâfir olan kimse…

    Her Müslüman, bütün gayretini sarf ederek, yazının başındaki birinci maddede anlatılan gerçek mümin olmaya çalışmalıdır.

    Gerçek Müslümanın dini İslam, medeniyeti Batı medeniyeti, milleti şu veya bu kavim olmaz; dini de, medeniyeti de, milleti de İslam olmalıdır.

    19’uncu asırda Ümmeti yıkmak, Müslümanları parçalamak için azılı kâfirler, ırkçılık ve kavmiyetçilik ideolojileri çıkartmışlardır. Mesela bunlardan biri, Moiz Kohen adlı Yahudi, asıl ismini gizlemiş, Tekin Alp imzasıyla ateşli Türkçülük kitapları yazmış, bunlardan birine ”Kahrolsun Şeriat” diye bir bölüm koymuştur.

    Kurtuluş İslam’dadır… Gerçek mümin ve Müslüman olmaktadır. Gerçek mümin, hiçbir beşeri ideolojiye bağlı olmaz ona din olarak İslam yeter. İslam’ın yanına birde İslamcılık eklemez.

    Gerçek mümin, Din, İman, Kur’an konusunda kendi rey ve hevası ile konuşmaz, hüküm vermez… O, İslam’ı Efendimizle irtibatlı icazetli ulema, fukaha, meşayıh ve mürşitlerden öğrenir… İhtilaflı, çekişmeli, tefrikaya sebep olan münakaşalı mevzularda cumhur-ı ulemaya tabi olur, Sevad-ı Âzam dairesi içinde bulunur.

    Türkiye’mizde maalesef gerçek Müslümanlık, gerçek dindarlık gerilemekte, hakiki Müslümanların sayısı azalmaktadır. Halkımızı din konusunda uyarmak, aydınlatmak, bilgilendirmek için topyekun bir ıslah seferberliği ilan edilmeli ve ne gibi hizmetler yapılması gerekiyorsa, bunlar eksiksiz yapılmalıdır.

    İslam’ı kubbeli cami binasından, üç şerefeli minarelerden, yüz desibel bağıran hoparlörlerden, cami halılarından, şadırvanlardan, cami WC’lerinden, hizip ve cemaat holiganlıklarından ibaret sananlar ne zaman uyanacaklar? İnşallah çok geç kalmazlar. 14 Aralık 2015

    Savaş ve Deprem Tâlimatnamesi

    Savaş çıkarsa veya büyük bir zelzele olursa, aşağıda sayacağım şeylere (tabiî sağ kalmak şartıyla) herkesin büyük ihtiyacı olacaktır.

    1. Yeterli miktarda peksimet, bisküvi…

    2. Yeterli miktarda içme suyu…

    3. Kullanma suyu…

    4. Tıbbi ilk yardım malzemesi…

    5. Kaliteli el feneri, mum vs aydınlanma vasıtası…

    5. Uyku tulumu, battaniye…

    6. Çadır…

    Savaşta ve zelzelede ilk alacağınız tedbirler nelerdir?.. Kendinizi ve yakınlarınızı korumak için neler yapmalısınız? Bu gibi konularda mutlaka yeterli derecede bilgili ve hazır olmalısınız. Varsa bu konuda ders verilen kurslara gidiniz.

    Savaşta hangi sığınaklarda barınacaksınız?

    Zelzeleden sonra sağ kalanlar, hangi meydanlarda çadır kurup barınacaklar?

    Yağmacılara karşı ne gibi tedbirler alınacaktır?

    İstanbul’un gerçek nüfusu otuz milyonu aşmıştır. Büyük bir zelzeleden sonra depremzedelerin barınacakları açık alanlara hep büyük binalar inşa edilmiştir. Allah haram rantçıların belasını versin!

    Savaş ve deprem tahribatına karşı, sivil savunma, enkaz kaldırma, ölüleri gömme, yaralıları tedavi etme, halka ekmek ve çorba dağıtma ekiplerimiz var mıdır? Bu konuda ne gibi hazırlıklar, planlar, programlar yapılmıştır.

    Halkın yüzde kaçının kırsal kesimde, taşrada yazlıkları vardır, rakamı bilemem ama savaş patlayınca, deprem olunca yazlığı ve köy evi olanların en kısa zamanda oralara intikal etmeleri gerekir.

    Ayıptır söylemesi depremden sonra on binlerce, yüzbinlerce, milyonlarca halk, tuvalet ihtiyacını nerede görecektir?

    Allah rahmet eylesin. Ahmet Hulusi Schmiede isminde Alman mühtedisi bir dostum vardı. Türkçe’yi aksansız konuşurdu. İkinci Dünya Savaşı’nda çocukmuş, Berlin’de yaşamış, harbin son yıllarında her gece Amerikan ve İngiliz uçakları şehri bombardıman ediyormuş, düşman uçakları gelmeden önce sirenler acı acı çalıyor, halk hemen sığınaklara yerleşiyormuş. Bombardıman bazen saatlerce sürüyormuş, uçaklar defolup gidince tekrar sirenler çalıyormuş, dışarıya çıkıyorlarmış ki, her yerde yangınlar, enkaz, ortalık felaket, ekipler hemen harekete geçiyormuş, yolların ortasındaki enkaz iki tarafa yığılıyor, trafik açılıyormuş, köşe başlarında birer süt kazanı ve gerekli miktarda küçük ekmek, herkese süt ekmek veriyorlarmış, elektrikler, sular ve hava gazı birkaç saat içinde onarılıyormuş.

    Bizler, Allah bizi korusun, herhangi bir savaşta ve depremde Nazi Almanya’sı kadar tertipli, planlı, programlı, çözümlü olabilecek miyiz?

    Sadece Müslümanlara söyleyeceklerim de var: Yeterli derecede dindar olunuz… Bütçeniz, imkanınız ne kadarsa sadaka veriniz… Dua kitaplarındaki, Kur’an’dan ve Sünnetten çıkartılmış duaları ediniz… Kendinizi çekip çeviriniz, derleyip toparlayınız… İnsan günahsız olmaz ama açıkça, hayasızca, küstahça meydan okurcasına günah işleyen fasık-ı mütecahir olmayınız.

    Allah yardımcımız olsun. 15 Aralık 2015

    Hanımlara Kızlara

    Bütün Müslüman hanımefendilere, genç hanımlara…

    Öncelikle selam ve hürmetlerimi sunar, Allah’tan hayırlar dilerim.

    Sizlere bazı önemli bilgileri hatırlatmama izin vermenizi istirham ediyorum.

    Bu anlatacaklarım fakirin kendi görüşleri ve fikirleri olmayıp, İslam dininin ve ahlakının hükümleri, emirleri, yasakları ve öğütleridir. Bütün muteber kitap ve kaynaklarda yazılıdır.

    Birincisi tesettür meselesidir. Tesettür Kur’an’a, Sünnetle, icmâ ile sabittir ve zaruriyat-ı diniyedendir. İnkar eden dinden çıkar.

    Tesettürlü olan hanımlarımızın, Kur’anî ve Şer’î tesettüre girmeleri gerekir. Yabancı erkeklerin kötü bakışlarını, açık hanımlardan daha fazla çeken şeytanî Süslüman tesettürü gerçek tesettür değildir.

    Bütün Müslüman hanımlar ve kızlar, öğrenilmesi her Müslümana farz olan ilmihal bilgilerini, yeterli miktarda ve doğru olarak öğrenmeli ve hayata uygulamalıdır.

    İslam hanım ve kızlarına hoppalık, züppelik, hafiflik yakışmaz.

    Müslüman hanımefendiler ve küçük hanımlar, bilhassa öğrenciler İslam medeniyeti, kültürü, ahlakı, faziletleri ile süslü olmalıdır.

    Kadınların en büyük süsü ilimdir, ifandır, ahlaktır, iffettir, hayırseverliktir.

    Zamanımızda israf, lüks, gösteriş, caka satmak gibi ahlakî düşüklükler, faziletsizlikler yaygın hale gelmiş, çılgınlık derecesine varmıştır. Allah’a, Kur’an’a, Peygambere (Salat ve selam olsun ona), Sünnetine, Şeriata bağlı faziletli hanımlarımız bunlardan uzak durmalıdır.

    Müslüman, içinde içki satılan ve içilen, fuhuş yapılan lüks otellerde konaklamaz…

    İçkili veya içkisiz lüks ve israflı restoranlarda yemek yemez.

    Müslüman anneler oğullarına ve kızlarına ilmihallerini ya bizzat öğretmekle veya bir Ehl-i Sünnet hocası vasıtasıyla öğrettirmekle yükümlüdür. Bunu yapmazlarsa sorumlu ve günahkar olurlar.

    Çocuklar yedi yaşından itibaren namaza alıştırılmalı ve buluğa ermelerinden sonra intizamlı bir şekilde kıldırılmalıdır. Anne namaz kılıyor, kılması gereken çocukları kılmıyor. Bu, büyük bir dengesizlik ve noksanlıktır.

    Hanımlarımız ve kızlarımız geleneksel İslamî ve millî sanatlarımızdan birini öğrenmeli, ürün vermelidir. Fakirler bütçelerine katkı sağlar, zenginler ise sanattan kazandıkları ile hayır yaparlar.

    Şöyle laflar duyuyorum: Biz zekatımızı verdikten sonra istediğimiz masrafı yaparız… Bu söz İslam’a uymaz. Zekatını veren zengin kişiler, israf yapamazlar, lüks hayat çılgınlıklarına dalamazlar, kanaatli yaşamaya mecburdurlar.

    Müslüman hanımlar evlerini, bilhassa misafir kabul ettiklerini salonlarını İslam medeniyetine, kültürüne sanatına göre döşemekle mükelleftir. Her Müslüman evinin görünür bir yerinde (aile dar bütçeli ise) matbaada basılmış, (zengin ise) el yazısıyla yazılı ve tezhipli bir Hilye-i şerif bulunmalıdır.

    Muhterem İslam hanım ve kızları aşağıda sayacağım laubaliliklerden uzak durmalıdır:

    1- Rengarenk kitsch=rüküş sahte şeytanî tesettür kıyafetleri.

    2- Toplantı salonlarında kadın erkek karışık oturmak.

    3- Yaz aylarında bir külah dondurma alıp sokakta herkesin arasında yalaya yalaya yürümek.

    4- Evinin dışında kamu alanlarında kahkahalarla gülmek.

    5- Sokakta mahremi de olsa bir erkekle el ele tutuşmak.

    6- Yeme içmede, giyim kuşamda, mefruşatta (ev döşemesinde, mobilyalarda) aşırı lükse ve israfa kaçmak.

    7- Daha yazacak çok şey var ama bu kadarla yetiniyorum.

    Sürç-i lisan ettimse bağışlanmamı istirham ediyorum. 16 Aralık 2015

    Bir Yalancıya ve Müfteriye

    Bu fakiri tarikat ve tasavvuf düşmanı olmakla suçlayan yalancıya ve müfteriye (iftira atana) cevabımdır:

    Kur’an’a, Sünnete, Şeriata, fıkha bağlı gerçek tarikatlara büyük hürmetim, sevgim ve bağlılığım vardır.

    Gerçek şeyhlere çok değer verir ve hepsinin ellerinden öperim, dualarını beklerim.

    Şeriatsız tarikat olmaz. Önce Şeriat, sonra tarikat.

    Ucu Resullerin seyyidi olan Muhammed Mustafa’ya (Salat ve selam olsun ona) ulaşan silsile ve icazete sahip gerçek şeyhler ve mürşidler bizim en değerli ve kıymetli varlıklarımızdır.

    Anadolu ve Rumeli coğrafyasına İslam tarikatlarla, şeyhlerle girmiştir.

    Bizim pirimiz Ahmed Yesevî hazretleridir.

    Şeriata bağlı bütün tarikatlar haktır.

    Gerçek Tarikatlar, ehl-i Sünnet ve Cemaat sahih itikadına bağlıdır.

    Gerçek şeyhlere ne kadar hürmetkar ve bağlı isem; sahtelerine, müteşeyyihlere, yalancı şeyhlere, din sömürücülerine o nispette karşıyım.

    Gerçek şeyhler ve mürşidler Resulullah’ın, Ashab-ı güzinin, Ehl-i beytin, Selef-i Sâlihî’nin, eimme-i müctehidinin ve kibar-ı evliyaullahın ahlakıyla ahlaklıdır.

    Hiçbir gerçek tarikatlı ve sûfî, ruhbanları erbab haline getirmez, onları putlaştırmaz.

    Bütün gerçek şeyhler, kendilerini sevenleri, ruhbanları erbab haline getirmek günahına karşı uyarırlar ve böyle bir şey olursa onları azarlar ve gerekirse tard ederler.

    Gerçek şeyhler müridlerinden para toplayıp zengin olmazlar.

    Onlar zahir ilimlerinde fakihtir.

    Beş vakit namazı dosdoğru kılarlar.

    Farz namazları cemaatle kılarlar.

    Bağlılarına müstakim olmayı, doğruluk ve dürüstlüğü tavsiye ederler.

    Gerçek şeyhlerin hem kendi müridlerine, hem öteki Müslümanlara, hem de bütün insanlara faydası dokunur.

    Gerçek şeyhler, durum ve imkanlar ne kadarsa o nispette emr-i mâruf ve nehy-i münker yapar.

    Gerçek şeyhlerin tarikatları Nakşî, Kadirî, Halvetî olabilir ama esasta onların her biri öncelikle Tarikat-ı Muhammediye’dir, Nakşilik ve sair isimler şube ismidir.

    Gerçek tarikatlar ve gerçek şeyhler kendilerine intisab eden Müslümanları daha iyi, daha dindar, daha doğru, daha vasıflı Müslümanlar haline getirir, olgunlaştırır.

    Gerçek tarikatlara nâkıs girenler kemal bulur, ham girenler olgunlaşır.

    İftiralarınızı, yalanlarınızı reddediyorum.

    Israr ederseniz hakkımı helal etmem, Rûz-i Mahşer’de sizden davacı olurum. 17 Aralık 2015

    Kimlik Kaybı

    Bundan yüz küsur sene önce, Sultan Abdülhamid devrinde yaşayan Sünnî Müslümanlar, yüzde doksan beş musalli Müslümanlardı, yani namaz kılan Müslümanlar. Batıya açılmış pencere Galatasaray Sultanîsi’nde (Lisesinde) bile Müslüman talebelerin tamamının, vakit namazlarını okulun büyük camiinde, maaşını devletten alan resmî imamın ardında topluca, bir eksiksiz cemaatle kılmaları kesinlikle mecburî idi. Yüz sene sonra, günde beş kez muntazaman namaz kılanların sayısı çok azaldı, çoğunluk musalli olmaktan çıktı, musallâ Müslümanı oldu; yani öldüğünde tabutu cami avlusundaki taşa konuyor, namazı kılınıyor ve İslam kabristanına gömülüyor. Musallâ Müslümanı sosyolojik bir Müslümandır. Bugün İmam-Hatip liselerinde, İlahiyat fakültelerinde bile farz namazların cemaatle kılınması mecburi değildir.

    Musallîlikten çıkıp musalla Müslümanı olmak büyük bir kimlik kaybı değil midir?

    Çocukluğumdaki Müslüman mektep medrese görmüş büyükler ilmihallerini bilirdi. Bugünkü Müslümanların çoğunluğu ilmihalini bilmiyor. Bu da büyük bir kayıptır.

    1920’lere kadar büyük küçük her şehirde medreseler, tasavvuf tekkeleri, İslam mektepleri varmış. Onlar da yok. Onlar olmadan İslamî kimlik olur mu?

    İnsanın jenetik yapısı, ADN’leri, kan grubu değişmez ama dinî ve kültürel kimliği yüzde yüz olmasa bile değişebilir, kayıplara uğrar.

    Müslümanlar yabancılaşabilir.

    Cevheri, malzemesi, tahtası, kumaşı çok sağlam, çok kıymetli olan istidatlı, akıllı, kabiliyetli altın çocuğumuz bile, iyi bir İslamî eğitim görmezse kayba uğrar.

    Derin şirk, küfür, nifak, dalalet (sapıklık) güçleri; dinin içini boşaltmak, Müslümanları İslam’a yabancılaştırmak için şeytanî planlar projeler yapmıştır.

    Türkiye’de dominant kültür, Ehl-i Sünnet kültürüdür. Ehl-i Sünnet kaldırılmak, yerine light ve ılımlı bir İslam getirilmek istenirse yabancılaşma, kimlik kaybı başlar.

    İslam bir bütündür. Bu bütünün zarurî parçaları vardır. Başsız, beyinsiz, kalpsiz vücut yaşamaz.

    Ehl-i Sünnet İslamlığının beyni İslam medreseleri ve İslam mektepleridir. Kalbi, Şeriata bağlı olmak şartıyla tasavvuf ve tarikatlardır. Bunlar olmadan Müslümanlar izzet ve hürriyet içinde yaşayamaz.

    Osmanlı’yı ayakta tutan, onu bir cihan devleti yapan, onu altı yüz küsur sene pâyidar kılan güç Ehl-i Sünnete bağlı olmasıydı.

    BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ile Ehl-i Sünnetin üstünlüğünü kaldırmak, onu öteki fırkalar seviyesine indirmek isteyen bir zihniyetle karşı karşıyayız. Bu zihniyet, açık ve harbî İslam düşmanlığından daha tahripkâr ve yıkıcıdır.

    Son altmış yıldır durmadan yeni camiler yaptırıyoruz ama onların iki payandası ve desteği olan medreseler ve tekkeler konusunda bir şey yaptığımız yok.

    Medrese ve tekke olmadan cami ayakta durmaz.

    Bilhassa sabah namazlarında ve diğer vakitlerde içinde çok az, gayet yetersiz cemaat bulunan camiler, altın yaldızla süslü olsalar da yine mânen haraptır.

    Önemli olan caminin kubbesi ve minaresi değil; mihrabına geçen imamı, minberine çıkan hatibi, kürsisine oturan vaizidir. Bunlar da medreselerde, dergahlarda yetişir.

    Keşke, İslam kimliği nasıl korunur, tahribat nasıl telafi ve tamir edilir konusunda ehil kimseler raporlar yazsa, teklif temenni çare ve çözümler bulsa ve bunlar hayata geçirilse.

    Bendeniz, öncelikle Ehl-i Sünnet medreseleri ve tekkeleri açılmasını teklif ediyorum. Sadece bunlar yetmez ama bunlarsız da olmaz. İlk önce bunlar. Laf medreseleri ve tekkeleri değil, gerçek ve vasıflı İslam medreseleri ve tekkeleri. Yeni Gazalîler, Aziz Mahmud Hüdâîler yetiştirecek ilim ve irfan ocakları. 18 Aralık 2015

    Dönme Medyanın Müstehcen Yayınları

    Üçüncü dünya savaşının ayak sesleri duyuluyor…

    Büyük İstanbul zelzelesi ne zaman?..

    Güneydoğu’daki bir ilçenin öğretmenlerine Millî Eğitim Bakanlığı şehri terk edin demiş, hepsi bavullarını alıp kaçmışlar.

    Diyarbakır’ın bazı mahallelerinde sokak savaşları oluyor.

    Nusaybin boşalıyor…

    Ülkede iki buçuk milyon Suriyeli mülteci var. Bunların hali ne olacak?

    Rusya meyve ve sebzelerimizi geri gönderiyor.

    Her taraftan vahim haberler geliyor.

    Şehitlerimiz, yaralılarımız…

    Yıkılan şehirlerimiz…

    Ortalık allak bullak…

    Peki bizim Dönmeler ve Benzetilmişler ne yapıyor?

    Film setindeki sevişme sahnesi gerçekmiş.

    Filan o biçim manken “Benim hayatım seksten ibarettir” demiş.

    Filan futbolcu kaçamak yapmış.

    Vajina ve penis… Orgazma… Afrodizyak meyveler…

    En iğrenç en müstehcen en bayağı en hayâsız yayınlar.

    Saçma sapan magazin haberleri. Güldüren kedi ve tavşan videoları.

    Yılbaşını Malta’da geçirmeye ne dersiniz?

    Futbol futbol futbol… Şikeler mikeler…

    Soruyorum: Yurtta, Ortadoğu’da, dünyada bu kadar vahim ve korkutucu olaylar olurken böyle bir medya ile Türkiye selamette kalabilir mi?

    M. Kemal ve İsmet Paşalar zamanında bile bu kadar azgın müstehcen yayın yapılabilir miydi?

    Medenî ülkelerde medya dördüncü kuvvet, bizde birinci kuvvet.

    Böyle bir birinci kuvvet bizi yıkmaz, batırmaz mı?

    Halen yürürlükte olan Ceza Kanunu’muzda müstehcen, ahlaksız yayınları suç sayan ve cezalandıran maddeler var. Yargı makamları bunları niçin uygulamıyor?

    Beş vakit namaz kılan dindar savcılarımız niçin harekete geçmiyor?

    Eskiden bu kadar aşırı ve azgın müstehcen neşriyata Kemalist ve laik savcılar bile müdahale ederdi. Müslümanlara ne oldu?

    Dindar, sofu Müslümanlar niçin yasal sınırlar içinde protesto etmiyor tepki göstermiyor?

    Vazifelerini yapmayan sorumlular ve yetkililer kimden korkuyor?

    Müslümanın önce Allah’tan korkması gerekmez mi?

    Milyonlarca Müslümanın, çirkin ve yaygın müstehcen yayınlar konusundaki sessizliğinin sebebi nedir?

    Birtakım derin egemen azınlıklar Türkiyemizi modern bir Sodom ve Gomore haline getirmek istiyor. Onlara karşı niçin susuyoruz?

    Halk yığınlarını bu konuda hangi güçler ve kurumlar (yasal sınırlar içinde) tahrik edecektir?

    Diyanet’in, müstehcen yayınlar konusunda bir vazifesi yok mudur ki, bu konuya hiç temas etmiyor?

    Birileri, biz ahlaksızlık yapmıyoruz demekle kurtulabileceklerini mi sanıyorlar?

    Ümmet birliği ve teşkilatı olmazsa, başta Müslüman halkın biat ve itaat ettiği râşid ve âdil bir Halife bulunmazsa, işte böyle olur. Ne mi olur? Memleket pislik deryaları içinde kalır. 19 Aralık 2015

    Havf ile Reca Arasında Olmak

    Ehl-i sünnetin temel inanç bilgisi kitaplarından biri olan Sevâd-ı Âzam’ın, 59’uncu meselesinde, büyük İmam (din önderi) Hakîm es-Semerkandî hazretleri şöyle yazıyor:

    “Müslüman, son nefesini nasıl vereceği endişesiyle Allah’tan korkmalıdır. Çünkü imanla mı, imansız olarak mı göçmüşler gibi küfürle mi gideceğini bilmemektedir. Son nefes korkusunu hissetmek bütün Müslümanlara farzdır.”

    Ehl-i Sünnet, Müslümanın havf ve reca arasında olması gerektiğini bildirir. Mü’min hem Allah’tan çok korkacak, çekinecek, hem de O’ndan çok ümit edecektir.

    Tek başına havf ve ümitsizlik küfürdür, tek başına ümit de öyledir.

    Ehl-i Sünnetin büyük İmamı Ebû Hanife hazretleri “Kulun imanının en fazla tehlikede olduğu an ölüm anıdır” buyurmuşlardır.

    Ömrünün ölümüne imanla bitişeceği konusunda endişeli ve tedirgin olmayan Müslüman gaflete düşer ve Allah saklasın büyük zarara uğrayabilir.

    Zamanımızda bazı kimseler, öleceğim zaman, can çekişirken şeyhim gelir beni kurtarır diyorlar. Bu zihniyet Ehl-i Sünnete aykırıdır.

    Bir Müslümanın, Kur’an’a ve Sünnete bağlı icazetli gerçek bir şeyh efendiye, bir mürşid-i kâmile bağlı olması elbette çok iyi bir şeydir ama bu bağlılık hüsn-i hâtime konusundaki endişeleri, korkuları, havfı kaldırmamalıdır.

    Hüsn-i hâtime korkusuna sahip olan Müslüman din konusunda çok hassas ve dikkatli olur.

    İtikadını tashih eder, inanç konusundaki sapıklık ve bid’atlerden uzak durur.

    Beş vakit namazı dosdoğru kılar.

    Allah ile olan bütün işlerinde ihlaslı olur.

    Yaratıklara karşı adaletli ve insaflı olur.

    Kur’an’ın emirlerini yerine getirir, yasaklarından kaçınır, öğütlerini tutar.

    Diline eline beline hâkim olur, yalan söylemez, gıybet ve iftira etmez, başkalarının ayıplarını ve günahlarını araştırmaz.

    Ölürken benim şeyhim gelir, beni âhirete postalar diyen kimse gaflete düşer ve vazifelerini ihmal eder.

    Dinî konularda, din büyüklerinin söylediklerine, yazdıklarına dikkat etmeliyiz.

    Şu hususu da belirtmek gerekir ki: İcazetli, muttaqi, muhlis, Resulullah (Salat ve selam olsun ona) ile irtibatı olan gerçek bir şeyh ve kamil bir mürşid müridine faydalı olur ama böyle olmayan müteşeyyihler büyük zarar verir.

    Her şeyh gerçek şeyh değildir. Gerçek şeyhler, kâmil mürşidler kibrit-i ahmer gibidir, çok kıymetlidir. Onlara ne kadar hürmet edilse, yaptıkları hizmetler ne kadar övülse azdır. Onlara bağlanan ve nasihatlerini tutan kimselerin âkıbetleri inşaallah hayr olur.

    Âkıbetimizin hayr olması, havf ile reca arasında bulunmamızı gerektirir.

    Kişinin evinden sabahleyin mü’min olarak çıktığı ve akşama kafir olarak döndüğü âhir zamandayız. Allah’tan hüsn-i hâtime dileyelim ve bu konuda çok hassas ve tedirgin olalım.

    İki yüz sene öncenin büyük şeyhi, zamanın gavsı Halid-i Bağdadî hazretlerinin mektuplarının başında besmele, hamdele, salvele ve muhatabına selamdan sonra, “Ne olur, bu fakirin hüsn-i hâtime ile göçmesi için dua buyurunuz” mealinde cümleler yar almaktadır. İbret alalım, gaflete düşmeyelim. 20 Aralık 2015

    Eğitim İyi ve Üstün Olmazsa

    Bir ülkenin eğitim sistemi iyi olmazsa, devlete (rejime değil!) halka vatana hizmet edecek vasıflı kuşaklar yetiştirilmezse, oradaki durum iyi olmaz.

    Kötü, yetersiz, çapsız eğitim sistemi ile ayakta durulmaz.

    İyi eğitim sistemi akl-ı selime (sağduyuya), bilgeliğe dayanır.

    Bütün ideolojiler az veya çok bozuktur. Herhangi bir ideoloji üzerine kurulu, ona hizmet eden eğitim sistemleri, dıştan iyi görünseler bile iyi değildir.

    Bugünkü eğitim sistemimiz doğru dürüst mantık kültürü bile veremiyor. Bir ülke, bir devlet mantıksız kurtulamaz, yücelemez.

    İslam hak dindir, hak medeniyettir. İslam’a karşı olan bir eğitim sistemi bâtıldır.

    İyi bir eğitimin üç boyutu vardır: Doğru inançlar ve bilgiler öğretir… Ahlak ve karakter terbiyesi verir, okuttuğu kuşakları fazilet ve meziyetlerle süsler… Üçüncüsü: Estetik, güzellik, sanat boyutu kazandırır.

    Bir eğitim sistemi yeni nesillere, çocuklara ve gençlere bu üçünü birden kazandıramıyorsa; kötüdür, bozuktur, çarpıktır, zararlıdır, yıkıcıdır, tahripkârdır.

    Bir ülkedeki maddî, teknik ilerlemeye paralel olarak; ilim, irfan, ahlak, fazilet, adalet, hikmet, sanat ilerlemesi yoksa, maddî kalkınma pâyidar olmaz, sonunda yıkılır.

    İşin başı inançtır, ilimdir, irfandır, ahlaktır.

    Eğitimin temel vazifelerinden biri doğru düşünmeyi ve doğru ile yanlışı birbirinden ayırt etmeyi öğretmektir. Bunu yapamayan bir eğitim sistemi yakar, çökertir.

    Ülkenin ve halkın millî kimlik ve kültürüne karşı olan, onu silip yerine bâtıl ve sapık bir ideolojiyi hakim kılmak isteyen eğitim halkı ve gençliği bozar, aliene eder, yabancılaştırır.

    Gerçek İslam’ın yerine light ve ılımlı İslam getirmek isteyen eğitim sistemi çürütür ve bozar.

    Faydalı okullara ham girenler, pişmiş ve yetişmiş olarak mezun olmalıdır.

    Eksik girenler tamamlanmalıdır.

    Eğitimde fizik, kimya, cebir, geometri esas değildir, bunlar önde gelmez. Eğitim, öncelikle zengin yazılı edebî lisanı öğretmelidir. Tarih ve sanat kültürü vermelidir.

    Liseden mimarlık ve şehircilik kültürü (uzmanlığı demedim) edinmeden mezun olanlar, ülkelerini çirkinleştirir.

    Bir ülkeyi ayakta tutan, oradaki liselerin seviyesidir.

    Liseler küçük beyefendiler ve küçük hanımefendiler yetiştirmelidir.

    Yakın tarihte Dönmeler, Müslüman çoğunluğu cehaletle terbiye ettiler.

    Cehalet karanlık getirir.

    Vasıflı Müslümanlar iki şeyi yakalamakla yükümlüdür:

    Birincisi, İslam’ı iyi ve doğru olarak bilecekler, ikincisi çağı ve genel kültürü iyi bilecekler, iki konuda da üstün olacaklardır.

    Bu iki sahada karşıtlarına ve düşmanlarına üstün olamazlarsa hayat savaşını kazanamazlar ve hür yaşayamazlar. Cahilliğin sonu zillet ve köleliktir. Türkiye’nin yükselmesi, kurtulması, aziz olması için gerçek İslamî eğitim verecek vasıflı İslam mekteplerinin açılması gerekir.

    Kelle sayısı bakımından çoğunlukta olan Müslümanlar bunu yapamazlarsa, kendi vatanlarında sömürge yerlisi olarak yaşayacaklar, horlanacak ve ezileceklerdir. Büyük çoğunluğu da bunun farkında olmayacaktır.

    Camiler, İslam mektepleri olmadan ayakta duramaz, mânen harap olur. 21 Aralık 2015

    Kibirli Firavun’lar Nemrud’lar

    Bütün Müslümanlara selam ve hürmetlerimi sunuyor, aşağıdaki yazımın dikkatle okunmasını, sapla samanın birbirine karıştırılmamasını çok istirham ediyorum.

    İhtiyacından çok fazla büyük, çok ihtişamlı, estetik kıymeti olmayan, kitsch=rüküş eşya ve mobilya ile dolu evi yüzünden; kibirlenmek, gururlanmak, caka satmak Firavun ve Nemrud ahlakıdır, böyle bir şey olgun, vasıflı, vicdanlı, ahlaklı, faziletli Müslümana asla yakışmaz.

    Lüks, israflı, pahalı otomobil konusunda da durum böyledir. İhtiyacının kat kat fazlası lüks, cafcaflı, ihtişamlı, israflı otomobili dolayısıyla gurura, kibre kapılmak Firavun ahlakıdır. Kâmil Müslüman bundan uzak durur.

    Çok pahalı, lüks markalı giysileriyle, gömlek kravat ayakkabıları ile övünmek, gururlanıp kibirlenmek de Firavun ahlakıdır. Yanlış anlaşılmasın, iyi giyinilmesin demiyorum, benim dediğim şudur: Lüks ve israflı giyinip, bundan dolayı kibirlenmektir. Hem israf günahı var, hem de kibir…

    İnsana değer veren, insanı insan eden şeyler; lüks, israflı mallar, para, maddî zenginlik ve eşya değildir. İlimdir, irfandır, ahlaktır, fazilettir, edeptir, sanattır, iyilik yapmaktır, fakirlere yardım etmektir, hikmettir.

    Daha da açıklayayım:

    Vatandaş çok zengin… Parasıyla lüks ev sahibi olmuş, lüks otomobil almış… Buna da fazla bir şey demiyorum ama bu ev ve otomobil yüzünden gurura, kibre kapılıyorsa işte Nemrutluk, Firavunluk ve (….)lik burada başlar.

    Bir ateist, bir ehl-i dünya, bir densiz, bir beyinsiz; malla mülkle malikane ile otomobil ile gururlanıp kibirlenebilir ama bir Müslüman asla böyle yapamaz. Çünkü Müslüman Kur’an’a inanan, Peygamberi örnek ve model (usve) kabul eden, İslam ahlakı ile ahlaklı bulunan bilge kimsedir. Ona böyle Nemrudluklar, Firavunluklar, (…..)ler yakışmaz.

    Dinimiz bazı sefihliklerden, beyinsizliklerden bahs eder ve bu konuda Müslümanları uyarır. Gurur ve kibir kötü huylardandır ve sahibini kötü duruma düşürür. Büyüklük Allahü Teala’ya mahsustur. Dünya zenginliği, para bolluğu, mal çokluğu bir imtihandır. Allah sana bunları vermişse bol bol mâlî (malla, parayla) ibadet ve hayır yapacaksın. Zekat vereceksin, zekatın ötesinde sadaka vereceksin, fakirlere muhtaçlara yardım edeceksin. Hayrın hasenatın hayvanlara kadar uzanacak.

    Müslüman, zekatını verdikten sonra her harcamayı yapamaz, parasını sorumsuzca harcayamaz.

    Milyonlarca fakir vatandaşımız var, nice miskin Suriyeli mülteci var. Onları yok farz edip şeytanca israf etmek Müslümana yakışmaz.

    Kur’an müsrifler için “onlar şeytanın kardeşleridir” buyurmaktadır.

    Parası olup da mütevazı yaşayanlara ne mutlu.

    Alçak gönüllülere ne mutlu.

    Allah’tan korkanlara ne mutlu.

    Allah’ın verdiği nimetleri paylaşanlara ne mutlu.

    Lüks israflı hayat kurbanlarına yazıklar olsun!

    Firavunlar, Nemrudlar, sefihler zamanı gelince hesap vereceklerini unutmasınlar.

    Allah müsrifleri (israf edenleri, saçıp savuranları) sevmez…

    Gurur ve kibir büyük günahtır, Cehenneme götürür. 22 Aralık 2015

    Çarşaflı Inegöl Hanımları

    İnegöl’den gelen yirmi beş kadar lise, İmam-Hatip, üniversite öğrencisi Müslüman hanımlar ve idarecileriyle görüştüm. Kıyafetleri bendenizi çok memnun etti ve sevindirdi. Hepsi siyah çarşaf giymişti. Kur’anî, Nebevî, Şer’î tesettür ile kapalıydılar. Hepsi Osmanlıca öğreniyormuş. İçlerinde Gürcistan’dan gelmiş hanımlar da vardı. Allahü Teala, rızasına uygun ihlaslı başarı versin.

    Onlara, min gayri haddin bazı tavsiyelerde bulundum.

    1. Osmanlıca yazmayı ve okumayı o kadar mükemmel öğrensinler ki, bir müddet sonra Türkçe özel notlarını bu millî yazımızla yazsınlar.

    2. Mutlaka millî İslamî sanatlarımızdan birini öğrensinler ve ürün verip, az da olsa (mâkul ölçülü insaflı ücretler alarak) bundan gelir elde etsinler.

    3. Ehl-i Sünnet dairesi içinde din kültürüne sahip olsunlar.

    4. Yeterli miktarda genel kültürleri olsun.

    5. Şu anda Müslüman kız öğrenciler, erkek öğrencilerden daha gayretlidir. Bugünkünden de çalışkan, gayretli, (olumlu mânada) hırslı olsunlar ve inşaallah ileride Din-i Mübine ve Ümmet-i merhumeye hizmet etsinler. Müslüman dindar Halide Edib’ler olsunlar.

    6. İnegöl büyük bir şehir. İnşaallah teşebbüs edilsin, oraya hattatlar, ebrucular, tezhip hocaları ve başka sanatkar öğretmenler getirilsin ve bu İslamî sanatlar ve diğerleri orada öğretilsin yayılsın.

    7. Bir şehrin gerçekten İslam şehri olması için camiler, minareler bulunması, ezan okunması, halkın bir kısmının namaz kılması yeterli değildir. İslam şehrinde mutlaka şu kurumlar ve faaliyetler olmalıdır:

    (a) İcazetli Ehl-i Sünnet hocası, ulema ve fukahası yetiştiren İslam medreseleri…

    (b) Başında icazetli gerçek şeyhlerin bulunduğu ve içinde zikrullah yapılan, olgun Müslüman yetiştirilen tasavvuf tekke, zaviye ve dergahları…

    (c) Kur’ana, Sünnete, Şeriata uygun eğitim yapılan ve öğrencilerinin tamamının cemaatle vakit namazı kıldığı İslam Mektepleri…

    (ç) Cuma ezanı okununca ticaretin durması, bütün dükkanların atölyelerin iş yerlerinin ofislerin kapatılması…

    (d) Şehirde yeterli miktarda edib, zarif, ziyalı, kültürlü Müslümanın bulunması…

    8. Osmanlıca öğrenen İnegöllü hanımların her birinin birer Türkçe eski risaleyi, kitapçığı Kur’an yazısından Latin harflerine yanlışsız bir şekilde çevirmesinin ve bunların basılmasının iyi olacağını, basılması hususunda bir ikisine bendenizin de katkıda bulunabileceğini ilave ettim.

    9. Müslümanlar kurtulmak ve fâni dünyada İslam’a uygun bir hayat sürmek istiyorlarsa; her konuda, ilimde irfanda hikmette sanatta İslam karşıtlarından ve din düşmanlarından üstün olmalıdır.

    İnegöl biz Müslümanların çok eski şehirlerimizden biridir. Seksen beş, doksan yıl önce orada medreseler, tekkeler vardı. Hiçbir Müslüman hanım, (bir teki bile) açık değildi. Ezan okununca erkeklerin yüzde doksanı camiye gidip namaz kılıyordu.

    Şu anda durum böyle değil. Müslümanların büyük kısmı namazı yitirmiş ve dünya şehvetlerine kapılmışlar. Kadınların önemli kısmı açılmış saçılmış. Mübarek Ramazanda açıkta oruç yeniyor. Bütün gayretli Müslümanların mâruf ile emr ve münkerden nehy hizmetleri yapması gerekir.

    Bu hizmetler herkesin re’y, hevâ ve kafasına göre yapılmaz. Planlı ve programlı olması icap eder… Bütün İnegöl Müslümanlarına selam ve hürmetler eder, büyük küçük herkesin elinden öperim. 23 Aralık 2015

    Takkeme Dair

    Zaman zaman başıma taktığım serpuşumu diline dolayan ve efendi bir insana yakışmayan hakaretler savuran Dönmeye:

    O fotoğrafta gördüğünüz takke ile ilgili size bazı bilgiler vermek isterim.

    İpliği Özbekistan’dan getirilmiş… İstanbul’da tabiî boyalarla boyandıktan sonra bu iplikler Ermenistan’a gönderilmiştir… Orada bu işi yapan bir aile tarafından Selçuklu motiflerine göre göz nuru dökerek ve büyük bir hassasiyet ve dikkat ile iğneyle nakş edilmiştir… Dünyanın başka bir yerinde aynı mükemmeliyette yapılamamaktadır.

    Bu takkeler ABD’nin

    Texas

    eyaletindeki

    Santa Fe

    şehrine ihraç edilmektedir. Bir Amerikalı İstanbul’u gezerken görmüş, çok beğenmiş ve getirtip ticaretini yapmaktadır.

    Büyük emek mahsulü olduğu için fiyatı biraz pahalıdır.

    Takkem gerçekten bir sanat eseridir. İşleme ameliyesinin Ermenistan’da yapılmasına rağmen millî İslamî bir serpuştur. Başımda böyle bir başlık bulunmasından dolayı iftihar ederim.

    Bu yüzden bana insafsızca ve edepsizce saldıran bay Dönmeye soruyorum:

    Benim takkem ile uğraşacağınıza, aynaya baksanız daha iyi olmaz mı?

    Hem Atatürkçü geçiniyorsunuz, hem de başı açık olarak geziyorsunuz. Kemalizm ideolojisinin temel maddelerinden biri şapka giymek değil midir? Başı açık gezmek suretiyle Atatürk’e karşı gelmiş olduğunuzun, Şapka Kanunu’nu ve devrimini çiğnediğinizin farkında değil misiniz?

    Bir seçim yapın… Silindir şapka… Melon şapka… Fötr şapka… Hasır şapka… Kolonyal şapka, hani şu Avrupalıların sıcak ülkelerde giydikleri sömürgeci şapkaları… Kuş tüylü Bavyera şapkaları… Papaz şapkası… Haham şapkası… Lenin’in kasket şapkası…

    Size en çok hangisi yakışır? Kolonyal şapka mı, haham şapkası mı?.. Bence kolonyal şapka… Öyle ya, siz egemen azınlık mensubusunuz, Müslüman çoğunluk ise sizin gözünüzde ikinci sınıf vatandaş, koloni yerlisi…

    Bazı Dönmelerin fese, sarığa, takkeye olan aşırı ve gülünç düşmanlıkları medeniyet ve tolerans dışı bir harekettir.

    Japonya’da kimonoya böyle düşmanlık yapılıyor mu?

    Şu husus da unutulmasın ki, 1923’te Cumhuriyet ilân edilince bütün Türkler ve Müslümanlar ya fes giyiyordu ya sarığa benzer bir serpuş. O yıl, İstanbul’da bazı züppe ve Dönme Türkler fesi bırakıp şapka giymeye başlayınca İstanbul polisi bunları tutuklamaya başlamıştı. Bir Türk, bir Müslüman nasıl olur da sömürgecilerin, emperyalist Batının, küfrün sembolü olan başlığı başına geçirebilir gerekçesiyle. Bu anlattığımı, o zamanın İstanbul Emniyet Müdürü olan

    Hüsamettin Ertürk’ün hatıralarında okuyabilirsiniz.

    Bay Dönme!.. Hürriyet var, elbette benim güzel ve estetik takkemi eleştirebilirsin. Lakin ciddî, tutarlı, terbiyeli, medenî, efendi olmak zorundasın. Devran değişti, eski zulüm ve tepeden bakma günleri geride kaldı. Ben de bu ülkenin vatandaşıyım, üstelik yaşım seninkinden fazladır. Edepli olacaksın, terbiyeli olacaksın, medenî olacaksın, edebiyatını çok yaptığın toleransa sahip olacaksın.

    Fes giyerim, kalpak giyerim, başıma imame sararım, bunlar seni ilgilendirmemelidir.

    Gözünü aç ve Japonlara bak. Onlar Osmanlıca’dan bin kat zor ve çetrefil kendi millî yazılarıyla ilimlerde, teknikte, sanatlarda, düşüncede dünyayı hayran bırakan başarılara, ilerlemeye imza attılar.

    Bir toplumun şapka ile Latin alfabesi ile ilerleyeceğini sanmak akıllılık mıdır, akılsızlık mıdır? Şapka Kanunu’nu ve devrimini ayaklar altına alıp benim zarif takkemle uğraşman gülünç bir çelişki değil midir? Kendi ayıbına bak ve fazla saldırgan olma. 24 Aralık 2015

    Böyle Azgınlık Görülmedi

    Müslümanlar İstanbul’u feth edeli beş yüz elli küsur sene olmuş. Bu uzun müddet içinde şehirde bugün olduğu kadar azgınlık ve günah, fısk ve fücur olmamıştır.

    Büyük şehirlerde elbette günah olur, fuhşiyyat olur, suç işlenir ama bunun bir sınırı vardır. İstanbul’daki kötülükler sınırı aşmıştır.

    Dinsizlerin azgınlıkları, dindarların nemelazımcılığı yüzünden dev kent yer yer Sodom Gomore’ye dönmüştür.

    Dünyada en fazla cami binası olan şehir İstanbul’muş… Bina sayısı olarak öyle olabilir ama birkaç gün sabah vaktinde camileri dolaşın, bunların hemen hemen boş olduğunu göreceksiniz. Nerede o dindar geçinen liseli ve üniversiteli gençler? (Her sabah dolan Eyüp Sultan Camii’ni örnek olarak göstermeyiniz. O bir istisnadır ve istisnalar kuralı bozmaz. İstanbul’un Müslüman halkı büyük ölçüde namazı, bilhassa sabah namazını terk etmiştir.)

    Kur’an’da haram ve günah olarak bildirilen bütün günahlar bu şehirde alenen, açıkça, açıkta, küstahça işlenmektedir ve sözde dindarlar bunun seyrine bakmaktadır.

    İstanbul uyarısız, öğütsüz kalmıştır.

    Cinsellik, fuhuş, zina konusundaki azgınlıklarda patlama var.

    Siyasal İslam ilerlerken din geriliyor.

    Birtakım münafık derin güçler dinin içini boşaltıyor.

    Bazı eblehler, binlerce minareden ezan sesleri yükseldiğine göre din ilerliyor sanıyor.

    Dinin ilerlemesi cami binasıyla, minaresi ile, hoparlörle olmaz; ilimle, irfanla, ibadetle, ahlak ve faziletle, kültürle, medeniyetle, adaletle, Şeriatın uygulanması ile olur.

    Gerçek nüfusu 30 milyonu geçmiş olan şu İstanbul’da İslam Ümmet teşkilatı var mı?.. Günlük hayat İslam norm ve kriterlerine göre mi yaşanıyor, yoksa küfür ve dalalet kriterlerine göre mi?.. Şehirde, emr-i mâruf ve nehy-i münker yapan bir hisbe teşkilatı var mıdır?

    İstanbul’da cuma ve bayram hutbeleri kimin adına okunuyor? O “Kim” yok mudur?

    İstanbul Müslümanlarına nasihat etmesi, onları uyarması, onlara azgınlığın sonunda azap geleceğini hatırlatması, halkı sahih itikada, beş vakit namaza, İslam ahlakına, uhuvvete, Sirat-ı Müstaqime çağırması gereken ulema, fukaha, meşayih, üstadlar, ağabeyler, ziyalılar nerelerdedir?

    Kendilerini uyanık, şuurlu, dinibütün Müslüman sananlara soruyorum: Bunca günah, azgınlık, fısk u fücur, zina riba, dinsizlik densizlik ahlaksızlık içinde nasıl keyfinize bakabiliyor, rahat edebiliyorsunuz?

    Sadece günahkarların ve azgınların değil, umumun üzerine gelecek, yaş kuru herkesi yakacak musibet ve belalardan korkmuyor musunuz? 25 Aralık 2015

    Türkiye – İran savaşı

    Son dört yıllık Suriye faciası bir kere daha gösterdi ki, Sünnî Türkiye ile Şiî İran arasında anlaşma, uzlaşma olamayacaktır.

    Yıllardan beri yazar dururum: Emperyalistler, dünyayı idare eden derin güçler, zamanı gelince Türkiye ile İran’ı savaştırmayı planlamaktadır.

    Bu Müslümanlar için büyük bir akılsızlık, hıyanet ve intihar olur ama tarih bize maalesef böyle akılsızlıkların yapıldığını anlatmaktadır.

    Şiî İran ile Sünnî Türkiye’nin yapacakları en iyi iş, aralarında bir saldırmazlık paktı imzalamalarıdır.

    Taqiyye ve kitman yapan Şiîler ile Sevad-ı Âzam’ı oluşturan Sünnîlerin teolojik planda anlaşmaları, barışmaları mümkün değildir.

    Barışamayacaklarına göre bari çarpışmasınlar, savaşmasınlar.

    Şiîliği, taqiyyeyi, kitmanı bilmeyen birtakım yüzeysel kültürlülerin; mezhepler kalksın, herkes Kur’an Müslümanı olsun sloganları en azından gülünçtür. Böyle sözler, Ehl-i Sünneti zayıflatır, Şiîlerin taassubunu azaltmaz.

    Sünnî kesimde yapılacak önemli işlerden biri şudur: Sadece ilmî açıdan, içine duygu ve milliyetçilik karıştırmadan; Şiîliğin esasları, Sünnîlerle olan teolojik anlaşmazlıkları objektif bir rapor halinde hazırlansın, bu konuda sadece doğrular yazılsın ve bu rapor bütün Sünnî politikacılara, ziyalılara okutulsun.

    İran isteseydi, Suriye meselesi çoktan çözülmüş olurdu.

    Beşar Esad rejiminin ayakta kalması için nasıl direndiklerini görüyorsunuz.

    Beşar Esad Suriye’nin şahı değil midir? Onu niçin kayıtsız şartsız destekliyorlar?

    Sünnî Osmanlı devleti ile Şiî İran yüzyıllar boyunca savaştı.

    Osmanlı Avrupa’yı feth etmek istiyordu. İran ise Osmanlı’yı yıkmak, Anadolu’yu ele geçirmek, Şiî yapmak istiyordu.

    İran olmasaydı, Osmanlı belki de Roma’yı feth edecekti.

    Türkiye’nin de hatâları olmuştur ama Suriye faciasının asıl suçu, vebali İran üzerindedir.

    Birileri laik, Atatürkçü rejim ile nasıl Sünnî olunabiliyor diye sorabilir. Türkiye’deki rejim laik ve Kemalisttir ama ülke ve halk teolojik ve sosyolojik bakımdan yine de Sünnîdir.

    Şiî İran, Türkiye’ye karşı Haçlı Rusya ile ittifak halindedir.

    Ortadoğu’daki savaşlar Türkiye’ye taşınmıştır.

    Türkiye’yi idare edenler, Şiîlik hakkında ilmî dersler almalıdır. Şiîliği bilmeyen İran’ı anlayamaz.

    Sünnîler ile Şiîlerin birleşmesi mümkün değildir. Bu ihtilaf ve tefrika mahşere kalmıştır.

    Şimdi yapılacak ilk iş savaş çıkmasını, Müslüman kanı dökülmesini önlemektir.

    Emperyalist ve sömürgeci düşmanlar, Humeynî’nin İran’ı ile Saddam Hüseyin’in Irak’ını sekiz sene boyunca savaştırmışlar, milyonlarca insanın ölümüne yaralanıp sakat kalmasına, büyük tahribat olmasına yol açmışlardı. Bu savaştan yüz milyarlarca dolar kâr etmişlerdi. Aynı oyunu şimdi Türkiye ile İran’ı savaştırarak oynamak istiyorlar.

    Böyle bir savaştan ne Türkiye, ne İran galip çıkacaktır. Savaşın galibi İsrail, ABD ve AB olacaktır.

    İran halkı böyle bir savaşı istemiyor. Türkiye halkı hiç istemiyor.

    Böyle bir savaşı müşrikler, kâfirler, münâfıklar ve beyinsizler istiyor.

    Ya Rabbi!.. Bizi böyle beyinsizce savaşlardan koru, bizlere akl-ı selim, firâset, adalet, insaf, hikmet nasip et. 26 Aralık 2015

    Sen Kazançlı Çıkarsın

    Sen mütevâzı, alçak gönüllü ol, bundan zarar etmezsin, aksine kazanırsın. Müslümana gurur, kibir, büyüklenme yakışmaz.

    Saçıp savurmayı, israfı, aşırı tüketimi bırak, cimri olmamak şartıyla iktisatlı tutumlu ol. Sen kazanırsın.

    Yılışık, şımarık, şarlatan, soytarı olma. Ciddî, vakur, efendi, tutarlı ol. Kazanan sen olursun.

    Yemek için yaşama, yaşamak için ye. Yeteri kadar ye. Fazla yeme içme. Böyle yaparsan sen kazanırsın.

    Zekatını iyi hesapla, Kur’an, Sünnet, Şeriat ve fıkıh kriterlerine göre, gerçek fakirlere miskinlere mültecilere ve diğer hakedenlere, temlik suretiyle ver. Servetinde eksiklik olacağını sanma sakın. Sen kâr edersin sen. (Cami inşaatına, derneklere, vakıflara, tüzel kişilere zekat verilmez.)

    İhtiyacın varsa elbette telefonun olsun ama sakın telefon delisi, manyağı, bağımlısı, fetişisti, züppesi olma. Böyle bir şey Müslümana yakışmaz.

    Hanım isen, Kur’an ve Sünnet tesettürüne gir. Şeytanî Süslüman tesettüründen uzak dur. Müslüman hanıma yakışan Kur’an, Sünnet, Şeriat tesettürüdür.

    Kaç liralık bir otomobile ihtiyacın var?.. Bu ihtiyacın kadar binit al. Lüks, israflı, şatafatlı, gurur ve kibir veren bir otomobil sana hiçbir şey kazandırmaz. Aksine sen ziyan edersin.

    Otomobil sana gurur ve kibir mi veriyor?.. Öylesi otomobil değildir, beladır Müslüman için.

    Çok lüks, çok pahalı, çok ihtişamlı Golden Zıkkım Restorana gitme. Yanına en az bir misafir al, orta bir yerde, aynı paraya iki kişi yiyin. Bu senin için bilsen ne kadar hayırlı olur.

    Müslümana zevzeklik, gevezelik yakışmaz. Kapa çeneni biraz. Senin için hayırlısı susmaktır. Konuşacaksan hayırlı ve faydalı söz et.

    Gıybet etme, gıybet dinleme.

    En az kullandığın kelime ben olsun.

    Şöhretten bucak bucak kaç. Sen şöhretin afet ve bela olduğunu bilmiyor musun?

    Şu dört kelimeyi çok kullan: Selam… Efendim… Teşekkür ederim… Estağfirullah.

    Kibar, nazik, medenî, ince, büyüklere saygılı, küçüklere şefkatli, komşularına melek ol. Çok kazanırsın bunlardan.

    Tûl-i emel sahibi olma, emellerini azaltırsan bundan sen kazançlı çıkarsın.

    Bedevî olma, medenî ol.

    Şifahî olma, yazılı ol.

    Akılsız olma, akıllı ol.

    Şeytan akıllı olma, akl-ı selim (sağduyu) sahibi ol. 27 Aralık 2015

    Nurusabah Bey ile Röportaj

    Soru: Şeriat elden gitti… Din elden gidiyor… Ümmet param parça… İmanlar tehlikede… Azgınlıklar tufan olmuş… Siz aziz kardeşimiz bu vahim durumda ne yapıyorsunuz acaba?

    Cevap: Şeriatın, dinin, imanın elden gidip gitmediğini bilmiyorum ama bendeniz “Hayırlar yapma, yaptırma, yaşatma, idame ettirme, yürütme derneği” çatısı altında harıl harıl çalışarak cami minarelerine, içlerine, avlularına gür sesli hoparlörler koyuyoruz, ta ki İslam’ın sesi daha gür ve yüksek çıksın.

    Soru: Henüz güneş doğmadan bir saat önce yüz desibel şiddetinde ezanlar okuyarak halkı İslam’a, Rahman’a ibadet etmeye çağırıyorsunuz, bari dinleyen, icabet eden oluyor mu?

    Cevap: Ezanlar okununca evlerin ışıkları yanmıyor, birkaç istisna dışında camilerde cemaat olmuyor.

    Soru: Bu kadar yüksek sesle ezan okunduğu halde halkın uykudan uyanıp doğru yola gelmemesi karşısında ne yapmayı planlıyorsunuz?

    Cevap: Mevcut hoparlör teşkilatını söktürüp yerine 130, 140 desibel bağıracak ses düzeni getirmek istiyoruz.

    Soru: Ya öyle mi… Bundan başka ne gibi çareleriniz, çözümleriniz var?

    Nurusabah: Camilerin bahçelerine avlularına sıcak sulu parfümlü modern WC’ler yaptırmayı, böylece hayırlarımız için bol gelir elde etmeyi düşünüyoruz.

    – Başka?

    – Geçen sene yenilediğimiz cami halılarını atıp, yerlerine yeni halılar koymayı düşünüyoruz… Yaz aylarında ibadet yerlerine klima cihazları, yel pervaneleri koyduracağız. Kış aylarında yerden ısıtmalı kalorifer var.

    – Daha başka?

    – Cami kapılarına poşet makinaları koyacağız Müslüman, pabucunu cihazın bir yanından koyacak öbür yanından poşetli olarak alacak. Ne modern olur değil mi? Heh, heh, heh…

    – Muhterem Nurusabah beyefendi yetiştirdiğiniz gençler için onların her biri elmastır buyurmuşsunuz.

    – Bu sözünüze doğrusu üzüldüm, onlar elmas değil pırlantadır.

    – Maşaallah, derneğinizin bütçesi çok geniş. Niçin kalıcı kitapçıklar, risaleler, faydalı yayınlar yapmıyorsunuz?

    – Laf aramızda kalsın bizim edebiyatla, yazıyla, gramerle, noktalama işaretleriyle, yazılı derin İslam kültürüyle aramız pek iyi değildir. Bu yüzden şifahî (sözlü) kalmayı tercih ediyoruz.

    – Ya öyle mi?.. Himayenizdeki Kur’an kursu çocuklarını İmam-Hatip ve İlahiyat öğrencilerini umreye götürdüğünüz doğru mudur?

    Nurusabah: Evet, çok önem verdiğimiz hizmetlerden biri budur. İmam hatip mekteplerindeki ve İlahiyat fakültelerindeki öğrencilerin, edası farz olan beş vakit namazı cemaatle kılmaları mecburiyeti yok… Bari nafile umreden mahrum kalmasınlar.

    – Nurusabahcığım, bugünkü durum eskisine göre daha iyidir diyormuşsunuz. Eskiden iyi miydi ki bugün daha iyi olabilsin?

    Nurusabah bey bu soruya cevap veremez, gak guk der, kem küm eder… 29.12.2015

    Harcanmak Harcanmamak

    Yazının konusu: Harcanmak veya harcanmamak. Harcanmayanların nispeti: On binde bir kişi.Açıklama: Gençlerimiz harcanıyor. Onları aileleri, toplum, eğitim, medya harcıyor. Gençler bunun farkında değil. Farkında olsalar bile harcanmamak çok zor.

    Gençler derken öncelikle Müslüman gençleri kasd ediyorum. Onlar, harcanmamak için şunlara dikkat etmelidir:

    1. İslam’ı doğru öğrenmeleri ve anlamaları gerekir.

    2. İlmihal öğrenip içindekileri hayata uygulamaları gerekir.

    3. Dünya hayatının geçici olduğunu bilmelidir.

    4. Dünya vazifelerini yapar, dünyayı gereği gibi imar eder, dünya sınavını kazanmak için var gücüyle çalışırken, âhirete dönük olmalıdır.

    5. Yeteri kadar doğru genel kültür sahibi olmalıdır.

    6. Yüksek ahlaklı, faziletli, meziyetli olmalıdır.

    7. Dünya fırtınalarına göğüs gerebilmek, gemisini kurtarabilmek için iyi ve kâmil bir rehberleri (kılavuz kaptanları) olmalıdır.

    Hep dünyayı düşünmek, dünyaya yönelik olmak büyük bir felakettir.

    Dünya aldatır, oyalar, yanıltır.

    İyi insan, vasıflı Müslüman olamayan gençler harcanıyor. Oğlum kızım üniversitede bol para kazandıracak bir meslek ve uzmanlık okusun, hayata atılınca maddî bakımdan iyi yaşasın diyen anne ve babalar; dıştan dindar görünseler, namaz kılsalar bile çocuklarını iyi yetiştiremezler.

    İnsan yaratılmıştır ve onun bir Yaratıcısı vardır. Önemli olan bu Yaratıcının emirlerini yerine getirmek, yasaklarından uzak durmak, öğütlerini tutmak ve O’nun rızasını kazanarak ebedî mutluluğa ermektir.

    Allah insanlara Haberci, Müjdeci, uyarıcı Peygamber (Salat ve selam olsun ona) göndermiştir. O Peygamber yalan söylemez, ne dediyse, hangi haberleri getirdiyse doğru söylemiştir. Peygamberin uyarılarına kulak asmayanlar büyük zarar ve ziyana uğrar.

    Para geçinmek için lazımdır ama ana değeri para olan, parayı putlaştıran kimseler kötü bir ticaret yapmış, çok zarar etmiş ve iflas etmiş olurlar. İslam insanın, Allah’ın lütfu ve fazlı ile kurtuluşuna vesile olur ama İslam’ı iyi ve doğru bilmek gerekir. Ben Müslümanım demekle iş bitmez. Hem Müslüman olacaksın, hem de İslam’ı doğru olarak bileceksin.

    Bu bildiğin İslam’ın hükümlerini, ahlakını hayata uygulayacaksın ki kurtulasın.

    İslam, dünya zenginliklerinin geçici olduğunu bildiriyor. Adam dıştan dindar görünüyor ama parayı, maddeyi, malı, lüksü ana değer haline getirmiş. O gerçek bir dindar değildir.

    Anneler babalar veliler, çocuklarının iyi Müslüman olarak yetişmesinden sorumludur. Bunu ihmal edenler, çocuklarının manevî katili olur. Kadın erkek bütün Müslümanların ilim öğrenmesi farzdır. Bu ilim hangisidir? Allah’ı bilmek ve tanımak… İnsanlık için en güzel örnek ve model olan Peygamberi (Salat ve selam olsun ona) tanımak… Allah’ın ve Peygamberinin gösterdiği doğru yolda yürümek… Kur’an’ı Kitabullah ve düstur olarak kabul etmek… Allah’ın rızasını kazanmak ve gazabından uzak kalmak için yapılması gerekenleri öğrenip yapmak…

    Gençlerin doktor, mühendis, hukukçu, şu veya bu konuda uzman olmaları en önemli madde ve amaç değildir. Ehemm (en önemli) iyi Müslüman olmaktır. Allah’tan korkan anne babalar, çocuklarımız hayata atılınca basit ucuz yavan yemekler yesinler, bunun önemi yok, asıl gaye iyi ve vasıflı Müslüman olmaktır, İslam’a Kur’an’a Şeriata hayırlı hizmetler ederek Allah’ın rızasını kazanmaktır demeli ve çocuklarını bu amaca yönelik olarak yetiştirmeleridir.

    Harcanıp harcanmamak meselesini bir nebze olsun anlatabildim mi?

    Bu yazıyı okuyan ve harcanmamak için direnen, iyi Müslüman olmanın vesile ve sebeplerine yapışan gençleri tebrik ediyorum.

    Harcananlar dahil bütün Müslümanlara selamlar, hürmetler.

    Mücerreb

    Bir kâtip bulabilirsem bazı yazılarımı ona yazdırıyorum. Böyle yazılarımdan birinde mücerreb kelimesini söylemişim, kâtip bey mürecceb yazmış. Âlim, edib, fazıl bir kimse olduğumu iddia etmem ama mücerreb yerine mürecceb diyecek kadar bilgisiz değilim. Arapça bir kelam-ı kibarda mücerrebi tekrar tecrübe edenin nâdim ve zarardîde olacağı bildiriliyor.

    Men cerrebe’l-mücerreb hallet bihi’n-nedâme.

    Bu konuda Arapça diğer bir kelam da şudur:

    El-mucerreb lâ yucerreb.

    Bundan altmış yıl kadar önce, hangi kitapta olduğunu unuttum, şöyle bir fıkra okumuştum:

    Eski zamanlardan birinde adamcağızın biri, geceleyin mum ışığında bir kitap okuyormuş. Sakal ile ilgili bir paragrafta, sakalın ölçüsü bir tutam olmalıdır yazılıymış. Okuyan, eliyle sakalının ölçmüş, bir tutamdan fazla, fazlasını kısa ve kolay yoldan azaltmak için mumu tutmuş, mum bütün sakalının yakmış, adam cascavlak kalmış. Öfke içinde, kitabın kenarına mücerrebtir kelimesini not düşmüş…

    Meşhur eski bir tıb kitabının ismi Mucerreb-nâme’dir. Mücerrebi mürecceb yazan katip beyefendi üniversitede okuyor. Bu kelimeyi hiç duymamış. Liselerimiz çok zayıf hale geldi. 30.12.2015

    Aceh’te Şeriat Kırbaçları

    Endonezya’nın Aceh özerk bölgesinde (Nanggröe Aceh Darusselam) Şeriat hukuku uygulanıyormuş. Bazı suçlulara bir caminin önündeki meydanda beşer kırbaç vurulmuş.

    Bizdeki Dönme Yahudi gazetelerinden biri bunu vahşet ve rezalet olarak vasıflandırmış.

    Suç işleyen birine kırbaç vurmak ne vahşettir, ne de rezalet.

    Asıl rezaletler şunlardır:

    1. Şapka giyilmesini tenkit ettikleri için mâsum vatandaşları idam etmek.

    2. Hiçbir suçu olmayan Şalcı Bacıyı İstiklal Mahkemesi kararıyla idam etmek.

    3. İskilipli Âtıf efendiyi idam etmek.

    4. Laiklik yapacağız diye on bine yakın camiyi, medreseyi, tekkeyi, taş mektep binasını ve diğer vakıf kurumlarını kapatmak.

    5. Üzerinde TC resmî başlığı bulunan evrak (Vesika vs) ile kadınlara yasal KDV’li, gelir vergili seks köleliği yaptırmak.

    6. Uyuşturucunun ilkokullara kadar inmesine yol açmak.

    7. Fındık fıstık gibi satılan karılar rezaletine göz yummak.

    8. Hırsızlığı yaygın hale getirmek.

    9. Haram yiyiciliği yaygınlaştırmak.

    10. Müstehcen yayınlar yapıp gençliği ve halkı azdırmak.

    11. Bin türlü şeytanlıkla, toplumun temeli olan aile kurumunu sarsmak yıkmak.

    12. Zinayı suç, ayıp, çirkinlik olarak görmemek, tam aksine teşvik etmek.

    13. İçkiyi, sarhoşluğu teşvik etmek.

    14. Faizle halkı soymak.

    15. Kız erkek karışık karma okullarda iffetsizliği teşvik etmek.

    İslam, Kur’an, Sünnet ve Şeriat prensipleri ve kriterleri uygulanırsa gerçek adalet sağlanır, toplum huzura ve rahata kavuşur.

    Dönme hukuk sistemi bir İslam ülkesinde emniyeti, âsâyişi, iç barışı sağlamaz, aksine bunları sarsar ve yıkar. Nitekim manzara ortadadır.

    Zerre kadar şüphe ve tereddüt edilmesin ki,

    bazı holigan Kriptolar İslam’ın ana değerleri olan namus iffete taraftar değildir.

    Onların işleri güçleri fitne fesat huzursuzluk çıkartmak, hayâsızlığı teşvik ederek ahlakı bozmaktır.

    Unutmasınlar ki, Şeriattaki bazı cezalar Tevrat hukukunda da vardır.

    Kur’an’a, Sünnete, Şeriata, ahlaka, adalete bağlı bir Müslüman olarak; suçlulara kırbaç vuran Aceh yetkililerini tebrik ediyor ve bütün kalbimle destekliyorum.

    Asıl rezalet ve vahşet zinayı suç, ayıp ve kabahat olarak görmemektir.

    Asıl kepazelik müstehcen yayın yaparak halkı azdırmaktır.

    Verdiği cezalarla, suç işlenmesini önlemeyen, suçların ve suçluların sayısını azaltmayan bir hukuk sistemi âdil değildir.

    Türkiye’deki bunca pisliği, çağdaş uygarlık vahşetini ve rezaletini, eş değiştirmeleri, azgınlığı görmeyip de Aceh’te Şeriatın tatbikini rezalet ve vahşet olarak vasıflandıranlar yalan söylüyor, saptırıyor.

    Müslüman bir toplumun saadeti, huzuru, güvenliği Kur’an hükümlerini hayata uygulamakla sağlanır.

    Seks köleliğini hiç tenkit etmeyenlerin Şeriata vahşet demeleri en azından gülünçtür.

    (ACEH: Yüzölçümü 57 bin kilometrekare… Nüfusu 4 milyon… Bayrağı: Kırmızı zeminde ay yıldız, altında bir kılıç.)