Mehmet Şevket EYGİ – Vahdet – Ekim 2015
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Mart 2019
Ârabî, bedevî, kırsal kesim, taşra, şifahî toplumların bazı özellikleri:
1- Mantık kültürüne sahip olmadıkları için sebeplerle neticeleri birbirinden ayırt edemezler, neticeler üzerinde dururlar, sebepleri bulamazlar, bilemezler.
2- Kışırda (yüzeyde) kalırlar, derinliklere inemezler.
3- Bitmez tükenmez gevezelik ve zevzekliklerle kıymetli zamanlarını israf ederler.
4- İlmî araştırma, ciddî istihbarat yapamazlar, işe yarar projeler üretemezler.
5- Komplo teorilerine bayılırlar.
6- Kalıcı ve ciddî çareler ve çözümler bulamazlar.
7- Eğitime önem vermezler.
8- Ehemmi mühimme tercih edemezler.
9- Ciddî bir gündemleri olmaz.
10- Günübirlik yaşarlar, maziyi bilmezler, istikbali tahmin edemezler.
11- Gündemlerinde birden fazla ana konu olamaz, birkaç konuyu birden akılda tutamazlar.
12- Bedevî kültürle Kur’an’ın inceliklerini, gavamızını, esrarını, hikmetlerini anlamak ve idrak etmek çok zordur, belki de mümkün değildir.
13- Onlarda aksiyon yoktur, reaksiyon çoktur.
14- Bedevî Müslümanlar Ümmet birliği, İttihad-ı İslam, uhuvvet-i imaniye şuuruna sahip değildir.
15- Onlarda râşid ve âdil bir İmam’a (Halifeye) biat ve itaat idraki yoktur.
16- Onların kültür seviyesi Sünnet-i seniyyeyi, Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeyi anlamaya ve onlara uymaya yeterli ve müsait değildir.
17- Gereken âlet ilimlerine ve vasıtalarına sahip olmadıkları, birikimleri olmadığı için önemli konuları müzakere edemezler, mıncıklarlar.
18- Kendileri olgun ve kültürlü olmadıkları için çocuklarını ne bizzat yetiştirebilirler, ne de yetiştirecek kâmillere gönderirler.
19- Bedevîler de elbette mü’min ve müslim olabilirler, bu hakka sahiptirler ama onlar İslam’ı ve Ümmeti temsil edemezler.
20- İnsan kılık kıyafetini, meskeninin, binitini, yaşama şartlarını değiştirebilir ama bunlarla zihniyet değişmez. Zihniyet ve kültür değişiminin çok zor şartları vardır.
21- Bedevîler genellikle somut konuları biraz anlayabilir, soyut kavram ve konuları çok az anlar, belki de hiç anlamaz.
22- Onların lisanı birkaç yüz kelimelik günlük konuşma ve iletişim dilidir. Zengin, yazılı, edebî, derin lisanı bilmezler.
23- Bedevî kültürüyle ne İslam’ı, ne de çağı yakalamak mümkündür.
24- Toplumun yüzde yüzünün medenî olması gerekmez. Yeterli miktarının medenî, etkili, idareci, yönlendirici olması yeterlidir.
25- Bedevî, kırsal kesim taşra kültürlü ve zihniyetli bir İslam toplumunun necatı (kurtuluşu), iflah olması, i’tilâsı (yükselmesi), zilletten kurtulup aziz olması, esaretten hürriyete kavuşması mümkün değildir.
26- Müslümanlar kurtulmak istiyorlarsa bedevilikten medeniliğe, cahillikten ilme, kırsal kesim kültüründen şehir kültürüne, gafletten uyanıklığa, tefrikadan ittihada, İmamsızlıktan kendisine biat ve itaat edilen İmama, ahlakî zaaflardan faziletlere ve meziyetlere, keyfîlikten ehil kimselerle istişâreye, okuma yazma bilmezlikten okuma yazma bilmeye hicret etmek zorundadır. 01 Ekim 2015
Bir çocuk yaşça babasından daha büyük olabilir mi?.. Bu konu tartışmaya açık değildir, olamaz denir sadece.
Parça bütünden büyük olabilir mi? Bu da olamaz.
Parça bütünle özdeş olabilir mi? O da olamaz.
Çocuk babasından, parça bütünden büyüktür diyene zır deli veya beyinsiz derler.
Müslüman kesimde bazı parçacılar, parçalarını bütünle özdeşleştiriyor, kimisi daha da ileri giderek bütünden büyük görüyor ve gösteriyor.
Mü’minlerin oluşturduğu topluluğun adı Ümmet’tir. Her mü’min, Ümmet’in mensubudur.
Ümmet’in içinde iyi veya kötü parçalar vardır. Hiçbir parça Ümmet bütünlüğüne eşit olamaz.
Cemaatler vardır… Tarikatlar vardır… Dernekler, vakıflar vardır… Hizipler, fırkalar vardır… Gruplar, sektler, klikler…
Bunların hiçbiri Ümmet denilen bütünlüğe eşit olamaz, onunla özdeşleştirilemez.
Bir cemaati veya tarikati Ümmet’ten büyük görmek ve göstermek vahim bir hatâdır, korkunç bir akıl ve firaset noksanlığıdır.
Bendeniz, bazı şartlar dahilinde tasavvufa, tarikatlara taraftar bir Müslümanım. Birinci şart: Tarikat Şeriata bağlı olacaktır. Başındaki şeyh fakih olacaktır. Usûlüne uygun icazeti olacaktır. Beş vakit namaz dosdoğru kılınacaktır. İslam ahlakına aykırı halleri olmayacaktır. Tarikat ticaret yapmayacak, holdingleşmeyecek, bankalaşmayacaktır.
Hiçbir tarikat Ümmet’in yerini tutamaz.
Tarikata girmek bir nasip ve kısmet meselesidir. Tarikata genel dâvet yapılmaz.
Çürük elmalar, yetersizler, ehil ve layık olmayanlar tarikata alınmaz.
Bir Müslümana sen kimlerdensin diye sorulduğunda öncelikle “Ben şu veya bu tarikatın mensubuyum” cevabını vermesi yanlıştır. Doğru cevap şudur: “Ben elhamdülillah Müslümanım… İslam Ümmetindenim… Mezhebim Ehl-i Sünnet ve Cemaattir…”
Tarikat reklamı yapmak tasavvuf ahlakına yakışmaz.
Bütün Müslümanları şu Cemaate, bu tarikata sokmak için çırpınmak hatâdır.
Müslümanlıkta, birlik içinde rahmanî bir çeşitlilik vardır. Biri Risale-i Nur talebesi, diğeri Nakşî, ötekisi Kadirî, bir başkası tarikatsız olabilir ve hepsi de iman kardeşidir.
İman kardeşliği, diğer alt kardeşliklerden önce ve önde gelir.
Herkes için söylemiyorum, bazı Müslümanlardaki tarikat, cemaat, hizip holiganlığı İslam dinine, İman kardeşliğine zarar vermektedir.
Kur’an’da
meâlinde ayet bulunmaktadır. Nakşî Kadirî Nurcu, hangisi daha takvalı ise Allah katında o üstündür.
İstisnasız bütün mü’minlere Ümmet dersleri verilmelidir. Mü’minin birinci mensubiyeti Ümmettir. Cemaatler, tarikatlar, hizipler, fırkalar alt kimliktir.
Türkiye devletinin vatandaşı olan herkesin bir kimliği, kafa kağıdı vardır. Ümmet mensubu olmak da bunun gibidir.
Bir kimse, ben İslam Ümmeti mensubu değilim derse kafir olur.
Meşrebimiz ne olursa olsun öncelikle Ümmet birliği için çalışmalıyız.
Ümmet binadır, cemaatler tarikatlar hizipler fırkalar meşrebler o binanın katları, daireleri, oda ve salonlarıdır.
Ümmet dersleri verilsin demiştim. Kimler verecek, nasıl verecekler? 02 Ekim 2015
Keşke, kararları hayata geçirilen büyük bir İSLAM ŞÛRASI olsa da, anıt mahiyetinde birkaç bina dışında yeni müzeyyen (süslü), şatafatlı, masraflı camilerin yapılması durdurulabilse.
Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) âhir zamanda süslü püslü camiler yapılacağını, bunların beş vakitte cemaatsiz kalacağını haber vermişlerdir.
Cami niçin yapılır? Camiin fonksiyonu nedir?
Öncelikle, beş vakit namazlarda mü’minlerin toplanıp, farz namazları cemaatle kılması için…
Büyük camilerin bitişiğinde İslam medreseleri olur, oralarda Ümmet’e hizmet verecek, halkı irşad edecek icazetli ulema ve fuqaha yetiştirilir.
Eskiden bazı camilerde cami dersleri verilir, bunlara devam edenler bilahare imtihan edilir ve kendilerine icazet verilirmiş.
Camiler, İslamî merkezlerdir.
Ehliyetli, liyakatli, icazetli vâizler cami kürsilerinde halka nasihat ederler. Dinin temeli nasihattir.
Camiler sosyal adalet merkezleridir. Civardaki fakirler tespit edilir, zenginler onlara zekat ve sadaka verir.
Bazı camilerin yanında imarethane olur, pişirilen yemekler yoksullara dağıtılır.
Cami imamının mutlaka icazetli ulema fuqaha sınıfından olması gerekir.
Ona verilen maaş, namaz kıldırdığı için değil, cami hizmetleriyle meşgul olurken kendisinin ve çoluk çocuğunun nafakasını çıkartamadığı içindir, geçimi içindir.
Camilerimiz artık bu fonksiyonlarını yitirdi.
Harıl harıl her yerde kubbeli müzeyyen cami binaları yapılıyor. Bunların binde biri mimarlık sanatına göre güzel oluyor. Bir cami binası ne kadar süslü olsa da, içinde bilhassa sabah namazlarında yeterli cemaat olmazsa mânen haraptır.
İslam Ümmetinin ileri gelenleri, süslü, büyük, şatafatlı, masraflı cami inşaatını durdurup, onların yerine gerçek İslam mektepleri açılmasını teşvik etmelidir. Halk bu işi tek başına yapamaz. Bu konuda raporlar yazılmalı, plan ve programlar yapılmalı, projeler üretilmelidir. Cami binası yapmak oldukça kolaydır. Para bulunursa bina, bilemediniz birkaç senede meydana çıkar. Gerçek İslam mektebi kurmak buna benzemez. Bunun için yüksek kültür, çok vasıflı eğitim uzmanları ve öğretmenler bulunması gerekir.
Cami yapılmasın demiyorum, yapılsın ama ağırlık binalara değil, İslam okullarına verilsin.
Türkiye’de din okulları yok mu? Bugünkü din okulları gerçek din okulları değildir.
İslam ilim, irfan, kültür, medeniyet, sanat temelleri üzerinde yükselir. Gerçek İslam okulları olacak, bu okullarda İslam’a ve Ümmete ihlasla hizmet edecek vasıflı Müslümanlar yetişecek ki, işlerimiz yürüsün, durumumuz iyi, geleceğimiz parlak olsun.
Sırf binayla cami olmaz. Beş milyon liraya yeni bir cami yapıldı diyelim. Bunun mihrabına geçecek imamın, minberine çıkacak hatibin, kürsisine oturacak vaizin yetişmesi için de en az beş milyon lira planlı programlı şekilde harcanmalıdır. Camiyi cami yapan beton, demir, taş, çini, halı, kubbe, minare, hoparlör, klima, kalorifer değil, içinde hizmet veren hademe-i hayrattır. Zamanımızda onlara din görevlileri deniyor, hademe-i hayratın yerini tutmaz. 03 Ekim 2015
En büyük şeref, en büyük ticaret; İmana, İslam’a, Kur’an’a, Sünnete, Şeriata sırf Allah’ın rızasını kazanmak için ihlasla yapılan hizmetlerdir.
Bu hizmet iki türlü yapılır:
Alimler, fakihler, mürşidler doğrudan doğruya yaparlar.
Bu sıfatlara sahip olmayanlar, bu birincileri destekleyerek dolaylı şekilde yaparlar.
Hizmetler ihlasla yapılmazsa, dıştan hizmet gibi görünseler de gerçek hizmet olmaz.
Benliğini tatmin etmek için… Halk bu ne alim adammış desin diye… Zengin olmak için… Ün ve alkış kazanmak için… Köşeyi dönmek için yapılan hizmetler has hizmet olmaz.
İman, İslam, Kur’an, Sünnet hizmetlerinin ücreti ve ödülü Hâliq-i müteal (Yaratan) hazretlerinden beklenir. Muhluqattan (yaratıklardan) ücret isteyenler, bekleyenler, alanlar samimî ve muhlis (ihlaslı) hizmetkar değildir.
İslam’ı, imanı, Kur’an’ı, Sünneti, mukaddesatı alet ve vasıta kılarak, istismar ederek zengin olunamaz.
Hizmet ahlakı ve metodu Resulullah Efendimizinki (Salat ve selam olsun ona) gibi olmalıdır. O, insanlığa yaptığı büyük hizmetten dolayı insanlardan ücret almamıştır.
Ölüm döşeğinde iken, nezdindeki beş, yedi veya dokuz dinar parayı fakirlere sadaka olarak dağıttırmıştır.
İmanı, İslam’ı, Kur’an’ı, mukaddesatı; ticarete, zenginliğe, servet edinmeye alet etmek, vasıta kılmak büyük alçaklıktır, münafıklıktır.
Her asırda gelip geçmiş evliyaurRahman hazeratı muhlisen lillah ve hasbeten lillah garazsız ivazsız hizmet etmiştir.
İmamların, müezzinlerin, müftülerin, müderrislerin, kadıların, vâizlerin, hademe-i hayratın; geçinmeleri için maaş veya ücret almalarına fetva ve ruhsat verilmiştir ama bu yolla zengin olmanın, voli vurmanın, köşeyi dönmenin fetva ve ruhsatı yoktur.
Zengin olmak isteyen Müslümanlar helal olan ticaret işleriyle, sanayi ile, çeşit çeşit hizmetlerle, tarımla, hayvancılıkla, ithalat ve ihracatla, nakliyatla, içkisiz ve fuhuşsuz otelcilikle, bunlara benzer çalışmalarla zengin olabilirler. Lakin din yoluyla zengin olunamaz.
Dini siyasete alet ederek zengin olmak büyük alçaklıklardan, rezilliklerden, rüsvaylıklardandır.
Son asırda yaşayan hizmetkar ve muttaqi ulema, fukaha ve meşayihin hiçbiri din yoluyla zengin olmamıştır.
Dededen, babadan, aileden kalma malları olabilmiştir ama İman İslam Kur’an âyet ticareti yapmamışlardır.
İslam’ın inceliklerinden biri de şudur: Terbiyeli, görgülü, mürüvvetli, hayâlı Müslümanlar bir Mushaf-ı şerif satın alırken fiyatı kaç liradır, yahut satarken fiyatı şu kadar liradır demezler, hediyesi kaç lira… Hediyesi şu kadar lira derler. Çünkü Kur’an herhangi bir ticarî mala benzemez. Alımında satımında çok edepli, terbiyeli olmak gerekir.
Başta gençler olmak üzere, bütün Müslümanlara hizmet ahlakı; doğru iyi ve sağlam şekilde öğretilmeli ve din sömürüsü önlenmelidir. 04 Ekim 2015
Geçen seneki Kurban Bayramı’nda da gelmişti, iyi hatırlıyorum, kendisine aman en kısa zamanda Osmanlıca öğren demiştim. Aradan bir yıl geçti, eksik olmasın, o üniversiteli genç yine ziyaretime geldi. Laf arasında Osmanlıca öğrendin mi sordum, fütursuzca ve umursamazca güldü, hayır vakit bulup başlayamadım dedi.
Bu çocuk namaz kılıyor, İslam’a taraftar ve bin yıllık İslamî, Kur’anî yazımızı öğrenmek konusunda, bunca imkana ve fırsata rağmen son derece gafil ve ihmalkâr. Âdeta öğrenmemekte inatla ısrar ediyor, direniyor. Nasıl oluyor bu iş?
Yetiştirdikleri gençlere Osmanlıca öğreten cemaatlere, tarikatlara, gruplara teşekkür ediyorum
Bu konuda gevşek davrananları ayıplıyorum, kınıyorum.
Şu acı gerçeği ifade etmeme izin veriniz:
Büyük sayıda, milyonlarca liseli ve üniversiteli Müslüman genç iyi yetiştirilmemektedir.
Yetişme plan ve programla olur.
Hiçbir Müslüman gencin, Osmanlıca öğrenmeme tercihi ve seçimi olamaz. Müslümansa öğrenecektir.
Bizim millî ve dinî yazımız İslam ve Kur’an yazısıdır.
Lakin ve Frenk alfabesi Türk ve Müslüman alfabesi değildir.
Hiçbir Müslüman Latinci, Frenkçi, lâdinî olamaz.
Kur’an yazısı için var güçleriyle çalışıp çabalayan Yazıcı Nurculara ve aynı yolda giden diğer Nurcu cemaatlere teşekkür ve tebriklerimi arz ediyorum.
Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin metoduyla genç yetiştiren ve Onlara Osmanlıca öğretenlere de teşekkürler, tebrikler.
Osmanlıca için çalışan, öğreten, öğrenen herkese, kurumlara, topluluklara teşekkür ediyorum.
Türkiye bir gün yeniden İslamî kültüre ve eğitime, İslâmî yazıya dönecektir, bunda hiç şüphem yok.
Sadece Osmanlıca ile bitmez. Liseli ve üniversiteli bütün gençlerimiz, kendilerine yetecek, kendilerini kurtaracak miktarda doğru ilmihal bilgileri edinmelidir.
Liseli ve üniversiteli imanlı gençleri cahil bırakanlar, onları millî yazımızı, ilmihallerini öğretmeyenler büyük vebal ve sorumluluk altındadır.
İbranî yazısı nasıl Yahudilerin dinî yazısıysa, biz Müslümanların yazısı da İslam ve Kur’an alfabesidir.
İslam ve Kur’an yazısı sadece Arapça’ya mahsus değildir.
Yakın bir gelecekte, Avrupa Müslümanlaştığı zaman, nice Avrupa dili de Kur’an alfabesiyle yazılacaktır.
Bugün Türkiye’de Latin/Frenk yazısı bir realitedir. Bunu inkar etmiyorum ama bir Müslüman olarak İslam-Kur’an yazısını benimsiyorum, tercih ediyorum, destekliyorum.
Bütün İslamî cemaatler, tarikatlar, gruplar Osmanlıca’yı milyonlarca gence öğrettirmek konusunda birleşmeli, işbirliği yapmalıdır. Bu konuda hiçbir gevşeklik ve ihmal yapılmamalıdır.
Hükümet MEB bünyesinde ücretsiz Osmanlıca kursları açmıştır. Tebrik ediyorum. Herkes bu kurslara gitmeli ve millî yazımızla yazıp okumayı mükemmel şekilde öğrenmelidir.
Şuurlu bir Müslüman genç, özel notlarını Osmanlıca tutabilmelidir.
Osmanlıca’nın yanında, zengin Türkçe de öğrenilmelidir. Uyduruk Türkçe ile kültürel kalkınma olmaz. 05 Ekim 2015
Pek muhterem efendim… Bu fakiri beğenmiyorsunuz, fikirlerimi tenkit ediyorsunuz diye aramızdaki İslam ve İman kardeşliği bağlarını koparacak değilim. Sizin Allahü Tealayı ve Resulünü (Salat ve selam olsun ona) seven, beş vakit namaz kılan bir kimse olduğunuzu biliyorum ve zatınıza kesinlikle buğz ve düşmanlık etmem, edemem.
Hakkımdaki tenkitlerinizin, tenkit olmaktan çıkıp gıybet, hakaret ve iftira haline geldiğini haber aldım.
Zât-ı âlinizden çok rica ediyorum. Lütfen yazılarımı okumayınız ve üzülüp tedirgin olmayınız. Böylece, bir Müslüman kardeşinizin gıybetini yapmaktan kurtulmuş olursunuz.
Bilvesile ihtiramat-ı fâikamı takdim eyler, sıhhat selamet afiyet ve hidayet dilerim efendim.
***
Bir gence: Elden gönderdiğiniz elyazılı mektubunuzu aldım. Yetişmek istediğinizi, bu konuda yardımcı olmamı talep ediyorsunuz. El yazınıza baktım, lise bitirmiş bir gence yakışmayan eciş bücüş, kargacık burgacık câhilâne bir yazı. Böyle bir elyazısıyla yetişmeniz mümkün ve muhtemel değildir. Lütfen en kısa zamanda internetten kaligrafi öğrenmenizi tavsiye ediyorum. Bendeniz muallim değilim, hele mürşid hiç değilim, haddim olmadığı halde bir nebze yetişmesine yardımcı olacağım gencin elyazısının düzgün, güzel, estetik olması şarttır. İkinci şart iyi derecede Osmanlıca bilmesidir. Üçüncü şart beş vakit namaz kılmasıdır. Dördüncü şart Ehl-i Sünnet ve Cemaat itikadına sahip olmasıdır. Beşinci şart İslam ahlakı ile ahlaklı ve müzeyyen olmasıdır. Altıncı şart parayı ve menfaati deliler, çılgınlar gibi sevmemesidir. Daha on beş kadar şart vardır. Lakin birinci şart elyazısının düzgünlüğü ve güzelliğidir. Bunu halledebilirseniz sizinle ileride bir saatlik bir öngörüşme yapabilirim. Selam ve hürmetlerimle.
***
Tesettürlü Müslüman bir hanıma: Lütfen başınızdaki o gökkuşağı gibi alaca bulaca rengârenk cırtlak eşarbı çıkartıp, göze batmayan tek renkli sade bir örtü ile kapanmanızı tavsiye ediyorum. Kıyafetiniz de Avrupaî olmamalı, mahrem erkeklerin dikkatlerini çekmemelidir. Bu fakir size burkaya bürünün demiyorum ama Süslüman tesettür kıyafetinize rıza göstermem, beğenmem de mümkün değildir. Müslüman bir hanım evinde elbette gülebilir ama açıkta herkesin arasında gülemez, hele çıngıraklı kahkaha hiç atamaz. Selam ve hürmetlerimi arz ederim.
***
Bir zata: Mütemâdiyen, durup dinlenmeden büyüğünüzün bitmez tükenmez kerametlerinden, havalarda uçmalarından, harikulade hallerinden bahs ediyormuşsunuz. Efendiniz gökten yere inmedikçe, iki ayağı ile sımsıkı zemine basmadıkça sizinle ülfet ve ünsiyet etmem mümkün değildir. Bendenizi mâzur görüp bağışlamanızı istirham ediyorum. Arz-ı ihtiram ve selam ederim efendim. 06 Ekim 2015
İslâm bir hayat tarzıdır, Müslümanların, hayatlarını İslam’ın hükümlerine, emirlerine, yasaklarına, öğütlerine, direktiflerine göre sürdürmeleri gerekir. İslam’a göre yaşamazlarsa Müslümanlıkları laftan ibaret kalır. İslam dinine uygun bir hayat tarzına sahip olmayan Müslüman, namaz kılsa da oruç tutsa da, yüzeyde kalır.
Mağaralarda yaşayan ilkel insanların dışındaki medenî insanlar tarih boyunca evlerde, meskenlerde yaşamıştır.
Müslüman rastgele bir evde yaşamamalıdır… Başka medeniyetlerin, İslam evine ters düşen evlerinde de yaşamamalıdır.
Müslümanın, ev konusunda bilmesi gereken birinci temel kural şudur:
Evi, Müslümanın (öncelikle) malı değildir, yuvasıdır.
Hukuken elbette malıdır ama öncelikle yuvasıdır.
Müslüman, evine mal gözüyle bakmamalıdır. Ona mânevî bağlarla bağlı olmalı ve zaruret, lüzum olmadıkça herhangi bir mal gibi satmamalıdır.
Mülk Allah’ındır. Müslümanın bir eve malik ve sahip olması geçicidir.
Evi, Müslümana emaneten verilmiştir.
Evin, kendisine göre bir kudsiyeti (kutsallığı) vardır. Allah’ın bir nimeti, bir lütfudur. Bu nimetin şükrünü, içinde Mülkün Sahibine ibadet ederek, O’na itaat ederek eda etmelidir.
Allah’ın kendisine emanet olarak verdiği bu nimetin derununda Kur’an’la, Sünnetle yasaklanmış fuhşiyyat (azgınlıklar) yapmamalıdır.
Müslüman, evini bir darü’ş-şükr, bir darü’s-salah haline getirmelidir.
Kur’an’a, Sünnete, ilahî hikmete dayalı İslam medeniyetinin evlerinin özellikleri nelerdir:
1. Müslüman evi bağımsız olur… 2. Küçük de olsa bir bahçesi bulunur… 3. Selamlık ve harem bölümleri olur… 4. Harem kısmının pencereleri, içerideki hanımları yabancı erkeklerin bakışlarından koruyacak şekilde olur… 5. İnsanın fıtratına ve dünyanın boyutlarına uygun olur… 6. İçinde yaşayan insanlara huzur, sükûn, saadet verecek şekilde olur… 7. Müslü-manın evi İslam medeniyetine ve kültürüne uygun şekilde döşenmiş olur… 8. İslam evinde Müslümanca yaşanır.
Bugünkü sefertası gibi kat kat apartmanlar, gökdelenler, rezidanslar İslam dinine ve medeniyetine uygun meskenler değildir. Onlar fıtrata, insan boyutlarına da uygun değildir.
İslam dinine, medeniyetine, kültürüne uygun olmayan, nice hususlarda onlara aykırı olan meskenlerde oturan Müslümanlar yabancılaşır, huzurlarını kaybeder, mutsuz olur.
Ülkemizde son yirmi seneden beri dehşet verici bir meskenleşme, betonlaşma görülüyor. Bu yapılanlar maddî bakımdan, herkese ev temin etmek bakımından bir kalkınma olabilir ama İslami açıdan bakıldığında büyük sakıncaları vardır. Bunlar İslam evleri değildir!.. Bu meskenlerde yaşayan Müslümanlar mutlu hayat süremezler. Özel hayatlarını korumak konusunda sıkıntılar çekerler.
Batı medeniyeti, iffet kavramını ve değerini yitirmiştir. Modern Batı mimarisine göre inşa edilmiş apartmanlar, daireler İslam’ın iffet kavramına aykırıdır.
Keşke büyük İslam düşünürleri, büyük İslam mimarları bu konular üzerine eğilseler; uyarıcı, aydınlatıcı, bilgilendirici, tenvir edici, ıslah edici bir “Meskende İslam’a Dönüş” cereyan başlatsalar.
Siz bir bülbülün veya kırlangıcın karga yuvasında oturduğunu gördünüz mü?
Günümüz Müslümanları, İslam’a uymayan, İslam ve kültür ve medeniyeti ile bağdaşmayan, bize yabancı, bizi yabancılaştırıcı, bize zıt ve ters meskenlerde güle oynaya oturuyorlar. Acaba, İslami kriterlere göre gerçekten mes’ut ve huzurlu mudur onlar? 07 Ekim 2015
Yakın tarihte, Derin Güçlerin Müslümanlara kurduğu tuzakların en yamanı İslamcılık cereyanıdır. Bu konuda laf salatası yapmadan çok açık ve seçik konuşmak istiyorum.
1. Allah’ın bize gönderdiği, râzı olduğu, kabul ettiği dinin ismi İslam’dır. Allah İslam’dan başka din kabul etmez. Bu kelimenin sonuna cılık ekini koyup yeni, değişik bir din türetmek gerçek İslam’a suikasttır. İslamcılık dindarlık mânasına kullanılırsa ona bir şey demem ama bunun ötesindeki yorumlara, gidişlere karşıyım.
2. Amipler gibi çoğalan yeni İslamcılıklar, Kur’an Sünnet Cemaat İslamı’nın öngördüğü Ümmet birliğini parçalamış, binlerce fırkadan oluşan bir İslam Protestanlığı heyulası ve ucubesi çıkartmıştır ki, bu İslam’ın ruhuna aykırıdır.
3. İslamcılıkların hemen hepsinde aktivizm ağır basar ve radikal bir zihniyet vardır.
4. İslam tarihi boyunca fırkalar olmuştur ama zamanımızdaki gibi İslamcılık, İslamcılıklar olmamıştır.
5. İslamcılıklar Protestanlığı, mü’minlerin biat ve itaat edeceği Hilafet kavramına ters düşmekte, bugünkü bölünmüşlüğü bir kat daha artırmaktadır.
6. Birbirinden kopuk İslamcılıklar kaos ve anarşiye, cahillerin sapıtmasına sebep olmuştur.
7. İslamcı cereyanlar, ancak bilenlerin yorumlayabileceği Kur’an-ı Kerimi herkesin kendi re’y ve hevasına göre yorumlaması yolunu açmışlar ve dehşetli bir kafa karışıklığına sebebiyet vermişlerdir.
8. İslamcı cereyanların hiçbirinde taqva, ihlas, gerçek dindarlık damarı yoktur. Onlar din ile siyaseti birbirine karıştırmıştır.
9. Nice İslamcılık ekolü Kur’an’a, Sünnete, Şeriata dayalı bildiğimiz gerçek İslam’ın yerine ucuzlatılmış, light ve ılımlı hale getirilmiş, sulandırılmış, içi boşaltılmış, dünyevileştirilmiş, bir tür hümanizma veya ideoloji haline getirilmiş bir İslam sergiliyordu.
10. Bazı İslamcılık cereyanlarının laik, dünyadan kopmuş, fıkıhsız ve Şeriatsız bir İslam türetme projeleri vardır.
Bir ara bu İslamcılık modası almış yürümüş, çayır yangını gibi genişlemişti. Çok şükür bu yangın hafiflemiştir ama büsbütün söndürülememiştir ve tahribatı tâmir edilememiştir.
Müslümanlar İslamcılık tuzağına düşmemelidir.
Düşmüş olanlar kurtarılmalıdır.
Allah katında makbul ve geçerli olan hak din Kur’an ve Sünnet İslamlığıdır.
İslam’ın bozuk yorumları vardır, bunlara itibar edilmemelidir.
Dini anlama konusunda ihtilaf zuhur ettiği, tefrika çıktığı zaman Selef-i Sâlihîne, Sevad-ı Âzama, Cemaate, Cumhur-i Ulemaya tâbi olunmalıdır.
Din icazetli, muttaqi, râsih, zâhid, dindar, ihlaslı ulemadan teallüm edilmelidir.
Cumhur-i ulemaya aykırı şazz görüşlere itibar edilmemelidir. 08 Ekim 2015
Büyük kısmınız harcanıyor. Büyük kısım derken yüzde kaçınızı kasd ettim? Rakam veremiyorum ama büyük kısmınız…
1- Bugünkü ideolojik eğitim sistemi sizi harcıyor. Bu okulların verdiği bilgiyle, kültürle, ahlak ve karakter terbiyesiyle, kazandırdığı estetik boyutla, hattâ şu sözde din dersleriyle; vasıflı, güçlü, üstün Türkiyeliler, vasıflı Müslümanlar olmanız çok zordur.
2- Eğer sizin ana amacınız ileride çok gelir getiren mesleklere sahip olup lüks, konforlu bir hayat sürmekse siz kendinizi harcıyorsunuz.
3- Şayet anne babalarınız, velileriniz sizin sadece dünyanızı düşünüyor, oğlum Metin doktor olsun, çok para kazansın, kızım Sevgi eczacı olsun çok para kazansın diyorlarsa onlar sizi harcamaktadır.
4- İnsan Yaratan’a kulluk ve ibadet etmesi için yaratılmıştır. Bunu birinci kriter=ölçü olarak kabul etmezseniz harcanıyorsunuz?
5- Doktor, mühendis, eczacı, şu veya bu meslek sahibi olabilirsiniz. Bunların üzerinde iyi insan, iyi Müslüman olmak prensibi yer almıyorsa harcanıyorsunuz.
6- Kadın, erkek bütün Müslümanlara öğrenilmesi ve hayata uygulanması farz olan ilim ilmihaldir. İlmihal insana Yaratıcısını, varolmanın hikmetini, dünyada nasıl yaşamak gerektiğini, âhirete nasıl hazırlanılacağını, ahlakı, iyi şeylerle kötü şeyleri öğretir. Sen, kendine yetecek derecede ve doğru olarak ilmihalini bilmiyorsan harcanıyorsun.
7- Dünyanın bir sınav yeri olduğunu, öldükten sonraki âhiret âleminde, zamanı gelince burada yaptıklarının hesabını vereceğini, iyiliklerinin ödülünü alacağını, kötülüklerinin cezasını çekeceğini öğrenmiyorsan, sen fena ve feci şekilde aldanıyorsun, harcanıyorsun.
8- İlim öğrenmek okuma yazma ile olur. Sen bin yıllık İslam Kur’an yazısıyla okuma yazma bilmiyorsan, bu yazıyı öğrenmemekte diretiyor, inat ediyorsan harcanıyorsun.
9- Yeterli miktarda İslamî kültürün yoksa harcanıyorsun.
10- Kıymetli ömrünü gevezelikle, zevzeklikle, laklakiyatla harcıyorsan yine harcanıyorsun.
Seni uyarıyorum… Seni derlenip toparlanmaya çağırıyorum… Tekrar ediyorum: Amaç iyi Müslüman, iyi insan olmaktır. Bu da doğru ilimle, irfanla, sağlam kültürle, ahlak ve karakterle olur.
Kemalist eğitimle iyi insan, iyi Müslüman olmak mümkün ve muhtemel değildir.
İyi, vasıflı, güçlü, üstün, kurtulmaya namzet bir Müslüman olabilmen için alternatif bir eğitim görmen gerekir.
İnsan çaba sarf etmeden, çile çekmeden olgun ve vasıflı olamaz.
Seni yönlendirecek kâmil bir rehberin olmazsa tekâmül edemezsin olgunlaşamazsın.
Nasıl adam olacaksın? Nasıl iyi insan olacaksın? Nasıl iyi Müslüman olacaksın? Kendini nasıl kurtaracaksın? Dinine, halkına, ülkene, insanlığa nasıl hizmet edeceksin?
Kendini harcama, harcatma… 09 Ekim 2015
Sapıkların, bid’atçilerin, reformcuların, light ve ılımlı İslamcıların kitaplarında, makalelerinde yazılı olan bilgilerin hepsi bozuk değildir. Belki yüzde doksanı doğrudur ama bunların arasına sapık, bozuk, çarpık fikirler, görüşler, yorumlar serpiştirmişlerdir.
Onların kitapları, içlerinde bir kısım doğrular bulunmasına rağmen okunmamalıdır.
Müslümanlar İslam’ı icazetli alim ve fakihlerden öğrenmelidir.
Kişi, dinini reformculardan, İslam’da yenilik ve değişiklik isteyenlerden, bid’atçilerden, Fazlurrahmancılardan, mezhepsizlerden öğrenilirse sapıtır.
Bid’atçiler, sapıklar Ehl-i Sünnet Müslümanlarını doğru yoldan saptırmak için mezhepler kalksın, herkes Kur’an Müslümanı olsun diyorlar.
Ehl-i Sünneti sapık fırkalarla bir tutmak büyük bir adaletsizlik ve insafsızlıktır.
Ehl-i Sünnet herhangi bir fırka değildir. Asıl Kur’an Müslümanlığı Ehl-i Sünnettir.
Ehl-i Sünnet ile Gurabiye fırkası hiç bir olur mu?
Gurabiye fırkasının veya mezhebinin ana inancı şudur: Hz. Muhammed ile Hz. Ali birbirlerine iki karganın birbirine benzediği gibi benziyorlarmış. Cebrail’e, vahyi Hz. Ali’ye getirmesi emrolunmuş ama o şaşırarak yanlışlıkla Hz. Muhammed’e vermiş… (Gurab Arapçada karga demektir.)
Ehl-i Sünnet ne Gurabiyeyle, ne diğer bid’at ve dalalet fırkalarıyla bir tutulamaz, eşit görülemez.
Herkes Kur’an’da birleşsin, mezhepler kalksın sözü dinde anarşiye ve kaosa yol açar.
Doğru söz şudur: Bütün Müslümanlar Kur’an’ın doğru yorumunda, Sünnetin doğru yorumunda, Sevâd-ı Âzam dairesinde, Cadde-i Kübra’da, Selef-i Sâlihîn anlayışında, Cumhur-i Ulemanın görüşünde birleşsinler.
Dinin, Allah’ın rızasına uygun doğru yorumunu Resulullah (Salat ve selam olsun ona) yapmıştır. İslam’ı en iyi anlayanlar ilk üç kuşaktır, yani Ashab, Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîndir. Ehl-i Sünnetin icazetli uleması ve fukahası onların yolundadır.
Resulullah’ın Sünnetini bilmeden Kur’anı yanlışsız tefsir etmek ve İslam’ı doğru anlamak mümkün değildir.
Bir kimsenin din alimi olması için sade bilmek yeterli olmaz… Bu bilginin yanında icazet olması gerekir. Ucu Resullerin Seyyidine kadar uzanmayan ve ulaşmayan bir icazete sahip olmayan kimse din alimi olamaz.
Kur’an elbette dinimizin, Şeriatımızın ana kaynağıdır ama bu, her Müslüman Kur’anı kendi re’y ve hevasıyla yorumlayabilir mânasına gelmez.
Kur’anı yorumlayabilmek için tefsir icazetine sahip olmak gerekir. Müfessir olabilmek için on dört ilmi iyi öğrenmiş olmak gerekir. Bunlara bir de, Allah’ın salih ve muttaqi alim kullarına verdiği vehbî ilmi eklemek gerekir.
İlmi olmayan cahillerin, kendi kafalarına ve işkembelerine göre Kur’anı yorumlamaya kalkmaları, ondan hüküm çıkartmaları dini yıkmak, tahrip etmek demektir. 10 Ekim 2015
Hadîs-i şerîf’te “Duanızın kabul edilmeyeceği zaman gelmeden önce mârufu (iyiyi) emr edin, münkeri (kötülüğü) yasaklayın” (İbn Mâce) buyuruluyor.
Allah duaları kabul eder. Duaların kabul edilmemesine sebep olan bazı kötülükler vardır.
1- Haram yemek, haram gelir elde etmek, haramla şişip zengin olmak.
2- Büyük günahları açıkta, açıkça, küstahça, arlanıp utanmadan, hayâsızca işlemek…
3- Devamlı gıybet etmek…
4- İşlediği günahlara üzülmemek, pişman olmamak, tevbe etmemek.
5- Müslüman bir toplumun emr-i mâruf ve nehy-i münker farzını tâtil etmesi.
6- Kötülükle çok emr eden nefse esir olunması.
7- Rahman’ın emirlerini dinlemeyip lanetlenmiş şeytana uyulması.
8- Din konusunda bid’at sapıklıklarına düşülmesi.
Emr-i mâruf ve nehy-i münker farzının terk edilmesi, bütün Ümmeti günaha sokar.
Kötülükleri önleyebilecek, frenleyebilecek imkâna, hürriyete sahip olup da “Ben kötülük yapmıyorum, namazımı kılıyorum, orucumu tutuyorum, kötülüklere karışmam, bana dokunmayan yılanın kuyruğuna basarak kendimi tehlikeye atmam” diyenler yanılgı içindedir.
Müslüman Kur’an’ın, Sünnetin, Şeriatın yapılmasını emr ettiği iyi şeyleri hem kendisi yapmalı, hem de insanların yapması için en uygun ve güzel şekilde, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak çalışmalıdır.
Kur’an’ın, Sünnetin, Şeriatın kötü gördüğü şeylerden hem kendisi kaçınmalı, hem de başkalarının yapmaması için çalışmalıdır.
Bu işi idareciler fiilen, ulema fuqaha ziyalılar lisanen, halk tabakası kalben yapar.
Nehy-i münkerin asgarîsi kötü ve haram şeylerden nefret etmek, onları istememektir. Bu olmazsa iman tehlikeye girer.
Günümüzde Kur’an’ın, Sünnetin, Şeriatın yasak kıldığı riba ve zina kötülüğü yaygın hale gelmiştir. Her mü’minin bunları önlemek ve engellemek için çalışması gerekir. Hiçbir şey yapılamıyorsa, en azından kalp ile bunlardan nefret edilmelidir.
Müslümanlar çoğunlukta ama bazı azınlıklar onlardan daha cesur, daha gözü kara… Kötülükleri protesto etmeyen pısırık, cesaretsiz, mıymıntı Müslümanlar zillet içine düşerler, egemen azınlıkların maskarası ve esiri olurlar.
İnsanoğlu, melekler gibi günahsız ve itaatkâr değildir. Toplum içinde günahkârlar da vardır. Topluma bunların hâkim olması, iyilerin felaketi olur.
Kötülüklerin, günahların, haramların genel hale gelmesi, yoğunlaşması, yaygınlaşması karşısında “Ben yapmıyorum ya… Bana ne… Bunlarla mücadele edersem fitne fesat çıkar…” gibi vesveselerle (kuruntularla) nehy-i münker yapmayanlar toplum yapısının çökmesine yol açar ve enkazın altında kendileri de kalıp helak olur.
İslam’ın emr-i mâruf ve nehy-i münker farzının bilkülliye terk edilmesi yahut yeterli derecede yapılmaması çok büyük bir fitnedir.
Beş vakit namaz meselesini ele alalım: Bunu terk eden bir Müslüman toplum çökmeye mahkûmdur. Namaz kılan Müslümanların bir araya gelerek, kılmayan kardeşlerini namaza çağırmaları farzdır. Bu farz, en güzel, en uygun şekilde yapılmalıdır. Türkiye’de bu yapılıyor mu?
Namaz dinin direği, binanın yüz kolonundan doksanı çatlamış ve biz bu konuda büyük bir umursamazlık içindeyiz. Bina yıkılırsa, namaz kılmayanların yanında kılanlar da enkazın altında kalacaktır.
Ulemanın, fuqahanın, ziyalı Müslümanların, yazarlarımızın, Diyanet’in, özel Diyanet mahiyetindeki büyük cemaatlerin ve tarikatların; daha fazla, yeterli miktarda, Kur’an’a Sünnete Şeriata uygun şekilde, devamlı olarak etkili emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmasını bekliyoruz, ümit ediyoruz. Hadîsteki “dua edip de, duanızın kabul edilmeyeceği zaman gelmeden…” uyarısına kulak verelim.
Ülkemiz azgınlıkların, büyük günahların, zinaların, ribaların, içkinin, kumar ve lotaryanın, müstehcen yayınların, korkunç israfların, lüks ve şatafatın, haramların, gayr-i meşru rantların ve daha nice günah ve isyanların yangınları içindedir. Gafleti bırakalım, yangın söndürme vazife ve hizmetini ihmal etmeyelim. Aksi takdirde cümbür cemaat yanarız.
(Lütfen şu cümleyi ezberleyiniz: Beş vakit namazı yitiren ve şehvetlerine uyan, emr-i mâruf ve nehy-i münker farzını yerine getirmeyen Müslüman bir toplum helâk olur.) 11 Ekim 2015
1- Kur’ana, Sünnete, Şeriata dayalı gerçek İslam devletinde bütün Müslümanların beş vakit namaz kılması gerekir.
2- Hür ve mukim erkeklerin, yirmi kadar şer’î özürleri yoksa farz namazları cemaatle kılmaları gerekir.
3- Gayr-i müslim kadınlar dahil, bütün kadınların tesettüre uymaları, şehevî ve iffete aykırı kıyafetlerle gezmemeleri gerekir.
4- Hafta tatili cuma günüdür.
5- Cuma ezanı okununca Müslümanlar alışverişe son verir, dükkanlarını işyerlerini büro ve atölyelerini kapatır namaza gider.
6- Cuma hutbesi İmamü’l-Müslimîn ve Emîrü’l-mü’minin olan Halifenin adına okunur.
7- İslam devletinin tebaası olan Hıristiyanlar ve Musevîler devlete sâdık kalmak ve itaat etmek hıyanet etmemek şartıyla; adalet, güvenlik, geniş bir din kimlik kültür hürriyetine sahip olur.
8- Ramazan gündüzünde açıkça yemek içmek yasaklanır.
9- Toplu taşıma vasıtalarında, rahatsız edilmemeleri ve huzurla seyahat etmeleri için kadınların yerleri ayrı olur.
10- Erkek ve kız öğrencilerin birlikte okuduğu tâgutî karma eğitim kaldırılır.
11- İslam okullarında Kur’ana, Sünnete, Şeriata uygun Tevhidî eğitim verilir. Okullarda bütün öğrenciler beş vakit namazı cemaatle kılar.
12- Riba ve faizli kredi yasaklanır, karz-ı hasen sandıkları kurulur.
13- Kasden ve müteammiden adam öldürenlere, veresesi diyete razı olmazsa idam cezası, kısas uygulanır.
14- Medyanın müstehcen yayın yapmasına, yalan dolanla toplumu aldatmasına, fitne fesat çıkartmasına, önemli ve ciddî konuları mıncıklamasına, dinsizlik ve densizlik yapmasına, mafyalaşmasına (adalet çerçevesinde) engel olunur.
15- İslam devleti hiçbir kimsenin veya topluluğun din sömürüsü, mukaddesat bezirganlığı yapmasına izin vermez.
16- İslam devletinde gerçek İslam medreseleri açılır ve buralarda, hem dini, hem de dünya kültürünü iyi bilen icazetli, ihlaslı, ahlaklı, faziletli ulema ve fukaha yetiştirilir.
17- İslam devletinde tasavvuf tarikatları, Şeriat dairesinden dışarı çıkmamaları, beş vakit namaz kılmaları şartıyla serbest olur. Tarikatları Meclis-i Meşâyih kontrol eder.
18- İslam devleti lüksü, israfı, ihtişamı, saçıp savurmayı, aşırı tüketimi, aşırı konforu, dengesizlikleri frenler; kanaati ve ölçülü yaşamayı tavsiye ve teşvik eder.
19- İslam devleti Batı medeniyetinin bütün kötülüklerine, zararlı taraflarına, sapıklıklarına karşı olur.
20- İslam devletinde emanetler, işler, vazifeler, memuriyetler, başkanlıklar ehil ve layık olanlara verilir, asla ehliyetsizlere verilmez.
21- İslam devletinde Halife bile nepotizm yapamaz.
22- İslam devleti arivist haşarata meydan vermez.
23- İslam devleti bir darüleman, bir darüssulh, bir darüssadet oluşturur. İyileri korur gözetir, kötüleri tepeler.
24- İslam devletinin adaletini, üstünlüğünü gören gayr-i müslimler akın akın ya ihtida eder, ya iltica… 12 Ekim 2015
Selam!.. Allah diyerek kükreyen arslan videosunu göndermek lütfunda bulunmuşsunuz, teşekkür ederim. Şu hal, sadece sizin arslanınıza mahsus değildir. Bütün bitkiler, çiçekler, yapraklar da kendi dilleriyle Allah demektedir. Kelebeklerin ve böceklerin üzerinde de böcek diliyle Allah yazılıdır. Kainat, mevcudat hep O’nu zikr ediyor. Arapça, Türkçe, İngilizce, şu veya bu dille değil, kendi lisanlarıyla. Allah diyen arslanın hali olağanüstüdür. Asıl mârifet, mahlûkatın kendi lisanlarıyla O’nu zikr etmelerini anlamak duymak ve idrak etmektir. Damarlı taşların kesitlerinde hacer lisanıyla O yazılıdır. Göklerdeki bulutlar, denizlerde yüzen balıklar… Ateist kalbini dinlese, kendi diliyle Allah Allah diye attığını duyup pek şaşacaktır. Şâir ne güzel söylemiş:
**
Eskiden gençlerin yeterli kısmı adam olmaya hevesliydi. Şimdi, nâdir hattâ ender istisnâlar dışında o heves de kalmadı. Adam olmanın birinci şartı, adam olmaya niyet ve teşebbüs etmektir. Niyet ve teşebbüs olmazsa nâfile. Türkiyeli bir Müslümanın kültürlü adam olabilmesinin birinci şartı İslam ve Kur’an alfabesiyle Türkçe okuyup yazabilmektir. Osmanlıca bilmeden elbette mü’min ve müslim olunabilir ama (Türkiye arzında) kültürlü Müslüman olunamaz. Bunu birilerine nasıl anlatacağız bilmem ki…
**
Tecrübesiz, birikimsiz genç bir kardeşimize: Bu fakir bildiğimi söylüyorum. Siz ise bilmeden itiraz ediyor ve laf dinlemiyorsunuz. Benim bildiklerime sahip olmanız için onlarca yıl geçmesi gerekir. Yaqîn derecesinde çok iyi bildiğim şeyleri sizinle tartışmam. Ya kabul eder yararlanırsınız, etmezseniz ne haliniz varsa görün. Size, geleneksel millî ve İslami el sanatlarımızdan birini mutlaka öğrenmenizi, icazet almanızı ve ileride ürün vermenizi tavsiye etmiştim. Sizi buna pek istekli görmüyorum. Sizinle bu konuda tartışmayı kabul etmiyorum ve ne haliniz varsa görün diyorum.
**
Bazen başları açık çağdaş hanımefendilerle, kıyafetleri pek dekolte olmamak şartıyla görüşüyorum ama alaca bulaca rengârenk ciğer kırmızısı, saçlarını deve hörgücü gibi yapmış kahkahalarla gülen, etrafa gülücükler dağıtan sözde tesettürlü, erkeklerin şehevî bakışlarını açıklardan daha fazla çeken Süslüman bayanlarla görüşmüyorum.
**
İslamcı Nargilevî beyefendiye: O gece göz ucuyla sizi seyr ettim. Ezan okunurken nargilenizi tokurdatıyordunuz. Doğrusu taaccüb ettim, müteessir oldum, üzüldüm. Birkaç Müslüman camiye giderken siz sohbete ve nargile tokurdatmaya devam ediyordunuz. 13 Ekim 2015
Müslüman toplumda birçok şeyin gerçeği ve sahtesi vardır. Mesela tesettürün… Kur’an’a, Sünnete, Şeriata, fıkha, İslam ahlakına ve hikmetine uygun tesettür vardır; bir de ona paralel alaca bulaca rengârenk takmış takıştırmış, sürmüş sürüştürmüş şeytanî tesettür görülmektedir. Bir tesettür kıyafeti, erkeklerin şehevî bakış ve dikkatlerini açık kadınlardan daha fazla çekiyorsa, o kıyafet tesettür değil, bezirgânî bir anti tesettürdür.
Gerçek dindar, sahte dindar… Dindar geçinen, kendini dindar gösteren bir herif veya karı hiç durmadan gıybet ediyor, yalan söylüyor; böylesi elbette gerçek dindar değil, sahte ve yalancı bir dindardır.
Ahlakı bozuk bir kişi, namaz kılsa, oruç tutsa da gerçek dindar olamaz.
İslam’a Kur’an’a Sünnete mukaddesata, sırf Allah rızası için ihlasla gerçekten hizmet eden şerefli gerçek hizmetkar ile; dini imanı para olan, Hâliq rızası için yaptığını iddia ettiği sözde hizmetlerin mükafatını ve ücretini yaratıklardan isteyen rezil din sömürücüsü bir olur mu?
Yahu yahu yahu!.. Çocuğunu kaybettiği için samimî gözyaşları ile ağlayan şefkatli kadıncağız ile parayla ağlayan cadı karı bir olur mu hiç?
Haram para ile zengin olan ile helal para zengini bir olur mu?
Kendisinde münafıklığın bütün alametleri var ve dindarlık taslıyor. Sahte dindar!..
Zerre kadar Ümmet birliği şuuruna sahip değil, böylesi nasıl dindar oluyormuş?
Komşusuna eziyet eden, kan kusturan kişi abdest alıp namaz kılmakla dindar oluverir mi?
Büyüklerimize hürmet etmeyen, küçüklerimize şefkat ve merhamet göstermeyen kişi gerçek dindar mıdır, sahte dindar mı?
Şu cemaat, hizip, fırka, sekt holiganları, militanları, fanatikleri mi gerçek dindar?
Peygambere (Salat ve selam olsun ona) hakaret edilince sesi çıkmayan, kendi baronuna fiske vurulunca aşırı tepki gösteren şu dengesiz adam mı dindar?
Dini imanı benlik, ikbal ve menfaat olan arivist dindar sayılır mı?
Dindarlığın birinci şartı ihlastır. İhlas yoksa dindarlık da yoktur.
İkinci şartı yüksek İslam ahlakı ile ahlaklı olmaktır.
Üçüncüsü Kur’an’ın, Sünnetin, Şeriatın emirlerini yerine getirip, yasaklarından uzak durmaktır.
Dördüncüsü haram kazançlardan, kul hakkından kaçınmaktır.
Beşincisi âdil ve insaflı olmaktır.
Altıncısı Rahmanî olmaktır, şeytanî olmamaktır.
Yedincisi Tağutî, Deccalî, Süfyanî olmamaktır.
Sekizincisi dünyevî olmamak, âhirete dönük olmaktır.
Dokuzuncusu, boynunda zamanın İmamına biat ve itaat bağı bulunmasıdır.
Onuncusu: Onun dindar, ahlaklı, faziletli, doğru, dürüst olduğunu bir kısım düşmanlarının da kabul ve itiraf etmesidir. 14 Ekim 2015
Herkes akıllı… Lakin akıldan akla fark var… Bütün akıllar aynı akıl değil.
Olumlu akıl var, olumsuz… Bazı akıllılar pek akılsız…
Akl-ı selim ile selim olmayan akıl bir olur mu?
IQ’su yüksek şu dinsiz ve densizin aklında mutlaka bir eksiklik var.
Akıl olmadan Müslüman olunmuyor.
Akl-ı selim olmadan vasıflı Müslüman olunmaz.
Vasıflı Müslümanın aklı Allah’ın Kitabından, Resulün (Salat ve selam olsun ona) Sünnetinden aldığı İslamî nurla aydınlıktır.
Hem Müslümanım diyor, hem bir sürü akılsızlık sergiliyor. Onda büyük eksiklikler vardır.
Gerçekten akıllı insan birtakım soruları sorar, onların cevaplarını arar ve bulur.
Ben kimim, varlık nedir, hayat nedir, şu dünya nedir?.. Kendi kendime var olamayacağıma göre beni Kim yaratmıştır, bu yaratılışın amacı ve hikmeti nedir? Yaratan benden neler istemektedir?
Küfür ve inkar güçleri insan aklını köreltmek için bir yığın şeytanlık yapıyor.
Fitne ve fesatların büyük kısmı, Müslümanların akıllarını iyi geliştirmemelerinden ve iyi çalıştırmamasından ileri gelmektedir.
Akıllı Müslüman, ana gündem konularını ve maddelerini bırakıp boş, kof, saçma, şeytanî şeylerle uğraşmaz.
Hem Müslüman, hem de ilhamını Kur’an’dan, Sünnetten, İslam’dan almıyor; o çok eksik ve şaşırmış bir Müslümandır.
Politika dedikoduları… Futbol şike ve rezaletleri… Cıvık magazin yazıları… Müstehcen yayınlar… Zararlı gevezelikler ve zevzeklikler… Soruyorum: Aklı başında bir Müslümanın bunlara ayıracak vakti var mıdır?
Milyonlarca Müslümanın aklını faydalı ilimlerle, gerçek kültürle geliştirmek lazım. Bu işi, içimizdeki en akıllıların yapması gerekmez mi?
Akıl akıldan üstündür.
Müslüman kesim içinde üstün âqil kimselerin bulunması zarurettir. Bunlar olmazsa üstün olmayan akıllar şaşırır kalır. Fitne ve fesat ehlinin IQ’ları yüksek de olsa onların akıllarında hayır yoktur.
Terazinin bir kefesine bir milyon, IQ’su yüksek ama şaşkın ve nursuz akıl koyun; öbür kefesine Allah’ın, Kur’an’ın, Nebi’nin, yüksek hikmetin nuruyla aydınlanmış bir tek adamakıllı akıl koyun, bu ikincisi ağır basar.
İslam dünyasında tarih boyunca böyle müstesna akıllar olmuştur. Bunların birincisi Hâce-i Kâinat Resulullah’ın aklıdır. Ashab-ı Güzi’nin akıllarıdır. Selef-i Sâlihî’nin aklıdır. Sonra her asırdaki müceddilerin, gerçek ulemanın, fukahanın, meşayihin, Kur’an nuruyla münevver ziyalıların akılları.
Bir Abdülkadir Geylanî’in, bir İmam Gazalî’nin, bir İmam Rabbanî’nin aklı ile öteki sıradanların akılları bir olur mu?
Akıllıysak, akıllanmak istiyorsak böyle büyük rehber mürşid akıllara tâbi olmamız gerekiyor.
Burnunun ucunu göremeyen kısır ve güdük akıllarla yolumuzu bulamayız. 15 Ekim 2015
Yeryüzünde Rahmanîlerle Tâğutîler arasında bitmez tükenmez bir rekabet ve savaş vardır. Bir buçuk milyarlık İslam dünyası, Rahman’ın emirlerine uygun şekilde Tağutî güçlerle mücadele etmezse, onların kötülüklerini ve isyanlarını dizginlemez ve onları yenmezse, hem dünya, hem insanlık tehlikeye girer ve sonunda helâk olur.
Dünyanın ve insanlığın selameti, salâhı, iyiliği, âfiyeti Müslümanlara bağlıdır. Onlar galip ve hâkim olmazlarsa, Allah yolunda olanca güçleriyle planlı ve programlı şekilde çalışmazlarsa dünya iyi olmaz.
İslam’ın temel farzlarından biri emr-i mâruf ve nehy-i münkerdir. Müslümanlar bu farzı tamamen tâtil ederlerse hem kendileri, hem dünya batar. Yeteri ve gereği gibi yapmazlarsa dünyayı ve insanlığı cehil ve kötülük karanlıkları kaplar, fitne ve fesat yangınları her yeri sarar.
Doğru dürüst emr-i mâruf ve nehy-i münker yapılabilmesi için Müslümanların tek bir Ümmet olması ve bilgiyle mücehhez bulunması gerekir.
Bu Ümmetin başında, mü’minlerin kendisine biat ve itaat ettiği râşid, ehliyetli, liyakatli, muttaqi, âdil bir İmam bulunması gerekir.
Bu İmam’ın istişare Meclisi (Şûrası) olması gerekir.
Müslümanların müşriklerden, kâfirlerden, münafıklardan, şaqilerden, müfsitlerden üstün olması gerekir.
Müslümanların Allah’ın yardımını kazandıracak sebep ve vesilelere yapışması gerekir.
Bugün İslam dünyası paramparçadır. Ümmet birliği yok, İmam yok, teşkilat yok, üniter hiyerarşi yok, vasıflı kadrolar yok… Tefrika, fitne, fesat, cehalet, rekabet, iç düşmanlıklar, din sömürüsü, bin türlü beyinsizlik ve hıyanet çok…
İnsanlığa hizmet etmekten, beşeriyete nasihat etmekten geçtim, biz Müslümanlar, kendimizi kurtaracak zarurî hizmet ve faaliyetleri bile yapamıyoruz.
Türkiye’yi ele alalım:
Sultan Abdülhamid’ten sonra Darülislam olmaktan çıkmış bir ülke.
Müslümanlar çoğunlukta ama hafta tatili, Yahudilerin cumartesisi ile Hıristiyanların pazarı.
Şeytanî, Deccalî, Tağutî, Süfyanî şer güçler çocukları ve genç nesilleri bozmak için seferber olmuş.
Dinin direği olan namaz yitirilmiş, halkın büyük kısmı şehvetlerine uymuş.
Din konusunda Kur’an’a, Sünnete, Şeriata aykırı bid’atler, sapıklıklar almış yürümüş.
Derin şer güçlerinin emriyle dinin içini boşaltma, light ve ılımlı bir İslam türetme faaliyetleri gece gündüz sürdürülüyor.
Musalli Müslümanlar azalıyor, musalla Müslümanları çoğalıyor.
Zina, riba, âhir zaman alameti şeddadî binalar…
Kutsal dinî konular ayağa düşmüş magazin konusu yapılıyor, mıncıklanıyor.
Şeytanî derin şer güçleri, Müslümanları dünyevileştirmek, yabancılaştırmak için var güçleriyle çalışıyor.
Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) sahih hadîsleri AB kriterlerine göre ayıklanıyor.
Müzeyyen camilere vakit namazlarında, hele sabah vakitlerinde son derece az mü’min geliyor.
Kadınların büyük kısmı şeytanî kıyafetlere bürünmüş.
Bu korkunç manzara içinde birtakım din baronları ne yapıyor?
Ümmet, Hilafet, Şeriat, ittihad, uhuvvet için çalışan, feryat eden kaç kişi var?
Tarihte benzeri görülmemiş Suriye faciasından ibret aldık mı?
Tek bir Ümmet olmak, başımıza râşid bir İmam seçmek için çalışıyor muyuz?
İslam’ın kurtarıcı hükümleri, emirleri, farzları belli… Bunları yaparsanız, işlerseniz helak ve zelil olursunuz diye haber verilen haramlar, günahlar, kötülükler, çirkinlikler, pislikler de belli… Allah’ın Kitabında, Resulün (Salat ve selam olsun ona) Sünnetinde bize öğütler verilmiş, onlar da belli. Biz bunları ihmal etmişiz ve şeytanî gündemlerle, gevezelik ve zevzekliklerle ömür tüketiyoruz.
Bir din baronuna bir fiske vurulsa baron-perestler ayağa kalkıyor ama Ümmet birliği, uhuvvet, Hilafet, Şeriat için çalışılmıyor.
Suriye’den, Irak’tan, Filistin’den, Mısır’dan, Libya’dan ibret alamıyorsak bizim iflah olmamız çok zordur.
(Eskiden Ümmet birliği, Hilafet, Darülislam için çalışmak çok zor ve tehlikeli idi. Artık günümüzde oldukça geniş bir din hürriyeti vardır. Çalışmayanların hiçbir bahanesi yoktur.) 16 Ekim 2015
En büyük, en korkunç, en tehlikeli, en öldürücü, en berbat, en rezil edici bağımlılık nedir? Eroin, kokain, diğer uyuşturuculara bağımlılık mı?.. İçkiye, kumara, sekse bağımlılık mı?.. Hayır, en kötü bağımlılık para bağımlılığıdır. İnsan paraya bağımlı olmayagörsün, bundan kurtulması ve iflah olması imkansız denecek derecede güçtür.
Parasız yaşanmıyor, insanlar para kazanmasın mı?.. Böyle bir şey demedim. Paradan değil, para bağımlılığından bahs ediyorum. Elbette helalinden para kazanılacak…
Gazeteci, politikacı, iş adamı, din hizmetkarı tabiî ki, para kazanacak ama asla para bağımlısı, para delisi, para fahişesi olmayacaktır.
Para ana, birinci, tek değer olursa, bitiktir o kişinin işi.
Bir Müslüman için paranın üzerinde değerler vardır. Din, iman, Kur’an, Şeriat, mukaddesat… Bitmedi… Vatan, halk, (rejimi kasd etmiyorum) devlet… Adalet, insaf… İlim, irfan, hikmet… Ahlak…
Bir toplum ki, onun ana değeri para ve paraya bağlı lüks, aşırı, tüketim, aşırı konfor, israf, saçıp savurma, gösteriş, gurur, kibirdir; o toplumun âkıbeti hiç iyi olmaz.
Dıştan Müslüman görünüyor ama asıl dini imanı paradır. O, kâfirden eşed rezil bir münafıktır.
Parası olmayana bir dilim kuru ekmek yedirmeyen, bir yudum su içirmeyen acımasız bir ortamda yaşıyoruz, geçinmek için elbette para gerekiyor ama bu dediğim başka şeydir, para sürtüğü, para bilmem nesi olmak başka şey.
Müslüman, dindar, namaz kılan bir ebeveyn oğullarını ve kızlarını öncelikle para için yetiştiriyorsa hapı yutmuştur o çocuk. Haindir o ana baba.
İslam’a, Kur’an’a, Nebevî hikmete göre insan bu dünyaya para kazanmak, lüks bir hayat sürmek için gelmemiştir.
Müslüman bir tür asker gibidir. Askerin bir kısmı geçinmek için, hizmeti karşılığında bir miktar para alsa bile, onun asıl amacı asla para ve maddî menfaat değildir.
Para konusunda ölçü ve örnek mi istiyorsunuz. Buyurun, Peygamberin (Salat ve selam olsun ona) hayatına, ahlakına bakınız. Onun Ashabının seçkinlerine bakınız. Fakirlerine değil, zenginlerine de bakınız. Peygamber bir gün Allah yolunda infak etmek hakkında konuşmuştu da; Medine’ye yaklaşmış olan, üzerlerinde ticarî mallar yüklü yedi yüz develik kervanının tamamını, develeriyle birlikte Abdurrahman ibn Avf hazretleri Efendimize vermiş, buyurunuz Allah yolunda dağıtınız demişti.
Hz. Osman da zengindi. Tebük seferi hazırlıkları yapılırken bin mücahidi donatmıştı.
Hz. Ebubekir malının tamamını Efendimize getirip vermişti. Geriye, çoluk çocuğuna ne bıraktın sorusuna, Allah ve Resulü onlara yeter cevabını vermişti.
Eroin, kokain, içki, kumar, kadın mübtelâlarına acınır. Para fahişeleri, onlardan bin kere acınmaya ve öfkelenmeye layıktır.
Para bağımlılığı, harama, haram ise Cehenneme götürür. Para kirlidir, kirletir… Para pistir, necistir… Para süflîdir… Süflî parayı ulvî değerlerin ve kavramların üzerinde tutan bağımlılar mânen çok hastadır.
Para konusunda paraşütsüz düşmemeli, yokuş aşağı frensiz inmemeli.
Para çılgınlığının, para fahişeliliğinin, para bağımlılığının tedavisi çok zordur.
Çocuklarınızı para hastası yapmayınız.
Milyarder birini tanıyorum. Kalbi, böbrekleri rahatsız, şekeri çok yüksek, sıkı perhiz yapmak zorunda. Azıcık ve tatsız tuzsuz şeyler yiyebiliyor. Aklı olan, İslam’ın rızık konusundaki öğretilerini öğrenir ve para konusundaki ihtiraslarına gem vurur. 17 Ekim 2015
İster laik olsun, ister Müslüman, Feminist bozuntusuna soruyorum: TC, birtakım bedbaht kadınlara resmî fahişelik vesikası vererek, onların genelev denilen ve yasal koruma altında bulunan binalarda seks köleliği yapmasına izin veriyor, bu seks işinden KDV ve gelir vergisi alıyor ve bütçesine koyuyor. Kadın hakları diye yırtınan sen bu rezaleti niçin avazın çıktığı kadar protesto etmiyorsun? Bırakın protesto etmek, niçin görmezlikten geliyorsun.
TC kadınlarla ilgili uluslararası metinlere ve sözleşmelere, seks köleliğine izin vermeyeceğine dair imza koymuş, taahhütte bulunmuştur. Bu sözünü tutmamasını niçin protesto etmiyorsun?
Sen gerçekten kadınların haklarına, hürriyetlerine, haysiyetlerine sahip çıkmış olsaydın, şu resmî vesikalı yasal seks köleliğini protesto ederdin.
Yaşın müsait mi bilmiyorum, eğer o zaman yetişkin idiysen, şu meşhur Kerhaneler İmparatoriçesi madama devlet büyüklerinin huzurunda resmî törenlerle vergi rekortmenliği ödülü verilirken hangi cehennemde idin?
Kemalist, Dönme, çağdaş Feministlere söylüyorum: Kara çarşaf diye tahkir etmeyi bırakın da, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Çarşafa ve Peçeye Dair” başlıklı yazısını okuyun. Yakup Kadri o yazıyı dinî hassasiyetle değil, bir edib ve estet gözüyle bakarak kaleme almıştır. Evet o yazıyı okuyun da utanın biraz.
Siz çarşafa saldırırken, M. Kemal Paşa’nın annesine, eşi Latife hanıma, ahirete göçmüş ninelerimize, ecdadımıza hakaret ettiğinizin, küstahça sövüp saydığınızın farkında mısınız?
Tesettür gerilikmiş, çıplaklık uygarlıkmış… Sevsinler sizi! Asıl medeniyet giyim kuşamdır, örtünmektir.
Siz giyimli olan, örtünen dişi bir hayvan gördünüz mü? Hayvanların erkeği de dişisi de örtünmez, çıplak gezer.
Örtünmek kölelikmiş, köleliğin özgürlüğü olmazmış. Bu da sizin nâne ilkelerinizden.
Atatürkçü Feministler, Müslüman Feministler, hepinize birden sesleniyorum:
Devletin TC antetli resmî vesikalarla, kolluk kuvvetleri tarafından korunan hanelerde yasal, KDV’li, gelir vergili, hijyenik (!) seks köleliği yaptırmasını çok yüksek sesle protesto ve tel’in etmediğiniz müddetçe sizin kadın hakları konusunda samimî olduğunuza inanmak mümkün değildir.
Haydi Dönmelerin ve Kemalistlerin sesleri çıkmıyor, peki şu Müslüman Feministler niçin bu konuda sus pustur?
Herkes iyi bilsin ki: Kadınların haklarını, hürriyetlerini, haysiyetlerini koruyan İslam dinidir, İslam medeniyetidir.
Çıplaklık hürriyet değil, köleliktir, vahşettir, bedevîliktir.
Tesettür kadınları yükseltir.
Çarşaf ve peçenin sanat ve estetik bakımından üstünlüğünü anlamak isteyen interneti açsın ve Yakup Kadri’nin “Çarşafa ve Peçeye Dair” başlıklı yazısını okusun. Bir defa değil, birkaç defa okusun. 18.10.2015
Yazılarımı devamlı okuyan okuyucularım bilirler. Bendenizin yüzlerce projesi içinde gerçek
da yer almaktadır. “Konya’da Mevlânâ Celalüddin Rûmî İslam Mektebi” başlıklı yazım bunlardan biridir.
İslam dini ve kültürü, yetişkin erkek ve kız çocuklarının birlikte karma eğitimle okutulmasına izin vermediği için Müslümanların sadece kızlar için çok vasıflı ve güçlü liseler açması da gerekir.
Aşağıdaki yazım, böyle hayalî bir kız İslam mektebini tasvir etmektedir.
Bazı saf kimseler mektuplar göndererek, bahsettiğin bu lisenin adresini, telefon numarasını ver de, çocuğumuzu oraya kayd ettirelim diye müracaat ediyorlar. Heyhat heyhat heyhat!.. Türkiyeli Müslümanlar ne erkek, ne de kız evlatları için gerçek güçlü okullar açmıyorlar, açamıyorlar, hattâ gündemlerinde böyle bir madde ve konu yok. Eskiden din hürriyeti yoktu, bugün ise yüzde yüz olmasa da hayli hürriyet var. Müslümanlar isteseler, niyet etseler, kültürleri ve ufukları yeterli olsa böyle okullar açamazlar mı? Para mı yok? O da var.
Hayalimdeki İslam kız Mektebi ile ilgili hayalî röportajım aşağıdadır:
Râbiatü’l-Adeviyye İslam Kız Mektebi, etrafı korunmuş büyük bir korunun içinde… Röportaj konusunda zorlukla izin alabildim. Anlaştığımız tarih ve saatte ana kapıya geldim. Formaliteler tamamlandıktan sonra ağaçlar, parklar, bahçeler içinden geçerek İslam mimarîsine göre inşa edilmiş mektebe geldim. Müdire Hanım Mısır’da İslam İlahiyatı, Heidelberg Üniversitesi’nde felsefe, Milano’da sanat tahsili yapmış; yüksek lisans ve doktora sahibi münevver bir İslam hanımıydı. Bürosuna baktım: Yerde harika Gördes ve Uşak halıları, uçta akaju ağacından on iki kişilik oval bir toplantı masası, duvarlarda vitrinler, kütüphaneler, antika kitaplar, porselenler; yazıhanesinin arka tarafında üstte “Cennet annelerin ayakları altındadır” levhası. Hizmetlere bakan bir hanım önce zarf içinde fincanlarla Türk kahvesi getirdi, yanında sakızlı lokum ve bir bardak Hamidiye suyu. Sohbetin ortasında da nefis kesme kristal bardaklarda enfes bir çay ikram edildi.
Mektep bu sene ilk mezunlarını verecekmiş… Burası bir din mektebi değil. Bildiğimiz klasik bir lise. Fen derslerine ağırlık verilmiyor. Türkçe, Arapça, İngilizce çok yüksek seviyede öğretiliyor. Son sınıfa gelen bir kız bu üç dilde konuşabiliyor, yazabiliyor.
Mektebin masraflarının bir kısmı Evkaf-ı İslamiye tarafından karşılanıyormuş.
Müdire Hanım, arzu buyurursanız birkaç sınıfı gezelim dedi… Önce hüsn-i hat dersine girdik. Hocası, icazetli bir hattat hanım. Liseyi bitiren her kız hat icazetine de sahip oluyormuş. Şimdiye kadar ortaya konulan hatları gösterdiler. Fevkalade yazılardı.
Ziyaret ettiğimiz ikinci sınıfta Osmanlıca edebiyat dersi vardı. O gün Fuzulî Divanı’nın orijinal Osmanlıca metninden parçalar okunuyor ve şerh ediliyordu. Edebiyat muallimesi hanımefendi “Efendim, buyurunuz divandan seçeceğiniz bir parçayla öğrencilerimizden birini imtihan ediniz dedi”, teşekkür ettim, arka sıradaki bir kızcağıza “İlm kesbiyle pâye-i rif’at / Arzu-yi muhal imiş ancak / Aşk imiş her ne var âlemde / İlm bir kîl ü kâl imiş ancak…” dörtlüğünü verdim. Osmanlıca metinden güzelce okudu ve harika bir metin şerhi yaptı. Tebrik ettim ve müdire hanımdan izin alarak cebimdeki dolma kalemi ona hediye ettim…
Üçüncü dershanede tarih dersi vardı; Sultan Abdülaziz Han’ın tahttan indirildikten sonra Ortaköy Fer’iye Sarayları’ndan birinde nasıl şehit edildiği müzakere ediliyordu. Kürsünün üzerinde beş on kaynak kitap gözüme çarptı. Üstad İbnülemin Mahmud Kemal’in Son Sadrazamları, Yılmaz Öztuna’nın konuyla ilgili kitabı vesaire. Tarih muallimesi hanımefendi Sultan Abdülaziz’in intihar mı ettiğine yahut şehit mi edildiğine dair öğrencilerinden birine bir çalışma yaptırmış; onu çağırdı, kız merhum Sultan’ın şehit edildiğine dair fevkalade mantıklı, delilli, şahitli, ispatlı bir konuşma yaptı. Ne kadar düzgün Türkçe konuşuyordu. Tutukluk yok, rekâket yok, cümlelerde bozukluk yok.
İslam Kız Mektebi’ne ayakkabı ile girilmiyordu, Japon okullarında olduğu gibi kapıda ayakkabılar çıkartılıyor, terlik giyiliyordu.
Okulun camiini gördüm. Beş vakit namaz kılmak mecburiymiş. Okulun maaşlı ve yaşlı bir imamı varmış.
Rabiatü’l-Adeviyye Kız İslam Mektebi’nde geleneksel sanatlarımızla ilgili on beş atölye mevcuttu. Osmanlı işlemeleri… Müzelerdeki iki üç bin yıllık antika çömleklerin replikalarını yapan bir seramik atölyesi… çini ve porselen eşyalar… el dokuması kumaşlar… tabiî boyalarla renklendirilmiş ham ipek ve kaşmir başörtüleri…
Okulun matbaasında aylık “Hanımlara Mahsus Gazete” yayınlanıyordu. Latin harfleriyle değil, Osmanlıca yazıyla.
Anladım ki, bu okul Türkiye’ye dindar Halide Edip’ler kazandıracaktır.
Öğrencilerin kıyafetleri:
Osmanlı’nın son yıllarında ve Cumhuriyet’in başında kız liselerinde, kız öğretmen okullarındaki kıyafet esas alınmış, öğrenciler tek renkli çarşaflara bürünmüşlerdi.
Okulda çok yaşlı birkaç öğretmen dışında erkek öğretmen vazife görmüyordu.
İslam âleminin en az yirmi ülkesinden talebe vardı.
Üç saat süren röportajdan sonra Müdire Hanım’a ve yardımcılarına teşekkür ederek ayrıldım. Türkiye Müslümanları böyle bir kız mektebi açarak gerçekten övgüye layık bir hizmet etmişlerdi. Geleceğe güvenle bakabilirdik. 19 Ekim 2015
İslam’ın temel ölçüleri, kriterleri vardır. Müslüman toplumun iyi veya kötü oluşu bunlarla değerlendirilir.
Birincisi: İmandır. İmanın doğru ve sahih bir iman olması gerekir.
İkincisi: Beş vakit namaz kılmaktır.
Üçüncüsü: Hür ve mukim erkeklerin, yirmi küsur şer’î özür dışında farz namazları ehil imamların ardında cemaatle kılmalarıdır.
Dördüncüsü: Ramazan ayında oruç tutulması, bu ayın gündüzlerinde kimsenin açıkta yiyip içmemesidir.
Beşincisi: Kur’an’ın, Sünnetin, Şeriatin, fıkhın öngördüğü şekilde, öncelikle Müslüman fakirlere ve miskinlere (gerçek şahıslara) zekat verilmesidir.
Altıncısı: İmkanı ve gücü olan her Müslümanın ömründe bir kere haccetmesidir.
Yedincisi: Kur’an’a, Sünnete, Şeriata, fıkha uygun bir adalet olmasıdır.
Sekizincisi: Kadınların şeref, haysiyet, namus ve itibarlarını koruyacak şekilde tesettür ve hicab olmasıdır.
Dokuzuncusu: Hafta tatilinin cuma günü olması ve cuma ezanı okununca ticarete ara verilmesi, işyerlerinin kapanmasıdır.
Onuncusu: İçkinin, kumarın, rüşvetin, seks köleliğinin, ribanın yasak olmasıdır.
On birincisi: Her sahada doğruluk ve dürüstlüktür.
On ikincisi: Allah’ın sınırlarına riayet edilmesi, bunların çiğnenmemesidir.
On üçüncüsü: Bütün mü’minlerin tek bir ümmet çatısı altında toplanmasıdır.
On dördüncüsü: Mü’minlerin râşid ve âdil bir İmama biat ve itaat etmesidir.
On beşincisi: Ümmet işlerinin ehil ve güvenilir kimselerle meşveret edilerek (şura) ile görülmesidir.
On altıncısı: Çocukların ve gençlerin Kur’an’a, Sünnete, Şeriata dayalı İslamî bir eğitim ile İslam mekteplerinde yetiştirilmesi, onlara yeterli akaid, ilmihal, ahlak öğretilmesidir.
On yedincisi: Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapılmasıdır.
On sekizincisi: Bir konuda ihtilaf ve anlaşmazlık çıktığı zaman bunun Kur’an’a ve Sünnete göre çözülmesidir.
On dokuzuncusu: Resulullahın (Salat ve selam olsun ona) en güzel örnek ve model olarak kabul edilmesi ve onun Sünnetine uyulmasıdır.
Yirmincisi: Ümmet-i Muhammedin ve İslam devletinin himayesinde bulunan Ehl-i Zimmete din konusunda baskı yapılmaması ve onların haklarının korunmasıdır.
Yirmi birincisi: Mal ve can güvenliğidir.
Yirmi ikincisi: Irz, nesep, namus güvenliğidir.
Yirmi üçüncüsü: Her türlü ırkçılığın kötü görülmesi ve yasak olmasıdır.
Yirmi dördüncüsü: Cihad fi sebilillahtır. (İslam’da terör yoktur)
Yirmi beşincisi: Halkın en iyi, en uygun, en güzel şekil, üslup ve metotlarla İslam’a çağırılmasıdır.
Şu sayacaklarım İslamî kriter ve ölçü değildir:
Cami hoparlörlerinin avaz avaz bağırtılması… Şadırvanlardan şar şar sular akıtılması… Camilerin israflı şekilde tezyin edilmesi… Cemaat tarikat grup sekt holiganlığı yapılması… Farzların terk edilmesi, nafilelere ağırlık verilmesi…
Lütfen: Yukarıda zikr edilmiş olan yirmi beş kritere göre Türkiye’nin ne kadar Müslüman olduğunu değerlendiriniz. 21 Ekim 2015
Birileri, sabahleyin füzeleri atarız, ikindi namazını Şam’da kılarız demişlerdi. Evdeki hesapları çarşıdakilere uymadı ve büyük facialar yaşandı.
Mecelledeki “Ehven-i şerreyn tercih olunur” maddesine uyulmadı.
Suriye faciası sonunda ülkemize iki buçuk milyon komşu ve kardeş göç etti. Bu, Türkiye için büyük bir fırsattır. Bu fırsatı değerlendirebilecek miyiz?
Suriye faciasında Şiî İran’ın siyasetini gördük.
Rusya orayı bombalamaya başladı.
Türkiye’den, oradaki Türkmen ve diğer Müslüman kardeşlerimize TIR’larla yardım gönderilmesine karşı dinî bir cemaat karşı çıktı, kamyonları durdurmaya kalktı.
Bendenize gelince: Suriye iç savaşı hayallerimi yıktı. Fitne fesat yangını çıkmadan önce, her yer süt liman iken, dört dostumla birlikte Kilis’e gidecek, oradan Halep’e geçecek, bir otomobil kiralayacak ve etrafı gezecektik.
Suriye ne olacak? Pek iyi olacağa benzemiyor.
**
Ya öyle mi, ya böyle mi diyerek başını sık sık öne arkaya sağa sola eğerek anlarmış gibi yaptığına sakın aldanmayın, kanmayın. O anlarmış gibi yapar ama bir şey anlamaz.
Lise diplomasına sahiptir ama psikoloji, mantık, (felsefenin bir dalı olarak) ahlak, metafizik, estetik bilmez. Az miktarda kelime bilir, ıstılah bilmez.
Üç yüz kelimeden uzun metinleri okuyup anlayıp tahlil edemez.
Soyut kavramları bilmez.
Aklının ermediği ciddî konulardan bahsedilince çenesi ayrılacak kadar esner.
Sevdiği konular dedikodu, cıvık magazin, politika mahalle kavgalarıdır. Politika zevzekliklerinden çok hoşlanır.
Böylelerinin içlerinde cemaat ve tarikat holiganları vardır. Uçan din baronları hikâyeleri.
Üniversite bitirmiştir ama edebî, tarihî, felsefî, sanatla ilgili konularda ipe sapa gelir ciddî bir kompozisyon yazamaz.
Kopuk kopuk konuşur. Cümleleri tamamlayamaz. Mütemadiyen ııı ııı ııı deyip durur. Türkçede ııı diye bir harf-i tarif mi var?
Koyu Müslüman geçinir, İslam’ı iyi bilmez, bilmediği için yaşamaz.
Okuryazar geçinir, Osmanlıca bilmez.
Mantık kültürüne sahip olmadığı için sebeplerle neticeleri ayırt edemez.
Mürüvvet kelime ve kavramını duymadığı, bilmediği için mürüvvetli değildir.
Ölçüsüzdür, vur deyince öldürür.
Eğitim, terbiye, adam yetiştirme konularını sevmez, bunlar onun içine sıkar, karartır.
Kültür konuları da onu açmaz.
Dedikoduya gevezeliğe zevzekliğe bayılır.
Yetersiz olduğu için bütün ciddî konuları mıncıklar, cıvıklaştırır. Ona sorarsanız kendisinde hiç noksan yoktur, bütün yanlışlar hatalar başkalarındadır. 22 Ekim 2015
1- Okulun şeref salonunun baş köşesinde, Müdürün odasında Paşa büstü ve portresi var, böyle İslam okulu olur mu?
2- Öğle namazının vakti giriyor, okulda ezan okunmuyor, bütün öğrenciler toplu halde cemaatle namaz kılmıyor, yahu böyle İslam okulu olur mu?
3- Bırakın cemaatle namaz kılmak, okulun 800 öğrencisinin 550’si hiç namaz kılmıyor, böyle İslam okulu olur mu?
4- Okulda gelinlik kızlar ile damat olabilecek erkek öğrenciler karışık şekilde okuyor, dinin hicab emrine riayet edilmiyor, böyle İslam okulu olur mu?
5- Okulda sapık ve bozuk Mutezile mezhebine mensup hocalar ders okutuyor, böyle İslam okulu olur mu?
6- Okulda mezhepsizler, Sünnet düşmanları, light ve ılımlı İslam ajanları cirit atıyor, böyle İslam mektebi olur mu?
7- Okulda Ehl-i Sünnet akaidi okutulmuyor, Sünnî bir ülkede böyle İslam okulu olur mu?
8- Okulda bütün öğrencilere Osmanlıca okutulmuyor, böyle İslam okulu olur mu?
9- Okulda öğrencilere Ehl-i Sünnet, Şeriat, Ümmet, Hilafet konusunda şuur ve kültür verilmiyor, böyle İslam okulu olur mu?
10- Okulda dört sene Arapça okutuluyor ama öğrenciler Arapça bilmeden mezun oluyor, böyle İslam okulu olur mu?
Hayır efendiler, hayır hanımlar!.. Böyle İslam okulu olmaz. Gerçek İslam okulu, eski Endülüs medreseleri gibi çağın en üstün, en vasıflı, en güçlü okulları olmalıdır.
İngiltere’de 1440’tan beri eğitim veren ve ülkesine 19 başbakan yetiştiren Eton College’in Müslümancası olmalıdır.
1868’den 1912’ye kadar bütün Müslüman öğrencilerinin beş vakit namazı okul camiinde kılmakla yükümlü olduğu Galatasaray Sultanîsi gibi olmalıdır.
İslam okulu öyle üstün bir okuldur ki, onun, idarecilerinin, hocalarının ve öğrencilerinin faziletini din düşmanları bile kabul, tasdik ve teslim eder.
İslam okulunda kesinlikle karma eğitim verilmez. Veriliyorsa o, gerçek bir İslam okulu değildir. Kızlar için ayrı İslam okulları olması gerekir.
İslam okulunun öğrencileri erkekse küçük beyefendi olur, kız ise küçük hanımefendi.
İslam okullarında din derslerini sarıklı ve icazetli Ehl-i Sünnet uleması verir.
Kız İslam okullarının da camileri olur, yaşlı imamın ardında farz namazları cemaatle kılınır.
İslam okullarında müdür bey, idareciler ve öğretmenler talebeye sen demezler, siz derler. Öğrenciler de birbirine sen diyemezler.
İslam okullarında iyi insanlar, iyi ve vasıflı Müslümanlar yetişir.
Hayata atıldıklarında İslam’a, ülkeye, halka, devlete, İslam alemine, bütün insanlığa hizmet ederler. 23 Ekim 2015
Siyaset, çare ve çözüm bulmak ve iyi idare etmek sanatıdır. Bir ülkede siyaset şiddetli kavga ve bir tür savaş haline gelmişse bitmiş demektir.
Çoğulcu sistemde iktidar kadar muhalefetin de önemi ve hizmeti vardır. Mutlaka muhalefet olması lazımdır. Nasıl bir muhalefet?
1- Kesinlikle vatansever olması gerekir.
2- Vasıflı olması gerekir.
3- Olumlu olması gerekir.
4- Âdil ve insaflı olması gerekir.
5- Sırf muhalefet yapmak için muhalefet yapmaması gerekir.
Muhalefet şu üç şeyi korumakla mükelleftir (yükümlüdür): Devleti, halkı ve ülkeyi…
Bu üçüne zarar veren muhalefet muzır bir muhalefettir.
Bir gemide gidiyorsunuz ve geminin sevkini, idaresini, nizamını beğenmiyor, kaptandan ve mürettebattan hoşlanmıyorsunuz. Siz kaptana kızıp gemiyi batıracak işler yaparsanız muhalefet değil, yıkıcılık ve batırıcılık yapmış olur ve korkunç bir felakete yol açarsınız.
Uçaktasınız, pilota kızıyorsunuz ve uçağa zarar verecek, düşürecek aşırı bir düşmanlık ve muhalefet yapıyorsunuz, bu da iyi değildir.
Bütün muhalifler için söylemiyorum ama bugün Türkiye’de çok aşırı, çok ölçüsüz, çok olumsuz, çok yıkıcı muhalefet yapanlar vardır.
Onların bir kısmı devlet ile rejimi (sistem veya düzeni) özdeşleştirmektedir. Bu, büyük bir yanılgı ve sapıtmadır. Devlet başkadır, rejim başka. Devlet devamlıdır, rejimler değişir, birbirini takip eder.
Türkiye’de yakın zamanlara kadar amansız bir egemen azınlık, vesayet, iç sömürge sistemi vardı. Bunlar şimdi gidiyor, aşırı muhalifler feryat ediyor, tehditler savuruyor.
1930’lu yılların rejimine dönmeliymişiz. Yani tek parti sistemi olmalı, muhalifler sindirilmeli, vatandaşlar inanç ve fikirlerinden dolayı asılmalı… Bu adamlara 2015 yılında yaşadığımızı nasıl anlatacağız?
Muhalefet sert olabilir ama asla kavgacı, şiddete dönük ve savaşçı olmamalıdır.
Kavga edildiğini farz etsek bile, kavganın kalitelisi vardır, bayağısı ve aşağısı.
Hüseyin Rahmi’nin Tesadüf isimli romanının ilk sayfalarındaki mahalle kavgasına benzer seviyesiz politik kavgalar ülkeye, devlete, halka faydalı olmaz, çok zararlı olur.
Muhaliflerin mutlaka kültürlü, ahlaklı, faziletli, centilmen, ruhen soylu olması vazgeçilmez bir şarttır.
Türkiye’nin 1930’lu karanlık ve kanlı tek parti yıllarına dönmesini istemek; akılla, mantıkla, kültürle, adaletle, insafla, sağduyu ile bağdaşmaz.
Yakın tarihte dünyada iki ülkede GEZİ kalkışması oldu.
Türkiye’de Taksim GEZİ kalkışması başarılı olmadı, ülkenin bütünlüğü korundu.
Ukrayna’nın GEZİSİ başarılı oldu, sonunda Kırım elden gitti ve doğusunda iki özerk bölge kuruldu, iç savaş başladı.
GEZİ zihniyetli, yıkıcı, tahrip edici, egemen azınlıkçı, vesayetçi, kavgacı; devlet ile sistemi birbirinden ayırt edemeyen, gözünü kin ve intikam duyguları kör etmiş aşırı bir muhalefet gemiyi batırır.
Bendeniz yukarıdaki satırları muvafık bir vatandaş olarak değil, muhalif bir Türkiyeli olarak kaleme aldım. Devleti (rejimi değil), vatanı, halkı koruyan ve gözeten bir zihniyete sahibim. Zaten benim politika konusundaki özelliğim, Peygamberin (Salat ve selam olsun ona) “Siz nasılsanız öyle idare olunursunuz” hadisini bilmem ve anlamamdır.
Allah Türkiye’yi gemi batırıcı çılgın muhaliflerden korusun. 24 Ekim 2015
İsmail Kılıçarslan beyin, Yeni Şafak gazetesinde yayınlanmış olan “Neşeli Kızlar Mutsuz İslamcı Delikanlılar” başlıklı yazısını okumanızı tavsiye ediyorum.
Son on beş yirmi yıldan beri Müslüman erkek öğrenciler ile kız öğrenciler arasındaki seviye farkı, kızların lehine büyüyor. İstisnalar dışında erkek öğrencilerin seviyesi düştükçe düşüyor.
Müslüman kız öğrencilerin mükemmel olduklarını iddia etmeden, onların daha ciddî, daha vasıflı, daha çalışkan, daha başarılı olduklarını düşünüyorum.
Bu sadece benim kanaatim değildir, nice akademisyen dostum da aynı görüştedir.
Müslümanlar, çocuklarını, gençlerini yetiştirmek konusunda hem İslam’ın, hem çağdaş kültürün çok gerisinde kalmışlardır.
Kızlarımızın durumu, erkek öğrencilere nispeten daha az kötüdür.
Siyasal İslam yükselirken dindarlık, ahlak ve kültür geriledi.
Müslüman bir öğrenci sadece bir meslek sahibi olmayı, ileride çok para kazanıp rahat bir hayat sürmeyi ideal olarak kabul etmişse, onun doktor veya mühendis olmaktan başka emeli yoksa, evvelemirde (öncelikle) paraya dönükse, adam olmayı düşünmüyorsa, o öğrenci kötü yetişiyor, harcanıyor demektir.
Müslüman bir genç için en kötü akıbet, ileride Müslüman bir arivist olması; dine, vatana, millete zarar vermesidir.
İslam’ı iyi bilmeyen, İslam’ı hayata uygulamayan, İslam ahlakı ile ahlaklı olmayan gençler bugün de yarın büyüdüklerinde de bir işe yaramaz.
Gençlerimizde neler olmalıdır:
1- Sahih bir inanç.
2- Yeterli miktarda doğru bilgi ve kültür.
3- Beş vakit namazı dosdoğru kılmak.
4- Bütün ibadetlerinde ve işlerinde ihlaslı olmak.
5- Âdil olmak.
6- Yüksek İslam ahlakı ile ahlaklı bulunmak.
7- Kırsal kesim, taşra zihniyetli olmamak.
8- Şehirli, medenî, yazılı Müslüman olmak.
9- İstanbul görgü, terbiye, kültür, nezaket ve ahlakına sahip olmak.
10- Estetik, güzellik, sanat boyutuna sahip olmak.
11- Fütüvvet ahlakına sahip olmak.
12- İslam’dan kopmuşlardan, İslam düşmanlarından güçlü ve üstün olmak.
13- Düşmanlarının bile (Hiç olmazsa bir kısmının) onun faziletlerini, meziyetlerini, üstünlüğünü kabul ve tasdik etmesi.
Bu on iki üstünlüğe sahip olmayan gençler harcanmaktadır. Böyle gençler gerçek İslam mekteplerinde yetişebilir.
Türkiye’de böyle mektepler yoktur.
Sadece şu veya bu cemaate, tarikata, hizbe, gruba mensup olmakla bir genç vasıflı, üstün ve güçlü oluvermez.
İlmihalini, İslam ahlakını, akaidini iyi ve doğru bilmeyen bir genç harcanmış demektir.
Yetiştirdikleri gençlere Osmanlıca okumayı, yazmayı öğretmeyen, bu konuda onları zorlamayan cemaatler vazifelerini yapmıyor demektir.
Üniversitede okuyacak, ileride doktor veya mühendis olacak, devlette veya özel sektörde memurluk yapacak, ev alacak, otomobil alacak, kendisine güzel bir karı bulacak, rahat bir hayat sürecek… Müslüman bir gencin idealleri bunlarsa ona yazık olur.
Gençlerimizi iyi, vasıflı, üstün, güçlü, başarılı yetiştirmeyen anne babalara, terbiyecilere teessüf ediyorum.
Çocuklarını iyi yetiştiremeyen bir Ümmet kara bahtına ağlasın ve suçu başkalarının üzerine atmasın. 25 Ekim 2015
Ülkemizdeki büyük bozukluklardan biri, devletin resmî izniyle, TC başlıklı vesikalarla seks köleliği yapılmasıdır. Böyle bir şey dinimize, hukuka, ahlaka, insan haklarına ve bilgeliğe, kadın haysiyetine aykırıdır. İşin en vahim tarafı da şudur: TC, kadınlara seks köleliği yaptırmayacağına dair uluslararası bir sözleşmeye imza koymuştur. Yani bu konuda taahhütte bulunmuş, söz vermiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin, Büyük Millet Meclisi’nden geçirerek imzalamış ve kabul etmiş olduğu sözleşmenin İngilizce uluslararası ismi şudur: “Convention on the Elimination of All Forms of Discrimination Against Women” (CEDAW)
Türkçe resmi adı: “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”
Bu sözleşmeye, Türkiye’nin katılmasının uygun olduğuna dair kanun 25 Haziran 1985 tarihli ve 18792 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
TC’nin sözleşmeyi imzaladığı karar Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’ne 20 Aralık 1985’te resmen tevdi edilmiştir.
Gelelim bu sözleşmenin en önemli maddesine:
“Taraf Devletler, kadın ticareti ve fahişeliğin istismarının her şekliyle önlenmesi için yasama dâhil gerekli bütün önlemleri alacaklardır.”
TC kadınlara seks köleliği, fahişelik yaptırtmayacağına dair uluslararası bir sözleşmeye resmen imza koymuş, taahhütte bulunmuştur da buna riayet etmekte midir?
TC Devleti verdiği bu sözü tutmakta mıdır, yoksa çiğnemekte midir?
Maalesef çiğnemektedir. Devlet, üzerinde TC başlığı bulunan resmi “vesikalarla” birtakım zavallı ve bedbaht kadınların fahişelik yapmasına izin vermektedir.
Bu TC’li, yasal, resmî seks köleliğinden devlet KDV ve gelir vergisi almaktadır. Bu haram, kirli, ahlak dışı gelirler bütçeye katılmaktadır.
Sonra birileri kalkmışlar “Efendim bizde kadın hakları, haysiyetleri, hürriyetleri çok ileridir” diyorlar. Yahu siz kimi kandırıyorsunuz? Sen kadınlara TC resmi fahişelik vesikası ver, fuhuş yapılan resmî genelevler aç, sonra kadın haklarından, haysiyetlerinden ve hürriyetlerinden bahset. Pişkinliğin bu kadarı…
Müslüman kadınların başörtülerini çağdışı gören çağdaşlar, Kemalistler, laikçiler sizlere hitap ediyorum:
Yasal, resmi, vesikalı, KDV’li, gelir vergili, polis korumalı, uluslararası sözleşmelere aykırı fahişeliğe niçin ses çıkartmıyorsunuz? Seks köleliği kadın haklarına, haysiyetine uygun mudur?
Bundan birkaç yıl önce, AKP İstanbul Milletvekili Nureddin Nebati, partisinin meclis grubuna bir kanun teklifi vermiş ve resmi fuhuş yapılan genelevlerin kapatılmasını istemişti. Maalesef hiç ilgi görmedi. Kendisini AKP’li milletvekilleri bile desteklememişti.
Kadınlar eziliyor, İslam kadın haklarına saygı göstermiyor diyen yaygaracılar, TC’nin, imza koyduğu sözleşmeyi ayaklar altına alarak yasal seks köleliğini devam ettirmesi karşısında niçin susuyorlar?
Resmi vesikalı, KDV’li, gelir vergili, yasal fahişeliğin belki de bin misli yarı gizli seks ticareti sektörü var. Bunlar KDV’siz ve gelir vergisiz çalışıyor. Bir yerlere vergi ödüyorlar ama TC’ye değil.
İlgililer ve sorumlular bunları sanki bilmiyor mu?
Şu anda Türkiye örümcek ağı gibi dijital kameralarla donatılmıştır. Bırakın sözde gizli fuhuş ticaretini; uçan sineği, kuşu bile kayıt altına almışlardır. Türkiye feministleri seks köleliği ve kadın ticareti konusu imtihanında kocaman bir sıfır almışlardır. Evet, sıfır. Rakamla on üzerinden 1 bile değil.
Bizde feministler ikiye ayrılır: Bir kısmı laik, çağdaş, Kemalist… Öbür kısmı İslamcı feministler. Peki bu ikinciler niçin seks ticaretine, yasal fahişeliğe, seks köleliğine karşı çıkmıyor?
Fahişelik insanlığın en eski mesleğiymiş… Olabilir… Lakin devletin böyle çirkin bir köleliğe ve ticarete izin vermemesi gerekir.
Yasal genelevler kapatılırsa fuhuş patlaması olurmuş… Yahu sizi kimi kandırıyorsunuz, fuhuş zaten patlayacağı kadar patlamış. Bari bırakın pislik lağımları açıkta değil, gizli aksın.
Sayın devlet büyüklerimize hitap ediyorum:
Hürmetlerimi sunarım… İçine genelevlerden alınan KDV ve gelir vergilerinin katıldığı bütçeden maaş almak sizin zorunuza gitmiyor mu?
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en iğrenç, en utanç verici, en rezilâne hadisesi, yakın tarihimizde genelevler imparatoriçesi müteveffa Madam Matild Manokyan’a resmi törenlerle vergi rekortmeni ödülü verilmiş olmasıdır.
Bu törenlerden birine, zamanın başbakanı Tansu hanım gitmemiş, bir sene sonrakine başka bir devlet büyüğü gitmişti.
Madam Manokyan’ın özelliklerinden birini bilir misiniz? İmparatoriçemiz aynı zamanda şair ve edebiyatçıydı. ATATÜRK akrostişli bir şiir yazmıştı.
Ah şu TC vesikaları… ah şu yasal seks köleliği… ah bu kölelikten alınan KDV’ler, gelir vergileri… ah şu Kemalist feministler… ah şu İslamcı feministler… ah ah ah!..
Manokyan’ın başka bir özelliği de, Türkiye’nin en lüks otomobiline, şahane bir Rolls Royce’a sahip olmasıydı.
Bir özelliği daha: Genelevinde resmen fahişe seks kölesi olarak çalıştıracağı Hıristiyan bir kadını müftülüğe göndermiş, Müslüman etmiş, ondan sonra yasal işe almıştır!..
(Sayın Diyanet Başkanı’na: TC’nin, imza koymuş olduğu uluslararası sözleşmeye aykırı olarak resmî vesikalarla, korunmuş genelevlerde seks köleliği yaptırmasına, bundan KDV ve gelir vergisi alınmasına niçin ses çıkartmıyorsunuz?) 26 Ekim 2015
Bir kısım militan, aşırı, fanatik, dengesiz muhaliflerin PKK’yı ve onun sivil temsilcilerini desteklemelerine şaşılmaz ama
Bir ülkede namaz kılan, oruç tutan, Kur’ân okuyan, dindarlık taslayan bazı Müslümanların; siyasî ihtiraslar ve holiganlıklar yüzünden İslâm karşıtlarını, azılı din düşmanlarını desteklemesi çok vahim bir sapmadır.
Müslümanlar arasında anlaşmazlıklar olabilir ama bu kadarı çok fazladır, çok zararlıdır.
Hiçbir Müslüman şahsın ve cemaatin sivil darbe taraftarı olması düşünülemez, kabul edilemez.
Hiçbir Müslümanın gemiyi batıracak çılgınlıklar yapmasına izin verilmemelidir.
Politika süflîdir, kirlidir, kirletir. Din paktır, ulvîdir, temizdir. Kirli ile temiz birbirine karıştırılmamalıdır.
Dini politikaya, siyasî ihtiraslara alet etmek cinayettir. Politikayı dine alet edebilecek gücü, ilmi, kültürü, zekası, ahlakı varsa etsin.
Bediüzzaman aktif politika yapmış olsaydı, bunca mânevî fütuhata nail olabilir miydi?
Şeytandan ve politikadan Allah’a sığınırım dedi ve nice büyük hizmetler etti.
Camilere ve kışlalara politika sokulmamalıdır.
Din ve mukaddesat politikanın içinde değil, üzerinde tutulmalıdır.
Politika (istisnaî kimseler dışında) ihlası bozar.
Politika ateşten gömlektir, giyeni yakar.
Kötü politikacıların verdiği zararı dış düşmanlar veremez.
Kötü politikacı muslih görünen bir canavardır.
İslam’da elbette din dünya, din devlet ayırımı yoktur… Lakin…
Vasıfsız Müslümanlar aktif politika yaparlarsa ne olur? Gördüklerimiz, yaşadıklarımız olur.
Hilafet’in kaldırılması, başta Halife Abdülmecid bin Abdülaziz Han hazretleri olmak üzere Hanedan-ı Âl-i Osman’ın; erkek kadın, çoluk çocuk apar topar yurt dışına sürülmesi bir sivil darbe değil miydi?
Türkiye Müslümanları ne acı darbeler yaşadılar.
12 Mart 1971’de yeni bir askerî darbe…
28 Şubat post-modern darbe… Ne büyük zulümler gördük, ne korkunç acılar çektik, ne dehşetli kayıplar verdik…
siyasî emellerine ulaşmak için
ne ibretli bir manzaradır.
Nihayet son on beş sene içinde biraz din hürriyetine, insan haklarına kavuştuk, bu sefer içimizden çıkan birileri sivil darbe yapmaya kalkıştılar.
Olacak iş değil!
Ümmet birliği olmazsa, Ümmetin başında âdil, râşid, kâmil bir İmam bulunmazsa işte böyle acayiplikler olur. 27 Ekim 2015
Yazdıklarım öncelikle Türkiye Müslümanları için geçerlidir ama bütün Müslümanları ve İslam dünyasını da yakından ilgilendirir.
Hilafetsiz bir İslam dünyası kesinlikle kurtulamaz, kölelikten kurtulup hürleşemez, düşmanlarını yenemez, yükselemez. Âdil ve râşid bir Halife seçilsin, halk ona biat ve itaat etsin demek kolaydır ama bunu hayata geçirmek son derece zordur. Hilâfet’in önündeki en büyük engel paramparça olmuş vasıfsız Müslümanlardır.
Tek bir Ümmet çatısı altında toplu olarak bulunmayan Müslümanlar bir Hâlife seçip ona biat ve itaat edemezler. Şu anda Ümmet yok, binden fazla irili ufaklı parça, grup, hizip, cemaat var. Bunlar en önemli konularda ve krizlerde bile bir araya gelemiyor. Sanki birleşmemek konunda tam bir ittifak halindeler. Bu bin parçanın üçü beşi dışında Hilafet, Halife seçimi diye bir günden maddesi yok. Nasıl toplanacaklar, kimi Halife seçecekler? Her birinin, kendi başındaki zatın Halife olmasını, “ötekilerin” bu zata biat etmesini isteyeceğinden şüphe yoktur.
İslamî eğitim meselesi halledilmeden, hiçbir problem temelinden çözülemez. Türkiye’de İslamî eğitim var mı? Gerçek İslam okulları ve medreseleri var mı? Çocuklara ve gençlere İslamî kültür ve eğitim, İslamî ahlak ve karakter terbiyesi veriliyor mu? Son yıllarda Müslümanlar (tam sayısını bilmiyorum) özel İslam okulları açtılar ama bunlar her haliyle gerçek İslam okulları mıdır? Bugünkü millî eğitim mevzuatı ile İslam okulu açılabilir mi?
Müslümanların durumunun iyileşmesi, ıslahı için, bütün parçalar ve hizipler tarafından kabul edilmiş ortak bir hizmet, vazife, kurtuluş, hürleşme plan ve programımız yoktur. Plansız programsız idare edilmeyen küçük bir market bile başarılı olmaz, sonunda bocalayıp iflas eder. Türkiye’mizde böyle bir İslamî ıslah programını, planını kimler yapacaktır? Bu da, Halife seçmek kadar zor bir iştir.
Müslümanların kurtuluşu, Türkiye’nin doğru yolda yürümesi, iyi işler yapılması, kötülüklerin önlenmesi, selâmet sahiline çıkılması için;
gerekir. Bizim böyle yeterli sayıda elemanımız ve bunlardan oluşan vasıflı kadrolarımız, üniter bir yapımız, hiyerarşimiz var mıdır?
Hilafet nedir ve Halife kimdir?..
Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmak ne demektir?.. Emanetleri ehline vermek ne demektir?.. Vasıflı Müslümanda ne gibi şartlar, faziletler, meziyetler, hasletler olması gerekir? Müslümanları ıslah edecek ortak plan ve program nedir, nasıl hazırlanabilir?.. Bu soruları soruyor muyuz, bunlara cevaplar arıyor muyuz?
Yakın zamana kadar Türkiye’nin en büyük, en güçlü, en imkânlı, en tesirli cemaati ile İslamî siyasî iktidar arasında birkaç yıldan beri süren amansız ölümüne bir savaş cereyan ediyor. Bu savaş bile biz Müslümanların acıklı halini ortaya koymaktadır.
Nasıl uyanacağız, nasıl toparlanacağız, aklımızı ne zaman başımıza alacağız, bilmem ki… 28 Ekim 2015
1. (Lütfen aşağıdaki cümleyi birkaç kere okumanızı istirham ediyorum.) DERİN güçler ülkemizde Kur’an, Sünnet ve Cemaat Müslümanlığını değiştirmek; onun yerine light ve ılımlı, içi boşaltılmış bir İslam üretmek ve türetmek üzere yıllardan beri açık ve gizli yoğun faaliyet yapıyor.
2. Müslümanları musalli (beş vakit namaz kılan) Müslüman statüsünden çıkartıp, musalla Müslümanı (öldüğünde cenazesi cami bahçesindeki taşın üzerine getirilen) haline getirmek istiyor.
3. Bu maksatla cami imamlığını parayla namaz kıldırma memurluğu haline getirmek istiyor.
4. Siyasal İslam yükselirken, gerçek dindarlık ve namaz kılıp oruç tutanların sayısı düşüyor, İslam ahlakı konusunda büyük boşluk oluşuyor.
5. Müslüman kitleler hızla dünyevîleştiriliyor, seküler yapılıyor.
6. Mutezile mezhebine ve diğer bid’at ve dalalet fırkalarına mensup sapık kişiler İmam-Hatiplerde cirit atıyor nice öğrencinin itikadını bozuyor.
7. Kur’an’ın üç yüz küsur muhkem kesin ayetinin bugün hükmü yoktur, onlar tarihseldir görüşünü ileri süren süper sapık Fazlurrahman mezhebi (veya dini) el altında yayılıyor.
8. Ehl-i Sünnet İslamlığı kadınlarla bozulmak isteniyor.
9. İslam dininin içi boşaltılmak, sulandırılmak isteniyor.
10. Avrupa Birliği standartlarına uymayan sahih hadisler ayıklanıyor.
11. Bazı Sünnî imamlara, vaizlere, din görevlilerine baskı yapılıyor.
12. Farzlar ihmal ediliyor, nafile olan umre, farz derecesine çıkartılıyor ve birileri bundan büyük menfaatler ediniyor.
13. Fıkıh mezhepleri kaldırılmak isteniyor.
14. Firak-ı dalle ile Ehl-i Sünnet bir tutuluyor.
15. Ümmet birliği yıkılmak, onun yerine bir İslam Protestanlığı anarşisi ve kaosu getirilmek isteniyor.
16. Mezheplere ne lüzum var, herkes Kur’an’da birleşsin yaldızlı edebiyatıyla din sinsice yıkılmak isteniyor.
17. Okullarda öğrencilere din dersi diye Paşa resimli, Paşa beyannameli besmelesiz kitaplar okutuluyor. Bu kitaplarda Ümmetten, Şeriattan, Hilafetten, tesettürden, hicaptan hiç bahs edilmiyor.
18. Yeterli din kültürüne sahip olmayan milyonlarca halk cıvık magazinlerle afyonlanıyor, dinî konular ayağa düşürülüyor.
19. Harıl harıl yeni camiler yapılıyor ama cemaat yeterli değil, bu mabetlerde halka imamlık, rehberlik ve önderlik yapacak, yeterli miktarda vasıflı hademe-i hayrat yetiştirilmiyor.
Evet sevgili Müslümanlar. Bugünkü durum 28 Şubat günlerinden vahimdir. Dinimiz içinden yıkılmak isteniyor.
Abartmıyorum, az bile yazıyorum: AB kriter ve standartlarına uygun içi boş, Şeriatsız, fıkıhsız, dünyevîleşmiş bir İslam uydurmak ve türetmek istiyorlar.
Dinimizi planlı ve programlı bir şekilde tahrife yelteniyorlar.
Muhterem müctehid imamlarınızı, rasih ulemayı bırakıp bulaşık ve şüpheli taqiyyeci ve kitmancı sarıklı Farmasonları önder edinmemizi istiyorlar.
Sevgili kardeşim, benim bu yazdıklarımla yetinme, durumu alim, fazıl, taqvalı, musalli, muhlis, zâhid, ziyalı ulemaya ve fukahaya, gerçek şeyhlere sor.
Sakın din sömürücülerine sorma.
Kemalist, reformcu, yenilikçi, değişimci, Fazlurrahmancı ilahiyatçılara sorma. Onlara sorarsan yok böyle bir şey bu adam abartıyor diyecekler ve seni uyutacaklardır.
Ey Müslüman!.. Dinini, Kur’anı, Sünneti, Şeriatı koru.
Münafıkların tuzaklarına düşme, Tağut’un hile ve desiselerine kanma.
Kur’an, Sünnet, Cemaat, Şeriat İslamı’nı yıkmalarına izin verme.
Onlarla bütün gücünle yasal sanırlar içinde mücadele et.
Ehl-i Sünnet yıkılırsa İslam yıkılır, Türkiye yıkılır ve hepimiz enkazın altında kalırız.
Modern İbn Sebe’lere fırsat verme.
Uyanık ve şuurlu ol.
Gerçek İslam’ı savunmazsan sorumlu olur, büyük vebal altında kalırsın.
Allahım bize uyanıklık, feraset, şuur ve gayret ver. 29 Ekim 2015
Aşağıdaki konuları ve soruları, bendeniz sık sık dile getiriyorum. Lütfen, tekrara ne hacet var denilmesin. Bunlar her gün sorulması gereken önemli, hayatî, vahim sorulardır. Niçinleri, nedenleri, cevapları tartışılabilir ama sorular mutlaka sorulmalıdır.
Birinci soru: Siyasal İslam yükselirken, gerçek dindarlık niçin azalmakta, namaz kılanların oruç tutanların sayısı niçin azalmaktadır? Müslüman yığınlar niçin dünyevîleştirilmektedir?
İkinci soru: Kur’an’daki, Sünnetteki, Şeriattaki gerçek tesettüre zıt Süslümanî tesettür niçin yaygın hale gelmiştir. Bu bozulmada kimlerin parmağı ve menfaati bulunmaktadır? Alaca bulaca, rengarenk, sürmüş sürüştürmüş, takmış takıştırmış, kırıtmalı Süslüman tesettüründen kimler milyarlarca dolar vurmaktadır?
Üçüncü soru: Yüz ölçümü, nüfusu, tabiî kaynakları bizden az olan Güney Kore’nin devlet büyükleri, ileri gelenleri yüzde yüz millî ve yerli Kore otomobillerine bindikleri halde bizim büyüklerimiz ve kodamanlarımız niçin yabancı lüks Mercedes’lerle gezmektedir?
Dördüncü soru: Yakın zamana kadar dünyanın altıncı tahıl ambarı olan Türkiye bugün ekmek yapmak için dışarıdan niçin yılda üç milyon küsur (kalitesiz ve sağlığa zararlı) buğday satın almak durumuna düşmüştür? Tarımımız niçin çökmüştür?
Beşinci soru: Vatansever ve idealist zenginlerimizden Nuri Demirağ’ın uçak fabrikası niçin kapanmak zorunda bırakılmıştır?
Altıncı soru: İktidar Siyasal İslam’ın elinde olduğu halde Ayasofya niçin açılmamaktadır?
Yedinci soru: AB kriterlerine uymayan sahih hadislerin ayıklanma işini kimler planlamış ve yürütmüştür?
Sekizinci soru: Erkek Müslümanlar camiye, cemaate, namaza çağırılmazken; kadınları camilere doldurma faaliyet ve çırpınmalarının içyüzü nedir?
Dokuzuncu soru: Okullardaki mecburî din derslerinde niçin Kur’an’a ve Sünnete uygun besmeleli kitaplar okutulmamakta da; başında Paşa resmi, Paşa beyannamesi bulunan besmelesiz ve suya sabuna dokunmaz ideolojik kitaplar okunmaktadır? Bu kitaplarda niçin Şeriattan, Ümmet birliğinden, Halifeden bahs edilmemektedir?
Onuncu soru: Yeni Türk Ceza Kanunu’nda niçin zina suçu yoktur?
On birinci soru: Yeni Medenî Kanun’da aile reisi yoktur. Bunun sebebi nedir?
On ikinci soru: Bazı derin güçler, Ehl-i Sünnet İslamlığını kaldırmak ve kazımak, onun yerine ılımlı ve light Fazlurrahman dinini getirmek için çalışıyor. Bu planı kimler hazırlamıştır?
On üçüncü soru: Uluslararası Şeffaflık ve Temizlik anketinde, Yeni Zelanda, Danimarka gibi gayr-i müslim ülkelerin notu 9 iken, Türkiye’nin notu niçin 10 üzerinden 5’tir?
On dördüncü soru: Türkiye Müslümanları niçin tek bir Ümmet çatısı altında birleşemiyor? Bu konuda niçin en ufak bir gayret ve teşebbüs görülmüyor? Müslümanlar bin kadar, birbirinden kopuk hizbe, fırkaya, cemaate niçin ayrılmıştır? Niçin ittihad ve uhuvvet yoktur? İslam Protestanlığı fitnesini kimler çıkartmıştır? 30.10.2015
Kötüleri, şerirleri, suçluları, şakileri gereği gibi tepelemeyen, onları tenkil etmeyen bir hukuk sistemi ve rejim halka ve iyilere zulm etmiş, mülkü fesada vermiş olur.
(Tenkil etmek: Herkese, topluma örnek olacak, ders ve ibret verecek, suç işlemeye yatkın kimseleri korkutacak şekilde cezalandırma.)
Davaların haddinden fazla uzun sürede neticelenmesi, verilen hüküm âdil olsa bile, yine bir zulümdür.
İki vatandaş arasında niza, anlaşmazlık çıkıyor. Biri zengin, diğeri fakir. Zengin kendisine çok güçlü avukatlar tutuyor, fakir tutamıyor. Davanın sonunda, kendisine güçlü avukat tutamayan fakir, haklı olmasına rağmen kaybediyor. Bu da bir zulümdür.
Suç işlenmesini önleyemeyen, caydıramayan, suçları azaltamayan bir hukuk sistemi âdil bir hukuk sistemi değildir.
Belli başlı üç hukuk sistemi vardır: Kara Avrupası hukuk sistemi… İngiliz hukuk sistemi… İslam hukuk sistemi… İslam hukuk sistemi Allah’ın Kelamı Kur’an’a, kendi hevasından konuşmayan, vahy ve ilhamla konuşan Peygamber’in (Salat ve selam olsun ona) Sünnetine, bu ikisinden çıkartılmış hükümlerden oluşan Şeriata ve fıkha dayanır. İslam hukuku ilahîdir. Gerçek, şuurlu, olgun Müslümanın dini ayrı, hukuku ayrı olmaz.
Kur’an’a, Sünnete, Şeriata, İslam ahlakının ilkelerine uyan ideal bir İslam toplumunda nizalar ve suçlar az olur. Mahkemeler işsiz, hapishaneler ıssız olur. Ufak tefek nizaların çoğu mahkemeye gitmeden, Mahalle ortamında hall ü fasl olunur.
Kısas ve idam cezası kesin olarak Kur’an’da yer almaktadır. Bunu inkar eden dinden çıkar.
Zina Kur’an’a ve Sünnete göre büyük ve ağır bir suç ve günahtır. Başlarından evlilik geçmemiş kimseler zina ederlerse onlara yüz sopa vurulur. Şeriatın sopası ağırdır. Başlarından evlilik geçmişse, recmen idam olunurlar. Resulullah zanileri recmen idam ettirmiştir. Siyer kitaplarında yazılıdır. İslam’da zinanın cezası yoktur diyen dinden çıkar.
İslam hukukuna göre zinanın ispatı çok zordur.
Namuslu ve iffetli kadınlara zina suçu atanlar kazf suçunu ve günahını işlemiş olurlar ve ispat edemedikleri takdirde ağır sopa cezasına çarptırılırlar.
İstanbul’da tarih boyunca iki kanun mecellesi yapılmıştır. Biri Justinianus Digest’i, diğeri Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyyedir. İkincisi birincisinden üstündür.
Mecellenin başındaki 99 maddelik Kavaid-i Külliye (Genel prensipler) sadece hukuk prensipleri değil, evrensel hikmet kurallarıdır. Her Müslüman genç, tıpta mühendislikte edebiyatta tarihte tarımda ihtisas yapsa bile, bunları ehil bir hocadan okumalı, öğrenmeli ve ezberlemelidir. Mecelle’nin kavaid-i Külliyesi Tevhidî eğitim veren İslam liselerinde ders olarak okutulmalıdır.
İslam hukukçuları, hakimleri Şeriat ahkamını ve fıkhı hayata tatbik edebilmek için genel ve modern kültürü de çok iyi bilmeli; yüksek rütbeli kuzat, dünyanın en büyük üniversitelerinde yüksek lisans ve doktora yapmış olmalıdır. 31.10.2015