Mehmet Şevket EYGİ – Vahdet – Şubat 2015

  1.  

    Şayet sen Müslümansan

    Ben Müslümanım diyorsan asla yalan söylemeyeceksin. Çünkü Müslüman yalan söylemez. Müslümanım diyorsan kimseye iftira etmeyeceksin. Müslüman iftira etmez.

    Kesinlikle gıybet etmeyeceksin, Müslüman gıybet etmez. Başkalarının gizli ayıp, kusur ve günahlarını araştırmayacaksın; gizli kameralar, böcekler, mikrofonlar yerleştirmeyeceksin, Müslüman tecessüs etmez.

    Müslüman isen gurur, kibir sergilemeyeceksin, kendini beğenmeyeceksin, megalo manyaklık yapmayacaksın, şöhret delisi olmayacaksın.

    Ben Müslümanım mı diyorsun, haram yemeyeceksin, bırak haramı, şüpheli şeylerden bile uzak duracaksın.

    Sen Müslüman mısın, o halde düşmanların ve karşıtların bile senin arkandan, bu adam direk gibi doğrudur, kendisine güvenilir diyecekler.

    Sen Müslüman mısın, o halde soytarılık, şaklabanlık, hafif meşreplik, hokkabazlık, üç kağıtçılık yapmayacaksın.

    Müslüman mısın, o halde yağcılık yalakalık dalkavukluk şakşakçılık yapamazsın. Müslümanım mı diyorsun, gayri müslim komşuların bile senin için melek gibi adam demelidir.

    Müslüman isen, ne futbol, ne parti ne tarikat ve cemaat holiganlığı yapamayacağını iyi bil, aklına koy. Müslümansan doğru dürüst ahlaklı faziletli olmaya mecbursun.

    Efendi, edebiyatı bırak, laf Müslümanı değil, hal Müslümanı olmaya bak.

    Müslüman uçmayanı uçurmaz. Müslüman o kimsedir ki, onun elinden ve dilinden insanlar selamette olur.

    Müslüman açık veya gizli şirke bulaşmaz, parayı put edinen, mala ve zenginliğe âşık olan kişi nasıl bir Müslümandır?

    Müslüman güneş gibidir, aydınlıktır, karanlık Müslümanın sadece adı Müslümandır.

    Âdil ve insaflı değilsen Müslümanım diye konuşup durma, kapat o menhus çeneni.

    Müslümanlık diye vır vır edip durma, ezan okununca buyur namaza.

    Müslüman hesabını kitabını iyi bilir, parasının malının ürününün zekatını ve öşrünü Kur’ana Sünnete Şeriata fıkha uygun şekilde verir.

    Müslüman mısın, nafile ibadetlerinin reklamını yapamazsın, ben dün gece teheccüde kalktım, ben umrede şöyle safalar sürdüm, hurmalar yedim, Zemzem içtim, Zam Zam Tower’den Kâbeye yukarıdan baktım edebiyatı yapamazsın.

    Müslümansan eğer, tarikat çığırtkanlığı yapamazsın.

    Müslümansan, Müslüman kardeşlerin ölürken, ezilirken, sürünürken, ağlarken, açken, çıplakken, sefilken sen keyf içinde yaşayamazsın.

    Müslümansan fitne fesat tefrika çıkartmazsın.

    Diplomalı okur yazar Müslümansan cahil olmaya cahil kalmaya hakkın yoktur.

    Müslümansan, bin yıllık islamî Kur’anî yazını öğrenmeye, bilmeye mecbursun.

    Müslüman isen ya göründüğün gibi olacaksın, ya olduğun gibi görüneceksin. Dışın yeşil ise için de yeşil olacak. Karpuz gibi, dışı yeşil, içi kızıl olma şansına sahip değilsin.

    Efendi efendi efendi!.. Bana bak, Müslümanlık mâlik olmak dini değil, olmak dinidir. Mü’min ol, müslim ol, insan ol, adam ol, alim ol, cahil olma, ahlaklı ve faziletli ol, bilge ol, ahmak ve bön olma, firasetli ol, musalli ol, muhlis ol, muslih ol, mâruf ile âmir ol, münkerden nehy edici ol, mücahid fi sebilillah ol. 1 Şubat 2015

    Bu hizmet bana düşmez

    Yıllardan beri yazar dururum, bu konudaki perakende yazılarım bir araya getirilse bir kitap olur. Konu şudur:

    Bize, İslam’a, Türkiye’ye ve insanlık alemine hizmet edecek süper elemanlar ve bu elemanlardan kurulu süper kadrolar lazımdır.

    Bunlar hem İslam’ı iyi bilecek, hem çağı yakalamış olacaktır. Bunların bilgi ve kültür boyutları çok yüksek olmalıdır. Üç yabancı lisan, Fuzulî divanını okuyacak derecede mükemmel Osmanlıca, başta mantık olmak üzere felsefe, sanat tarihi ve kültürü, İstanbul edeb ve görgüsü, yüksek ahlâk ve karakter… Ayrıca her biri islamî millî geleneksel sanatlardan birinde usta olacak ve ürün verecektir.

    Böyle süper subaylar, öğretmenler, din hizmetlileri, idareciler, medyacılar yetiştirmemiz zaruret derecesinde bir ihtiyaçtır.

    Zaman zaman tenkit ediliyorum:

    Sen şimdiye kadar böyle kaç kişi yetiştirdin?..

    Cevap:

    Bendenizin elinde böyle süper elemanlar yetiştirecek maddî imkan ve okullar yoktur. Böyle süper kimseler için büyük maddî imkânlar gerekir. Süper bir gence İngilizce, Arapça mı öğreteceksiniz, bir tek kişi için en az yüz bin dolar gerekir. Osmanlıca ve edebiyat mı öğretilecek. Onun için de üstad hocalar tutulacak ve para harcanacaktır. Bu gibi işler birkaç yüz liralık sıradan kurslarla, derslerle olmaz.

    Taşradan veya kırsal kesimden gelmiş, zeki akıllı idealist gence İstanbul kültürü ahlakı edebi görgüsü mü öğretilecek, bu da ancak ehliyetli hocalar vasıtasıyla olur. Bunun için de para, organizasyon, mekân lazımdır.

    Bendeniz maddî bakımdan imkansız parasız bir kimseyim. Bu hizmetler bana düşmez. Müslüman kesimde, milyar dolarlık hizmet bütçelerine sahip şahıslar ve kuruluşlar vardır, hizmeti yapmak onlara düşer.

    Fakir proje üretirim, çare ve çözüm bulurum, teklif ederim, eksikliklerimiz konusunda özeleştiri yaparım.. Bunlar isabetli olur veya olmaz, lakin tartışılması, müzakere edilmesi gerekir.

    Senelerden beri süper adamlar, Selahaddinler, Bengal kaplanları yetişsin diyorum, şimdiye kadar mektupla ve telefonla bir tek ilgi ve dönüş görmedim.

    “Şevket bey, filan tarihli yazınızdaki husus hakkında görüşebilir miyiz?”

    denilmedi. Yazılarım ya hiç okunmadı, yahut bu adam da artık fazla oluyor, bu işler ona mı kaldı yani…

    Böyle adam yetiştirme işlerinde ehliyetim, liyakatim, icazetim varsa ücretsiz maaşsız karşılıksız hizmet etmekten elbette çekinmezdim.

    Bir soru:


    Sen sağa sola, şuna buna müracaat edip yüz suyu döküp de böyle bir hizmete talip olsaydın…

    Cevap:

    Böyle bir şey terbiyeye, edebe, ahlaka aykırıdır. Hizmet istenmez, karşı taraftan talep gelirse, ehliyeti varsa kabul edilir. Ehliyeti yoksa kabul etmek doğru olmaz. Kapı kapı dolaşıp hizmet dilenciliği yapmayı ve kibarca da olsa kovulmayı refüze edilmeyi kendime yakıştıramam.

    Bir kimsenin hem ehliyeti yok, hem de hizmet etmek için para istiyor ve alıyor… Bu bir cinayet, hırsızlık, dolandırıcılık ve hıyanet olur.

    Müslümanlar süper zeki ve süper karakterli çocuklarını arayıp bulsunlar, bunlara süper eğitim verip süper elemanlar yetiştirsinler ve bunlardan oluşan süper kadrolar kursunlar demek ayıp değil, suç değildir. Ayıp ve insafsızlık olan, maddî imkanı olmayan bir kimseye sen bu hizmeti niçin yapmıyorsun diye bağırıp onu azarlamaktır.

    Elinde hiçbir maddî imkanı olmayan fakir ve biçare bir kimseyi, konuşup durma, sen niçin böyle hizmetler yapıp süper elemanlar yetiştirmiyorsun diye suçlamak adalete ve insafa sığmaz.

    Bendeniz Dinime ve Ümmetime pek nâçiz de olsa hizmet etmek maksadıyla yazılar kaleme alıyor, yakası açılmadık konular, çareler, çözümler, teklifler getiriyorum. Yapabileceğim bu kadardır. Gerisi, hizmet için Müslümanlardan yekun olarak yüz milyarlarca dolar para toplayanlara aittir. Ortada bir eksiklik varsa vebal onlarındır. 2 Şubat 2015

    Türkiye niçin Ortadoğu’nun Japonya’sı olamadı?

    Helikopter yapıyormuşuz… Çekyat koltuk kanepe sandalye tabure yapıyormuşuz… Plastik kap kacak kova saksı yapıyormuşuz… Patatesten pil yapıp minik ampuller yakıyormuşuz… Balkona monte edilen küçük fırıldaklarla enerji üretiyormuşuz… Peki beyler anladık da ne zaman bütün dünyaya ihraç edilecek yüzde yüz millî ve yerli otomobiller yapacaksınız? Ne zaman yerli cep telefonları yapıp dünyanın iki yüz ülkesine ihraç edeceksiniz?

    Mesken, yapı, betonlaşma sektörü hâlâ en büyük sektör. İhracata dönük üretimi olmayan bu sektör ile daha ne kadar ayakta durabiliriz? İktisat ve sanayi devi Japonya küçük meskenlerde otururken biz niçin israflı ve lüks büyük evlerde oturuyor ve sermayemizi bunlara gömüp öldürüyoruz?

    Nüfusu on milyonu geçmeyen İsveç harika otomobiller, savaş uçakları, denizaltılar yaparken, nüfusu seksen milyona dayanmış Türkiye niçin yapamıyor?

    Bırakın böyle şeyler yapmak, biz hâlâ niçin yapamıyoruz sorusunu bile doğru dürüst ve haykırarak soramıyoruz.

    İnsanlar, işlemedikleri günahlardan sorumlu olmazlar ama devlet ve ülke idarecileri bazen, yapmadıkları hizmetlerden sorumlu olurlar.

    Yakın zamana kadar dünyanın, buğday ihraç eden sayılı tahıl ambarlarından biri olan ülkemiz şu anda niçin her yıl üç milyon tondan fazla kalitesiz buğday ithal ediyor? Bu soruya cevap verecek biri yok mu?

    Her gün çöpe atılan beş milyon ekmeğin hesabını soracak biri yok mu?

    Türkiye, her yıl yapılan Uluslararası Şeffaflık ve Temizlik anketlerinde, niçin 10 üzerinden sadece beş not alabiliyor? Bizim Yeni Zelanda ve Danimarka’dan ne eksiğimiz var ki, onlar liste başı iken biz ortalarda nal topluyoruz?

    ABD’deki Georges Washington üniversitesinin iki araştırıcısı, dünyadaki iki yüz küsur ülkeyi, “Kur’an prensiplerine göre hareket etme” konusunda incelemişler; gayr-i müslim ülkeler liste başı olmuş, Türkiye 103’ncü, Suudî Arabistan 113’cü… Bu liste bize bir şey söylemiyor mu?

    Endülüs devleti, güçlü olduğu devirde Avrupa’nın en medenî ülkesiydi. Biz şimdi öyle miyiz? Değilsek niçin niçin niçin?… Bu sorunun cevabını bilen var mı?

    Sorunun cevabını vermeme müsaade buyurmanızı istirham ediyorum:

    Bugünkü Kemalist çağdaş uygar azınlık ile ve onun karşısındaki İslamcı kesim ile buraya kadar, bu kadar… Bendeniz, Müslüman bir vatandaş olarak İslamcı kesimi tenkit ediyor, özeleştiri yapıyorum. Kemalistler, laikler ve çağdaşlar da kendilerini tenkit etsinler.

    İslamcılar, bir çok teknik gelişmeye, otoyollara, havaalanlarına, barajlara, limanlara, gökdelenlere, Marmaraylara, tünellere imza attılar ama Türkiyeyi Ortadoğu’nun Japonya’sı yapamadılar. Bırakın Japonya yapmayı, Güney Kore kadar ve gibi olamadılar.

    Türkiye Ortadoğu’nun Japonya’sı olabilir mi? Elbette olabilir, elbette böyle bir şey mümkündür. Biz yüzölçümü, madenler, petrol ve daha nice faktörde onlardan daha şanslıyız, daha imkanlıyız… Üstelik dünyanın tam ortasındayız, kubbenin sanki kilit taşıyız.

    Evet yapılabileceği halde yapılmayan hizmetlerin, gelişmelerin de sorumluluğu vardır ve bunun hesabı mutlaka sorulmalıdır. 3 Şubat 2015

    Gıybet eşekliği

    Büyük ve çirkin günahları utanmadan, arlanmadan, sıkılmadan; açıkta açıkça küstahça işleyen İslam düşmanlarının gıybetine izin verilmiştir ama alelıtlak gıybete izin yoktur.

    Genç bir Müslüman için toy, turfa diyemeyiz… Yaşlı bir insan için onu kötülemek, aşağılamak için bunak, ateh getirmiş diyemeyiz… Boyu kısaya bodur, boyu uzuna sırık, şişmana şişko demek de gıybet olur.

    Gıybet Kur’anla, Sünnetle, icmâ ile haramdır.

    Dinî ölçülere göre gıybet ettiği halde, hayır ben gıybet etmiyorum, bu söylediklerim tenkittir diyen beyinsizin küfre düşmesinden korkulur.

    Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz zamanında Medine’ye Rum=Bizans ülkesinden iki tabib=doktor gelmiş, bir müddet mesleklerini icra ettikten sonra bir kervanla geri dönmüşler. Efendimiz onlar gittikten sonra Ashabına “Gıybet olmayacağını bilseydim, o ikisinden hangisinin daha iyi ve güçlü tabib olduğunu size söylerdim” buyurmuşlardır. İşte ölçü budur. İki yabancı, ikisi de Müslüman değil, konu gayet basit, “Hangisi daha iyi doktor”, Efendimiz bunu bile söylemiyor. Çünkü, o doktorlardan ikincisi duymuş olsa üzülebilir… (Bu hadisi Teratibü’l-İdariyye” kitabında okumuştum. Türkçeye mükemmel bir tercümesi yapılmıştır.)

    Bugün dünyada en fazla gıybet Müslüman toplumlarda yapılıyor!.. Gıybetin yaygın ve yoğun olmasının ötesinde daha büyük bir günahımız var: Bu konuda yeterli ve etkili şekilde nehy-i münker yapılmıyor, Müslümanlar uyarılmıyor.

    Başkalarına karışmam, kendim için söylüyorum: Müslüman olsun, zimmî olsun, herhangi bir insan olsun, her gıybet edişimde eşeklik etmişimdir. Hem de şeddeli!

    Yalan söylemek, iftira etmek, tecessüs nasıl günahsa, gıybet de onlar gibi günahtır ve belki onlardan eşeddir. Çünkü Kur’an-ı Kerim gıybet etmeyi, ölü kardeşinin etini yemek kadar çirkin ve iğrenç görmektedir.

    Zamanımızda gıybet, dehşetli bir uyuşturucu gibi toplumu çürütmektedir. Gıybet yapılmayan kaç meclis kaldı?..

    Başta gençlik olmak üzere Müslüman halk gıybet konusunda uyarılmalıdır.

    Gıybet Ümmet birliğini ve iman kardeşliğini tahrip ve berhava eder.

    Gıybet Müslümanları birbirine düşman eder.

    Gıybet eden, ben gıybet etmiyorum ki, derse küfre düşer.

    Namaz da kılsa, oruç da tutsa, abdestsiz yere basmasa da, geceleri teheccüde kalksa da gıybet eden kişi hiçbir zaman iyi ve dindar bir Müslüman olamaz.

    Ölü kardeşinin etini yiyen nasıl dindar olabilir ki…

    Hadiste buyruluyor: “Müslüman o kimsedir ki, insanlar onun elinden ve dilinden selamette=güvende olurlar.”

    Muhterem bir tarikata, cemaate, gruba, topluluğa mensup olmak hiçbir Müslümana gıybet etme hakkı vermez. Tam aksine, böylelerinin gıybet etmesi ötekilerinkinden bin kat ayıptır.

    Şimdi biri çıkıp yahu sen kendini ne sanıyorsun da böyle konuşuyorsun derse hiç şaşmam. Behey efendi, bu fakir öncelikle kendimi azarladım, gıybet ettiysem ki etmişimdir, eşeklik etmişimdir dedim, daha ne yazayım?

    Keşke icazetli gerçek ulema ve nâsih efendilerimiz Ümmet-i Muhammed’e hitaben “Gıybet konusunda bir uyarı” başlıkla bir beyanname hazırlayıp yayınlasalar da halk mütenebbih olsa. Böyle bir metin olursa, bu sütunlarda aynen basarım.

    Gıybet konusunda yapılacak ilk iş, “Gıybet Kur’anla, Sünnetle, icmâ ile haramdır, ölü kardeşinin etini yemek gibi çok iğrenç bir günahtır, şimdiye kadar gıybet etmiş isem doğrusu eşeklik etmiş olduğumu kabul ediyorum, artık gıybete tevbe ediyorum…” demektir.

    (Bedir Yayınevinin “Gıybet İlleti” isimli küçük faydalı kitabını okumanızı tavsiye ediyorum. Bu kitabı bendeniz yayınladım, burada ticarî reklam yaptığımdan şüphelenen olursa sakın almasın…) 4 Şubat 2015

    Sünnî Müslümanlara Telgraf

    Selamdan sonra… Telgraf gibi kısa yazacağım…

    Siz bu memlekette çoğunluktasınız ama aynı zamanda azınlıktasınız… Siz kendi ülkenizde sömürge yerlisi, parya, ikinci sınıf vatandaş gibi yaşıyorsunuz… Bir avuç agresif rezil dinsiz sizinle, kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor…

    Siz bugünkü parçalanmışlık, tefrika, kopukluk içinde, kurtulup yücelip aziz olamazsınız… Bugünkü Ümmetsizlik, başsızlık, kırsal kesim şifahî kültürü, dağınıklık ile yenilgiden yenilgiye uğramaya mahkumsunuz…

    En kısa zamanda tek bir Ümmet olmak, râşid ve âdil bir İmama biat ve itaat etmek, büyük zelzeleye hazır olmak zorundasınız… Siz yaklaşan büyük zelzele nedir biliyor musunuz?… Toparlanmaz, birleşmez, biat ve itaat etmez, medenî ve faziletli Müslümanlar olmazsanız, Suriye ve Mısır Müslümanlarının durumuna düşer perişan olursunuz…

    Namazı terk edip şehvetlerine uyan Müslüman bir toplum iflah olmaz… Dindar Müslümanlar emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmaz, emanetleri ehil olanlara vermez, işlerini liyakatli danışmanlarla istişare ederek görmez ise felah bulmaz… Allah yolunda ihlasla ve usulüne göre büyük ve küçük cihad yapmazsanız kölelik sizi sarıverir…

    Kur’anı okumakla iş bitmez, Kitabullahın emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçınmak, öğütlerine kulak verip tutmak gerekir… Aldatıcı fâni dünya gafilleri oyalıyor… Lüks, israflı, nemrudî, gurur ve kibir veren şeytanî binitlerle Sırat köprüsünden nasıl geçeceksiniz?.. Muslukları altın kaplı jakuziler sizi yakar… Gıybet, yalan ve dedikodu yerlere serer… Azılı İslam düşmanı kafirlerin ve münafıkların gazete ve tv’lerini okuyup seyredenler bir tür sarhoş olur…

    Kurtuluş birliktedir, Ümmet olmaktadır, râşid bir İmama biat etmektedir… İlmi, ehliyeti ve liyakati olmadığı halde kendi heva ve re’yleri ile dini mıncıklayan beyinsizler şeytanın tuzağına düşer… İsraf, zina, riba, mü’mine düşmanlık haramdır… İslamdan başka hak ibrahimî din yoktur, var diyen dinden çıkar…

    Futbol holiganlığı gibi cemaat ve tarikat holiganlığı yapanlar sefihtir… Yangının alevleri bacayı sarmadan, zelzele kapıya dayanmadan, azap tepemize inmeden kendimize gelelim ve toparlanalım… Aksi takdirde Suriye… Mısır… Libya… Tarihe bakınız, beyinsizlikleri yüzünden yurtları harap, kendilerini perişan olan toplumlardan ibret alınız…

    Muallak kaderler, mübrem kazalar haline gelmedikçe bir şeyler yapabiliriz… Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona)

    “Yarın Kıyamet kopacağını bilsen, bugün elindeki hurma fidanını toprağa dik”

    buyurmuştur. Burada dikersin, yarın Kıyamet kopar ama hurmanın meyvesini sen ahirette yersin…

    Molla Kasım acı söyler ama doğru söyler… Kurtuluş, izzet ve yükseliş Dindedir, İmandadır, Kur’andadır, Sünnettedir, Şeriattadır, İslam ahlakında ve hikmetindedir. Rahmana ibadet ve itaat eden aziz olur, Tağuta ve Deccala uyan zelil ve rezil olur, ateşe düşer…

    Kapılarımıza vurulmadan uyanıp hazırlık yapalım… Vakit daralıyor… 5 Şubat 2015

    Onlar hizmetkâr değil münafık hâinlerdir

    DİN ve mukaddesat adına para ve mal toplamak ve sonra bunları şahsî veya siyasî çıkar ve nüfuz uğrunda kullanıp harcamak… Âciz ve nâçiz nazarımda böyle bir şey cinayettir, hıyanettir, rezillik ve sefilliktir.

    Din ilimlerini öğrenmek ve öğretmek, Dine ve Ümmete hizmet etmek, Kur’anı yüceltmek için çalışmak; bunlar sadece ve sadece sırf Allah rızasını kazanmak için ihlasla yapılır. İhtiyacı varsa, fetvası verilmişse geçimini temin için ücret ve maaş alınabilir ama asla ve asla bu yollarla zengin olunmaz. Dini alet, istismar ve istihdam ederek zengin olanlar münafıktır.

    İhlassız kılınan namaz kabul edilmez… İhlassız cihad gerçek cihad değildir… İhlassız hayır hasenat kişiyi cennete götürmez, Cehenneme sürükler.

    Dünyanın en âdi ve sefil bezirganları din ve mukaddesat bezirganlarıdır.

    Onların bu Din-i mübine, bu Ümmet-i merhumeye verdikleri zararı azılı harbî kafirler veremez.

    Şöhret=ün âfettir, islamî hizmetler için toplanan paraları ve malları şunun bunun şöhreti ve saltanatı için israf edenler haindir.

    İslamî, Kur’anî, İmanî hizmetler için toplanan paralarla lüks meskenlerde ikamet edilmez, lüks binitlerle gezilmez, lüks yemekler yenilmez, lüks giysiler alınmaz.

    Cami yapımı, okul, köprü ve buna benzer hayırlı işler için zekat parası toplanamaz.

    Hele hele, zekat paraları nefsanî emeller uğruna toplanıp sarf edilmez.

    İslam, Kur’an, İman, Sünnet ve Şeriat hizmetkarları, Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) gibi mütevazı, alçakgönüllü, kanaatkâr yaşamalıdır.

    Ramazanlarda beş yıldızlı fuhuş otellerinde lüks ve israflı, ihtişamlı iftar ziyafetleri vermek; aklı başında, sağduyu sahibi, vicdanlı, ahlaklı, faziletli Müslümanlara yakışmaz.

    İman, İslam, Kur’an hizmetkarları yeryüzünde Allahın Şahitleridir, Allahın istediği gibi yaşamak ve hizmet etmek zorundadır.

    Hiçbir hizmet ekolünün, kendi meşrebinden olmayan diğer sâlih mü’minleri ötekileştirmeye hakkı yoktur.

    Ümmet bütünlüğü ve İmam-ı Kebire biat ve itaat şuuruna sahip olmayanlar doğru dürüst hizmet edemez.

    Dünya gemilerini yakmayanlar, dünya dükkanlarını yağmaya vermeyenler büyük hizmetler yapamaz.

    Kalbinde hüsn-i hâtime korkusu olmayanlar Ehl-i Sünnet değildir ve hizmet edemezler.

    Dünyayı başlarına taç edinenler, hizmet değil, hezimet üretir.

    Allah için kurban, küp için kavurma zihniyetiyle hizmet olmaz.

    Hizmet adaletle, insafla, ihlasla, taqva ile, vera ile, zühd ü salah ile, ahlakla yapılır.

    Nefislerini tebrie ve tezkiye edenler hizmetkar değil, hedm edicilerdir.

    İhlas Allahın sırlarından bir sırdır ki, O onu sevdiği kullarının kalbine koyar.

    Ben ihlaslıyım diye kendi reklamlarını yapıp duranlar ihlaslı değil, münafıktır.

    Mü’min kardeşlerini sevemeyenler, onlara düşmanlık edenler salih ve kamil değil, münafıktır.

    Cenab-ı Hak cümlemizi ihlaslı kullarından ve gerçekten hizmet edebilenler zümresinden eylesin. 6 Şubat 2015

    En büyük eksiklik kalite

    Türkiye’nin en büyük ihtiyacı nedir? Fakire sorarsanız kalite mi, vasıf mı ne derseniz işte odur.

    Bizde her şeyin kalitesi çok düşük… Kaliteli istisnalar var ama onlar kuralı bozmuyor.

    Önce siyasete kalite getirmek lazım. Kaliteli siyaset ne demektir? Özetini yapmak için birkaç yüz sayfa yazmak gerekir.

    Sonra kaliteli eğitim ve mektepler.

    Kaliteli insanlar yetiştirmek, onlardan kadrolar kurmak ve işleri onlara vermek… Mesele budur.

    Kaliteli medya.

    Kaliteli üniversiteler.

    Kaliteli lisan ve edebiyat.

    A’dan Z’ye kadar her şey kaliteli olmazsa işler kesinlikle düzelmez.

    Türk kaliteli olacak, Kürt kaliteli olacak. Sünnî kaliteli, Alevî kaliteli.

    Sağcısı, solcusu kaliteli…

    Dindarı kaliteli, laik’i kaliteli.

    Bugün ülkede elbette kaliteli insanlar var ama onlar dışlanmış, itilmiş, sayıları da yeterli değil.

    Kötü paranın iyi parayı piyasadan kovması gibi kalitesizler kalitelileri kovuyor.

    Türkiyenin başındaki en büyük bela arivistler, haram rantçılar, Kemalizm holiganları ve din sömürücüleri, geri zekalılar ve o biçim meczublardır.

    Bazı işler, hizmetler mutlaka yüksek seviyede kültür ve yine yüksek ahlak ve karakter ister.

    Sözde Cumhuriyetçi Kemâlî kesim de dökülüyor, İslamcı kesim de.

    Şu en ciddî konuların yanında kamasutra edebiyatı yapan rezil gazetelere bakınız. Bunlar nerede, kalite nerede…

    Üniversiteye giden bir gençle konuştum, Norveç’in başkentinin Oslo olduğunu, İsviçre ve Norveç’in Avrupa Birliğine üye olmadığını bilemedi.

    Edebiyatı çok seviyor ve Fuzulî’den ezbere bir tek beyit okuyamıyor. Bu nasıl kalitedir?

    Mahzur yerine mahsur, şefkat yerine şevkat diyen nasıl vasıflı olacak?

    Cuma hutbelerinin metnini ve okunuşunu (istisnalar dışında) kaliteli bulmuyorum.

    Popülizm ile kalite bir arada olmaz. Arivizmle de beraber olmaz. Dini imanı para, menfaat, zenginlik, lüks, israf, gösteriş, gurur, kibir, hava atmak, cart curt etmek olanda kalite aramayın.

    Kaliteli insan, helal de olsa parayı, fare leşi gibi maşayla tutar atar ve sonra elini yıkar.

    Şöhret delisi kişi kaliteli değildir.

    Bir kimse ne kadar çok ben diyorsa, kalitesi o nispette düşer.

    Kaliteli adama örnek vermemi mi istiyorsunuz? Ömer Seyfeddin’in İncili Kaftan hikayesindeki Muhsin Çelebi’dir.

    Kaliteli insanlar sidik ve çamur yarışı yapmaz.

    Kaliteli vatandaşın rızkı daralır, kuru ekmek yer ama haram yemez.

    Müslüman çoğunluğun medreseleri, mektepleri, dergahları yok ki, yeterli miktarda kaliteli insan yetiştirsinler.

    Kaliteli insanlar “Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selametten / Çekildik izzet ü ikbal ile bab-ı hükümetten” demesini bilir.

    Kaliteli hizmetkarın, hizmete başlarken sırtındaki bir ceketi vardır, on beş sene sonra hizmeti bitirirken yine bir ceket… O da eskimiş olarak…

    Kaliteli insanlar kendilerini övmez. Onların övgüsünü düşmanları ve karşıtları yapar.

    Geri zekalılık, arivistlik, popülizm, deli daha gibi muhalefet yapmak kaliteyle bağdaşmaz ve uyuşmaz.

    Rüşvet alan, haram yiyen, rantçılık yapan, yağcı ve yalaka, ibnüzzaman, öfkelendiği zaman âdice küfür eden holiganlarla köy olmaz, kasaba olmaz.

    Kaliteli insan ve hizmetkar hiç yok demiyorum, kimlerse onların ellerinden öpüyorum. 7 Şubat 2015

    İki kere iki eder dört’ler

    Dinî konularda Ehl-i Sünnet akaid ve ilmihal kitaplarında mevcut olan, İslam’ın iki kere iki eder dört temel ve tartışmasız gerçeklerini sık sık yazıyor, hatırlatıyorum. Bunları yazmak için icazet sahibi olmak gerekmez. Kaldı ki, bendenizin son devrin büyük zatlarından birinden alınmış bir iznim vardır. Kendisine otuz beş yıl kadar önce sormuştum: Efendim, bu fakir haftalık gazetemde Müslümanları beş vakit namaza, farz namazları cemaatle kılmaya ve bunlar gibi dinî emirlere uymaya davet ediyorum. Bu konuda bana izin var mıdır?.. Olur yazabilirsin demişlerdi… Malum olduğu üzere, İslam dininde, sahih=doğru bir itikattan sonra ikinci temel emir beş vakit namaz kılmaktır. Üçüncü emir Ramazanda oruç tutmaktır. Dördüncüsü zekatını Kur’ana, Sünnete, Şeriata, fıkha uygun olarak vermektir… İslamın temel ahlak kuralları da vardır: İstikamet (doğruluk dürüstlük)… İhlas… Yalan söylememek… İftira ve gıybet etmemek… İffetli olmak, zina etmemek… Lüks ve israftan uzak durmak… Şu fesat ve fetret devrinde elime yazma imkan ve fırsatı geçmişken dinin temel emirlerini, yasaklarını, öğütlerini tekrarlamakta sakınca olmasa gerek. Dinî konularda kendi re’y ve hevam ile yazı yazmaktan hayâ ederim. Necdîler, Mutezilîler, reformc ular itiraz ediyorlar. Onlar firak-ı dalle mensubudur, etsinler. Bendenizi bağlamaz. Ehl-i Sünnet ulema ve fukahası içinde Necdîliği hak bir fırka olarak gören ve gösteren tek şahıs bulamazsınız.

    Açık Mektup

    İmam-Hatip mektebi öğrencisi Abdullah beye: Cemal Granda on küsur yıl M. Kemal’in garsonluğunu ve uşaklığını yapmıştır. Paşanın hal-i hayatında onun not tutması yasaktı. Daha sonra hatıralarının, gördüklerinin, işittiklerinin bir kısmını (yazabildiği kadarını) yazdı. Sanırım kendini hayli sansürlemiş olması gerekir. Yine de ağzından çok şeyler kaçırdı. Bunlar önce bir gazetede tefrika suretiyle yayınlandı. Bu birinci yayın esnasında da sansür olmuştur. Daha sonra birkaç ayrı baskısı yapıldı. Bunlardan, kapağında tam metin yazılı olanını almanızı tavsiye ediyorum.

    Eser birkaç defa sansüre uğramış olsa da bir çok istenmeyen gerçekleri ihtiva etmektedir. Bu kitabı bir ara Hürriyet gazetesi basireti bağlanıp gaflet ile basmıştı. Tekrar yayınlamadılar.

    Kitabı sahhaflarda aradım bulamadım diye yazmışsınız. Bu bulamayışınıza hayret etmek isterdim… Eski bir kitabı aramak için yapılacak ilk iş internette aramaktır. Cemal Granda Atatürkün uşağı idim kelimeleriyle ararsanız karşınıza birkaç sahhaf çıkacaktır. Tam metinli bir nüshasını satın alabilirsiniz.

    İngilizceniz yeterli ise Armstrong’un The Grey Wolf isimli kitabına da göz atmanızı tavsiye ederim. İnternetten indirebilirsiniz. En son paragrafını dikkatle okuyunuz. Dedikleri çıktı…

    Faydalı ve enteresan kitaplar okuyan bir İmam-Hatipli olarak sizi tebrik ediyorum. Okuyup iyi yetişmez, gerçekten kültürlü bir Müslüman olmaz, diplomalı cahil kalırsanız ileride bu Ümmetin başına bela olabilirsiniz. Şunu da tekrarlayayım: Osmanlıca öğrenmezseniz benden not alamayacaksanız. Selamlar. 8 Şubat 2015

    Açık mektuplar

    Muhterem kardeşim… Tutarlı olmayan gerekçesiz tenkidinizi okudum, hem tenkit hem hakaret etmişsiniz… Çok yumuşak, çok olumlu kardeşçe bir cevap yazarak size yine de teşekkür edecektim, vazgeçtim. Niçin mi? Benim ismim Şevket, siz Şevki yazmışsınız!.. İsmimi Şevket yazmış olsaydınız hakkımı size helal etmeyecektim; Şevki yazdığınız için, özrünüze binaen helal edip hayır duaları ediyorum. Baki selam ve hürmetler…

    **

    Zamanın gavsı ve mânevî derecesi çok yüksek Halid-i Bağdadî hazretleri mektuplarında, selam hamdele salvele ve hayır duâdan sonra, muhatabına

    “Ne olur bu fakirin hüsn-i hâtime ile âhirete göçmesi için dua buyurunuz”

    meâlinde cümleler yazıyor. Siz ise hüsn-i hâtime konusunda pek rahat ve endişesizsiniz. Soruyorum?.. Siz ve Şeyhiniz Halid-i Bağdadî’den daha mı yüksek ve büyüksünüz?

    **

    Bir medrese öğrencisine: Üç yıldır Arapça okuduğunuzu söyleyince bu lisanla basit bir mektup veya kompozisyon yazabilir misiniz diye sormuş, yazamam cevabını almıştım. A muhterem genç kardeşim, bunca sene Zeyd ile ‘Amr’ın kavgası hikâyesini okumaktan bıkmadınız mı? İnsan üç senede Çince ve Japonca bile öğrenebilir, mektup yazabilir.

    **

    Tabiatı ve ahlâkı mâlum Mâhud Gaybet beye: Bendenize iyilik yapmak istediğini yazıyorsunuz. Çok teşekkür eder, ellerinizden öperim. Hakkımda gıybet kötülüğünü etmeyin, dilinizden selâmette olayım, başka ihsan istemem…

    **

    Mösyö Gurme dostumuza:

    Kadıköy’de fiyatları ucuz bir lokanta varmış, yemeklerini de fena değilmiş. Sizi davet edeceğim ama ya gelmeyeceksiniz, yahut ucuz yemekler sizi kahredip zehirleyecek. Etiler’de kişi başına bir öğün yemeğin 290 mı 300 lira mı olduğu bir restoran var, benim sizi oraya götürecek param ve vicdanım yok. Fakiri bağışlamanızı istirham ile meveddetkârâne ihtiramlarımı arz ederim.

    **

    Liseli bir gence:

    Bir yere teşrif etmek değil, bir yeri teşrif etmek diye yazmalısınız. Teşrif şereflendirmek demektir.

    **

    Paris’ten mail gönderen üniversiteliye:

    Mektubunuzda “Mezlaka-i akdam” diyorsunuz. Fakirden bir not aldınız. Bunları bilen kalmadı. Türkiye ya dilsizlikten ve dinsizlikten bitecek ve batacak, yahut ayakta kalmak ve yükselmek istiyorsa 1920’lerin zengin Osmanlıcasına dönecektir.

    **

    Bir meraklıya:

    Sizin çok önemli gördüğünüz sorularınıza cevap vermeyeceğim. Onlar, incir çekirdeğini doldurmaz boş ve kof konulardır. İslamî açıdan iki rekat gayri müekked namaz kadar değerleri yoktur.

    **

    İçyüzünü öğrenmek istediğiniz zatın isminin yanına jew yazarak internette ararsanız istediğiniz bilgileri ayrıntılarıyla bulabilirsiniz.

    **

    O zat gizli Yahudi değil, gizli Ermeni’dir. İsminin yanına Ermeni yazıp arayınız, bilgi bulacaksınız.

    **

    Siz Fir’avuna benziyorsunuz, ben ise Musa değilim. Tartışma başlatarak sizinle sidik ve çamur yarışına giremem.

    **

    Siz hakaret etmek ile tenkit etmek arasındaki farkı bilmiyorsunuz galiba… Açık isminizi vereceksiniz, selamla başlayacaksınız, ondan sonra edep ve terbiye dairesinde tenkit edeceksiniz. Bundan sonradır ki, tenkitleriniz (bence) haksız ve ağır da olsa sizi muhatap kabul edip saygıyla cevap veririm.

    **

    Dikkatsizliğin, ehliyetsizliğin hakim olduğu ülkeye atom santrali yapmışlar. Gece nöbetçisi uyuyakalmış, aniden alarm zilleri çalınca uyanıp paniklemiş, ACH 812 2 MR şalterini indireceğine HGN 312 7 NP şalterini indirmiş, santral patlamış, ülke mahvolmuş… Pek kısa ama pek büyük hikaye…

    **

    İlmî ve akademik bir tez hazırlayan genç araştırıcıya: /hetq.am/ sitesindeki “Some facts on the Origins of Mustafa Kemal Ataturk” makalesini okursanız hayli bilgi edinirsiniz. Bilgi edinebilirsiniz ama bunları yazabilir açıklayabilir misiniz, onu bilmem. 09 Şubat 2015

    Bir Fareye Açık Mektup

    Kur’ân’da meâlen şöyle buyruluyor: Onlar namazı yitirdiler ve şehvetlerine uydular. Sen de namazı terk etmişsin ve çeşit çeşit şehvetlerin esiri olmuşsun.

    Küçük ve nahif cirmine bakmayıp kuyruğuna bir değil, nice kabak bağlamışsın. Şu aldatıcı dünyanın kabakları ne kadar çok…

    Kuyruğuna bağlı bunca kabakla kedilerden ve tehlikelerden nasıl kaçacaksın?

    Bir fare olarak değil sadece kendine, yedi sülalene yetecek para biriktirmişsin, gözün hâlâ malda, parada. Ah farecik, bu mal sevgisi senin sonun olacak.

    Hani kırda gezerken, başı boş bir deve görmüştün de, sevinçle “Ah, sahipsiz bir deve!..” deyip ipini eline alıp onu yuvanın deliğinin önüne kadar götürmüştün. Sonra… Evet sonra… Be beyinsiz, haydi deveyi boş buldun çekip götürdün, uysal hayvandır o, götürdün de o küçük deliğe o mereti nasıl sokacaksın?

    Sendeki en hafif şehvet cinsel şehvettir. Riyaset, makam mevki şehveti ondan üç yüz altmış misli büyüktür. Benlik şehveti… Ün ve alkış şehveti… Haram zevk ve hazların şehveti… Lüks yeme içme, lüks markalı giyim kuşam, müzeyyen evler, pahalı binitler… Sen baştan başa şehvetsin ey cılız fare. Bu kadar şehveti nerene sığdırıyorsun?

    Tartılsan kaç gram gelirsin? Şehvetlerin Himalayalar gibi…

    Hem ben Müslümanın diyorsun, hem de namazı boşlamışsın.

    Akıllı ve kurnaz geçiniyorsun ama her gün dünyanın ve şeytanın bin tuzağına düşüyorsun.

    Faresin ve haram yemeden duramazsın.

    Haram rahtlar, rüşvetler, riba paraları, bâtıl ticaretlerin altın yaldızlı şeytanî gelirleri… O biçim komisyonlar…

    Sen putperest bir faresin, nefsine ve paraya tapıyorsun.

    Seni bin kere yakıp kül edecek odun biriktirmişsin, hâlâ da topluyorsun. Bir vadi malın olsa ikinci vadiyi istiyorsun.

    Ben mücahit bir fareyim dediğini duydum, kahkahayla güldüm. Fareden mücahit mi olurmuş?

    Fındık fıstık kuru üzüm ceviz badem… Ne bulursan, helal haram demeden toplayıp götürüyorsun.

    Cirmin küçük, cürmün çok… Halin ne olacak… 10 Şubat 2015

    Deli dana muhalefet

    Yağcılık yalakalık meddahlık ne kadar ayıp ve utanç verici ise, onun tefriti

    (öbür taraftaki aşırı ucu)


    olan yıkıcı, çılgın, holigan, deli dana muhalefet de o kadar kötü ve rezildir.

    Muhalefetsiz elbette olmaz. Elbette muhalefet yapılacaktır ama… Bu ama’dan sonraki şartlar şunlardır:

    Sert ve şiddetli olsa da, mutlaka âdil ve insaflı muhalefet yapılacak… Muhalefet yaparken gemiye zarar verilmeyecek… Serbest seçimlerle ortaya çıkan halk iradesine saygı gösterilecek…Askerî ve sivil darbe çığırtkanlığı yapılmayacak Sosyal barış ve mutabakat zedelenmeyecek… Temel insan haklarına ve hürriyetlerine saygılı olunacak…

    Egemen azınlık mensupları halkın siyasî tercihine saygı göstermiyor.

    Seçimle iş başına gelen iktidar ama şöyle ama böyle mutlaka değişsin istiyorlar.

    Yanılıyorlar. Seçimle gelen bir iktidar ancak seçimle gitmelidir. Askerî ve sivil darbe kesinlikle meşru ve ahlâkî değildir.

    Avaz avaz bangır bangır deli dana gibi muhalefet yapıyorlar ama çoğunluk onlara kulak vermiyor, yine bildiğini okuyor, istediğini seçiyor.

    Ateist ve laik Fransızlardan fazla Charlie’cilik yapanlara

    Müslüman çoğunluk elbette güvenmez.

    Bugünkü iktidar resmî ideolojili faşist vesayet azınlık rejimini sarsmış ve ülkeye geniş bir din ve inanç hürriyeti getirmiştir. Çılgınlar gibi muhalefet yapanlar iş başına gelirse bu hürriyetin kısıtlanacağı konusunda büyük kaygı vardır.

    Deli dana muhalifler

    , son Charlie hadiselerinde maskelerini attılar ve İslama, dindar Müslümanlara çattılar.

    Müslüman halkın, İslama cephe alanlara güvenmesi elbette beklenemez.

    Deli dana muhalifler ellerinde cımbızlarla, işlerine gelen sözleri içinden cümleler seçip dengesizce saldırıyor. Elbette muhalif olmak hakkı vardır ama

    adaletsiz muhalefet yapmak kimseye haysiyet kazandırmaz.

    Bugün diktatörlük var diyerek yeri göğü birbirine katanlar, 1924 ile 1945 yılları arasındaki

    tek partili faşist karanlık rejimi ideal ve örnek olarak gösteriyor.

    İnsafsızlığın, çarpıtmanın böylesini ancak deliler yapar. 

    Hiçbir muhalifin askerî veya sivil darbe çığırtkanlığı yapmaya hakkı yoktur.

    İslama ve Müslümanlara ağır ve galiz şekilde saldıranlar, halkımızın din ve inanç hürriyetini ayakları altına almak istiyor.

    Demokrasinin, insan haklarının, hukukun üstünlüğü prensibinin beşiği olan İngiltere’de şu anda

    85 Şeriat mahkemesi

    bulunmaktadır. Bu konuda hiç sesleri çıkmıyor.

    Birileri

    Sabataycı veya Gizli Yahudi olabilir ama yıkıcı muhalefet yapmaya kimsenin hakkı yoktur.

    Onların niyetleri ve amaçları, Türkiyeyi yeniden vesayetçi, resmî ideolojili günlere geri döndürtmek ise muhalefetleri bâtıldır, zararlıdır.

    Bu memleket âdil bir iktidara, onun karşısında âdil bir muhalefete kavuşmazsa bugün olduğu gibi krizden krize koşacaktır.11 Şubat 2015

    İyi Müslümanın kırk bir özelliği

    1.Ehl-i Tevhid, ehl-i Kıble ve ehl-i ihlastır…

    2. Beş vakit namazı dosdoğru ihlasla kılar…

    3. Ramazan orucunu tutar…

    4. Zekatını Kur’ana, Sünnete, Şeriata fıkha uygun olarak verir…

    5. Allahü Tealayı Rab olarak kabul eder, O’nu kemal sıfatlarla sıfatlandırır, noksan sıfatlardan tenzih eder, O’na şerik koşmaz…

    6. Din olarak İslamdan razıdır ve hak din olmakta İslam’a ortak koşmaz…

    7. Allah’ın kadim kelamı olan Kur’anı, Kitab düstur anayasa olarak kabul eder…

    8. Kur’anın emirlerini yerine getirir, yasaklarından kaçınır, öğütlerini dinler…

    9. Resulullah Muhammed Mustafayı (Salat ve selam olsun ona) nebi, önder, seyyid, örnek kabul eder, onun Sünnetine sarılır…

    10. Kur’an ve Sünnetin ahlak kurallarına uyar…

    11. İyiliğin, kötülüğün, doğrunun, güzelliğin ölçü ve kıstaslarını Kur’anda, Sünnette, Şeriatta arar…

    12. Kur’an ve Sünnetten çıkartılmış hükümlerin tamamından oluşan Şeriatı nizam olarak kabul eder…

    13. Adalet ve insaf sahibidir, zulm etmez…

    14. Asla yalan söylemez, aldatmaz…

    15. Emanetlere hıyanet etmez, onları ehline verir…

    16. Kesinlikle haram yemez…

    17. Zina etmez, zinaya karşıdır, gözlerini haramdan korur…

    18. Riba almaz, vermez, riba geliri yemez…

    19. İsrafa, lükse bulaşmaz. sefiuh bir hayat sürmez…

    20. Gururlu ve kibirli değildir, kendini beğenmez, mütevâzıdır…

    21. Müslümanların büyüklerine saygılıdır, küçüklerine merhametli ve şefkatlidir…

    22. Bütün mü’minleri kardeş bilir, kardeşliğe aykırı iş yapmaz…

    23. Ümmet birliğine taraftardır, kendisinde Ümmet şuuru vardır…

    24. Allahın kendisine verdiği nimetleri paylaşır, ikram eder, cimrilik yapmaz…

    25. Harbî küffarla küçük cihad, nefsiyle büyük cihad yapar…

    26. Zamanın İmam-ı Kebirine biat ve itaat eder…

    27. Lisanını gıybetten, nemimeden, tecessüsten, fitne ve fesada yol açan sözlerden korur…

    28. Kâfirleri taklid etmez…

    29. Kafirleri dost ve velî kabul etmez…

    30. Dünya hizmet ve vazifelerini yapar olduğu halde, âhirete yöneliktir…

    31. Büyük günahları açıkta, açıkça, küstahça işlemez, fâsık-ı mütecâhir değildir…

    32. Dinî konularda ihtilaf, çıkarmaz, çekişme ve münakaşa yapmaz…

    33. Râsih ve rabbanî ulemaya, fukahaya, kâmil mürşidlere tâbi olur…

    34. Cuma ezanı okununca ticareti, alışverişi, işi bırakır…

    35. İlmihalini bilir ve hayata uygular…

    36. Dosdoğrudur, dürüsttür.…

    37. Hür Müslüman kadınlar ve kızlar şer’î tesettüre bürünür, şeytanî sahte tesettürden uzak durur…

    38. Derecesine ve imkanına göre emr-i mâruf ve nehy-i münker yapar…

    39. Küfre ve zulme râzı olmaz…

    40. İyi ve olgun Müslümana bakan, onda İslamın parıltılarını görür…

    41. Kamil Müslümanın ahlakını, faziletlerini, üstünlüğünü ve meziyetlerini düşmanları bile kabul, tasdik ve teslim eder. 12 Şubat 2015

    Birleşmezsek sonumuz Suriye gibi olur

    Müslümanların sosyal ve siyasî plânda ilk vazifeleri, tek bir Ümmet çatısı altında birleşmek ve teşkilatlanmaktır. Bunu yapmazlarsa akıbetleri=sonları Suriye Müslümanlarınınki gibi olacaktır.

    Bugünkü bölünmüşlük, parçalanmışlık, Ümmetsizlik, başsızlık büyük bir felakete doğru gidiştir.

    Suriye Müslümanları birleşik olsaydılar bugünkü duruma düşmeyeceklerdi.

    Birleşmenin en kolay Kur’an Sünnet icmâ yolunda giden bütün islamî grupların, cemaatlerin, tarikatların, derneklerin bir konfederasyon veya federasyon çatısı altında toplanmaları ve muhterem râşid ihlaslı muktedir bir zatı genel başkan seçmeleridir.

    Tekrar ediyorum: Müslümanlar birleşmezlerse sonları Suriye Müslümanları gibi olacaktır.

    Müslümanların birleşmesi nasıl olur?

    Önce birleşme, ittihad niyeti olacak… Bu konuda cemaatler, tarikatlar, gruplar arasında temaslar başlayacak, müzakereler yapılacak. Din alimleri ve hukukçular birleşme nasıl olacak, onun planlarını yapacaklar. En sonunda, Türkiyedeki bin gruptan yüz’ü birleşecek.

    Federasyon veya konfederasyon resmen ve hukuken tescil edilecek… Genel merkezi olacak, şubeleri açılacak… Gazete mi olur, dergi mi olur yayın organı olacak… Müşavere heyeti olacak…

    Müslüman federasyonu kesinlikle aktif siyaset yapmayacak, siyasetin üzerinde kalacak.

    Yine kesinlikle halktan para toplanmayacak, mü’minler kaz gibi yolunmayacak, inek gibi sağılmayacak.

    Kur’ana, Sünnete, icmaya bağlı bütün kuruluşlar benimsenecek, kucaklanacak ama sekter düşünceden uzak kalınacak.

    Bu federasyon öncelikle, İngilterenin Eton Kolejine benzeyen bir İslam koleji açacak. Bu okulda, bütün öğrencilerin tamamının vakit namazlarını, okul camiinde, okul imamının ardında kılması mecburî olacak.

    Federasyon, vaktiyle insan haklarına ve din hürriyetine aykırı olarak kapatılmış İslam Medreselerinin açılması için çalışacak.

    Tasavvuf tarikatlarının ve tekkelerinin açılmasına çalışacak ve bunları Meclis-i Meşâyih ile kontrol ve teftiş edecek.

    Federasyon iş, iktisat, ticaret, sanayi sektöründe eski ahîlik ve fütüvvet ahlakının hakim olması için gayret gösterecek.

    Federasyon çatısı altında hiçbir din sömürücüsü alçak, arivist=ikbal avcısı, bedevî, holigan, militan, fanatik barındırılmayacak; hizmetler ve faaliyetler vasıflı, ahlaklı, muktedir, ehliyetli, ihnlaslı, faziletli elemanlara gördürülecek.

    Yukarıda bir nebze anlattığım böyle bir federasyona bütün reformcular, BOP’çular, dinde yenilik ve değişim isteyenler, Afganîciler, Fazlurrahmancılar, Kemalîler, Dehriler, Batinîler, din baronları, Gizli Yahudiler, Gizli Ermeniler karşı çıkacaktır. Bu birleşme, insî ve cinnî şeytanlara rağmen hayata geçirilmelidir.

    Bu kaçıncı tekrarım: Türkiye Müslümanları birleşmezse ve İslam dünyasını da birliğe katılmaya davet etmezse sonumuz Suriye Müslümanlarından daha feci olur.

    Ümmetin başında bulunan İmam-ı Kebir ve onun çevresi, dinî hizmetlerinden dolayı dünyalık edinmeyeceklerdir. Edinen olursa alçaktır, şerefsizdir, haindir.

    Allahü Teala birlik istiyor, Resulullah (Salat ve selam olsun ona) birlik istiyor, akl-ı selim ve hikmet birleşin diyor… Birlik, ittihad, tesanüd ve vifakta hayat var, izzet var, hürriyet var… Tefrikada, parçalanmışlıkta zillet, esaret, hakaret, sürünmek, ölüm var.

    Seçimimizi yapalım: Ya birleşeceğiz, tek bir Ümmet olacağız, yahut perişan, rezil, rüsvay, zelil, esir olacağız. 13 Şubat 2015

    GEZİ’lere karşı bütün tedbirler alınmalıdır

    SİYASÎ iktidarın temel vazifelerinden ve hizmetlerinden biri ülkede emniyeti=güvenliği, âsâyişi, huzuru sağlamaktır.

    Serbest seçimlerle gelen iktidarı, sokak hareketleriyle, anarşi ve kaos çıkartarak, sivil darbe ile yıkmak isteyenlere karşı alınacak meşru tedbirler çok haklıdır ve çok yerindedir.

    Bunları diktatörlük, sıkı yönetim olarak görmek yanlıştır, çarpıtmadır.

    Elbette yürüyüş ve miting yapılabilir. Ancak bunlar sivil darbelere âlet edilmemelidir.

    GEZİ hadiseleri bir sivil darbe denemesiydi. Bir parkta üç beş ağaç kesilmesini protesto etmek bahaneydi. Başka yerlerde de ağaçlar kesiliyor. Hem de bazısını CHP’li belediyeler kesiyor. Oralarda niçin GEZİ olmuyor?

    Seçimle başa geçmiş siyasî iktidarın gitmesinin tek çaresi ve çözümü, yine seçimdir. Yeni bir askerî veya sivil darbe bu memleket, bu halk, bu devlet için büyük bir felaket olur. Ülke parçalanır, iç savaş çıkar, yabancı ülkeler müdahale eder.

    Ukrayna’da da bizdeki GEZİ’ye benzer hareketler oldu, bunlar sonunda başarı kazandı. Sonra ne oldu? Rusya Kırım’a aldı, ülkenin doğusunda halen devam eden iç savaş çıktı. Bu savaş belki de üçüncü dünya savaşına dönüşecektir. Allah Türkiyemizi buna benzer bir felaketten korusun.

    Recep Tayyip’i istemiyorlarmış… Bu istememe onların hakkıdır. Muhalif partiler var. Gerekiyorsa yeni partiler kursunlar, seçimlere girsinler ve işi halkın hakemliğine bıraksınlar.

    Soruyorum: Solcu, sivil darbe taraftarı muhalifler içinde bir tek, şu Uruguay’ın eski başkanı Mujica gibi bir kimse var mıdır?.. Mujica sekiz sene başkanlık yaptı. Bu müddet içinde aldığı başkanlık maaşlarının onda dokuzunu fakirler fonuna yatırdı… Başkanlık sarayında oturmadı, çiçek ve fidan yetiştirdiği bahçedeki iki gözlü kulübede ikamet etti… Devletin lüks arabasına binmedi, 1987 modeli külüstür VW’si ile gezdi.

    Solcu, Kemalist, sözde uygar muhaliflerimiz önce din hürriyeti konusunda kendilerine bir çeki düzen versinler. Charlie’cilik yaparak elbette Müslüman çoğunluğun oylarını alamazlar.

    CHP’ye teklif ediyorum:

    1. Haksız yere kaldırdıkları Hilafeti ihya edeceklerini, âdil râşid gerçekten dindar ve faziletli bir zatı Halife yapacaklarını ilan etsinler.

    2. Haksız yere kaldırdıkları Hilafeti ihya edeceklerini, âdil râşid gerçekten dindar ve faziletli bir zatı Halife yapacaklarını ilan etsinler.

    3. Haksız yere kapattıkları medreseleri açacaklarını ilan etsinler.

    4. Haksız yere kapattıkları tarikatları açacaklarını ilan etsinler.

    5. Sünnî çoğunluğa diğer unsurlarla birlikte tam bir hürriyet vereceklerini ve eşitlik sağlayacaklarını vaad etsinler.

    6. İngilterede olduğu gibi en az 85 Şeriat Mahkemesi açacaklarına dair kesin ve sağlam söz versinler.

    7. Ülkeyi Mujica gibi âdilâne idare edecekleri konusunda garantiler versinler.

    8. Daha bitmedi… Lüks binalarda oturmayacaklarına, lüks binitlerle gezmeyeceklerine, lüks bir hayat sürmeyeceklerine dair noterden tasdikli taahhütnameler imzalasınlar.

    9. Türkiyedeki bütün tarihî arızaları kaldıracaklarına, devamlılığa döneceklerine de söz versinler.

    Böyle yaparlarsa elbette oyları artacak ve belki iktidar olacaklardır.

    Egemen azınlıklar, çoğunluktaki Sünnî Müslümanları ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, parya, iç tehlike olarak gördüğü müddetçe iktidar olamayacaktır. Bunu anlamak için matematik profesörü olmak gerekmez. İki kere ikinin dört olduğunu bilecek kadar hesap bilmek yeterlidir.

    Sivil darbelere, GEZİ’lere, kaos ve anarşiye, yakıp yıkmaya, kan dökmeye, dükkan vitrinlerini kırmaya, on altı yaşındaki çocuklara çetecilik yaptırmaya, anarşiye, kaosa, Türkiyemizi Ukrayna’ya çevirmeye çalışanlara karşı alınacak tedbirleri, bir muhalif olarak doğru buluyorum. 14 Şubat 2015

    Çok kötü şeyler oluyor

    DÜNYADA ve Türkiyede çok kötü şeyler oluyor. Peygamberimize (Salat ve selam olsun ona) hakaret eden gazeteciler kahramanlaştırıldı. İran Cumhurbaşkanı oraya gitmedi de, bizim Başbakanımız niçin gitti?

    Türkiyedeki agresif İslam düşmanları gemi azıya aldı.

    İsrailde Hz. Musayı, Hz. İsayı ve Hz. Muhammedi (alehimüsselam) tahkir etmek, aşağılamak kanunla yasak da, Türkiyede niçin böyle bir kanun yok?

    İrakta, Suriyede, Mısırda, Libyada olup bitenler Türkiye Müslümanlarının gözünü açamadı. Müslümanlar, birleşmemek, tek bir Ümmet olmamak, râşid bir İmam’a biat ve itaat etmemek konusunda inatçı bir ittifak halindeler. Bu tefrikanın sonu elbette iyi olmaz.

    Resulullah Efendimize hakaret edilince bela, musibet, azap yağar, sille gelir.

    Müslümanların vazifesi bütün meşru yollardan Kur’anı, Peygamberi, mukaddesat-ı islamiyeyi korumaktır. Bunu yapmazlarsa azabtan nasiplerini alırlar.

    Bu vazife bağırıp çağırmakla yerine getirilmiş olmaz. Şifahî değil, yazılı ve medenî olmalıyız.

    Dünya üçüncü büyük savaşa doğru gidiyor.

    Birinci dünya savaşı, bir Sırp milliyetçisinin Saraybosnada Avusturya veliahtını öldürmesiyle başlamıştı.

    İkinci dünya savaşı Hitlerin Polonyayı işgali ile.

    Bakalım üçüncü savaşın yüzeydeki sebebi ne olacak.

    BOP projeleri harıl harıl hayata uygulanıyor. İrak’ı böldüler… Suriyede iç savaş var… Libyada iç savaş var… Türkiye ha bölündü ha bölünecek…

    Süper güç ABD’nin gözü, İsraili ebedîleştirmekten başka bir şey görmüyor.Ümmetsiz ve Halifesiz İslam alemi kaos, zaaf ve anarşi içinde.

    Suriye faciası konusunda Müslümanlar ne kötü bir imtihan verdiler.

    Hizipçilik, fırkacılık, holiganlık…

    Avrupa Birliği ülkelerinin vatandaşları bütün Avrupada serbestçe gezebiliyor da, Müslümanlar İslam aleminde niçin gezemiyor?

    İslam dünyasının genelinde niçin Kur’an ahlakı hakim değil?

    Endülüs Müslümanlarının ilmi, kültürü, mektepleri Avrupa’nınkilerden çok üstündü. Bugünkü Müslümanların niçin çağın gerisinde kalmıştır?

    Yirmi birinci asır Müslümanlarının niçin bir Selahaddini, bir Şâmili yok?

    Kafirler sıçan deliğine girseler, Müslümanlar da onların ardından niçin giriyor?

    Bunca mürted, hain, münafık, gafil, tembel, üç kağıtçı, sahtekâr, haram yiyici nasıl peydahlandı?

    Bakan gözler niçin görmüyor?.. Kulaklar acı acı çalan çanları niçin duymuyor?

    Haçlı kuvvetleri surları aşıp nasıl içimize girdi?

    Kalelerimiz nasıl içeriden feth olundu?

    Suçun büyüğü dinsizlerde mi, vasıfsız gafil Müslümanlarda mı?

    Üçüncü dünya savaşı patlarsa ne yapacağımızı iyi biliyor muyuz?

    Bizler uyanık ve şuurlu Müslümanlar mıyız, yoksa uyuyan uyuşuk Müslümanlar mı?

    Yaklaşan yangınlara karşı islamî itfaiye teşkilatımız var mı?

    Bu halimizle Tağutlarla nasıl baş edeceğiz?

    Deccalların ve kezzabların bütün zokalarını yutmuş vaziyetteyiz. Dünya yıkılıyor, üçüncü büyük savaşın çanları çalıyor, biz nelerle meşgulüz…

    Yurtta sulh, cihanda sulh mü… Ne yurtta, ne cihanda sulh var.

    İstanbulda büyük bir zelzele olsa ne yapacağız?

    Savaş çıkarsa, dışarıdan buğday satın alabilecek miyiz?

    Dünyevîleşmiş Müslümanların beyinleri çalışmıyor.

    Dinin de bir aritmetiği vardır.

    Helal bin lira, haram bir milyon liradan hayırlıdır… Buna aklımız eriyor mu?

    Faizli kredi ile satın alınan mülkte hayır ve bereket olmaz. Kalın kafalarımız bunu algılıyor mu?

    Zinanın suç olmaktan çıkartılması, memleketin başına genel bir bela ve azap getirebilir. Bundan korkuyor muyuz?

    Bir şey olmaz, bir şey olmaz diyen gafiller olup bitenleri görmüyor mu?

    Liseli çocuk annesini öldürmüş… On milyonlarca vatandaşın eyvah diye bağırıp ağlayıp feryad etmesi gerekmez mi?

    Aç Suriyeli çocuk, müşteriden artan ve çöpe atılacak birkaç patates kızartmasını aldı diye dayak yedi. Biz onun yediği tekmeleri silleleri vicdanımızda hissettik mi?

    Adamın düşünecek hali mi kalmış… Evden işe, işten eve gidip gelmek için günde dört saat harcayan adamda akıl mı kalır, iz’an mı?

    Bazı büyük şehirlerde sokak köpekleri öldürülüyormuş. Hangi hainler ve canavarlar katl ediyor o zavallıları? Çarpılasıcalar!..

    Ya Rabbi nereye kaçsam?

    Kaçabileceğim, hiç olmazsa ayın on gününü orada yaşayabileceğim, nüfusu üç binden az sakin, kıyıda köşede kalmış, sanayisiz, fitne fesadı az, İstanbula yakın bir şehir var mı acaba? 15 Şubat 2015

    Bay Devrimbaza Sorular

    SORU: Vahşi seks cinayetlerinde, alabildiğine müstehcen resimler basan, yayınlar yapan, kamasutra edebiyatına yer veren, kışkırtan, azdıran, kudurtan Dönme gazete ve tv’lerin rolü ve suçu var mıdır?

    CEVAP: Aaa o ne biçim soru? Yoksa sen gerici merici misin? Hür basını susturmak mı istiyorsun? Atatürkçüleri yıldıramazsın… Laik basın asla susturulamaz… Basın ve düşünce hürriyeti… Haddini bil.

    SORU: Bir liseli veya üniversiteli kızın fazla dekolte giyinmesi, şuh ve hafifmeşrep havalara bürünmesi, erkekleri tahrik etmesi caiz midir?

    CEVAP: Sus yobaz sus !.. Hangi devirdeyiz be?.. Sen körpecik kızlarımızı çarşafa mı sokmak istiyorsun?..

    SORU: Atatürk devrinde liseli ve üniversiteli kızlar bugünkü kadar serbest miydi?

    CEVAP: Gak guk… Hık mık… Kin dolu bakışlar…

    SORU: Laik ve bilimsel eğitimden neyi kasd ediyorsunuz?

    CEVAP: Öncelikle Darvinizmi… İnsanlar ve canlılar yaratılmamıştır, türemiştir… İkincisi, Kemalizm ideolojisinin din gibi okutulup benimsettirilmesi… Üçüncüsü, isim belirtmeden Yahudi Mesihi Sabatay Sevinin doktrininin ve öğretilerinin genç nesillere aşılanması.

    SORU: Demokrasinin, insan haklarının, hukukun üstünlüğü prensibinin beşiği olan İngilterede laiklik yok, din devlet birlikteliği var ve şu anda orada 85 Şeriat mahkemesi çalışıyor. Buna ne dersiniz?

    CEVAP: Kemalizmde, İngiltereden fazla demokrasi, insan hakları, adalet ve hukuk vardır. Binaenaleyh o ülke bize örnek olamaz. Biz onları değil, onlar Kemalistleri örnek alsınlar.

    SORU: Dünyanın belki de en meşhur ve güçlü lisesi olan Eton Kolejine, kuruluş tarihi olan 1440’dan beni kız talebe alınmıyor. Buna ne dersiniz?

    CEVAP: Buna bir şey diyemem ama Laik ve Kemalist Türkiye’de okullar mutlaka karma olacak, kız ve erkek çocuklar birlikte okuyacaktır. Bu bir seks meselesi değil uygarlık meselesidir.

    SORU: Siz Feminist bir ilerici olarak, Türkiyede devletin resmî vesikalarıyla KDV’li, gelir vergili, polis korumalı genelev yasal seks köleliği yapılmasına hangi gözle bakıyorsunuz?

    CEVAP: Bunu protesto etmediğime göre, iyi gözle baktığımı anlamayacak kadar aptal mısın?

    SORU: Çoğunluktaki Müslümanları egemen azınlıklarla eşit statüde görüyor musunuz?

    CEVAP: Elbette biz de eşitliğe inanıyoruz, elbette Müslümanlar da eşittir ama ama ama biz egemen vesayetçi azınlıklar onlardan daha eşitiz. Bu nüansı niçin anlamak istemiyorsunuz?

    SORU: Sizin iki paşanız, ömürleri boyunca hiç ticaret, sanayi, üretim işleriyle uğraşmadıkları halde niçin çok büyük zengin oldular ve efsanevî servetler bıraktılar?

    CEVAP: İleri gittiğinin ve çizmeden yukarıya çıktığının farkında mısın? Şimdi ciyak ciyak avaz avaz bağırır ve seni linç ettiririm. Kes sesini!.. Yobaz mısın nesin be!… 16 Şubat 2015

    Selahaddin’ler Şâmil’ler Nerede?

    İslâm birliği, kardeşliği, tesanüdü, yardımlaşmayı, vifakı emr ediyor; Türkiye Müslümanları ise paramparçadır, bin cemaate, fırkaya, hizbe ayrılmıştır, bunlar birbirinden kopuktur. Tek bir Ümmet teşkilatı yoktur. Müslümanların, kendisine biat ve itaat edilen tek bir lideri=İmamı yoktur.

    Müslümanlar sayıca çoğunluktadır ama parçalanmışlık, bölünmüşlük, tefrika yüzünden güçleri yoktur.

    Müslümanların en büyük eksiği, çoğunluk oldukları bu ülkede gerçek islamî bir eğitim sistemine ve okullarına sahip olmamalarıdır.

    Türkiyede laiklik yoktur, devlet dini sistemi vardır. Diyanet bağımsız veya özerk değildir, siyasî iktidarın idaresi ve baskısı altındadır.

    Müslümanların binlerce gazetesi, dergisi, tv’si vardır ama ülkenin ve devletin gündemini tanzim edecek güçlü bir medyaları yoktur.

    Tarihî ârızalar ve kazalar sebebiyle Müslüman halk; şifahî kültür, siyaset dedikoduları, magazin haberleri vâdisine sıkıp kalmıştır.

    Cemaat-siyasî iktidar savaşı büyük tahribata yol açmıştır ve açmaktadır.

    Emperyalist dış güçlerin ve onların içteki yardakçıları var güçleriyle Türkiyede yeni, ılımlı, light, seküler, cihatsız, Şeriatsız, (kendileri için) zararsız bir İslam türetmeye çalışmaktadır.

    Müslümanların birleşmesi, tek bir Ümmet olması, bu Ümmetin başında râşid âdil muktedir bir İmam bulunması, şifahî kültürden medenî kültüre geçilmesi için plan ve program yoktur ve gereği gibi çalışılmamaktadır.

    Afganistan’dan, Irak’tan, Suriye’den, Libya’dan, Somali’den, Mısırdan sonra sıra Türkiye’dedir.

    İyi niyetli, lakin İslam şuur ve kültürüne sahip olmayan büyük halk yığınlarını irşad etmek, aydınlatmak, uyarmak, bilgilendirmek için gerekli propaganda, eğitim, tebliğ, davet hizmetleri yapılmamaktadır.

    Türkiye bir İslam ülkesidir ama toplumun ahlakı Kur’an ve Sünnet ahlakına uygun değildir. Nice gayr-i müslim ülke bile, bu konuda Türkiyenin önündedir. İslamın kesin şekilde yasaklamış olduğu faiz, zina, haram yeme, içki, kumar (millisi bile var), seks köleliği, uyuşturucu, lüks, israf, yılbaşı eğlenceleri, müstehcer yayınlar, bin türlü beyinsizlik yaygın haldedir.

    Müslümanları uyarmak, aydınlatmak, toparlamak, birleştirmek ile vazifeli olanlar (nâdir istisnalar dışında) bu vazifelerini yerine getirmemektedir.

    Son kırk yılda, bazısı Selimiye büyüklüğünde ve ihtişamında kırk bin yeni cami yapan Müslüman kesim, bir tek evet bir tek gerçek İslam mektebi bile açıp vasıflı ve güçlü hizmet erleri yetiştirememiştir.

    Önce Şeriat elden gitti, sonra din elden gitti… İman, ahlak büyük ölçüde gitti. Müslümanlarda hâlâ birleşme, silkinme, uyanma yok.

    Aksiyon olması gereken Müslümanlar reaksiyon oldular.

    Güneydoğuda bazı vatan parçalar elimizden kaymaya başladı… Bütün strateji uzmanları 2015’in çok çetin bir yıl olacağını haber veriyor.

    Bu mâkus gidişe dur diyecek Selahaddinler, Şamiller nerede? 17 Şubat 2015

    Müstehcen yayınların kazuratlı neticeleri

    TOPLUMU kanser gibi sarmış ahlaksızlıklarda, yaygın seks manyaklığında, tecavüzlerde, azgınlıklarda, pisliklerde, cinayetlerde; müstehcen yayın yapan gazetelerin ve tv’lerin büyük rolü ve suç ortaklığı vardır.

    Ahlaksızlıklar ve tecavüzler neticedir, bunların asıl büyük sebebi ise müstehcen yayınlardır. Sebepler önlenmezse, neticelerin önüne geçilemez.

    Ceza Kanunumuz, bütün yetersizliğine rağmen müstehcen yayınları suç sayıyor, ceza veriyor ama yargı bu kanunları işleme koymuyor.

    Artık bıçak kemiğe dayanmıştır. Dinsiz densiz donsuz medyanın müstehcen yayınları frenlenmezse toplumun bir kısmı daha da azacak, bunun neticesinde iğrenç ve dehşetli pislikler ve cerahatler oluşacaktır.

    Hem Atatürkçü geçinen, hem de müstehcen yayın yapan medya bilsin ki, Atatürk ve halefi İsmet zamanında böyle yayınlar yapılamıyordu.

    İki türlü dinsiz vardır. Biri inanmaz ama dindarlara ve dine saldırmaz. İkincisi, hem inanmaz, hem de saldırgandır. Müstehcen yayın bezirganları toplumun temellerini dinamitlemektedir.

    Onlar aile kurumuna, iffet ve namusa karşıdır.

    Şer’î nikaha karşıdırlar ama nikahsız birlikte yaşamaya karşı değildirler.

    Ceza Kanunundan zina suçunun çıkartılmasından sonra ahlakın tepetaklak olacağı belliydi ve nitekim de oldu.

    Ülkedeki ahlaksızlıktan, ahlaksızlar kadar, vazifesini yapmayan sözde Müslümanlar da birinci derecede sorumludur.

    İslam dininin temel değerlerinden biri emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmaktır. Bu bir farzdır. Bu farzı yerine getirmek, sorumlu ve yükümlü Müslümanların keyfine ve tercihine bırakılmış değildir. Farz-ı kifayedir ama bu farz yeteri kadar yerine getirilmezse bütün dindarlar sorumlu olur.

    Ülke bir ucundan öbür ucuna kadar azdırıcı, kudurtucu, saldırtıcı müstehcen yayın pislikleri ile kirlenirken, Müslümanlar bunu bütün yasal yollarla protesto etmez ve engellemeye çalışmazlarsa, pislikler çoğala çoğala tufan olur ve nemelazımcı Müslümanları da boğar.

    Müslümanlar zina konusunda baskı yapmak ve Ceza kanununa zina suçunu tekrar koydurtmak için çalışmakla yükümlüdür.

    Müslümanlar, müstehcen yayınları suç gören ve cezalandıran kanun maddelerinin tatbikini istemekle yükümlüdür. Bana ne denilirse, pislikler evlerimizin içine kadar yükselecektir.

    Sigara tüketimini engellemek konusunda büyük hizmetler eden hükümetimiz, müstehcen yayınlar, fuhuş, resmî ve yasal seks köleliği, zina serbestliği, millî piyango ve kumar konusunda niçin vazifesini yapmıyor?

    Niçin bazı gazetelerin ve tv’lerin, genelev yayın organı gibi çalışmasına, halkı ve gençliği zehirlemesine göz yumulmaktadır?

    Bırakın protesto etmek, bazı sözde Müslümanlar iğrenç yayın yapan tv’leri seyrederek, evlerinin içini iğrenç yayın kazuratlarıyla doldurmaktadır.

    Diyanet müstehcen yayınlarla niçin etkili şekilde mücadele etmiyor?

    1970’li yıllarda Müslümanlar müstehcen yayınlarla mücadele ediyor, bu konuda kitaplar bile çıkartıyordu. Bu gayret sona erdi. Şimdi bana dokunmayan yılan bin yaşasın çağındayız.

    Bu pisliklerin sonu ne olur biliyor musunuz?.. Sodom Gomore, Ad ve Semud gibi üzerimize azab iner ve helak oluruz. Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmayan toplumların yıkılacağını Resulullah (Salat ve selam olsun ona) haber veriyor. O Muhbir-i Sâdıktır, ne haber vermişse doğrudur. 18 Şubat 2015

    Bahar fitneleri kıştan başladı

    Geçen yıl haber vermiştim, 2015 baharında kışkırtma düzmece halk ve gençlik hareketleri başlatılacak, eskisinin yüz misli GEZİ kalkışmaları denenecek demiştim… Bahara kalmadı, ocak şubatta başladı.

    Bazı Müslümanlar bizim ülkemiz dualıdır, böyle şeylerden fazla korkmak gerekmez, kuruntuya kapılma demişlerdi. Onlara cevabım: Endülüs de bir İslam ülkesiydi, sonra ne oldu? Parçalandı ve yerinde yeller esiyor.

    Rumeli de dualıydı ama elimizden gitti.

    Kırım bir İslam ülkesiydi, sonra ne oldu? Şu anda orada yüzde 12 nispetinde Müslüman var.

    Filistin ne oldu?

    Mülk Allahındır, dilediğine emaneten verir, emanete hıyanet edenlerden alır. Dilediğini aziz kılar, dilediğini zelil.

    İstanbul bize 1453’te verildi. İstanbul emanetine riayet mi ediyoruz, hıyanet mi?

    Dünyanın fitne ve fesadı bitmez. Kanunî gibi bir cihan padişahı bile oğlunu idam ettirmek zorunda kalmıştır.

    Düşman uyumaz, uyuyanlar perişan olur.

    Şu zemherir kışının ortasında dehşetli fitne ve fesat fırtınaları esmeğe başladı. 

    Gizli derin güçler lise çocuklarını sokaklara meydanlara dökmek istiyor. Nasıl olsa, on sekiz yaştan aşağısındakileri sorgulamak, cezalandırmak güç ya, bundan yararlanmak istiyorlar.

    Aşırı, amansız, holigan muhaliflerin yazdıklarını okusanız tüyleriniz ürperir. Ürperir de rahat uyuyamazsınız. 

    Bendeniz bugünkü tiyatroları 1960 kışında, baharında da seyr etmiştim. İktidar, halk bizi tutuyor, halk bizi seçiyor, halk bizi çok seviyor gafleti ve rahaveti içindeydi. İşler bozula bozula 27 Mayısa kadar geldi ve askerî darbe olduydu. Darbeden sonra ne demokrasi, ne serbest seçimler, ne halk sevgisi kaldıydı.

    Halkı ve gençliği sokaklara dökmek isteyenlerin çoğu iki kimliklidir. Bana inanmazsanız Türkiye gazetesinin 9. 2. 2012 tarihli nüshasında yayınlanmış olan “Ermeniler Gerçek Kimliğine Dönüyor” başlıklı haberi okuyabilirsiniz. (Bu haberi ezberlemenizi tavsiye ediyorum.)

    Gemiyi batırmak istiyorlar…. Türkiyeyi parçalamak istiyorlar… Bugünkü Ermenistanın beş misli büyüklüğündeki topraklarımızı almak istiyorlar… Büyük miktarda tazminat istiyorlar…

    Demokrasiymiş, memleket diktatörlüğe gidiyormuş, soygun ve hırsızlık varmış, parktaki ağaçlar kesiliyormuş… Bunlar bahanedir. Bu memleket en büyük soygunu onların alkışladığı devirde görmüştür.

    Bu memlekette iki türlü Alevî vardır: Tek kimlikli gerçek Aleviler. Onlar Kur’ana, Peygambere, âhirete inanır. Bir de iki kimlikliler vardır. Alisiz Alevilik… Biz Müslüman değiliz diyenler… Pendikte bir Cemevi açılmış, başındaki Baba efendi, oranın bir köşesine mescid yaptırmış, Sünnî kardeşlerimizden gelen olursa namazlarını buracıkta kılıversinler demiş. Alevilik budur… 

    Bu kaçıncı yazışım… Fırtına geliyor… Fitne ve fesatçılar memleketi yakmaktan çekinmez… Adam ölmesinden çok memnun olurlar… Çünkü tamtam çalacaklardır.

    Gezi’de yaptıkları gibi yakacaklar, yıkacaklar, tahrip edeceklerdir.

    Vitrin camları kırılan, ekmek tezgahları tahrip edilen esnaf… 

    Kimse lise çocuğunu sokak hareketlerine göndermesin. Ayak altında kalır, bir şey olur, yazıktır.

    Türkiye’de serbest seçimler yapılıyor, yapılacak. İktidarı istemiyorlarsa bütün enerjileriyle seçimlere yönelsinler.

    Seçimnlerden ümidi kestilerse, azınlıkta kalmayı kabul etsinler.

    Her hâl ü kârda fitne fesat kargaşa kaos anarşi çıkartmasınlar, tahribat yapmasınlar, kan dökmesinler. Yolsuzluklara, kötülüklere elbette hayır… Lakin yolsuzlukları bahane ederek sivil darbe yapmaya da hayır. 19 Şubat 2015

    Eğitimde Mitolojik ve İdeolojik Hurafeler

    DARVİNİZM bir teoridir, bilimsel bir gerçek değildir. Okullarda, bu teorinin dine, Allah inancına, İslama karşı bir silah olarak kullanılması zulümdür, sapıklıktır. Kaldı ki, Darvinizm iflas etmiş bir teoridir, onun yerine neo-darvinizm çıkarılıştır, o da boştur, koftur, bilim ve bilgelik dışıdır. Bu konuda ısrar etmek gerçek ilim adamına yakışmaz.

    Okullarda hem sözde din dersi okutuyorlar, hem de Darvinizmi ilmî bir gerçek gibi gösteriyorlar. Bu ne yaman bir çelişkidir.

    İnsanın tekamül=evrim yoluyla maymundan türediği iddiası asla isbat edilemiş ve edilemeyecek bir sapıklıktır.

    Millî eğitim sistemimizi veya sistemsizliğimizi bu gibi sözde bilimsel hurafelerden, küfür teorilerinden temizlemedikçe; temiz inançlı, dengeli, doğru düşünceli yeni nesiller yetiştirmemiz mümkün olamaz.

    Tarih dersleri konusunda da durumumuz hiç iç açıcı değildir. Tarih diye birtakım ideolojik hurafeler, mitolojiler okutuluyor. 

    İnsanlık tarihinin gördüğü en parlak ve üstün cihan devleti (Pax) olan Osmanlı devlet-i aliyyesini kötüleyerek, tahkir ederek kendi temellerimizi yıktığımızı ne zaman anlayacağız?

    Birileri 1923’te Anayasasında Devletin Dini İslamdır yazan, İstanbulda Dolmabahçe sarayında Halifesi bulunan bir İslam Cumhuriyeti olarak kurulan Cumhuriyeti daha sonra İslam düşmanı bir rejime dönüştürmek istemiştir. Bu dönüşüm Gizli Yahudilerin hoşuna gidebilir ama Müslüman çoğunluğun beğeneceği ve tasvib edeceği bir şey değildir. 

    Doğrusu bugünkü ideolojik düzmece tarih Türkiye’ye hiç mi hiç yakışmıyor.

    Artık eğitim sistemimizin üzerindeki ideolojik vesayete, baskılara, hattâ teröre son verilmeli; çocuklarımızın ve gençlerimizin beyinlerini yıkama faaliyetleri durdurulmalıdır.

    Türkiyede Türkiye tarihi okutulmalı ve öğretilmelidir. 

    Türkiyeyi, yakın tarihimizi, İstiklal savaşımızı bir şahısla özdeşleştirme diktatörlüğünden vaz geçilmelidir.

    Sakarya savaşı şehitleri ve gazileri, ileride Ayasofyanın müze yapılması için savaşmamışlardı.

    Ermeni tehciri konusunda “Tarihimizle yüzleşelim” diyenlere, sadece Ermeni meselesinde değil İslam meselesinde de tarihimizle yüzleşelim derim.

    Tarih sübjektif bir ilimdir. Venilezos Yunanistanda kahramandır, bizim gözümüzde haydut ve şakidir.

    Stalin nice Marksist -Leninistin gözünde halkların sevgili babasıdır, Müslümanların gözünde kan dökücü kafir ve zalim bir canavardır.

    Resmî tarih derslerinde Müslüman çocuklarına bazı din düşmanlarını kahraman olarak göstermek din hürriyetine, insan haklarına aykırıdır.

    Bundan önceki papalardan birinin Haçlı seferleri dolayısıyla İslam aleminden özür dilediği bir devirde yaşıyoruz. Türkiyede hâlâ Kuzey Korevâri tarih okutmak büyük geriliktir.

    Selanik Dönmesi zihniyet ve kültürünün, Müslüman çocuklara ideolojik ve mitolojik tarih okutması hem gerçeklere aykırıdır, hem de zulümdür.

    Türkiyede çoğunluğu oluşturan Müslümanlar, kendi İslam mekteplerini açıp, genç nesillere, İslama ve millî kimliğimize uygun bir eğitim vermedikçe hür, aziz ve üstün olamayacaklar; kendi vatanlarında ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi statüsünde sürünmeye mahkum vaziyette yaşayacaklardır.

    On binlerce cami binası yapan ama bir tek İslam mektebi açmayı düşünmeyen, açamayan bir kavmin acıklı hikayesi… 20 Şubat 2015

    Nice batılı genç niçin müslüman oluyor?

    Bugünkü Batı medeniyeti ile İslam dini ve medeniyeti kesinlikle uyuşmaz ve bağdaşmaz. İslam dini ve medeniyeti Allah ile barışıktır, Batı ise Allah’tan kopmuştur. Batı medeniyeti insanları birer homo economicus haline getirmiştir. Batı medeniyeti yatay bir medeniyettir. İnsanların benliklerini, maddî ihtiyaçlarını, zevk ve hazlarını göz önüne alır ve tatmin eder. Ben kimim, nereden geliyorum, nereye gidiyorum sorularına medeniyet olarak cevap vermez. Maddecidir, inkârcıdır.

    İslam medeniyeti dikey bir medeniyettir. Var oluşla ilgili bütün sorulara en doğru cevapları verir, yaratılışa fıtrata uygun hayat tarzını gösterir, öğretir.

    Batı dünyası Hristiyanlıktan kopmuş, onun yerine başka bir din koyamamıştır.

    Bu yüzdendir ki, Avrupa’da nice gençler ihtida etmekte, İslam’a girmekte, İslamı bir din ve nizam olarak kabul etmekte, aradıkları maneviyatı, ideali, yüksek değerleri bu dinde bulmaktadır.

    İnsanların maddî ihtiyaçları yanında manevî ihtiyaçları da vardır. Müslümanlığı kabul eden Batılı gençler, materyalist ve hedonist Batı medeniyetinde mânevî ihtiyaçlarına cevap verecek değerleri bulamadıkları için İslama yöneliyor.

    İslam ebedî saadet vaad ediyor, Batıda bu yok. İslam huzur veriyor, ideal kazandırıyor, mutlu ediyor, haysiyet veriyor.

    Batı medeniyetinin, dünyayı ve insanlığı bir kere değil, bin kere imha edecek korkunç silahları ve orduları var ama mutluluk ve huzur dağarcığı bomboş tamtakır.

    İnsan sadece ekmekle katıkla yaşamaz. Onların yanında dünyada haysiyet ve huzur içinde yaşamanın, ölümden sonra ebedî mutluluğa kavuşmak ümidinin de olması lazımdır.

    İslam dini ve medeniyeti Rahmanidir, Batı medeniyeti Tâğutîdir.

    Batı medeniyeti sömürgeci, emperyalist, makyavelist, dıştan öyle görünmese de ırkçıdır. İslam medeniyeti ırkçılığa karşıdır, bütün mü’minleri kardeş kabul eder. Üstünlük soyla sopla, renkle olmaz, takva ile olur.

    İnsan ve bütün alem yaratılmıştır, onların bir Yaratıcısı vardır. İslam böyle der, Batı medeniyeti bu konuda konuşmaz, ister inan istersen inanma der.

    Batı medeniyeti zapt edilip dizginlenmezse dünyayı ve insanlığı üçüncü büyük savaşın içine atacak ve yakacaktır.

    Einstein’in dediği gibi, bu üçüncü savaş nükleer bir savaş olacaktır. Daha sonra dördüncü cihan savaşı olursa, taşlar ve sopalarla yapılacaktır.

    Batı medeniyetinde Orwell’in Hayvanlar Çiftliği cumhuriyetinde olduğu gibi, bütün hayvanlar elbette eşittir ama domuzlar daha eşittir ilkesi geçerlidir.

    Batı medeniyeti birinci Haçlı seferinde Haçlıların Kudüs’ü alıp yetmiş bin Müslümanı ve Yahudi’yi vahşice ve gaddarca katletmesidir.

    İslam medeniyeti Selahaddin’in Kudüs’ü geri aldığında bir tek Hristiyan’a dokunmamasıdır.

    Batı medeniyeti, Haçlıların 1204’te Konstantino’yu aldıklarında din kardeşleri olan Bizanslı Hristiyanlara yaptıklarıdır; yağmaladıkları eşyayı taşımak için Ayasofya’ya hayvan sokup kutsal mabedi onların gübreleriyle kirletmeleridir.

    Batı medeniyeti Charlie’dir. İslam medeniyeti, Osmanlıların “millet” sisteminde gayr-i Müslimlerin din, kimlik, kültür hürriyet ve güvenliği içinde yaşamalarıdır.

    Batı medeniyetinde artık helal ve haram kavramı yoktur. Batı medeniyeti bir malik olma medeniyeti, İslam medeniyeti olmak medeniyetidir.

    Batı Hristiyanlığı terk etmiştir, onun yerine Altın Buzağı dinini benimsemiştir. İşte bu yüzdendir ki, nice Batılı genç,

    İkiz Kulelere, Charlie’lere, Ben Ladin’lere,

    (ortodoks İslamın zaten kabul etmediği)

    terörizme rağmen Müslüman olmaktadır.

    21 Şubat 2015

    Büyük günah ve hatâlar

    Bir Müslümanın yapabileceği en büyük günah ve yanlışlıkları sıralıyorum:

    1. Tevhid ve tenzih akidesine aykırı inançlara sahip olmak. Allaha zaman ve mekan, cisim ve cihet, noksan sıfatlar izafe etmek.

    2. Beş vakit namazı dosdoğru kılmamak. Kılıyordu ise terk etmek. Namaza önem vermemek, onu hafife almak. Cemaati terk etmek.

    3. Zekatını ya hiç vermemek, yahut Kur’ana, Sünnete, Şeriata, fıkha uygun şekilde dosdoğru vermemek.

    4. Âhireti unutmak, yahut âhirete dönük olmamak veya âhirete inanıp, bu inancın gereğini yerine getirmemek, kendini dünyaya vermek, âhireti unutmak.

    5. Kur’anı Kitab, düstür olarak hayata uygulamamak, emirlerini yapmamak, yasaklarını çiğnemek, öğütlerini tutmamak, Kur’andan kopmuş içi boşaltılmış bir Lâf Müslümanı olmak.b

    6. Resulullah Efendimizi (Salat ve selam olsun ona) en büyük ve en güzel örnek ve model olarak kabul etmeyip onun Sünnetine sarılmamak.

    7. Bütün mü’minlerin tek bir Ümmet oluşturdukları gerçeğinden gafil olmak, Ümmet şuuruna sahip olmamak, Ümmet birliğini hararetle istememek, bunun için çalışmamak.

    8. Boynunda âdil, râşid, muktedir, müdebbir, âbid, muttaqi bir İmama biat ve itaat bağı olmamak; serseri mayın gibi biatsiz, itaatsiz, bağsız olmak.

    9. Kendini beğenmek, gurur ve kibir sahibi olmak.

    10. Riba veya ribaya benzer muameleleri yapmak, riba geliri yemek, ribacılığın Allaha ve Resulüne savaş ilan etmek olduğunu bilerek veya bilmeyerek bu büyük ve yıkıcı günahı işlemek.

    11. Fiilen veya göz ile zina yapmak.

    12. İsraflı, lüks, fısklı, fücurlu bir hayat sürmek, başka Müslümanlar sefalet içinde yaşarken, kendisini Nemrudlar ve Firavunlar gibi saçıp savurarak yaşamak.

    13. İman kardeşliğini darbeleyici, mü’minleri birbirine düşman edici sözler söylemek, yazılar yazmak, işler yapmak.

    14. Salih, âbid mü’min kardeşlerine düşmanlık etmek.

    15. Lisan günahlarının en iğrenci ve çirkini olan gıybet suçunu işlemek. Söz taşımak.

    16. Kendi kusur ve ayıplarına bakmayıp, başkalarının gizli, kapalı, bilinmeyen günahlarını, ayıplarını araştırmak; bu maksatla böcekler, gizli kameralar koymak, insanları rezil ve rüsvay etmek, böylece Resulullahın “Bir kimseyi ayıplayanın canını, Allahu Teala aynı ayıbı ona vermeden almaz” tehdidine maruz kalmaktan korkmamak.

    17. Özet olarak da olsa ilmihalini öğrenmemek.

    18. İlmihalini öğrendi ise, içindeki bilgileri hayata tatbik etmemek.

    19. Dindarlık taslayan bazı İslam kadınlarının, Kur’an Sünnet Şeriat kurallarına aykırı olarak erkeklerin bakışlarını çeken şeytanî tesettür kıyafetine bürünmesi.

    20. Kendini lâ yuhti (hatâ etmez), lâ yüs’el (sorumsuz), ismet sıfatıyla muttasıf (günahsız) kabul etmek.

    21. Mü’min kardeşlerini ötekileştirmek.

    22. Kafirlere yumuşak, rahmetli, şefkatli muamele edip mü’min kardeşlerine sert, haşin, kaba, kırıcı, gönül yıkıcı, çetin, yavuz muamele etmek.

    23. Parayı ana değer kabul edip deliler gibi sevmek, para için her haltı yemek, para şehvetine tutulmak.

    24. Haram yemek.

    25. Şüpheli gelirler elde edip yemek.

    26. Seküler hayat felsefesini kabul edip, din ile dünyaya birbirinden ayırmak.

    27. Derecesi ne ise, o dereceye uygun olarak mâruf ile emr ve münkerden nehy vazifesini yapmamak. Bu farzı tatil etmek.

    28. Rahmana itaat etmeyip Tağutların dediğini ve istediğini yapmak.

    29. Deccalları, kezzabları ululamak, onları sevmek.

    30. İslam kardeşliğine ve Ümmet birliğine zarar veren cemaat ve tarikat holiganlığı, militanlığı, fanatizmi yapmak ve sergilemek.

    31. Bozuk düzenleri iyi kabul etmek, bozuk sistemler için eskisine göre daha iyidir demek.

    32. İhtilafları, nizaları Kur’anın, Sünnetin, Şeriatin hakemliğinde çözmemek. 22 Şubat 2015

    Şeyh Şâmil bir Bayraktır

    Şubat 1944’te Stalin bütün Çeçenleri vatanlarından sürüp attı. Kadın, ihtiyar, çoluk çocuk… Yarısı yolda öldü. Geri kalanların bir kısmı da sürüldükleri yerde sefalet içinde can verdi.

    Çeçenler, sayısı az küçük bir kavimdir ama onlardaki iman, cesaret, vatanseverlik, azim, sebat, sabır, cihad ruhu nice kalabalık büyük kavimde yoktur.

    Sovyetler Birliği dağılınca Çeçenistan bağımsız olmak istedi. Rusya ve İslam düşmanı güçler buna izin vermedi.

    Çeçenler, büyük imam, büyük mücahid, büyük önder Şeyh Şâmil hazretlerinin yolundan gittiler ve sömürge idaresine cihad ilan ettiler. Kendilerinden yüz misli güçlere karşı kahramanca savaştılar. 

    Şeyh Şâmil Kadirî ve Nakşî tarikatini askerî bir disipline sokmuş ve uzun yıllar boyunca şanlı cihad efsaneleri yazmıştı. Zamanın çarı, “Şamile gönderdiğim ordularla cihanı feth edebilirdim” demiştir. Bütün imkanlar bitince Ruslara esir düşmüş, onlar kendisine saygı göstermiş, bir müddet sonra Osmanlı ülkesine yollamıştı. Şâmil hacca gitmiş, Müslümanlar onu görmek için o kadar ısrar etmişlerdi ki, bu büyük mücahid Kâbe-i muazzamanın damına çıkartılmıştı.

    Şâmil bir bayraktır ezilen ve sömürülen Müslümanlar için. O ne güzel bir örnektir. 

    Bir defasında savaşta yaralanmış, kendini kaybetmiş, bin zahmetle uçurumlardan aşılarak bi avula getirilmiş ve uzun müddet komada kalmıştı. Kendine gelir gelmez ilk sözü “Namaz vakti geçti mi?” olmuştu. 

    Onun üç boyutu vardı: Birincisi: Şeriat ilimlerinde icazetli alimdi… İkincisi: Birkaç tarikatten şeyhlik icazeti vardı. Halid-i Bağdadî hazretlerinden hilafet almıştı… Üçüncüsü: Müslümanlar tarafından emirü’l-mü’minîn ve kaaidü’l-mücâhidîn seçilmiş ve elhak bu vazifeyi olanca gayret ve himmetiyle yerine getirmişti. Onun mü’minlik, Müslümanlık, emîrlik, mücahitlik notu on üzerinden ondur.

    Bir defasında Çarın kendisine göndermiş olduğu general elçiyi dinliyordu. Elçi hükümdarının mektubunu okurken, Şamil tercümana “Söyle kısa kessin, namaz vakti geçecek…” demişti.

    O, Rusya Çarlığı ile yaptığı savaşı kayb etmiş, esir düşmüştü ama galib sayılır bu yolda mağlub fehvasınca, İslam tarihine şanlı sayfalar eklemişti. 

    Şeyh Şâmil’i Müslümanlara örnek olarak gösteriyorum. O zahir ilimleri, fıkıh ve Şeriat açısından ucu Resullerin seyidine ulaşan bir icazete sahipti. Şeriatın emirlerini bir eksiksiz yüzde yüz yerine getirirdi.

    O, Resulullaha (Salat ve selam olsun ona) tarikat icazeti ile da bağlıydı, gerçek bir şeyhti. Ahlak-ı hasene ile mütehalli idi. Onun fazilet ve meziyetlerini düşmanları bile takdir ve teslim ederdi.

    O âdil ve râşid bir İmamü’l-Müslimîn ve Emirü’l-mü’minîndi. Bizzat savaşmış, defalarca yaralanmıştır.

    O, Kur’an ve Sünnet ahlakına sımsıkı bağlıydı.

    O mütevazı yaşamıştır. Boğazından bir tek haram lokma geçmemiştir.

    Gündüzleri sâim, geceleri kaaimdi.

    Devamlı zikr halindeydi.

    Allahın hudutları konusunda en ufak bir taviz=ödün vermezdi.

    Bir keresinde yaşlı anası, oğlum bu savaşı kazanacağımız yok, perişan oldu halk, artık sulh yapılsın demişti, bu sözün cezası kırbaçlanmaktı. Anası çok ihtiyâre olup bu cezayı kaldıramayacağı için kırbaçları kendisine vurdurtmuştu.

    Küfürle barış içinde yaşayan, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyen mıymıntı tatlısu Müslümanları Şâmil’den örnek ve ibret alıp utanmalıdır. 

    Şâmil bir bayraktır demiştim… Hem bayrak, hem önder, hem örnek…

    Allahü Teala ona rahmetiyle muamele buyursun. Ruhuna selam olsun. 23 Şubat 2015

    Çılgın Muhalefet

    Görmüyor musunuz, adamlar çılgın gibi, her konuyu, her üzücü hadiseyi, her felaketi, her kazayı, her cinayeti, her şeyi siyasileştiriyor, fitne fesada alet ediyor, yıkıcı bir muhalefet malzemesi olarak kullanıyor.

    Çok üzücü, çok kahr edici bir maden kazası oluyor, üç yüz kişi ölüyor, bu hemen siyasileştiriliyor, sivil darbe tamtamları çalınıyor.

    Bir üniversiteli kız feci şekilde öldürülüyor, gerçekten üzücü, gerçekten vahşice bir cinayet. Bu da çığırından çıkartılıyor.

    Büyük yüksek binadaki asansörün ipi kopuyor, düşüyor, ondan fazla işçi ölüyor, tamtamlar çalınıyor.

    Sanki bu adamlar her felaketten, her kazadan, her cinayetten, her olumsuzluktan sapık bir zevk alarak bunları alabildiğince alet ve istismar ediyor.

    Halk samimî gözyaşları dökerken bunlar timsah gözyaşları döküyor. İkisi de gözyaşı demeyin, biri insan, diğeri timsah yaşıdır. Elbette aralarında fark vardır.

    Memlekette yanlış işler yok mudur. Hiç olmaz olur mu? Muhalefet yapılmasın mı? Niçin yapılmayacakmış, elbette yapılsın. Lakin vatanseverce yapılsın. Çığırından çıkartılmasın. Sivil veya askerî darbe kışkırtıcılığı olmasın.

    Bendeniz (kaç kere yazdım) muhalif bir vatandaşım. Siyasî muhalif değilim, kültürel ve sosyal açıdan muhalifim. Bunca olumsuzluğun cereyan ettiği şu memlekette Müslüman olup da muhalif olmamak mümkün müdür? Elbette muhalefet yapılacak. Hem de öyle mıymıntı, süt dökmüş kedi muhalefeti değil, sert muhalefet yapılacak ama gemiye zarar verilmeyecek, fitne fesat çıkartılmayacak, iç savaş havası oluşturulmayacak, vatanseverce yapılacak. 

    Bugünkü olumsuz, dengesiz, adaletsiz, insafsız, ölçüsüz muhalefetin sonu iç savaştır.

    Yolsuzluklar var diye feryat ediyorlar. Bu yolsuzlukların felsefesi nereye dayanıyor, bilen var mı? Hani, Cumhuriyetin ilk yıllarında iki önemli ve büyük Paşa Ankara tren istasyonu binasında sohbet ederken Büyük Paşanın biri ötekisine ne demişti: 

    “Dini ve namusu olanlar kazanamazlar!..

    Fakir kalmaya mahkûmdurlar... Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Bunun için, önce din ve namus telakkisini kaldırmalıyız. Partiyi, bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz. Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur.”

    İşte Cumhuriyet tarihimizi sarıp sarmalayan yolsuzluklar yumağının pınarı, kaynağı Büyük Paşanın bu sözüdür.

    Bence mâlum ve mâhut devrimlerin en önemlisidir bu ilke. 

    Bu konuda fazla bilgi, almak isteyenler /fikriyyet/ sitesinde Mehmet Şevket Eygi kelimelerini ekleyerek arasınlar. Karşılarına “Allah Belanızı Versin!” başlıklı yazım ve ona yapılan şerhler, ilaveler, açıklamalar çıkacaktır. Bu yazıyı internetten silmişlerdi. Site aramış bulmuş, yeniden tedavüle koymuş.

    Evet muhalefet yapılsın, hem de sert şekilde yapılsın ama âdil olsun, insaflı olsun, gemiye zarar vermesin, içine yalan dolan katılmasın, vatanseverlik sınırları içinde yapılsın.

    Bu memleketteki yolsuzlukların kaynağının yukarıya nakl ettiğim Paşa sözü ve ilkesi olduğu iyi bilinsin.

    İki zümreyi çok kınıyorum:

    Birincisi: Olumsuz, yıkıcı, adaletsiz, insafsız, sorumsuz timsah muhalefeti yapanları.

    İkincisi: Mutlaka, zarurî olarak muhalefet yapılması gereken konularda muhalefet yapmayan Müslümanları. 24 Şubat 2015

    Ümmet Federasyonu Başkanı

    Ehl-i Sünnet derneklerin, vakıfların, kuruluşların, grupların çatısı altında toplandığı ÜMMET FEDERASYONU ile ilgili bazı bilgileri aşağıda bulacaksınız:

    Başkanlığa seçilen zatın sıfatları: Zahir ilimlerinden icazetli alimdir… Tabakat-i fukahanın en az ashab-ı fetva seviyesindedir… Namazlarda imamlık yapar, cumayı kıldırır… Râşid âbid fatin ve âdildir… Siyasî bakımdan (Asr-ı Saadetteki ve Hulefa-i Râşidîn devrindeki dâhiler gibi) duhattandır… Yüksek islamî ve genel kültür sahibidir… Çok yüksek sanat kültürüne sahiptir.

    Başkanın Resulullaha (Salat ve selam olsun ona) kopuksuz bir silsile ile ulaşan birkaç icazeti ve irtibatı vardır.

    Başkanın makam otomobili: Sağlam olmakla beraber mütevazidir. Eski Uruguay başkanı Mujica’nın 1987 model arabası gibi…

    Giyimi kuşamı: Başkan yüzde yüz Avrupâî giyinmez. Bazen istanbulin, bazen millî erkek kıyafetinden ilham alınarak dikilmiş zarif elbiseler giyer.

    Serpuşu: Başkan başı açık gezmez. Zarif kalpaklar, arakiyeler, imameler takar.

    Başkanını elbiseleri ve serpuşu dünyanın en yüksek ve ciddî modacıları ve giyim uzmanları tarafından takdirle karşılanır ve beğenilir.

    Başkan mütevazıdır, alçakgönüllüdür, halkın içindedir.

    Başkan, zaruret olmadıkça içkili, israflı, lüks, fuhuşlu mekanlara gitmez.

    Başkanın ehil âqil kişilerden oluşan 11 üyeli bir Şûra Heyeti vardır, işleri onlara danışarak yürütür.

    Başkan nepotizm yapmaz, yapamaz, yani makamları, memuriyetleri, vazifeleri, işleri, hizmetleri kendi ailesine, yakınlarına, dostlarına, arkadaşlarına veremez. Sadece ve sadece ehliyetli ve liyakatli kimselere verebilir.

    Başkan seçilir seçilmez, zarurî ihtiyaçları dışındaki mallarını ve varsa servetini tasfiye eder. Başkanlığı esnasında mal ve servet edinmez, ticaret yapmaz.

    Başkan kanaatli ve iktisatlı bir hayat sürer; israftan, lüksten, aşırı tüketimden, aşırı konfordan uzak durur.

    Başkan farz namazları münferiden=tek başına kılmaz, cemaatle kılar, genellikle kendisi imam olur.

    Başkan cemaat, hizip, fırka, tarikat, grup, parça taraftarlığı yapmaz.

    Başkan kendisinin ve ailesinin geçimi seviyesinde maaş alır, yüksek maaş almaz.

    Bütün dünya, insaflı Yahudiler, Hıristiyanlar, ateistler, öteki din mensupları, hattâ düşmanları bile Başkanın fazilet ve meziyetlerini teslim, takdir ve kabul eder.

    Başkan Türkiyenin ülke ve halk olarak koruyucu meleği gibi hareket eder.

    Başkan günlük politika pisliklerine ve entrikalarına bulaşmaz.

    Başkan, Türkiyenin en bilge kişisidir.

    Federasyon Türkiyenin en büyük ve tesirli=etkili günlük gazetesini yayınlar. Bayi satışı iki milyondur. Başkan en az haftada bir başmakale yazar.

    Federasyon, bayi satışı bir milyon olan aylık bir dergi çıkartır.

    Federasyon, İngilteredeki Eton Koleji ayarında, dünyanın en vasıflı ve ciddî okulunu açar.

    Başkan, sadece Müslümanların değil, ehl-i zimmetin, yani İslamla Müslümanlarla barışık gayr-i Müslimlerin de hâmisidir, onların haklarını kabul eder ve korur.

    Federasyona hiçbir arivist, aktivist, popülist, şarlatan, soytarı, hokkabaz, şubedebaz, rantçı, volici, hodfüruş, denanir çılgını, nefs esiri, holigan, münafık, yarı mühtedi moloz haşarat sokulmaz, bünyesine alınmaz.

    Federasyonun terör ve şiddetle hiçbir alakası yoktur. Federasyon, Ümmet birliğini kurmak, tefrikayı önlemek, Müslümanları birleştirmek, mü’minlerin arasındaki kardeşliği tesanüdü vifakı korumak için yoğun bir halk eğitimi yapar.

    Federasyon halktan para toplamaz, bağış ve yardım kabul etmez. Masraflar ve hizmetler imkanlı Müslümanlar tarafından karşılanır.

    Federasyon ve Başkan Allahın yardımına, tevfikine nail olmak için gereken bütün sebeplere ve vesilelere tevessül eder.

    Federasyonun ilkeleri: Tevhid… Kur’an… Sünnet… Adalet… İttihad… Uhuvvet… İhlas… Kanaat… Islahtır.

    Başkan kimseyle polemik yapmaz, tartışmaz.

    Kendisine ileride Nobel veya benzeri bir ödül verilmek istenirse kabul etmez. 25 Şubat 2015

    Oyunun kuralları

    1. Sinirlenme, öfkelenme!.. Sinirlenmek ve gazaplanmak sana büyük kayıplar verdirir. Hattâ oyunu bütünüyle kaybeder mat ve perişan olursun.

    2. Kendini hatâsız, günahsız sanma. Sen bir insansın, mutlaka günahın, yanlışın olacaktır. Sana bunları söyleyen herkes düşmanın değildir. Asıl dostlar hatâ ve yanlışlarını söyleyen, olumlu tenkit yapan, uyaran kişilerdir.

    3. Yağcı, yalaka, dalkavuk, meddah, pohpohçu adamları ve karıları yanına yanaştırma. Seni aldatırlar, zor günler geldiğinde kaybolurlar.

    4. Muhasebeni iyi tut. Müslüman olduğuna göre, seninle vazifeli iki kirâmen kâtibîn meleği olduğunu ve hesabını çok sağlam şekilde tuttuklarını biliyorsundur. Onlar yanılmaz. Yarın

    âhirette, Kıyamet koptuktan sonra Mahşer meydanında Büyük Mahkeme kurulacak ve muhakeme edileceksin. Bunu hiç unutma. O mahkemeyi aldatmak, kurtulmak mümkün değildir.

    5. En geniş mânasıyla âdil ol, insaflı ol. Ne kendine zulm et, ne başkalarına. Adaletten ayrılır, zulm edersen ileride tepetaklak olursun. 

    6. İsraftan, lüksten, şaşaadan, debdebeden, ihtişamdan, tantanadan, velveleden, gururdan, kibirden, küçük dağları ben yarattım havalırndan uzak dur.

    7. Dostlarına mürüvvetli ve lütufkâr olmalısın, düşmanlarını idare etmeye çalışmalısın.

    8. İşlerin hayırlı olanları orta ve ılımlı olanlarıdır. Vasattan, ortadan ayrılma, aşırıya kaçma.

    9. Kemik peşinde koşan köpekleri yanına yaklaştırma.

    10. Umum müdür falan olursan nepotizm yapma, ehliyetsiz yakınlarını işe alma. Kamu işleri arpalık değildir.

    11. Ne kadar mütevazı, sade, alçak gönüllü olursan mânen o kadar yükselirsin.

    12. İnsan bu dünyada bir var, bir yok… Baki kalan kubbede hoş bir seda bırakmaya bak.

    13. Önemli olan Hâliq’ın rızasını kazanmaktır. 

    14. Mahluqatın rızasını kazanayım derken, Haliqın rızasını kayb edersen büyük zarara uğrarsın.

    15. Şeriata zıt ve aykırı olan her şey hederdir, bunu iyi bil.

    16. Bazı olumsuz işler tokat ve sille yemeye sebep olur, bunlardan kaçın.

    17. En sağlam kulp İman, İslam, Kur’an, Sünnet, Şeriat, Hikmet kulpudur, buna sıkı yapış.

    18. Halkın sevgisine güvenme. Halk sevgisi şemsiye gibidir, yağmur zamanı elde bulunmaz.

    19. Ömer Seyfeddin’in İncili Kaftan hikayesindeki Muhsin Çelebi…

    20. Tecrübeli bir urt bakıcısı da olsan, kurtlara bir an bile arkanı dönme sakın.

    21. Yükünü hafiflet. Bu kadar yük sana çok ağır gelir, altında kalır, ezilirsin.

    22. Şu beyti hattata yazdır, başının üzerine as: “Bin yıl yaşasan yine cihan bu / Gerdiş bu, zemin
    bu, âsüman bu” 26 Şubat 2015

    Çarpıcı Keskin Cümleler

    Sen din önderliği, hocalık tasla, Ehl-i Sünnetin yerine yeni bir İslam türetmek için çabala ve sonra namaz kılma. Olacak şey midir bu? Namazsız İslam nerede görülmüş?

    Sen ahlaktan, faziletten, doğruluk ve dürüstlükten, istikametten bahs edip dur, sonra iki hörgüçlü Türkistan devesini hamuduyla yut. Nasıl oluyor bu iş?

    Sen muhafazakârlık tasla, ilim irfan konusunda mangalda kül bırakma, sonra Osmanlıca bilme, bin yıldan fazla kullandığımız millî islamî Kur’an yazısıyla Türkçe kitapları metinleri okuyama. İşin daha kötüsü, bu yazıyı öğrenmek isteme. Cahilliğin böylesi olur mu?

    Şu haline bak: Cebindeki bilgisayarlı telefon üç bin lira, ona mukabil kalemin (o da varsa) bir liralık. Bu ne derin uçurumdur…

    Tesettür ve başörtüsü konusunda nutuk atan hanıma: Aynada şu haline baksana bir… Senin tesettürün Kur’an, Sünnet, Şeriat tesettürü değil, şeytan tesettürü… Manto (Manteau)… Palto (Paletot)… Pardösü (Pardessus)… Tayyör (Tailleur)… Tayt (Tights)… Tunik (Tunique)… Eşarp (Echarpe)… Dö piyes (Deux pièces)… Fulard (Foulard)…Kombinezon (Combinaison)… Korse (Corset)… Sutyen (Sous tient)… Nereden buldun, aldın, iktibas ve taklit ettin bunca avrupaî frenk nânesini? Kur’an sana cilbab demiyor mu? Şeriat sana vücudu belli etmeyecek, erkeklerin bakışlarını celb etmeyecek bol ve uzun sade elbise demiyor mu?

    Sabah namazı vakti yatağından uyuyan İslamcıya: Mışıl mışıl mı, horul horul mu, yoksa leşler gibi mi uyuyorsun?

    Dıştan Müslüman görünen, karpuz gibi kabuğu yeşil, içi kıpkızıl rüşvetçi ve haram rantçı bir münafığa: Biriktirdiğin o haram servet sebeb-i felaketin olacak, seni yakacak. Tepe üstü düşesin emi!..

    Lüks ve israfçı Süslümana: İslam dininde israf haramdır, kötüdür, kötülenmiştir. Kur’anda müsrifler=savurganlar için onlar Şeytanın kardeşleridir buyruluyor. Sen bu kadar lüks, israf, saçıp savurma, ihtişam, debdebe, tantana ile Sırat köprüsünden nasıl geçeceksin?

    Altın, Elmas, Pırlanta, Zebercet, Lapis lüzili restoranlarına gidip fil gibi yiyen dinibütünlere: Milyonlarca fakir, miskin yerli Müslüman, onlara ilaveten bunca Suriyeli felaketzede göçmen sürünürken onca yemek boğazından nasıl geçiyor?

    Cahilin ve beyinsizin birine: Gıybetimi yapmışsın, bu fakire sövüp saymışsın… Cahil olduğun için hakkım helal olsun sana ama bir daha yapma.

    Az buçuk ilim okumuş, fazıllık taslayan birine: Hakkımdaki gıybetlerin ve sövgülerin dolayısıyla seni afvetmiyor, hakkımı helal etmiyorum. Senin cahillik mazeretin yok.

    Sokak kedilerini ve köpeklerini gaddarca öldürten merhametsiz belediyeciye: Merhamet etmeyene merhamet edilmez kuralını duymuşsundur ama tam aksine hareket ediyorsun. Vahşice katl ettirdiğin her hayvanın hesabını vereceksin. Dikkat et dikkat et dikkat et: Bundan birkaç sene sonra dümdüz yolda otomobilin bir ağaca veya direğe toslayınca dünyanın kaç bucak olduğunu anlayacaksın.

    Elektronik mektubunda “Filan gün ve saatte izniniz olursa saadethanenizde sizi rahatsız etmek istiyorum” diye yazan kibar görgülü liseli gence: Belirttiğiniz tarihte fakirhaneyi teşrif edebilirsiniz…

    Bendenize dua eden muhtereme: Bu fakir için ne istiyorsanız Allahü Teala size onların yüz mislini kat kat versin. Siz bu fakirden çok gençsiniz ama ellerinizden öperim, teşekkür ederim, berhordar olunuz. 27 Şubat 2015

    Türkiye’nin Önemli ve Hayatî Problemleri

    Türkiye’nin gerçek gündeminin birinci meselesi eğitimdir. Bugünkü Kemalist ve laik eğitim sistem çoktan iflas etmiştir; Islahı, iyileştirilmesi mümkün değildir. Çünkü bâtıl ve miadı dolmuş bir ideoloji üzerine kuruludur. Türkiye’nin kurtulmasını, yücelmesini istiyorsak mutlaka güçlü, vasıflı, üstün bir eğitim sistemi kurmamız gerekiyor. Bunu, çoğunluğu oluşturan Müslümanlar yapabilirler mi? Nadir istisnalar dışında yapamazlar. Çünkü böyle bir iş için hem İslamı iyi ve doğru bilen, hem de çağ kültürüne sahip, eğitim işlerinden de çok iyi anlayan elemanlar ve kadrolar lazımdır. Ülkemizde, İngilteredeki Eton Koleji ayarında bir İslam okulu açılmalıdır. Bu okulda, başta matematik olmak üzere fen derslerine önem verilmeyecektir. İslam mektebi teknokrat yetiştirmeyecektir. Bu mektepte yazılı ve edebî zengin kültür Türkçesi, tarih ve sanat kültürü, mantık ve felsefe kültürü verilmeli, öğrenciler ahlaklı faziletli yüksek karakterli olarak yetiştirilmelidir. Ölçü şudur: Uluslararası

    güçlü eğitimcilerden, büyük düşünürlerden oluşan on kişilik bir uzmanlar heyeti okulu inceleyecek, öğrencilerini imtihan edecek ve neticede bu İslam Mektebinin Eton’dan üstün olduğu rapounu verecektir. Kimse “Böyle bir şey yapılamaz” demesin. Fransada Müslümanlar Avicenna=İbn Sina özel kolejini açtılar ve okul şu anda ülkenin birincisidir. Orada oluyorsa bizde niçin olmasın?

    İslam okulları olmadan, çocuklar ve genç nesiller bu okullarda güçlü, vasıflı, üstün Müslümanlar olarak yetiştirilmeden camileri ayakta tutmak mümkün değildir. Camilerin iki payandası, iki desteği vardır: İslam medreseleri ve tasavvuf tekkeleri. Yakın tarihimizdeki kaza ve ârızalar dolayısıyla bugün zikr ettiğim iki müessese resmen yoktur, ikisi de yasak ve kapalıdır. Türkiye’nin Sünnî Müslüman çoğunluğu haysiyet, izzet, hürriyet içinde yaşamak istiyorsa, siyasî iktidardan bu iki kurumu açmasını istemelidir.

    Şu hususun üzerinde de dikkatle durulmalıdır. Bugünkü kırsal kesim, taşra bedevî kültürü ile Türkiyenin ayakta durması, yücelmesi, kurtulması çok ama çok zordur.

    Halkın yeterli kısmının medenî İslam kültürüne sahip olması için genel, yaygın ve yoğun bir halk eğitimi seferberliği ilan edilmelidir. Bu iş lafla, kuru edebiyatla olmaz; planla, programla, ciddî çalışmalarla, muazzam gayret ve himmetlerle olur.

    Ülkemizin büyük basını bugünkü kötü durumda olduğu, bir kısım büyük gazetelerin ve tv’lerin alabildiğine müstehcen yayın ve bozgunculuk yaptığı bu ortamda Türkiyemizin iki yakasının bir araya gelmesi mümkün ve muhtemel değildir.

    Ülkemiz maalesef büyük ve korkunç bir kültür, ahlak kuraklığı içinde kavrulmaktadır. Bugünkü ahlakla, bugünkü eğitimle, bugünkü medya ile, bugünkü heykelli, büstlü, portreli ideolojik sistemle, bugünkü yaygın ve hâkim taşra kültürü ile daha çok bocalar, batıp çıkarız.

    Ülkenin, halkın, devletin durumunu anlamak için bütün okullarda mecburî olan din kültürü derslerine bakmak yeterlidir. Besmelesiz, başında tam sayfa Paşa portresi ve Paşa Beyannamesi yer alan acayip din dersi kitapları…

    Yukarıda saydığım ve saymadığım önemli meselelerimizin halli için Müslümanların mutlaka tek bir Ümmet çatısı altında toplanmaları ve râşid, muktedir, âdil, âmil, duhattan bir İmama biat ve itaat etmeleri, bu İmamın da ehliyetli ve faziletli danışmanlarla istişare ederek işleri halletmesi gerekir.

    Dikkat ve ilgilerimizi kısır günlük politika, magazin, dedikodu, fitne fesat kavgalarından çekip de ne zaman, başta eğitim olmak üzere ciddî ve hayatî konularla ilgilenip, kalıcı çareler ve çözümler arayacağız?

    Gemi battıktan yahut ağır hasara uğradıktan sonra mı?

    (Açılmasını teklif ettiğim İslam Mektebinde bütün Müslüman öğrencilerin (istisnâî olarak birkaç gayr-i müslim bulunabilir) vakit namazlarını okul camiinde, okulun imamının ardında bir eksiksiz topluca, cemaatle kılmaları mecburî olacaktır… Bu şarta uymayanlar okuldan atılacaktır…Söylemeye hâcet yok, okulda Ehl-i Sünnet itikadına ve fıkhına uygun eğitim verilecektir… Okul bir din eğitimi mektebi olmayacaktır ama Sünnî bir kurum olacaktır.)

    28 Şubat 2015