Mehmet Şevket EygiEĞİTİM VE GENÇLİK – 2
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
Mehmet Şevket Eygi
EĞİTİM VE GENÇLİK – 2
YAZARIN 1998 – 2014 YILLARI ARASINDA MİLLİ GAZETE’DE YAZMIŞ OLDUĞU KÖŞE YAZILARI ARASINDA, EĞİTİM VE GENÇLİK KONULU MAKALELERDEN DERLENMİŞ OLUP, 2 KİTAP HALİNDE NEŞREDİLMİŞTİR.
Çocuklarını şımarık, asalak, serseri, terbiyesiz, tembel, it yetiştiren zenginler ve yüksek tabaka mensupları vatan hainidir.
Beylerin parası varmış, oğulları ve kızları hayattan kâm alacaklar, dolayısıyla eğleneceklermiş… Böyle felsefe olmaz!.. Böyle felsefe olmaz olsun!..
Zengin olmak, varlıklı olmak, babası ve âilesi imkânlı olmak hiçbir gence serserilik ve itlik yapma hakkını tanımaz.
Paralı, zengin, imkânlı âileler oğullarını ve kızlarını, imkânsız ve parasızlardan daha fazla ilimle, irfanla, edeple, kültürle, sanatla, faziletle techiz ve tezyin etmelidir
Bizim bazı zengin ve varlıklı âile çocuklarımız parayla neler yapıyor?
Çok lüks, çok pahalı, çok gösterişli,
elbiseler ve ayakkabılar alıyor… Bu bir fazilet midir? Değildir! Faziletsizlik midir? Evet, faziletsizliktir. Fakir, orta halli arkadaşları mütevazı bir şekilde giyinirken, zengin çocuğunun aşırı lükse, aşırı gösterişe kaçması, çok kaliteli giysilerle okula veya fakülteye gitmesi ayıptır, ahlâksızlıktır. Kazık kadar olmuş elbette düşünmeye mecburdur. Zar zor geçinen fakir arkadaşlarımın yanına çok pahalı, çok kaliteli elbiselerle gelmem doğru olmaz diye.
Zenginler, çocukları için otomobil konusunda da dikkatli, insaflı, vicdanlı olmalıdır. Otuz, kırk, elli bin dolarlık arabalarla üniversiteye gitmek yanlıştır. Bir öğrenci, babası ve âilesi zengin de olsa mütevazı bir arabayla gidip gelmelidir üniversiteye. Fazilet budur, insanlık budur, vicdan ve vatanseverlik budur.
Hasta, dengesiz, dümensiz, pusulasız bir toplum olmuşuz. Ülkemiz, devletimiz, halkımız iki yüz elli milyar dolar borca batırılmış, faiz tuzağına düşürülmüş ve böyle bir ülkede, Almanya’dakinden daha fazla lüks mercedes var.
Zenginler, varlıklılar oğullarını ve kızlarını iffetli yetiştirmek zorundadır. İffet kelimesini kullanan bile kalmadı bu ülkede.
İffet kavramını yitiren bir toplum çürümeye, sarsılmaya, sonunda batmaya mahkumdur. Dindar olmayan zenginler, çocuklarını en azından ülkenin dinine karşı, dindar çoğunluğa karşı hürmetle yetiştirmek zorundadır.
Amerikalı misyonerler tarafından işletilen, ülkemizin en büyük kolejinde müdür velilere
şeklinde bir yazı göndermiştir. Bundan birkaç yıl önce bu yazı ile ilgili bir makale kaleme almıştım. Başka önemli ve ünlü bir lisemizde de, yıl sonu yayınlanacak
için toplanan paralar ile ilgili bir takım yolsuzluklar yapılıyormuş. Arkadaşlarının albüm paralarını zimmetine geçiren küçük itler, büyüyünce büyük itler olacak ve devleti, bu ülkeyi, bu halkı soyacaklardır.
Oğlu, kızı faziletsiz, ahlâksız, serseri, it, asalak, şımarık olan zengin baba da muzır bir vatandaştır. Muzır olmasaydı evladını böyle yetiştiremezdi.
İstanbul’un Ortaköy Kuruçeşme semti… Orada lüks batakhaneler var. Bilhassa cuma, cumartesi, pazar geceleri o yol lüks otomobillerle tıkanıyor. Zenginler, zengin çocukları, pervaneler gibi oradaki ateşlere koşuyor. Çılgın ve cehennemî bir müzik. İçki, şarkı, eğlence, yılışıklık… Fiyatlar yüksek mi yüksek. Bir kısım zengin çocukları buralarda eğleniyorlar.
Faziletli ve ahlâklı bir eğlenme midir bu? Zengin çocuklarına ilk lazım olan haslet ve fazilet mütevazı olmaktır. Kodaman babası oğluna soruyor:
– Babacığım çok teşekkür ederim ama fakültede hayli fakir ve yoksul arkadaşım var, onların yanında böyle lüks bir arabaya binemem. Bana nisbeten ucuz bir Skoda yeter de artar…
Zengin çocukları hayvanları koruma, fakirlere yardım gibi dernek ve inisiyatiflerde aktif vazife almalıdır.
Zengin çocukları lisan, edebiyat, el sanatları gibi kurslara ve derslere gidip kültürlerini ve hünerlerini artırmalıdır. Ben akıllı zengin diye ona derim ki, büyük paralar harcayarak oğluna dört lisan öğrettirir; ilim, irfan, hüner, marifet tahsil ettirir.
Hepsi öyle değil ama bazen şöyle zengin çocukları görüyorum: Çok lüks, çok pahalı, çok gösterişli bir otomobil… Pencereleri açık, içerideki teyp sonuna kadar açılmış. Öküz böğürtüsüne benzeyen bir müzik etrafa yayılıyor. İçinde üç dört genç var. Yılışık yılışık yüksek sesle gülüyorlar. Otomobil yanımdan bir buhran gibi geçiyor…
Efendim, gençken biraz eğlensin, biraz ..sin …sın, sonra düzelir adam olur… Bu, bir hayaldir. Ağaç yaş iken eğilir.
Gençliğinde, öğrenciliğinde serseri, it, asalak, şımarık olan kişi büyüyünce de öyle kalır.
Onlara da söylenmesi gerekli sözler var.
1. Lisedeki, üniversitedeki oğlunu göreyim, senin ne mal olduğunu anlarım.
2. Genç bir erkeğin, genç bir kızın en büyük ziyneti edeptir. Çocuklarına edep ve terbiye veremeyen Müslüman bir zengin beş para etmez.
3. Türkiye Müslümanlarının feci, perişan, zillet ve esaret içinde yaşadığı bir devirde hiçbir zengin çocuğunun şımarıklık yapmaya, asalakça yaşamaya hakkı yoktur. Var güçleriyle ilme, irfana, kültüre, ahlâka, fazilete, hikmete, sanata, edebe yönelmeleri gerekir.
4.
buyurulmuştur.
5. Çocuklarınıza edep, terbiye, görgü, hüner hocaları tutunuz.
6. Çocuklarınızın sizden daha dindar olması gerekir.
7. Yaz tatillerinde çocuklarınızı, tarihe ve kültüre yönelik gezilere çıkartınız. Başlarında güvenli büyükler olmak şartıyla.
8. Çocuklarınızı lüksten, israftan, saçıp savurmaktan, şımarıklıktan, sorumsuzluktan uzak tutunuz. Onlara kanaati, tevazuu, alçak gönüllülüğü öğretiniz, öğrettiriniz.
9. Çocuklarınıza, yekûn sayısı iki yüz olan geleneksel el sanat ve zenaatlerimizden birini ciddî şekilde öğrettiriniz.
10. Çocuklarınıza, kendi şahsî kütüphanelerini kurmaları için yardımcı ve teşvikçi olunuz.
Ülke halkının hepsi okuma-yazma biliyormuş… Okuma-yazma bilmek; bilgili, kültürlü, tahsilli olmak demek değildir. Edebî, sosyal, tarihî, felsefî, dinî, sanatla ilgili yeterli kültürü ve birikimi olmayan bir kimse cahildir.
Bizim eğitim sistemimiz, nice yıldan beri “okur-yazar cahil” yetiştirmek için çalışmaktadır. Eğitimcilerimiz başarılı da olmuşlardır. Ülke, onların sayesinde on milyonlarca cahille dolmuştur.
Üniversiteli gençlerle konuşurken, onlara şu suali yöneltirim:
– Bana, milletimizin en büyük şairi Fuzulî’den, birkaç mısra, beyit okuyabilir misiniz?
Nâdir, hattâ ender istisnalar dışında, okuyamazlar. Bu gençlerimiz nasıl olmuşlar da lise diploması almışlardır?
Türkiye’de yaşıyor, anadili Türkçe, lisede okumuş ve Fuzulî’den bir tek mısra veya beyit okuyamıyor. Cahilliğin, kültürsüzlüğün, edebiyatsızlığın bu derecesi nerede görülmüştür? Hangi vicdansızlar bu gençleri bu kadar cahil ve bilgisiz yetiştirmiştir?
Bundan yüz sene önce böyle bir şeyi düşünmek değil, hayal etmek bile mümkün olamazdı.
Bir Osmanlı idadî veya sultanîsinde tahsil görüp oradan mezun olacak ve Fuzulî’den ezberinde bir satır bile bulunmayacak… Bırakın bir mısrayı veya beyti; o zamanın nice edebiyat meraklısı lise genci o büyük şairimizin Su Kasidesi’ni, birçok gazelini, rubaisini ezbere okuyabilirdi. Başka şairlerden de… Meraklı ve istidatlı nice gençler eskiden aruzla şiirler yazar, o zamanın dergilerine gönderirlerdi. Bunların, şiir ve sanat boyutları olması bile, yine de hüner ve marifet eseri olurlardı.
İyi niyetli akıllı, vicdanlı, istidatlı, kabiliyetli gençlerimizin edebî, felsefî, sosyal kültür sahasındaki noksanlarını anlayıp, telafi çareleri ve çözümleri araştırmaları ve bulmaları gerekiyor. Meselâ beş üniversiteli genç bir araya gelir, ehliyetli bir edebiyatçı bulur ve yaz tatilinde ondan “Fuzulî dersleri” alabilir. Birkaç aylık bir eğitimden sonra Su Kasidesi’nden bazı mısra ve beyitler, birkaç gazel, birkaç rubaî ezberlemiş olurlar.
Bir ara her yerde uzakdoğu sporları kursları ve dershaneleri açılmıştı. Jiu jitsu, karate ve saire. Bu sporlar hem bedeni, hem de ruhî melekeleri ve aklı geliştirir. Gençlere edebiyat, tarih, sanat, felsefe kültürü jiu jitsu’dan, karateden daha lüzumludur.
Sanat kültürü ve tarihi konusunda büyük gençlik kütlesi son derece cahildir. Bir kere bu konuda merak yoktur. Merak yoksa, öteki yoklara lüzum kalmaz. Merak medeniyetin, kültürün, terakkinin (ilerlemenin), yetişmenin, keşfin, icadın temelidir.
Süleymaniye Camii eski İstanbul’un en hâkim tepesindedir. Adam, binlerce defa Galata ve Unkapanı köprülerinden geçmiş ama “Süleymaniye Camiinin kaç minaresi vardır?” diye sorsanız öküz gibi bakakalır. Çünkü; millî sanatımızın o şaheserine kültür, medeniyet, kültür ve sanat gözüyle, gözlüğüyle bakmamıştır.
On üniversiteli genç bir araya gelseler, sanat tarihinden anlayan bir hoca, bir ağabey bulsalar ve onunla birlikte tarihî suriçi İstanbul’unu gezseler, fotoğraflar çekseler, notlar alsalar, her biri kendisi için bir albüm hazırlasa. Gezmek derken ana caddelerde yürümeyi, herkesin bildiği mimarlık anıtlarını ziyaret etmeyi kasdetmiyorum. Ara sokaklara, kenar semtlere gidecekler. Ayvansaray’dan başlayacaklar. Balat, Fener, Cibali…. Bilinmeyen camiler, medreseler, ayazmalar, türbeler, Sahabe kabirleri… Ne kadar kaldıysa, eski evler… Biz İstanbul’da yaşıyoruz ama İstanbul’u bilmiyoruz. Çünkü merakımız yok bu büyük şehri tanımak, bilmek için.
Bazı Müslüman cemaatler kendilerine bağlı gençleri çok kapalı, çok cahil, çok kültürsüz şekilde yetiştiriyor. Cemaat amentüsü şöyle:
1. Bizim cemaatimiz çok büyüktür, en büyüktür.
2. Bizim hazretimiz çok büyüktür, en büyüktür.
3. Bizim cemaatimize kapılanan, bize intisab eden kurtulur,
Bu zihniyetle, bu kafayla gençlerin yetişmesi, kültürlü, vasıflı, bilgili, medenî olması mümkün müdür?
Düşmanlarımızın gizli protokolları var:
A. Müslüman Türkiyeliler yazılı-edebî lisansız bırakılacaktır. Lisanını yitiren bir millet esarete, zillete, ezilmeye mahkumdur.
B. Müslüman Türkiyeliler tarihsiz bırakılacaktır. Onlar asıl ve gerçek millî tarihlerini bilmeyecekler, onun yerine uyduruk ve ideolojik bir düzmece ve yapmaca tarih öğreneceklerdir.
C. Müslüman Türkiyeliler sanat kültürü ve sanat tarihi konusunda kara cahil bırakılacaktır.
Ç. Müslüman Türkiyeliler yoğun bir beyin yıkama eğitimi ile sersem, uyuşuk, şaşkın bırakılacaktır.
D. Müslümanlar ahlâk ve karakter terbiyesinden mahrum bırakılacaktır.
E. Müslümanlar çağdışı, medeniyetsiz, marjinal yığınlar haline dönüştürülecektir.
Birtakım Müslüman cemaatler var güçleriyle teknik ve fen sahasında genç yetiştiriyor. Kültürün, medeniyetin temeli sosyal, edebî, tarihî, felsefî, sanatla ilgili dersler ve konulardır.Bunlar olmadan iyi ve vasıflı teknokrat da yetişmez.
Birtakım gençlere eski klasik usulle Arapça dersleri okutuluyor. Anadili Türkçe olan Türkiyeli bir genç, edebî-yazılı Türkçeyi iyi bilmezse doğru dürüst Arapça da öğrenemez. Sittîn sene okusa Zeyd ile Amr’ın kavgası hikayesinden öteye geçemez.
Biz zengin ve edebî lisanımızı yitirmişiz de haberimiz bile yok bu vahim ve hayatî kayıptan.
Bir kanama neticesinde adamın beynindeki lisan merkezi tahrip olsa o kişi ne olur? Canlı cenazeye döner. Konuşamıyor, yazamıyor, düşünemiyor… Böyle bir adam yer, içer, uyur, mekanik bir iş yapar ama o, insan olmaktan çıkmıştır.
İşte medenî, edebî, yazılı, zengin Türkçeyi tahrip edenler milletimizi, halkımızı, genç nesilleri bu hale getirmiştir.
Müslüman kesim yazılı-edebî lisan meselesine, tarih meselesine, eğitim meselesine, kültür meselesine, sanat meselesine önem vermiş ve bu sahalardaki tahribatı tâmir için bir şeyler yapmış olsaydı bugünkü hallere düşmezdi.
Şucular cemaatinin gençleri pırlantaymış…
Bucular cemaatinin gençleri elmasmış…
Ocular cemaatinin gençleri halis altınmış…
Peki cesaretiniz var mı, bir imtihan heyeti teşkil edelim ve sizin gençlerinizi İslâmî kültür, millî kültür ve genel kültür sahasında imtihan edelim. İmtihan edelim de pırlanta veya elmas mı, yoksa cam kırığı mı oldukları meydana çıksın.
Bir zevzeklik, bir gevezeliktir gidiyor. Vır vır vır, car car car, zır zır zır… Ömrümüz laf salataları içinde geçiyor.
Bize medeniyet lazım, kültür lazım, yazılı-edebî zengin lisan lazım… 16 Temmuz 2003 Çarşamba
İnsanların temel haklarından biri de öğrenmek hakkıdır. Gerçekleri, gerçeklikleri; faydalı, önemli, zarurî bilgileri bilenlerin, bunları bilmeyenlere öğretmeleri vazifeleridir.
Varoluşla, insanın nereden gelip nereye gittiğiyle, yaratılışının sebep ve gayesiyle, bu dünya üzerinde nasıl bir hayat sürülmesi gerektiği ile ilgili doğru bilgiler İslâm dini tarafından verilmektedir. Peygamberden sonra Müslümanlar bu bilgileri insanlara ulaştırmak için medreseler açmışlar, alimler yetiştirmişlerdir. Medreselere paralel olarak da bir müddet sonra tasavvuf dergahları açılmış, oralarda da insanları bilgilendirecek, aydınlatacak paralel bir eğitim verilmiştir.
Şu anda Türkiye’de milyonlarca vatandaşımız, kardeşimiz önemli ve hayatî din bilgileri konusunda cahil kalmışlardır. Bunun ana sebebi bu bilgilerin hocalarının azalmış olması, kalanların da var güçleriyle bilgilerini başkalarına, kitlelere, genç nesillere aktarmak için gereği gibi çalışmamalarıdır.
Ülkemizde zaman zaman bazı yazarlar, fikir adamları, din adamları, gazeteciler sırf düşünce ve kanaatlerinden ötürü cezalandırılmaktadır ama bunlar istisnaîdir. Memleketimizde basın, yayın hürriyeti vardır. Kitap, risale, dergi çıkartmak ruhsata, önceden izin almaya bağlı değildir. Nitekim bu serbestlikten yararlanan Hıristiyan misyonerleri, Millî Güvenlik Kurulu raporlarından öğrendiğimize göre, son bir yıl içinde sekiz milyon Türkçe İncil ve broşür bastırmışlar ve bunları halkımıza dağıtmışlardır. Şu hususu da arada arz edeyim. Matbaacı bir dostum, bu sekiz milyon rakamının çok az olduğunu, misyonerlerin gerçekte bunun birkaç misli kitapçık dağıttığını beyan etti. Sadece onun tanıdığı bir matbaacı bir tek broşürü bir milyona yakın bir adette basmış…
Peki misyonerler böylesine çalışır, Teslis inancını yaymak için en az on milyona yakın risale dağıtırken; Hazret-i İsa’yı bir peygamber değil, -hâşâ- Allah’ın oğlu, Tanrı olarak bildirirken; Müslüman bilenler, Müslüman sorumlular, Müslüman vazifeliler ne yapıyor? Maalesef bizde böyle bir faaliyet yoktur.
Biz Müslümanlar, tarihî ârıza ve kazalar dolayısıyla bedevî ve şifahî bir toplum haline gelmişizdir. Elimize para geçince lüks ve gösterişli bir hayat sürmesini, müzeyyen ve pahalı meskenlerde oturmayı, son derece lüks otomobillere binmeyi, caka satmayı, tafralanmayı, yer yüzünde gurur ve kibir ile gezmeyi biliriz ama ilâhî ve evrensel gerçekleri halkımıza, gençliğimize öğretmek için teşkilâtlanmayı, gayret etmeyi, para harcamayı bilmeyiz.
“Ben çok şükür Müslümanım, kendimi kurtaracak din ilimlerini biliyorum, yapabildiğim kadarıyla da bunları hayatıma tatbik ediyorum. Gerisi beni ilgilendirmez…” Böyle düşünmek olgun, uyanık, âlim bir Müslümana yakışır mı?
Yakın tarihimizde iman, İslâm, Kur’ân, Şeriat, fıkıh bilgilerini halka ve gençliğe öğretmek için birtakım büyük, fedakâr, örnek zatlar zuhur etmişler ve bin türlü yasak, eza, cefa, sıkıntı, işkenceye göğüs gererek bu yolda büyük fütuhata nail olmuşlardır.
Bunlardan biri
, diğeri Silistreli
hazretleridir. Kendilerini rahmet ve minnetle anıyorum. Onlar bu milletin velinimetleridir. Bir insana yapılabilecek en büyük iyilik ona Allah’ı, Peygamberi, İslâm’ı, Kur’ân’ı, Şeriatı bildirmek ve tanıtmaktır. Çünkü bu bilgiler onu ebedî saadete, sonsuz mutluluğa götürür. Başka hiçbir iyilik bu iyiliğin yerini tutamaz. Dinde zorlama yoktur. Gayr-i müslimleri zorla Müslüman yapmaya hakkımız yoktur. Lakin Müslümanlara, Müslüman çocuklara ve gençlere dinlerini öğretmek, bilenler için bir vazifedir.
Bediüzzaman bu millete Allah’ını, Peygamberini, İslâm’ı, Kur’ân’ı, ebedî mutluluğun bilgilerini öğretmek için ne büyük sıkıntılar, işkenceler çekmiştir. Dünyaya sırt çevirmiş çok iyi bir insan olmasına rağmen ömrü sürgünde geçmiş, hapishanelerde çürütülmüş, insanlarla görüşmesine ve uzun yıllar kitap bastırmasına engel olunmuştur.
Silistreli Süleyman Efendi, bu millete dinini öğretecek hoca yetiştirmek hizmetinde akıl almaz zorluklarla, engellerle karşılaşmıştır.
ağır işkencelere tâbi tutulmuş bulunan o yüce zat yine de yolundan dönmemiştir. Kendisine Kütahya’da işkence edilirken acıların tesiriyle bayılmış, başından aşağı su dökmüşler, ayıltmışlar ve yine işkenceye devam etmişlerdir.
Peki bu devirdeki âlimler, bilenler, sorumlular, imkânı olanlar niçin gereği gibi çalışmıyor?
Beş, on, onbeş, yirmi, hatta bazen otuz ciltlik büyük din külliyatları yayınlanıyor, bunlar büyük paralara satılıyor da bunların yanında niçin iman, İslâm, Kur’ân hakikatlerini halka duyuracak küçük broşürler çıkartılıp, milyonlarca basılıp dağıtılmıyor? Yasak mı? Yasak değil. Peki niçin? Herhalde bunlarda maddî kazanç ve rant olmadığı için!
Dinsizler maalesef halkın ve gençliğin bir kısmını bozmuşlardır.
Dinsizlerle beraber çalışan reformcular ve yenilikçiler de halka yanlış fikirler aşılamaktadır. Ehl-i sünnet inancını ve fıkhını sarsmak için planlı, programlı, kasıtlı bir faaliyet vardır. Müslüman âlimler bunlara niçin cevap vermiyor?
Evet, birkaç yazı, kitap, broşür vardır bu konuda ama bunlar yeterli midir? Reformcular milyonlarca kitap ve makale bastırırken, ehl-i sünnetin birkaç bin kitapla cevap vermesi elbette yeterli olmaz.
Misyonerler on milyon kitapçık dağıtırken, Müslümanların yan gelip yatması elbette bir ihanettir.
Bizim vazifemiz dinimizi, evrensel ilâhî gerçekleri, kurtarıcı bilgileri halkın anlayacağı en güzel bir şekil ve üslupla anlatmaktır. Vazifemiz tebliğdir. Tesirini yaratmak, hidayet vermek Allah’tandır.
Bir de şu hususu bilmemiz gerekir. İslâmî kesimdeki bütün cemaatler, tarikatlar, gruplar, şubeler hep iman, İslâm, Kur’ân, Şeriat, Sünnet için çalışmakla vazifelidir. Ben şucuyum, şuculuk için çalışırım… Ben bucuyum, buculuk için çalışırım… Ben Nurcuyum, Nurculuk için çalışırım… Ben Süleymancıyım, Süleymancılık için çalışırım…Böyle demek akıllı Müslümana yakışmaz. İman, İslâm, Kur’ân, Şeriat, Sünnet birdir; hepimiz var gücümüzle onlar için çalışmalıyız. Metodlar, eğitim sistemleri, meşrebler farklı olabilir ama amaç farklı olamaz.
İslâmî kesimde, kalantor Müslümanlarda binlerce, on binlerce lüks cip otomobil var, bunların her biri yüzbin dolardan az etmez. Müslümanlar evrensel kurtarıcı gerçekleri halka, gençliğe, ev kadınlarına öğretmek için sistemli bir eğitim ve yayın faaliyeti için harcama yapmıyorlar. Yapmadıkları için de bedevî zihniyetine sahip olduklarını göstermiş oluyorlar.
Yahova Şahitleri, Protestan misyonerleri, Evanjelistler, şunlar, bunlar dünyanın öteki ucundan gelip bizim vatanımızda harıl harıl çalışacaklar; bu vatanın sahibi olan Müslümanlar çalışmayacaklar…Bundan büyük rezalet olur mu?
Ne desem faydası olmaz. Yapılmasını teklif ettiğim hizmetleri ancak ve ancak vasıflı, olgun, uyanık, sorumluluk duygusuna sahip, ihlâslı, istikametli, fedakâr, feragatli, dinî hizmetlere dünyevî menfaat karıştırmayan, ücretini Allah’tan ve ahirette bekleyen âlim, zâhid, muttaki, firasetli, arif, medenî Müslümanlar yapabilir. 30 Eylül 2003
Türkçe bilmeyen bir yabancıya birkaç hafta içinde, günlük hayatta çok kullanılan elli cümle ezberletilse, bunları elden geldiği kadar düzgün bir aksanla söylemesi sağlansa, bu adamla konuşan Türkler onun Türkçeyi iyi bildiğini zanneder.
Aslında bizim okur-yazarlarımızın durumu da bu adama benzemektedir. Edebî, yazılı, zengin Türkçeyi bilmiyoruz; birkaç yüz kelimeden, birkaç yüz cümleden meydana gelen bir iletişim ve konuşma Türkçesi ile konuşup anlaşıyoruz. Sonra da kendimizi iyi Türkçe biliyor sanıyoruz.
Türkiyeliler elbette ki, günlük konuşma Türkçesini, iletişim Türkçesini yitirmemişlerdir. Konuşma ve iletişim Türkçesinde de yozlaşma ve erozyon olmuştur ama yine de ihtiyacımızı görmektedir. Ancak bu konuşma Türkçesi bize ilim, irfan, kültür, sanat, edebiyat olarak yeterli değildir. Onun yanında, konuşulmayan, sadece yazılıp okunan ikinci bir Türkçe gereklidir. Asıl Türkçe odur.
Edebî ve yazılı Türkçe konusunda o kadar zavallı, o kadar fakir ve yoksul, o kadar âciz hale gelmişizdir ki, Hüseyin Rahmi’nin, Halid Ziya’nın, Halide Edib’in, Yakup Kadri’nin, Reşad Nuri’nin romanları bile artık
bastırılıyor. Yani, zengin ve edebî Türkçeden; fakir, sade, yozlaşmış sokak ve pazar Türkçesine tercüme edilerek… Bir topluluk için bu ne korkunç bir yıkımdır.
Konuşma ve iletişim Türkçesi için okula, üniversiteye gitmeye lüzum yoktur. Çocuklar onu evde, âile içinde, çevrede kulaktan öğrenirler, konuşa konuşa elde ederler. Konuşulmayan yazılı-edebî Türkçe okullarda öğrenilir. İşte biz okullarımızda, eğitim kurumlarımızda bunu öğretemiyoruz.
Lise ve üniversite mezunlarımız binlerce kelime ve kavramı bilmiyor. Kelimelerin mânasını öğrenmek oldukça kolaydır da, kavramları anlamak ve öğrenmek o kadar kolay değildir. Kavramları öğrenebilmek için iyi derecede felsefe (psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik, estetik), sosyoloji, sanat tarihi ve kültürü, tarih, tarih felsefesi, edebiyat okumuş olmak gerekir.
Mimarlık kültürü ve sanatıyla ilgili birtakım kavramlar ve terimler vardır: Gotik, barok, roman… Anadolu’da Selçuklu, Beylikler, Osmanlı mimarî eserleri bulunmaktadır… Hat sanatımızda sülüs, nesih, tâlik, divanî, kûfî, reyhanî ve sair yazı üslupları ile eserler verilmiştir… Anadolu’muzda yüzlerce çeşit halı ve kilim dokunmuştur, herbirinin kendine mahsus bir adı vardır… Din, tasavvuf, felsefe, düşünce sahasında binlerce ana kavram ve terim bulunmaktadır… Bunları okullarda, bilhassa liselerde sıkı bir eğitim ile öğrenmeyen kimse lügata ve ansiklopediye bakarak anlayıp öğrenemez.
Türkiye’den, Türkiyelilerden korkan, onların gücünü kırmak isteyen dış düşmanlarımız birtakım gizli protokollarla dilimizi, kültürümüzü, tarihimizi, kimliğimizi, sanatımızı darbelemişler, darbeletmişlerdir.
İçeride veya dışarıda az buçuk tahsil görmüş, ağzı laf götüren birtakım okur-yazarlarımız yazılarında, konuşmalarında ilmî ve kültürel laflar etmektedir. Mesela
kelimesini kullanmaktadırlar.
Sözlük mânasını bilenler olabilir ama, ıstılah olarak mânasını bilen kaç kişi çıkar? İstenirse bir imtihan yapılabilir. Yüksek tahsil yapmış, kültürlü sanılan yüz kişi toplanır, bunlar bir salona alınır, ellerine kağıt verilir ve
…” Sonra yazılı kağıtlar toplanır, uzman bir heyet tarafından okunur ve not verilir. Acaba kaç kişi geçerli not alacaktır?
Gazetelerde, dergilerde, kitaplarda, televizyonlarda zaman zaman birtakım kavramlar, terimler kullanılıyor. Bunların çoğu ayağa düşmüştür. Devlet diyoruz, cumhuriyet diyoruz, laiklik, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, yargı bağımsızlığı… daha yüzlerce kavram ve terim kullanıyoruz. Bunların ne olduklarını, ne olmadıklarını doğru dürüst, sağlam bir şekilde biliyor muyuz? Heyhat! Çoğumuz, yazımın başındaki elli Türkçe cümle ezberlemiş yabancı gibi, papağan gibi, bulut arkası, kulaktan dolma, dil alışkanlığı şeklinde bunları kullanmakta, anlamaktadır.
Satın aldığımız, çoğu yabancı dillerden tercüme edilmiş yüksek düşünce, ilim, kültür kitaplarını nasıl okuyacağız ki, onlarda geçen yüzlerce terimin ve kavramın mânalarını iyi bilmemekteyiz. Gerçek, gerçeklik, objektif, sübjektif, jakoben, Guenon’cu, asabiyet (İbn Haldun), sekülarizm (laiklikle arasında fark var mı?), paranoyak, şizofrenik.
İnsanlar cahilliklerini, kültürsüzlüklerini konuşma lisanı ile gizleyebilirler ama yazılı lisanda bütün ayıplar, eksiklikler meydana çıkar.
Televizyonda hararetli bir açık oturum yapılıyor, mangalda kül bırakılmıyor… Bu açık oturumun, konuşulanların ciddî, vasıflı, kıymetli olup olmadığını anlamak için onu yazıya çevirip yayınlamak gerekir. Kıymetli mi, ciddî mi, ipe sapa gelir mi o zaman iyice ve açık bir şekilde anlaşılır.
Bazen Türkçe metin kurtarır gibi görünür, lakin onu mesela İngilizceye tercüme ettirip bastırırsanız kemali, yahut sıradanlığı veya beş para etmezliği gün gibi tezahür eder.
İleri, medenî, güçlü ülkelerde vasıflı okullar ve liseler vardır. Bu liselerin yirmi beş otuz kişiyi geçmeyen sınıflarında en az beş öğrenci çok akıllı, çok çalışkan ve çok başarılıdır. İşte bu beşte birler ileride yetişir ve o ülkenin kültür, edebiyat, sanat, üniversite, medeniyet kadrolarını meydana getirirler. Bizde maalesef bu beşte birler yetiştirilmemektedir. Ender-i nâdirattan, istisna olarak birkaç insan yetişmektedir ki, onlar da şu yetmiş milyonluk ülkeye kâfi gelmemektedir.
İsterseniz bir imtihan daha yapalım:
1. Fuzulî’den ezbere mısralar ve beyitler okuyunuz.
2. Fuzulî’den bir gazel okuyup, onu şerh ediniz.
3. Su kasidesinden ezberinizde olan mısra ve beyitler var mıdır?
Kaç kişi geçer not alır dersiniz?
Geçenlerde genç bir edebiyat öğretmeni ile tanıştım, kendisinden izin alarak ona
dedim. Hiçbir şey okuyamadı! Evet
İdeolojik mitolojilerin, hurafelerin kurbanı olmuşuzdur. Edebî ve yazılı dilimizi yitirince aklımız da güdükleşmiştir.
Gönül, özel dershâneler açılmasını, akıllı insanlarımızın buralara kayd olup, dersleri takip edip
özet olsa da çok sağlam bilgiler edinmelerini temenni ediyor. Kimsenin böyle şeylerde gözü yok. Toplumumuzun şimdi en büyük değeri paradır, ranttır. 19 Ekim 2003
Polonyalı Kont Edward Raczynski, 1814 yılında, aralarında ressam Fuhrman‘ın da bulunduğu kalabalık bir heyetle Osmanlı ülkesine gelir. İstanbul, Çanakkale, Marmara bölgesinde seyahat eder ve gördüklerini 1821’de, büyük boy ve gravürlü bir kitap şeklinde yayınlar. Bu eserin Türkçe’ye de tercümesi yapılmıştır:
Polonyalı seyyah o zamanki Müslümanların ticaret ve iş ahlâkını şöyle beyan ediyor:
Hemen hemen her gün bedestene gidiyordum. Bizdeki alıcı ve satıcıların birbirlerini aldatmaya kalkışmalarına burada hiç rastlamadım. Satıcı, malına bir fiyat söylüyor, alıcı ise, bu fiyattan aşağıya bir fiyat veriyor. Verilen üçüncü fiyatta ya uyuşuyorlar, yahud da alıcı çekip gidiyor.
Müezzin ezan okuyunca herkes camiye koşuyor. Esnaf dükkanlarını kapatmayıp biraz sonra geri döneceklerini belirtmek için kapılarının önüne birer bez çekiyorlar. Bu sonsuz itimat, hizmete göre değer kazanıyor.
İslâm büyüklerinden İmamı Şâfii Hazretleri,
buyurmuşlardır.
Ondokuzuncu asrın başlarında Osmanlı İmparatorluğu gerileme ve çöküş devrini yaşıyordu ama Müslümanların ahlâkı bugünkü gibi bozulmamıştı.
İstanbul’da Beyoğlu’nda
esnasında civardaki bir kuyumcu dükkanının vitrinleri parçalanmış, altınlar sokağa saçılmış,
Eski ahlâkımız olsaydı böyle mi olurdu?
Eskiden, bugünküne benzemeyen bir
varmış, mahalleli birbirine mütteselsilen kefilmiş. Bir cinayet işlenir, adam öldürülürse câni ve katil bulunamadığı takdirde ölenin diyetini (kan bedelini) mahalleli ödermiş. Bu yüzden de halk mahallesine, sokağına tanımadıkları, şüpheli, uğursuz adamları almazlarmış.
Mahallenin imamı, ileri gelenleri, delikanlıları ansızın, geceleyin evin kapısını çalarlar, içerdeki ahlâksız erkeği yakalayıp bir temiz döverler, karıya da mahalleyi terk etmesi için bir iki gün mühlet verirlermiş.
Eskiden Müslümanların sözü sözmüş, borcu borçmuş. Verilen söz yerine getirilirmiş, borç ödenirmiş. Nitekim eski medenî kanunumuz olan
diye yazılıdır.
Bazı zarurî sebepler dolayısıyla borcunu ödeyemeyene mühlet vermek, kolaylık göstermek ise vâciptir. Zarurî sebepler dedim… Borçlunun başına bir felaket gelebilir, dükkânı yanabilir, gemisi batabilir, ağır bir hastalık geçirebilir… Yoksa,
Bugünkü ticaret ve iş hayatımız bir fâciadır. Adama bono
verir, zamanı gelince ödemez. Çek verir, karşılıksız çıkar. Söz verir, sözünü tutmaz. Malın evsafı ve kalitesi hakkında yalan konuşur, aldatır. Velhasıl
Tabiî ki namuslu, şerefli, dürüst, sözüne sadık, borcunu ödeyen, ticaretine ve işine yalan dolan karıştırmayan, müşterisine ihanet etmeyen örnek tacirlere ve iş adamlarına bir şey dediğimiz yoktur. Onları tenzih ederiz, başımızın tacı olsunlar.
Yeni bir anayasa yapılırsa Türkiye düze çıkarmış… Türkiye külliyetli miktarda kredi bulursa ferahlık olurmuş… Hükümet muslukları açarsa piyasa düzelirmiş… Bunlar boş ümitlerdir, hiçbir toplum, kötü taraflarını bilip onları iyileştirmek için çalışmadıkça kurtulamaz, selamete çıkamaz.
Türkiye’yi, Müslümanları ayakta tutan; onlara güç, vasıf, üstünlük, zindelik kazandıran bütün değerler, bütün müesseseler yıkılmıştır. Yerlerine hiçbir şey konamamıştır. Bu boşluk doldurulmadıkça ülke, halk, devlet yücelmez.
Günümüzde para en büyük değer, amaç olmuştur. Para put olmuştur.
Şu sefil solucana bakınız:
– Yüz binlerce hattâ milyonla dolara lüks, gösterişli, gurur ve kibir verici bir mesken alıyor, bir de yazlık.
– İhtiyacı olmadığı halde, yüz, iki yüz bin dolara otomobil alıyor.
– Çocuklarının annesi karısını başından savıp seksi bir genç karı ile birlikte yaşamaya başlıyor.
– Helal haram ayırımı yapmadan kuduz bir hırsla para, daha fazla para, en çok para kazanmak için yemediği halt kalmıyor.
– Hava parası vererek lüks bir kulübe üye oluyor.
– Hiç lüzumu olmadığı halde, iş yerinden evine helikopterle gitmeye kalkıyor.
Bu beyinsizliklerin sonucu olarak da, iş ve ticaret sermayesi ölü mallara bağlanıyor, sonunda iflas ediyor. Böyle tacirden, iş adamından ne kendisine, ne âilesine, ne de mensubu olduğu topluma ve ülkeye bir fayda gelir.
Sözüm öncelikle Müslüman tâcirlere ve iş adamlarınadır. Yüce dinimizin fıkıh ve ahlâk prensiplerine kesinlikle uymalıyız.
mealindeki şeytanî fetvalara kesinlikle inanmamalıyız. Biz
sıfatına sahip ulu bir Peygamberin ümmetiyiz. Dinimizin temel farzlarından biri de istikamet, yani doğruluktur. Beş vakit namaz kılan dindarların günde defalarca okudukları Fatiha suresinde
ibaresi geçmektedir. Gafil olmayalım. 08 Aralık 2003
Albatros çok iyi uçarmış, havada saatlerce durabilirmiş, rüzgârdan yararlanarak kanatlarını kırpmadan uzun müddet süzülebilirmiş. Lakin karaya indi mi zor yürürmüş. Göklerde alabildiğine hareketli ve çevik, yerde o nisbette hantal ve beceriksizmiş. Toplumumuzda albatrosa benzeyen kimseler çok. Laf sokmalarında uçtukça uçarlar; işe, yazıya, ciddiyete gelince bir şeycik yapamazlar.
Bugünkü Türkiye toplumu, nâdir istisnaların dışında şifahî, geveze, zevzek bir toplum haline gelmiştir. Bu iddiamı bin delille isbat edebilirim. Müsaadenizle bir delilimi sunayım. Her ülkenin basınında haftalık haber-yorum dergileri vardır. Bunlar günlük gazetelerden daha kalıcı ve ciddîdir. Size oniki ülkede yayınlanan böyle dergilerden birkaçının listesini vermek istiyorum:
Mısır: El-Ahali (tirajı: 50 bin), İsrail: Ha’ir (180 bin), Lübnan: El-Vatan el-Arabî (108 bin), Yunanistan: To Vima (204 bin), Macaristan: Heti Vilaggazdasag (200 bin), İtalya: Famiglia Christiana (1.5 milyon), L’Espresso (420 bin), Litvanya: Atgimimis (70 bin), Hollanda: Elsevier (370 bin), Polonya: Nie (780 bin), Portekiz: Expresso (141 bin), İsviçre: Construire: (390 bin), Çek Cum: Respekt (75 bin), Tyden (100 bin).
Bu ülkelerde başka haftalık haber-yorum dergileri de yayınlanıyor. Mesela Polonya’da bu tür haftalıkların yekûn tirajı iki milyon civarındadır.
Peki şu yetmiş milyonluk Türkiye’deki haftalık haber-yorum dergilerinin tirajları ve satışları ne kadardır? Maalesef liste başında gelen Aksiyon 20 bin civarındaymış. Onun yanında Tempo ve Aktüel var. Cümlesinin haftalık satışı 50 binin altında. Düşünebiliyor musunuz, 38-40 milyonluk Polonya’da 480 bin tirajlı bir dergi çıkıyor, yetmiş milyonluk Türkiye’de bunun benzeri sadece yirmi bin civarında basabiliyor.
Türkiye’nin şifahî bir toplum olduğunu isbat etmek için başka delile hacet yok. Biz medenî, “yazılı”, seviyeli bir toplum olsaydık başarılı ve vasıflı bir derginin en az bir milyon satılması gerekirdi.
Moskova’dan gelen bir dostum anlattı. Orada taksi şoförleri müşteri beklerken ya uyurlarmış, yahut da bir şey okurlarmış. Adam kendisini okur-yazar sanıyor. Bu hususta yemin etse başı çok ağrır. Okuma biliyor ama okumuyor; ne anladım ben bu okur-yazarlıktan?
Herifin salonunda koltuk, kanape, büfe, vitrin, masa, sandalya, sehpa, halı, avize, gümüş, kristal, porselen eşya var ama bir kütüphane yok. Neymiş eşi istemiyormuş, kitaplar toz yaparmış… Böylelerinin kafaları tozludur. Bazı yeni yetmelerin salonlarında mini-barlar var. İçleri çeşit çeşit alkollü içecekle dolu. Nane likörü, vermut, cin, kırmızı ve beyaz şaraplar, konyak… ama kitabı yok. Vay kitapsız vay!
Vatandaş liseyi veya fakülteyi bitireli on beş sene olmuş ve bu onbeş sene içinde bir tek ciddî, vasıflı, değerli, faydalı kültür kitabı okumamış. Salağın biri şöyle diyormuş: “Biz artık büyüdük, yetişkin olduk. Kitabı çocuklar ve öğrenciler okur…” Böylelerinin akıllarına turp suyu sıkmak gerekir.
Sağa sola çatmayı bırakayım da biraz da sevgili Müslüman kardeşlerime birkaç çift lâf edeyim: Bugünkü cahillikle, bedevîlikle, şifahî kültürlü, kırsal kesim ve varoş zihniyetiyle, medeniyetsizlikle hiçbir yere varamayız.
Kitap okuyacağız kitap!
1. Faydalı kitaplar. Peygamberimiz “Ya Rabbî, faydasız ilimden Sana sığınırım…” buyurmuşlardır.
2. Değerli kitaplar,
3. Güvenilir, muteber kitaplar.
Müslümanlar son otuz beş yıl içinde binlerce çeşit irili ufaklı kitap yayınladılar, maalesef bunların yüzde doksanı para kazanmak için çıkartılmış yararsız, hattâ bazısı zararlı kitaplardı. Kitap sayısının çok olması gerekmez, gerekli konularda yeterli sayıda kitap telif veya tercüme edilmeli, bunlar milyonlarca adet basılarak halkın alıp okuması temin edilmelidir.
Sadece kitap almakla iş bitmiyor. Alınan kitap okunmalıdır. Okunan kitap anlaşılmalı, içindeki bilgiler hazmedilmelidir. Yine iş bitmiyor, anlaşılan bilgiler hayata uygulanmalıdır.
Herifin kütüphanesi var, lakin kitaplarını okumuyor, onlardan faydalanıp ilim ve irfan sahibi olmuyor. Böyle bir adam kitap hammalıdır. Eskiden Cağaloğlu’nda kitap hammalları vardı. Matbaalardan yayınevlerine kitap paketlerini taşırlardı, çoğu okuma yazma bilmezdi. Okumayan kitap ve kütüphane sahibi böyle bir hammaldan farkı yoktur.
Herkes yazamaz, yazar olamaz ama herkesin okuması gerekir. Dindarlara hitap ediyorum: Faydalı, müsbet kitaplar okuyunuz. Bozuk din kitapları kişiyi dininden imanından eder. Câhil hekim kişiyi canından edermiş; bozuk adamların kitaplarını okuyanlar sapıtır, ebedî saadetlerini yitirir.
Müsteşrik (oryantalist, doğu bilimci) kafalı ilahiyatçıların telif ettiği saçma sapan kitaplar okuyanı Mevlasına değil, belasına götürür.Sahih-i Buharî’deki hadîsleri inkâr edenlerden bu ümmet’e ne yarar gelir?
Okumak, okumak, okumak… İşte en mühim meselemiz.
Geçenlerde, bir din okulundan mezun olmuş bir genci (iznini alarak) imtihan ettim,
dedim. Şaşaladı, dut yemiş bülbül gibi lâl ü ebkem (dilsiz) kesildi.
deseydim yüzlercesini sayacaktı.
Yapacağımız ilk iş küçük bir ilmihal alarak temel din bilgilerimizi öğrenip hafızamıza nakş etmek olmalıdır. Sonra
ahlâk, tasavvuf, menkabe kitaplarını okumamız gerekir. Evliya
nasıl yaşamışlar, nasıl davranmışlar, nasıl ibadet etmişler, ahlâkları ve karakterleri nasılmış?..
Liselerimizde doğru dürüst
mantık okutulmuyor. Çünkü bugünkü düzenin mantık bilen insana ihtiyacı yoktur. Mantık bilen vatandaş derhal muhalif olur, sorgulamaya başlar. Müsbet kafalı bir zatın yazdığı bir mantık kitabı almalı ve güzelce okumalıyız.
Tarihimize, ecdadımıza, millî kimlik ve kültürümüze saygılı, devamlılık şuuruna sahip tarihçilerin yazdığı tarih kitaplarını okumalıyız.
Müslümanlar ve genelde bütün halk israfa, aşırı tüketim hastalığına saçıp savurmaya batmıştır. Anti-tüketim, kanaat, iktisat, ölçülü yaşama konusunda kitap varsa onları alıp okumalıyız.
Görgü (Adab-ı muaşeret), edeb, yüksek ahlâk kitapları okumalıyız. Herkesin arasında el parmaklarını çıtırdatmanın çok ayıp olduğunu nasıl öğreneceğiz.
İsm ve resm dindarı olmakla iş bitmiyor, iyi Müslüman olmak gerekiyor. İyi Müslüman iyi insan, iyi vatandaş, iyi komşu demektir. Otomobille giderken sigarasını pencereden yola atan kimse ne iyi Müslümandır, ne iyi insan, ne de iyi vatandaş. Kaba ve görgüsüz kerestenin tekidir!
Müslümanlarda akıl olsa, bütün ülkeyi bir kütüphaneye çevirirlerdi. Ülkemizde en az on bin yerde okuma-kültür merkezleri açılmalıdır.
Herif günde sekiz saat uyuyor, sekiz saat çalışıyor, bir iki saat yiyor içiyor, birkaç saat gevezelik, gıybet, zevzeklik ediyor, geri kalan zamanını mâlâyâni ile öldürüyor ve yirmi dört saat zarfında yarım saat faydalı okuma ile meşgul olmuyor. Böyle bir adamın hayatı kaymış demektir.
Şifahî ve bedevî toplumdan medenî, yazılı, okuyan topluma nasıl dönüşeceğiz? 15 Ocak 2004
Din hizmetleri, en önemli, en hayatî, en ulvî hizmetler değil midir? Din mukaddes muazzez, ulvî, yüksek olduğuna göre onunla ilgili hizmetlerin de öyle olması gerekmez mi?..
Madem ki, din ve onunla ilgili hizmetler böylesine kutsal ve yüksektir; zengin, yüksek tabaka, okumuş, medenî, şehirli, nüfuzlu Müslümanlar; en zeki, en akıllı, en istidatlı çocuklarını niçin bu hizmetlere yöneltmemişlerdir? Niçin zengin, varlıklı, ünlü, nüfuzlu, tesirli müslüman âilelerden, müftü, imam, vâiz, din dersi öğretmeni yetişmemiştir.
Birtakım sözü dinlenen seçkin Müslümanlar son elli yıl boyunca dine hizmet diye bağırdılar ama bir tanesi bile oğlunu din hizmetlerine vermedi.
Kırsal kesimdeki fakir fukaranın muhtaç ve imkânsız çocukları toplandı; Kur’ân kurslarında, gizli medreselerde, İmam-Hatip okullarında okutuldu. Zengin, kodaman, imkânlı Müslümanların ve İslâmcıların çocukları ise kolejlere gönderildi; lise tahsilinden sonra kimi doktor oldu, kimi mühendis, kimi işletmeci. Bunların bazılarına Avrupa’nın, Amerika’nın en gözde ve pahalı üniversitelerinde büyük servetler harcanarak yüksek tahsil yaptırıldı.
Din hizmetlerine zengin ve seçkin Müslümanların rağbet etmemesinin sebebi nedir? Din hizmetinde para olmadığı için mi? Öyleyse vah vah, çok yazık demek gerekir. Âilesi zengin olan, hazır rant gelirleri olan bir din hizmetlisi maddî sıkıntı çeker mi?
Yüksek tabaka Müslümanları tenâkuzlar
içinde yüzüyor. Hem
diyorlar. Hem de hiçbiri oğlunu bu sahada yetiştirmiyor. Bu, sadece bir çelişki değil, bir samimiyetsizlik, bir nifak alameti de değil midir?
Şu anda ülkemizde 100 bin kadar müftü, vaiz, imam, müezzin, din dersi öğretmeni bulunuyor ve bunların hemen hepsinin kökeni kırsal kesimdir, taşradır, varoşlardır. Bağdat caddesinden, Boğaziçi yalı veya köşklerinden, korular içindeki bir milyon dolarlık kâşânelerden; zengin ve görgülü burjuva âilelerinden, önemli ve ünlü familyalardan, büyük bürokrat, büyük akademisyen çocuklarından resmî din hizmeti yapan bir tek kişi bilmiyorum.
Böyle yazdığım için bir takım kıt-akıllılar beni köylü düşmanlığı yapmakla suçluyor. Halt ediyorlar!.. Bendeniz çok ıssız bir yerde doğdum, yedi yaşıma kadar, 1930’ların fakir ve yoksul Türkiyesi’nin kırsal kesiminde büyüdüm.
Köylü, kırsal kesim, gecekondu, varoş, taşra derken zihniyeti, medeniyet durumunu kasd ediyorum.
Niçin kodaman, zengin, varlıklı, iyi bir hayat süren, makam ve mevkii sahibi olan, İslâmî hareketi temsil eden, onun başını çeken Müslüman şahsiyetler ve âileler oğullarını din hizmetlerine yönlendirmemişlerdir? Camilerdeki mihrablar, vaaz kürsileri, hutbe minberleri, müftülük makamları Peygamber mevkii değil midir? Doktorluk, mühendislik, işletmecilik bu hizmetlerden daha mı ulvî idi ki, zengin ve yüksek
Din hizmetlerinin parası yokmuş, itibarı yokmuş… İhlaslı bir Müslüman için bunlar, hizmetten kaçmak için geçerli sebep midir? Son elli küsur sene içinde din hizmetleri konusunda şehirli, medenî, çağ seviyesinde, güçlü, vasıflı, üstün elemanlar yetiştirmediğimiz, bunlardan müteşekkil müessir ve tuttuğunu kopartır kadrolar kurmadığımız için bakınız ne hallere düştük. Türkiye’deki İslâmî hareket tam mânasıyla bir kırsal kesim, köylü, gecekondu, varoş hareketine dönüşmüştür.
Kurmay sınıfı olmayan bir ordu düşünebilir mi? Sadece gece bekçileri ile bir emniyet teşkilatı başarılı şekilde hizmet görebilir mi? Büyük şehirlerin zengin ve üst tabaka mahallelerinde hizmet gören imamların, vaizlerin çok yüksek, en yüksek kültür, medeniyet, görgü, sanat, seviyesinde olmaları gerekmez mi?
İslâm bir kırsal kesim dini midir ki, onun hizmetlileri hep kırsal kesim kökenli oluyor?
Size eski bir imamı örnek olarak anlatayım.
– Bu zat zahîrî-şer’î ilimlere sahipti, medrese tahsili yapmıştı. İcazeti vardı.
– Türkçe’yi çok iyi bilirdi. Onun yanında Arapça ve Farsça bilirdi.
– Aruzla şiir yazabilir, ebced hesabıyla tarih düşürürdü.
– Büyük bir hattattı.
– Geleneksel millî-dinî sanatlarımızdan ebrû sahasında üstaddı.
– Millî sporlarımızdan okçuluk sahasında ustaydı. Bu işin hem teorisini bilir, hem de yay ve ok yapardı.
– Tasavvuf neş’esine sahipti.
– Şehir görgü ve edebine sahip gayet nezih, efendi, mürüvvetli fütüvvetli bir İstanbul çelebisi idi.
– Bahçesinde yüzlerce çeşit gül yetiştirirdi.
Velhasıl bu zat, âlim, ârif, hünerli, maharetli, edib, ehl-i hırfet ahlâk ve fazilet sahibi idi. Sohbetleri büyük küçük herkesi cezbederdi.
Osmanlının son zamanında böyle din hizmetlileri yetişmiş de, şimdiki İslâmcılar ve pabucu büyükler niçin yetiştiremediler?
Böyle söyleyip de beni güldürmesin kimse. Kuru bağlılık ile din hizmeti yürümez. Hizmette başarı için ilim, irfan, ahlâk, fazilet, kültür, sanat, edeb, erkan, takva, ihlas gerekir.
Osmanlı devrinde arapça kitap yazan ulema yetişiyordu. Şimdi var mı? Bana, Arapça veya İngilizce kitap yazıp bastırtan bir tek İmam ismi verebilir misiniz?
gençliğinde, medrese talebesi iken bir
yazmıştır. Bu zatın
da basılmıştır, bende bir nüshası vardır.
Anadolu çocuklarıydı, Arapça’yı medresede öğrendiler, kaza ve kaderin sevki ile ömürlerinin bir kısmını Mısır’da geçirdiler ve orada herkesi hayran bırakan
Şimdi bizde böyle zatlar yetişiyor mu? Din hizmetlileri içinde değerli şahsiyetler yoktur demiyorum, elbette çok az miktarda nâdir sanatkârlar bulunmaktadır.
Bin kere yazdım, bir kere daha tekrarlayayım:
En seçkin, en medenî, en imkânlı, en şehirli Müslüman âilelerin yeterli sayıda zeki, istidatlı, yüksek karakterli, çocuğu din hizmetlerine yöneltilmelidir. Bugünkü din mektepleri ve fakülteleriyle vasıflı, güçlü, üstün din hizmetlileri yetiştirmek mümkün değildir. Paralel-alternatif bir eğitim ile bunlar özel olarak yetiştirilmelidir. Aksi taktirde sürünmeye ve esârete devam… 17 Şubat 2004
150 milyon liraya dijital fotoğraf makineleri satılıyor. Filmle resim çeken klasik makinelerin ucuzları ise 10-20 milyon liraya. Akıllı, terbiyeli, efendi, yetişmek isteyen okul çocuklarımıza ve üniversiteli gençlerimize birer fotoğraf makinesi temin edilse; şehirlerin tarih ve kültürle ilgili yapılarını ve yerlerini fotoğraflasalar, albümler meydana getirseler, her resmin yanına kısa ve özlü bilgiler bulup yazsalar, ne kadar zevkli, faydalı bir meşguliyet olur.
İstanbul’un sur içi bölgesi, tarih ve kültür bakımından engin bir hazinedir. Gerçi son elli yılda bu bölge çok tahribata uğradı ama büsbütün yok edilemedi. On gençten meydana gelen bir kafilenin başına bir rehber bulunur, güzel bir günde gezmeye başlarlar. Mesela Ayvansaray’dan, yahut Yedikule’den işe başlanabilir. Camiler, çeşmeler, eski zaman evleri…
Çocuklarımızı ve gençlerimizi meraklı, dikkatli ve hafızası güçlü olarak yetiştirmeliyiz. Merak, dikkat ve hafıza eğitimle, çalışmayla güçlenebilen üç yetenektir.
Genç nesillerin büyük kısmı pek havaî yetişiyor.
Ne kadar yanlış bir düşünce, ne kadar kısır bir zihniyettir bu! Bilgili, kültürlü, gerçekten okur-yazar olabilmek için kişinin edebiyat bilmesi, tarih bilmesi, mimarlıktan anlaması güzel sanatlar sahasında kültürü ve birikimi olması gerekir. Felsefe de bilmelidir. Yeteri kadar mantık okumamış bir kimse, doğru dürüst düşünebilir, doğruyu yanlıştan ayırt edebilir mi? Bizim eğitim sistemimiz çocuklarımıza psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik, estetik okutmuyor. Bir kısım dindarlar da, felsefe kültürünü küfür gibi görüyor, islâm ilkelerine ve inançlarına ters düşmemek şartıyla, felsefe öğrenmekte hiçbir beis ve sakınca yoktur. Aksine Müslümanı güçlü kılar.
Kimse darılmasın ama, genelde, üniversitelerimiz dökülüyor. Delikanlı tarih bölümü üçüncü sınıfında okuyor, kendisine
diyorsunuz, afallıyor, şaşıp kalıyor. Bırakın tarih bölümünün üçüncü sınıf öğrencisini, parlak bir lise talebesi bile bunları bilmelidir.
bilmek için tarihçi olmak gerekmez ki.
Geçenlerde Çemberlitaş’tan geçerken, Kubbealtı vakfının kurslarıyla ilgili bir ilan gördüm,
de vardı. Çok sevindim. Okur-yazarlarımız içinde yeterli sayıda aruz bilen kimse bulunmamaktadır. Aruz bilen, şiir yazmasa bile Türkçe nesri daha güzel, daha ahenkli, daha edebî bir üslupla yazar, ve konuşur.
Tanıdıklarımdan bir genç kimya okudu, mezun olduktan sonra Milli Eğitim’de öğretmenlik yapamadı. Şu anda uzmanlığıyla hiç ilgisi olmayan yorucu bir işi var. Bu genç üniversitede okurken geleneksel millî sanatlarımızdan birini öğrenmiş olsaydı, o sanat sahasında eser ve ürün vererek, hem geçimini temin edecek, hem de zevkli, manalı bir çalışması olacaktı.
Ufuklarımız niçin bu kadar dar? Niçin okullardaki ve üniversitelerdeki gençlerimize hakkıyla rehberlik hizmeti verilemiyor? İlimler, fenler, sanatlar, kültür… Bütün bunlar rehberlikle, adayların ellerinden tutularak öğretilir, yayılır.
Diyelim ki, çatısı altında yüz öğrenci barınan bir talebe yurdumuz veya pansiyonumuz var. Bunların yüzüne birden sanat öğretmek mümkün olmaz. Lakin hiç olmazsa otuzuna sanat öğretilmelidir. Esas meslek ve uzmanlık itibarıyla doktor, hukukçu, mühendis, veteriner, işletmeci, bilgisayarcı olsun; onun yanında sayıları iki yüze yaklaşan geleneksel sanat veya zenaatlerimizden birini de öğrensin. Boş zamanlarında onunla uğraşsın.
Yakın tarihimizin ünlü doktorlarından Profesör Bediî Gorbon çok başarılı bir cerrahtı. Evinin bir köşesinde küçücük bir tezgâhı vardı, nefis ve değerli tesbihler yapardı. Hakkında nice sanat ve antika dergisinde yazılar çıkmış, kendisiyle röportajlar yapılmıştır.
Bazı anne babalara, kızmıyorum desem yalan söylemiş olurum.
Temenniler hep böyle. Niçin biraz da
demiyorlar.
Bugünkü eğitim sistemi ve üniversitelerle ülkemizin çocuklarını ve gençlerini vasıflı, kültürlü, ahlâklı, yüksek karakterli, sanatlı olarak yetiştirmek mümkün değildir. Mutlaka alternatif-paralel bir eğitime ihtiyaçları vardır. Sistem böyle bir eğitim vermez, bunu devletin dışındaki sivil güçler yapmalıdır.
Zaman zaman medyadan, bazı liseli çocuklarımızın matematik, fizik, kimya, mekanik sahasında başarılar kazandıklarını, icatlar yaptıklarını öğreniriz. Matematikle, fizikle, kimyayla, mekanikle kültür olmaz. Kültür lisan, edebiyat, tarih, güzel sanatlar sahasında olur.
Bir grup liseli gencimiz, İtalya’da uluslararası bir yarışmada matematik ve fizik sahasında birinci olmuşlar… Peki bu gençlerimiz anadillerinin en büyük şairi olan Fuzulî’nin divanını, manasını anlayarak, zevk ve haz alarak okuyabiliyorlar mı? Matematikte birinciymiş ama eline 1910’da basılmış bir Fuzulî divanı verin, aval aval bakacaktır. Dünyanın hangi ülkesinde parlak, zeki, çalışkan, başarılı bir lise öğrencisi, o ülkenin büyük bir şairinin ve edibînin 1910’da basılmış kitabını okuyamaz. Bu korkunç garabet, bu dehşetli cahillik Türkiye’ye mahsustur.
Filan taşra şehrinde üç liseli genç, güneş enerjisiyle çalışan devridaim makinesi icat etmişler… Geçenlerde bir gazetede buna benzer bir haber vardı. Bir kere fiziğin temel kanun ve kurallarına göre, devridaim makinesi olmaz. Enerji bir halden bir hale geçerken mutlaka kayıp verir, ikincisi bunlar fantezi şeylerdir, kabiliyetli, istidatlı, çalışkan gençlerimizin kültürün temelleri olan lisan, edebiyat, tarih, güzel sanatlar, sosyal düşünce sahasında ödül kazanmaları gerekir.
Eski liselerde otuz beş-kırk kişilik bir sınıfın, en az beş öğrencisi çalışkan, ciddî, kabiliyetli, meraklı, kültüre yönelik olurdu. Şimdi böyle mi bilmiyorum. Sokaklarda lise mekteplerinden çıkmış gençleri görüyorum, durumları hiç içaçıcı değil. Okulun kapısından çıkan, gömleğinin eteklerini pantolonunun üzerine çıkartıyor, kravatını gevşetiyor, ceketi omzuna alıyor, bir sigara tüttürüyor, yanındaki arkadaşlarıyla boş, manasız konuşmalar yaparak, ha ho hi diye kaba kaba gülüşerek, gayr-i ciddî şekilde yürüyor.
İslâmî kesim, çocuklara ve gençlere rehberlik hizmetleri vermek hususunda tıkanıklık ve kısırlık içindedir. Bir kısım gençlerimizin çok zeki, çok efendi, çok vasıflı, çok istidatlı olduklarında şüphe yoktur. Benim tabirimle bunların keresteleri, tahtaları kıymetlidir. Ancak kerestenin, tahtanın kıymetli olmasıyla iş bitmiyor, onların kesilip, biçilip yontularak vasıflı birer insan haline getirilmesi gerekiyor.
Bazı cemaatlerin gülünç bir edebiyatı ve kuruntusu var;
Efendiler boş lafları bırakın da, bu pırlantaları sanatlı bir şekilde yontup, mücevher haline, altınlardan da yine sanat eserleri meydana getirmeye bakın. Yontulmamış pırlantanın maddî kıymeti olsa bile, mücevher olarak kullanılamaz. Külçe altın da, depoda muhafaza edilir.
Gençleri yetiştirmek için yurt binası, yatakhane, yemekhane, mütalaa salonu, kalorifer, çamaşırhane, banyo dairesi yeterli olmaz. Bunlar yeme, içme, ısıtma, barındırma hizmetleridir. Amaç değil, araçtırlar. Siz himayenize aldığınız gençlere ilim, irfan, sanat, kültür, ahlâk, karakter, fazilet olarak ne veriyorsunuz? 22 Mart 2004
Genç nesillerin harcandığı, hem de feci şekilde harcandığı kanaatindeyim. Ehl-i dünya taifesinin gençliği harcamasına yanmam da, Müslümanların, yetiştirme perdesi ardında harcamalarına çok hayıflanırım.
Gençlerin yetişmesi ne demektir? Bu soruya önce menfi açıdan cevap vereyim:
1. Gençleri barındırmak, onlara yemek vermek, burs dağıtmak yetiştirmek mânâsına gelmez.
2. Son derece konforlu, temiz, lüks yurtlar yapılsa; buralarda barınan gençlere bütün maddi imkânlar sağlansa, bunlar onların iyi yetişmesine yetişmez.
3. On binlerce temiz ve inançlı gence, yekûn itibariyle trilyonlarca liralık burs verilse, bunun da doğrudan doğruya iyi yetişmekle, adam olmakla ilgisi yoktur.
Bunun birinci maddesi edebî-yazılı kültür Türkçe’sini iyi bilmeleridir. Türkçe’yi biliyor mu, bilmiyor mu? Bunun ölçeği de şudur: Türk edebiyatının en büyük şairi ve edibî Fuzulî’nin divanını eline verirsiniz. Bir kaside veya gazel okutursunuz, metnin şerhini yapabiliyor, tahlil edebiliyor, mânâsını anlayabiliyorsa edebî-kültürel Türkçe’yi biliyordur. Bilmiyorsa, cahilin tekidir. Efendim, bizim çocuğumuz cebir, geometri, fizik, kimya sahasında birinciymiş, yok elmasmış, yok pırlantaymış, yok yirmi dört ayar altınmış; şöyle iyi, şöyle hoşmuş… Bunlar boş edebiyattan ibarettir. Sadece edebî ve zengin Türkçe’yi bilmek de yetmez; tarih kültürü olacak, Fransa liselerinde okutulduğu kadar psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik, estetik bilecek, sosyoloji bilecek, sanat tarihi ve kültürü bilecek. Hem genel kültür sahibi olacak, hem kendi millî kültürüne gerektiği derecede vâkıf bulunacak. Bazı cemaat ve tarikatların kendilerine bağlanan gençler için
övgülerine aldanmamak gerekir. Bu işin bilgi ve kültür tarafı, müslümanların inanç boyutları da var. Genç nesillerin ehl-i sünnet akidesine bağlı olarak yetiştirilmeleri gerekir. İmandan sonra, en önemli husus tashih-i itikattır. Filan İslâmî cemaate girmiş, kendisine burs, ranza, barınak, yemek temin edilmiş, lâkin itikat konusunda yetersiz bırakılmış. Böyle bir genç, elbette iyi yetiştirilmiyor demektir. Eskiden Osmanlı devrinde liselerde mufassal akaid, usûl-i fıkıh, fıkıh okutulurmuş.
Genç nesillere bu da verilemiyor. Müslüman yalan söylemez, gıybet etmez, söz verince sözünden dönmez, emanete hıyanet etmez. Müslüman mürüvvetlidir, cömerttir, misafirperverdir. Müslüman kendisine kötülük eden bir din kardeşine, iyilik eder. Mesela biri kendisine bir kötülük yaptı, aradan seneler geçti, o adamın başına bir felaket geldi; Müslüman koşar, ona yardım eder. Kötülüğe kötülük her kişinin kârı; kemliğe iyilik er kişinin kârı… Eskiden çocuklar, gençler, yetişen nesiller âile ocağında, okulda, lonca teşkilatında, sosyal hayatın her kademesinde ahlâk, fazilet, mürüvvet öğreniyorlardı, zamanımızda bunlar bitti. Herif Müslümanım diyor, İslâmcılık edebiyatı yapıyor, sonra yemediği halt yok. Yağlı kemik kapmak için, haram menfaatler temin etmek için, her boyaya giriyor.
Bunu söyleyenler alçaktır, Müslümanlıkta böyle şey olmaz. Müslüman doğru, güvenilir, aldatmayan, hile yapmayan, alışverişte Şeriatın hüküm ve ölçülerine uyan; para için azmayan, kudurmayan, çıldırmayan kimsedir. Gençlerimizi ahlâk ve karakter terbiyesi konusunda yetiştirecek kadrolarımız ve müesseselerimiz var mı? Anne ve babalar,
şeklinde düşünüyorlar. Bu kafayla çocuklar terbiye edilebilir mi?
Bu da, lafla, istemekle, olsun demekle oluvermez. Medenî ve görgülü olmak için, uzun yıllar boyunca terbiye ve edeb dersleri almak gerekir. Bugün Türkiye’ye hakim kültür kırsal kesim, göçebelik, varoş, taşra, gecekondu kültür ve zihniyetidir. Tek kelimeyle bedevîlik diyebiliriz. Herif bir milyon dolarlık lüks meskende oturuyor, yüz bin dolarlık lüks otomobile biniyor, Karun kadar zengin, çuvalla para harcıyor, ama kitaba, sanata, kültüre harcama yapmıyor; evinde servetiyle mütenasip zengin bir şahsî kütüphanesi yok. Ben bu adama nasıl medenîdir diyebilirim, bedevîdir.
Ülkemiz her geçen gün daha çirkinleşiyor. Daha doğrusu çirkinleştiriliyor. Binalar çirkin, caddeler, sokaklar, meydanlar çirkin, insanların kılık kıyafeti çirkin, evlerin dekorasyonu çirkin. Maalesef insan ayağı basan her yer çirkinleşiyor. Bunun sebebi nedir? Genç nesillere estetik, sanat, güzellik, zarafet eğitimi ve kültürü verilememesidir. Suriye’nin Halep taraflarında, Ürdün’de yeni yapılan binalar, o yörede bol bulunan taşlarla kaplanıyor. Bu taşlar binaları daha güzel gösteriyor. Bizim ülkemizde de, çeşit çeşit taş var, ama yapılaşmada bunlar kullanılmıyor. Niçin kullanılmıyor? Zevksizlikten. Sokakları, meydanları dolaşınız, bilhassa zenginlerin ikamet ettikleri semtlere gidiniz ve insanlarımızın kıyafetlerine bakınız. Rezalet, rezalet, rezalet… Eskiden hali vakti yerinde olanlar güzel, temiz, düzgün, rabıtalı giyinirlerdi. Kostümleri kostüme benzer, gömlekleri gömleğe benzerdi. Şimdi parası olanlar da, berbat şekilde giyinip kuşanıyor. Belki fakirlerin mazeretleri vardır, peki kılık kıyafetine milyarlar harcayan şu adamın palyaço gibi giyinip gezmesine ne demeli? Genç nesillerimize güzelliği, zarafeti, sanatı, estetiği kendisine uygun düşen ve yakışan şeyleri seçmesini nasıl öğreteceğiz? Bir şey öğretmek için bunları bilen öğreticilerin bulunması gerekmez mi?
Benim bu yazımı, kaç liseli ve üniversiteli genç okur bilmiyorum. Bu sayının fazla olacağını da sanmıyorum. Okuyanlara, ümitlerini kırmamaları şartıyla, acı gerçeği açıkça beyan etmek isterim: Harcanıyorlar.
Harcanmamak için çareler ve çözümler arasınlar. Bugünkü okullarla, bugünkü üniversitelerle iyi yetişmek mümkün değildir. Cebir, geometri, fizik, kimya, biyoloji bilmekle adam olunmaz. Adam olmak o kadar ucuz değildir. Paralel-alternatif eğitim alacak yollar, kapılar bulsunlar. Kemâl ehlinin (kaç kişi kaldı acaba?) istidatlı, liyakatli, kabiliyetli, ruh asaletine sahip gençlere yardımcı olmaları, onlar için bir vazife ve borçtur. Benim bu konuda hiçbir iddiam yoktur, tarafıma müracaat edilmemelidir. Konuyu gündeme getirmek, hatırlatmak için bu satırları yazmış bulunuyorum. 05 Nisan 2004 Pazartesi
Epey zamandan beri millî eğitim konusu ile ilgili fıkra yazmıyordum. Son öğrendiğim bir hadise üzerine okullarımızdaki ahlâk ve karakter terbiyesi meselesine eğilmeyi zarurî gördüm.
Çok büyük şehirlerimizden birindeki bir okuldan altı erkek öğrenci atılmış.
: Okulun bodrumunda bu altı çocuğumuz bir kız arkadaşlarıyla birlikte olmuşlar, kız şu anda iki aylık hamileymiş. Eskiden
denirdi, bizim vak’adaki
Zinayı suç saymayan, birtakım bedbaht kadınlara T.C.başlıklı resmî
verilmesini insan haklarına uygun gören, bir kadın ile bir erkeğin aralarında nikâh olmadan birlikte yaşamasını normal gören ilerici, çağdaş, uygar kişilere göre okulun bodrumunda altı çocuğun
bir kız arkadaşlarıyla çiftleşmeleri bu gibiler için çok tabiî karşılanabilir, hattâ sevindirici bir gelişme bile sayılabilir.
Okullar genç nesillere sadece bilgi ve kültür vermekle kalmayan, aynı zamanda onlara ahlâk ve karakter terbiyesi de vermesi gereken kurumlardır. Okullar iyi vatandaş, iyi insan yetiştirme ocaklarıdır.Şayet bir eğitim sistemi, rahle-i tedrisinde yetiştirdiği çocuklara ve gençlere ahlâk ve karakter terbiyesi veremiyorsa oradaki halk, oranın devleti hapı yuttu demektir.
Başka ülkeleri bilmem ama bizde ahlâkın, yüksek karakterin ana kaynağı dindir. Kelimelerin üzerine basa basa söylüyorum: Türkiye’de din dışı bir ahlâk, fazilet ve yüksek karakter oluşturmak mümkün ve muhtemel bir iş değildir.
Kaç kere yazdım: Liseler öğleden sonra tatil olup öğrenciler dışarıya çıkarken hiç de içaçıçı manzaralar görülmüyor. Erkek öğrenciler kapıdan çıkar çıkmaz gömleklerinin eteklerini pantolonlarının üzerine çıkartıyor, kravatlarını gevşetiyor, yukarıdan bir kaç düğmeyi çözüyor, ceketleri omuzlarına alıyor, çoğu birer sigara tüttürüyor ve üçer-beşer kişilik gruplar halinde ciddiyetsiz bir şekilde gülüşe konuşa sokaklarda, caddelerde yürüyor. Onbeş yaşındaki liseli kızlara bakıyorum: Okuldan çıkar çıkmaz eteklerini bellerinin altından kıvırıyor, bacaklarını gösterecek şekilde mini etekli olarak gezmekten zevk alıyorlar.
Türkiye’de bazı güçler sanki ahlâka, iffete, fazilete, ciddiyete savaş açmışlardır.
Sanırım, yazımın başında anlattığım rezalet medyaya intikal etmedi. Etse ne olacak. Münferit bir vak’a değil ki… Bundan yıllarca önce de bir liseli kızımız okulda hamile kalmış, birtakım kimseler tarafından korunmuş ve gizlice çocuğunu doğurmuştu.
Bazı iç ve dış güçler Türk toplumunu sekso-manyak bir toplum haline getirmek için planlı, kasıtlı, programlı, devamlı faaliyet gösteriyor.
İstanbul’da yüzlerce, binlerce dükkanda ve seyyar tezgahta en iğrenç, en rezil, en müstehcen porno CD’leri peynir ekmek gibi satılıyor. Devletin bunlarla mücadele etmesi gereken kurumları, güçleri var ama nedense etmiyorlar. Elbette bir bildikleri var.
Bundan elli yıl kadar önce ABD’de Dr. Kinsey adında bir zat kadın ve erkek vatandaşların cinsel hayatı hakkında ilmî bir rapor yayınlamış ve bütün dünyada yer yerinden oynamıştı.
Büluğ çağındaki çocuklarımızın, genç erkek ve kızlarımızın, iki cinsten öğrencilerimizin seks konusunda bilinçlendirilmesi, galeyan halindeki duygularının sporla, okumakla, çeşitli hobilerle, sanatla frenlenmesi gerekir.
diyenler vardır. Onlar, bu memleketin çoğunluğunu teşkil eden Müslümanlarla inanç, ahlâk, toplum düzeni konularında paralel değildirler. Azınlıkta olan onların dediği mi olacak, yoksa çoğunluğun isteği mi? İşlerine gelince demokrasi diyorlar, peki ahlâk konusunda halkın isteğini yerine getirmeyen bir sisteme demokrasi denilebilir mi?
Herkesi suçlamıyorum ama bazı aşırı, agresif, militan, fanatik, jakoben kişi ve zümrelerin zihniyeti
zihniyetidir. Böyle bir zihniyet Türkiye’yi aydınlık ufuklara, parlak yarınlara götürmez, tam aksine batırır.
İnternette okudum, Batı medeniyeti âilesine mensup zengin ve güçlü bir ülkenin genelevlerinde üniversiteli kızlar fahişe olarak sermayelik yapıyormuş? Haberi veren ajans, bunların bu işi okumak aşkıyla yaptıklarını yazıyordu.
Dindar, muhafazakâr âileler okuyan kızlarını ve oğullarını seks azgınlıkları tehlikesinden nasıl koruyacaklar? Bu koruma işi sadece âilelerin yapabileceği, başarabileceği bir şey değildir. Devletin yardımcı olması, toplumun harekete geçmesi gerekir.
Oniki-onaltı yaşları arasındaki çocuklarımızı kesinlikle yırtık, şirret, edepsiz yetiştirmemeliyiz. Aşırı ve marazî olmamak şartıyla utangaçlık ve hayâ, gençleri ahlâksızlığa karşı koruyan bir kalkan ve siperdir.
Bahar geldi parklarda, toplu nakil vasıtalarında çok laubali, çok ciddiyetsiz genç erkekler ve kızlar görüyorum. Zavallı anne ve babalar onları okutmak için ne fedakârlıklar yapıyor, onlarsa herkesin ortasında park sıralarında, tramvaylarda, otobüslerde, kafelerde, efendi gençlere yakışmayan çirkinlikler sergiliyor.
Evet pislik sokaklara, meydanlara, park ve bahçelere taşmıştır. Kimsenin özel hayatına karışmak istemem ama, böyle yapanları gördükçe rahatsız oluyorum. Edepsizliğin, günahın da yeri ve sınırı vardır.
Türban düşmanlığı konusunda yeri göğü inletenler millî eğitimimizdeki rezaletler konusunda niçin harekete geçmiyorlar?
Şu hususu da belirtmek isterim ki, bütün çocuklarımızı, bütün öğrencileri, bütün öğretmenleri ve okul sorumlularını suçlamıyorum. Vazifelerini hakkıyla yapanlara, ahlâk ve fazilet sahiplerine hürmetler ederim.
Herkesin benim gibi düşünmesi de gerekmez. Ancak, okulun bodrumunda altı oğlan çocuğunun bir kız arkadaşlarıyla seks yapmaları ve kızın hamile kalması hususunun kötü ve mutlaka önlenmesi gereken bir ahlâksızlık olduğunda hepimizin ittifak etmemiz gerekir.
Millî Eğitim Bakanı’nın konu üzerine eğilmesini, tedbir almasını milletçe bekliyoruz. Gerici, tutucu diyeceklermiş… Desinler. Onların ağzı torba değil ki bağlayasın.
Çocuklarımız, gençlerimiz elden gidiyor. Bir çürük incir, bir çuval inciri çürütürmüş. Bodrumunda seks yapılan okuldaki yüzlerce terbiyeli, efendi çocuğumuz, çatısı altında okudukları kurumda olup bitenlerden elbette rahatsız olmuşlardır. Anne babalar, siz de uyumayınız… 09 Nisan 2004 Cuma
Kaldırım’daki kitap sergisinden
dergisinin 1’den 8’e kadar sayılarını aldım. Yayın yılları: 1948 – 49. CHPve İsmet Paşa henüz iktidarda. Hür Fikirler dergisi, “Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti”nin yayın organı. Cemiyetin başkanı İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Kürsüsü Başkanı Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil. Ölüm tehdidiyle yurt dışına sürgün edilmeseydi, Başgil Hoca 1960 darbesinden bir müddet sonra Türkiye’nin dördüncü cumhurbaşkanı seçilecekti.
Hür Fikirler dergisinde lisan meselesine ait hayli yazı yayınlanmış. O zamanın akademisyenleri, fikir adamları lisan sahasında yapılan tahribatın vehametini idrak etmişler, günün hürriyetsizliğine rağmen hayli ağır tenkitler yapmışlar.
O tarihlerde Türkiye’de üç üniversite vardı. İstanbul Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Teknik Üniversite. Ayrıca birtakım akademiler, yüksek tahsil müesseseleri de bulunuyordu.
Üniversitelerin vazifesi sadece öğrenci okutmak değildir. Üniversiteler bir ülkenin beyni durumundadır; halkı, idarecileri, seçkinleri aydınlatmak, onlara rehberlik etmek de onların işidir. Bu hizmeti ancak hür üniversiteler yapabilir.
1. Üniversiteler ülkenin, halkın millî kimliğine düşman ve karşıt olmamalıdır.
2. Üniversiteler tarihî devamlılığa karşı olmamalı; diğer bir deyimle “Tarihî ârıza ve kaza tarafı” olmamalıdır.
3. Üniversite profesörleri ve öğretim üyeleri herhangi bir ideolojinin azat kabul etmez köleleri durumunda bulunmamalıdır. Gizli cemiyetlere, çetelere, lobilere mensup bir profesör nasıl hür fikirli olabilir?
Yakın tarihimizde cereyan eden olumsuzluklar dolayısıyla ülkemizde bir sürü kötülük görülmektedir. Bunlarla mücadele etmesi gereken kurumların başında üniversiteler gelir. Hepsi olmasa bile, yeterli sayıda üniversite hocası kitaplar, makaleler, bildirilerle topluma ışık tutmalı, rehberlik etmelidir. Müslüman bir memlekette İslâm’a karşı agresif saldırıda bulunan birtakım hocalar nasıl olur da ışık tutabilir, rehberlik edebilir?
Üniversitelerin gerçek demokrasi, insan hakları, millî kimlik, tarihî devamlılık için çalışmadığı bir yerde ne hürriyet olur, ne demokrasi, ne adalet, ne huzur, ne de sağlıklı bir sistem. Bizde son çeyrek asır içinde medyada bir tekelleşme, kartelleşme oldu. Üniversitelerde de aynı şey yaşandı.
Lâiklik ve başörtüsü yasağı konusunda Fransa’yı örnek gösterenler ve alanlar, oradaki üniversitelerde başörtüsünün yasak olmadığı gerçeğini niçin saklamaya çalışıyorlar? Bizde, başörtülü kızlara birazcık hoşgörü gösterdiği için bazı rektör, dekan ve profesörler ağır suçlamalara maruz kalmışlar ve bazısı cezaya çarptırılmıştır. Böyle hür üniversite olur mu?
Türkiye’deki buhranların en vahimi lisan buhranıdır. Lisanımız tahrip edilmiştir. Üniversitelerden bu konuda niçin güçlü feryatlar yükselmiyor? Lisan konusunda üniversitelerimiz niçin çareler, çözümler üretmiyor, teklifler getirmiyor? Türkiye üniversiteleri bu ülkeye niçin bir tek Nobel bile kazandıramamıştır?
Resmî ideolojinin Don Kişot’luğunu yapan bir zatın, Amerikalı bir ilim adamının kitabını intihal ettiğine dair medyamızda haberler çıktı, adam uluslararası çapta kınandı da ne oldu? Yine yerinde lök gibi oturuyor.
Türk üniversiteleri bu millete, başka ülkelerde olduğu gibi mükemmel bir Türkçe lügat ve gramer kitabı bile yazamamıştır. Kuzey Kore’de, Vietnam’da, Küba’da, Çin’de de üniversiteler var. Ancak onlar Fransız, Alman, Kanada, İngiliz üniversiteleri gibi hür değil, gemlenmiş vaziyetteler.
Bu memlekette birtakım profesörlerin hürriyet, adalet, millî kimlik bayraklarını yüceltmesi, halk kitlelerine fikir ve ideal önderliği yapması gerekmez mi?
Türkiye’de binlerce profesör bulunmaktadır. Bunların içinde birtakım millî dertleri kendine dert edinen kimselerin çıkması, ilmî ve ciddî bir üslupla idare edenleri uyarması, halka ışık tutması gerekmez mi?
Niçin zaman zaman elli veya yüz üniversite hocası bir araya gelip millî bir meselede bir bildiri veya manifesto hazırlayıp bunu yayınlamıyor? Derin devletin, hışmından mı korkuyorlar? İlim, irfan, ideal sahiplerine korkaklık yakışır mı?
Üniversite hocaları popülizm yapsınlar, sözü ayağa düşürsünler demiyorum ama bu kadar da uslu, suskun, itaatkâr olmalarını kabul edemiyorum.
Herkesin aynı şekilde inanması ve düşünmesi gerekmez. Elbette çeşitlilik olacaktır. Gerçek şimşekleri fikirlerin çatışmasından meydana gelir.
Üniversitelerimizdeki birtakım Mason, Sabataist, Bahaî profesörler kendileri için çok tabiî gördükleri evrensel insan haklarını ve hürriyetlerini, çoğunluğu teşkil eden Müslümanlara niçin layık görmüyorlar?
Ünivresitelerimiz niçin her yıl, yabancı dillere çevrilen, dünyanın dikkatini çeken fikir ve kültür eserleri veremiyor? Üniversitelerimizde bir miktar Müslüman profesör de var. Onlar, mutlaka konuşmaları gereken bazı hayatî konularda niçin dut yemiş bülbül gibi susuyor? 13 Nisan 2004 Salı
Halkın bir kısmı ya deli olmuş, yahut deli gibi olmuş. Onların seni beğenmelerinden, sana akıllı demelerinden, senden hoşnut olmalarından son derece korkmalısın.
Beyinsiz, akılsız, şuursuz, dümensiz, pusulasız kalabalıklara uymaktan çekinin. Kendilerini akıllı zanneden deliler, parayı, maddeyi, menfaati mâbud haline getirmişler. Sakın onlara benzeme.
Bu dünya gelip geçici, çok aldatıcı, gaflete ve gurura düşürücü, sebatsız bir yerdir. Hayatını, varlığını sırf dünyayı imar için harcama.
Giyim kuşam, yeme içme, mesken, binit konularında orta yoldan ayrılma. Lüks, aşırı konfor, aşırı tüketim, gösteriş, ihtişam, debdebe, şaşaa… bütün bunlar şeytan işidir, gururdur.
Bundan üç-dört bin yıl önce yaşamış eski Mısır Firavunlarının zenginlik ve ihtişamlarından geriye ne kaldı? Mezarları soyguncular ve hırsızlar tarafından defalarca talan edildi, mumyaları lahitlerinden çıkartılıp yerlere atıldı, geriye Mısır ve başka ülke müzelerinde camekan içinde teşhir edilen birkaç kara kuru mumya, bir miktar mücevher ve eşya kaldı.
Kitap okunmayan, kültüre değer verilmeyen şu ülkede sen kitap, kültür, ilim, irfan delisi ol. Böyle olursan “akıllılar” sana deli diyeceklerdir. Varsın desinler.
Kuş kadar aklın varsa paranın, zenginliğin, güzel bir meskenin, lüks bir otomobilin, tantanalı bir hayatın sana hiçbir şey kazandırmayacağını anlarsın. O halde, böyle şeylerle değerleneceğini hiç düşünme. İnsana kıymet kazandıran ilimdir, irfandır, kültürdür, ahlâktır, fazilettir, yüksek karakterdir, mürüvvettir, hayır hasenat yapmaktır. Bunlara yönel.
İyi Müslüman iyi insan demektir; iyi vatandaş demektir. Bitmedi: İyi âile reisi, iyi anne baba, iyi komşu, iyi âmir, iyi memur, iyi esnaf demektir.
Yunus Emre
diyor. Elbette taharete, abdeste dikkat edeceksin, namaz kılacaksın, oruç tutacaksın, zekat vereceksin, hacca gideceksin, lakin Müslümanlık bunlarla bitmez, tamamlanmaz. İyi olacaksın, iyi olacaksın, iyi olacaksın.
Peygamber ne buyuruyor:
O halde, her gün bir öncekinden daha iyi olacaksın. Nasıl mı? Faydalı ilim öğrenerek, o ilmi hayatına tatbik ederek, daha fazla hayır ve hasenat yaparak, daha fazla güzellikler sergileyerek.
Ne yüksek bir dine mensubuz, Peygamber,
buyurmuş. Müslüman asık suratlı, abus vecihli değildir. Gülümse, tebessüm et.
Bahar geldi, karıncalar kış uykusundan uyandılar, yuvalarından dışarıya çıktılar. Yürürken dikkat et, bir karınca bile ezme. Onları çok küçük ve âciz mi görüyorsun? Hayır, karınca bir harikadır. İbret gözüyle bak, onda ilahî hikmet ve sanatın tecellileri vardır.
Lüzumsuz yere hiçbir yeşilliğe zarar verme, bir ağaçtan bir dal bile koparma. Zevk için avcılık yapma. Öldürmekten zevk almak uğur getirmez. Cana kıyanın ileride canı yanar.
Birçokları zevk için oltayla balık tutuyor, zavallı hayvanı yakalayınca sevincinden ha, ho, hi diye gülüyor. Sen zevk için balık avlama.
Gözün kazanç hırsıyla kararmasın. Hayırlı, feyizli, bereketli ve helâl az bir kazancın; şüpheli, haram, bulaşık çok kazançtan hayırlı olduğunu, iki kere ikinin dört ettiği gibi bilmelisin.
Zâlim olmaktansa, mazlum olmayı tercih et. Mazlum olana (zulme uğrayana) Mahkeme-i Ruzî Ceza’da hesap sormazlar, ama zâlimlerin işi yaman olur.
Kimseyi aldatma. Peygamber ne buyurmuş:
Yine Peygambere kulak ver:
diyor.
Peygamber bir gün Ashabından bir zata:
demiş. İşte o filan sensin. Hiç ağlayabiliyor musun?
Peygamber
buyuruyor. Bu senin için çok önemli, çok hayatî bir uyarıdır. Gaddar ve merhametsiz olma.
Kendine, kendinden büyük düşman bulamazsın. Nefsinden kork.
Hazret-i Ebu Bekir’i tenha bir yerde dilini eliyle çekiştirirken görmüşler.
demişler.
cevabını vermiş.
O Peygamberlerden sonra insanların en yücesi, velilerin birincisi, sıddıkîyet makamının sultanıydı. Böyle olmasına rağmen, kendi dilinden şikayetçi imiş. Peki sen bu halinle ne durumdasın?
Bulaşık işlerden uzak dur. Haram ve helâl bellidir, haramlardan kaç, helâl olan şeylere de ihtiyacın kadar tâlip ol. Bir de bu ikisinin arasında şüpheli, bulaşık işler vardır, onlardan bucak bucak kaç.
Birtakım kimseler, bu dünyanın kemiklerine aç köpekler gibi saldırıyorlar. Sakın sen onlardan olma. Yaratan; kullarının rızıklarına kefil olmuştur, rızkın her gün sana gelir. Bazen peynir ekmek, bazen zengin bir sofra. Yağlı kemik peşinde koşma.
Riyasete talip olma. Matlup olursa, ehil değilsen sakın kabul etme. Ehil isen, kabul edebilirsin; lakin bil ki, riyaset ateşten bir gömlektir. Zavallı Adnan Menderes’in İmralı’da nasıl asıldığını duydun mu?
Hikmete talip ol. Bilgelik, faydalı ilim, kültür dünyanın öbür ucunda da olsa, onu edinmeye çalış. Peygamber
buyurmuş. Faydasız ilim yüktür, zehirdir.
İhtiyacın varsa, orta bir cep telefonu alabilirsin. Fakat bil ki, hem maddî sağlığını, hem manevi sağlığını, hem de huzurunu kaybedersin. İyi konuşmalar…
Şimdiye kadar lüzumundan fazla, aşırı bir şekilde “Ben… ben… ben…” dedin, çok rica ediyorum, bir müddet ben deme. Bâki selâm ve ihtiram. 14 Nisan 2004 Çarşamba
Okulların tatil olmasına bir ay kaldı. Eğitim sistemimiz
gibi harıl harıl, paldur küldür çalışıyor ama doğru dürüst ne bilgi ve kültür verebiliyor, ne de ahlâk ve karakter terbiyesi…
Maalesef genç nesillerimiz harcanmaktadır. Milyonlarca çocuğumuz ve gencimiz bir sele kapılmış gidiyorlar. Bunların hepsini kurtarmak mümkün olmaz, yüzde biri kurtarılsa, yine de büyük bir başarı sayılır.
Bazısının içinde adam olmak duygusu ve hırsı yoktur. Bazı gençler ise, yetişmek, iyi insan olmak, kültürlü olmak, ahlâklı ve faziletli olmak hırs ve iştiyakına sahiptir. Bunların yüzde bir olduğunu farz edelim, işte bu yüzde birlerin aranması, bulunması ve plan-program dahilinde alternatif-paralel bir eğitimle yetiştirilmesi gerekir. Bu hizmeti kimler yapacak? Bir fikrim yok… Bildiğim tek şey, öyle sıradan Müslümanların böyle önemli bir yetiştirme hizmetini yapamayacaklarıdır.
Bazı cemaatlerde şu zihniyet var:
Bunlar -mazur görsünler- afyonlayıcı, tembelleştirici, ilerlemekten alıkoyucu kuruntulardır.
1. Cevheri, tabiatı, yaratılışı müsait olacak. Yani içinde adam olma istidatı (yatkınlığı), kabiliyeti bulunacak.
2. Ondaki bu cevher, istidat, bu kabiliyet uygun bir eğitimle, terbiye metoduyla, ehliyetli ve vasıflı mürebbilerle işlenecek, geliştirilecek.
Kırsal kesim, gecekondu, varoş kültürlü ve zihniyetli Müslümanlarda, bu dediklerim kavram olarak bile yoktur.
edebiyatı hâkimdir.
Yetişmek isteyen birtakım hevesli gençler, bazı hocalara, ağabeylere, üstadlara takılıyor. Bunların hepsini tenkid etmiyorum ama bazıları, olmadıkları halde kendilerini mürşid-i kamil sanıyorlar, mürşidlik taslıyorlar. Her mürebbi, her ağabey, her hoca, her büyük, her üstad mürşid-i kâmil değildir…
1. Ehliyetli bir hoca bulamazlarsa büyük İslâm alimlerinin, kamil mürşidlerin telif etmiş oldukları güvenilir, muteber kitapları, risaleleri dikkatli bir şekilde okusunlar, onlardan feyz almaya çalışsınlar. Sakın ola ki, Müslüman oryantalistlerin, reformcuların, yenilikçilerin, aktivistlerin, maceraperestlerin, cübbeli ve sarıklı farmasonların akıl karıştırıcı, bozuk kitapları ve yazıları okunmaya. Birinci cins kitaplar kişiyi Mevla’sına, ikincisi belasına götürür. Parlak edebiyata kanmayalım,
2. On beş, yirmi yaş arasındaki gençler, kendilerine nelerin yaradığı, nelerin zararlı olduğu hususunda her zaman isabetli kararlar veremez. Onlara geleneksel sanatlarımızdan birini öğrenmelerini önemle tavsiye ediyorum. Hattatlık, ebruculuk, müzehhiblik gibi sanatlar hayli tanındı ve yaygınlaştı. Bunların dışında araştırmalar yapsınlar, pek revaçta olmayan sanatları öğrensinler, yaşatsınlar. Mesela (kursu varsa) el yapımı kağıt, toprak ve seramik sanatı, tesbihçilik- takıcılık, tahta oymacılığı ve saire gibi…
3. Gençler, arkadaşlarına dikkat etsinler.
Haylaz, serseri, ağzı bozuk, tembel, kopyacı, savruk, zevzek arkadaşlar temiz çocuğu bozar. Yıllarca önce bir kitapta okumuştum, bundan yüz sene evvel Boğaziçi yalılarında yaşayan seçkin Osmanlı âilelerinin dokuz-on yaşındaki çocukları, komşu yalıdaki arkadaşlarına gittikleri vakit, kapıdakilere (yaşıtı arkadaşını)
diye sorarlarmış. Düşünebiliyor musunuz, bacak kadar çocuk arkadaşına bey diyor. Zamanın zırzopları bu terbiyeyi anlayamazlar. İngiltere’de 1440’dan beri eğitim veren Eton kolejinde okuyan öğrenciler, günün bazı saatlerinde frakla dolaşırlarmış. Bugünkü gençliğimizin hali yürekler acısıdır. Bana inanmazsanız okul çıkışlarında bir kenardan öğrencilere bakınız. Onları suçlamıyorum, onları bu hale getirenlere öfkeleniyorum.
4. Yaz tatilinde, haftada bir gün olsun çocuklarımız, gençlerimiz, (imkânı olanlar) fotoğraf makineleriyle birlikte şehir turları, kültür gezileri yapsınlar. Mesela Ankara’da yaşayanlar Kale’ye çıksınlar, eski mahalleleri gezsinler; İstanbul’da yaşayanlar suriçi mahallelerini dolaşsınlar, bir gün Ayvansaray ve civarını, başka bir gün Balat ve Fener’i dolaşsınlar; eski camilerin, eski evlerin fotoğraflarını çeksinler. Buralara gitmeden önce, ön bilgi edinmek için kitaplara, ansiklopedilere baksınlar. Çektikleri resimleri bilahare albüm haline getirsinler.
5. Gençlerimiz müzeleri de dolaşmalıdır. Öyle öğrenciler görüyorum ki, hem dindar geçiniyorlar, hem de istanbul’da yaşadıkları halde Sultanahmet’teki “Türk-İslâm Eserleri Müzesi”ni gezmemişler. “Ol mahiler ki, derya içredir, deryayı bilmezler…”
6. Anadilimiz Türkçe’dir, Türkçe konuşuyoruz… Lakin zengin, edebî, doğru-dürüst bir Türkçe’miz yok. Gençlerimiz mutlaka özel edebiyat dersleri almalıdır. Mutlaka, 1928’den önce en az bin yıl boyunca milletimizin kullanmış olduğu, bazılarının eski yazı dediği, aslında eskimez yazı ile okumaları gerekir. Lisanımız kasıtlı ve şiddete dayalı baskılarla aşırı şekilde değişime uğratılmış, yozlaştırılmış, kültür kopukluğu meydana getirilmiştir. Yüzde bir nisbetinde olan istidatlı gençlerimiz, bu hususta da gayret sarf etmeli, İslâm-Kur’an yazısıyla kaleme alınmış, Türkçe eserleri, belgeleri, mezar taşlarını, kitabeleri okuyup anlayabilecek seviyede Osmanlıca öğrenmelidirler.
7. Ahlâk ve karakter terbiyesi de çok önemli bir maddedir. Müslümanlık yüksek ahlâk, yüksek karakter, yüksek edeb ve terbiye demektir. Bir çocuk, bir genç bunları kendi kendine oturduğu yerde elde edemez. Mutlaka uygun bir eğitim alması gerekir. Yüksek ahlâk ve karakter teorik olarak, kitap olarak elde edilemez, yaşanmalıdır. Her gence, onun en büyük düşmanının “kendisi, nefs-i emmaresi” olduğu iyice anlatılacaktır. Lisan afetleri öğretilecektir. Cinsel konuda dikkatli olması, tuzaklara düşmemesi öğretilecektir.
8. Taşradan, varoşlardan, kırsal kesimden büyük şehirlerimize seller gibi göç oldu. Ülkemizin en büyük şehri şu on beş milyonluk İstanbul, bence dünyanın en büyük köyü, yahut mezrası haline geldi. Gençlerimizi bu konuda da eğitmeliyiz. Bize vasıflı, şehirli, medenî, güçlü Müslümanlar lazımdır. Medenî ve şehirli olmak, kuru lafla olmaz. Gencin, öğrencinin yetişmesi, yetiştirilmesi, terbiye edilmesi gerekir. Nasıl konuşacak, nasıl hitap edecek, kapı zilini nasıl çalacak, telefonda nasıl konuşacak?.. İslâm terbiyesinde bir büyüğe giden küçük, selam verir, lakin büyüğe
diye sormaz. Hal hatır sormakta öncelik hakkı büyüğündür.
Küçük kendisine yer gösterilmedikçe bir yere oturmaz. Cep telefonu varsa bir yere gittiği vakit, onu mutlaka kapalı tutar. Misafirlikte cep telefonunun zır zır çalması, ziyaretçi için çok büyük bir ayıp ve terbiyesizliktir. Büyük çay, kahve, meşrubat ikram ederse küçük ziyaretçi yerinden kalkar, tepsiyi daha kapıdan büyüğün elinden alır… Bu gibi görgü kurallarını insanlar sonradan, âile içinde veya toplumda öğrenirler. Ülkemizde, kültür yozlaşması ve bedevîleşme çığırı dolayısıyla bu konuda büyük bir kargaşa ve boşluk görülmektedir.
Ana babalar, evlatlarının terbiyeli, edepli, görgülü, nazik, kibar, medenî, efendi olmaları için, onları ehliyetli büyüklere gönderip ders almalarını sağlamalıdır. Bilgisayar kursuna gidiyor, body buildig kursuna gidiyor, İngilizce dersi alıyor… fakat görgü, edeb, terbiye, nezaket konusunda hiçbir şey yapmıyor. Bu ne korkunç ihmal ve eksikliktir! 31 Mayıs 2004 Pazartesi
Bugün size aynı günde yayınlanmış iki ayrı gazete yazısından bahsedeceğim. Birincisi
başlığıyla Milliyet’te yayınlandı
Bu haberin ana başlığının altındaki ikinci başlıkta
diye yazılıyor.
adındaki
öğretmen öğrencilere ders sonu münasebetiyle faydalı, ahlâkî, dinî broşürler dağıtmış ve bu yüzden açığa alınmış, hakkında tahkikata başlanmış. Neymiş bu broşürler? Bilgileri hep Milliyet’ten alıp yazıyorum. İrticaî broşürlerden birinde
başlığıyla bu bilgiler veriliyormuş:
Hareket yeri: Dünya… Varış yeri: Ahiret… Müracaat için kimlik kartınızda şu bilgiler bulunmaktadır:
İsim: Ademoğlu… Cinsiyeti: Toprak… Adresi: Dünya…
Müsaade edilen eşya: (1) Beş metre patiska, (2) Sâlih amel, (3) Sâlih bir evlâdın duası, (4) Faydalı bir ilim…
Mutlu ve rahat bir yolculuk için sayın yolcularımızın Kur’ân-ı Kerim ve Hadîs-i şeriflerdeki talimatlara uymaları önemle rica olunur…
Aleyhinde yaygara kopartılan Müslüman öğretmen, öğrencilere dört çeşit broşür dağıtmış. Bunlar:
1. Yukarıda zikr edilen “Ahiret Hava Yollarından Duyuru”,
2. Cennetle Müjdelenen Kadınlar,
3. Namazı terk etmenin cezası,
4. Milliyet’e göre tamamı Arapça bir broşür… Herhalde bir
Gazetenin verdiği bilgilere göre bu broşürlerin hiçbiri irticaî mahiyette değildir. Bunlar dinî, ahlâkî, faydalı broşürlerdir.
irtica ile ne gibi bir alakası olabilir? Peygamber hanımları, sahabe hanımlar, veliyye kadınlar, İslâm tarihinde görülen âlime, fâdıla, büyük ve ünlü kadınlar. Okullarımızdaki kız öğrencilerin elbette bu gibi hanımları tanımaları ve onların yüksekliklerinden, dindarlıklarından, güzel ve örnek hayatlarından ibret almaları gerekmez mi?
Gelelim
adlı broşüre. İsminden de anlaşılacağı üzere bu broşür namazı terk edenleri uyarmaktadır. Bunun irtica ile ne alakası olabilir? Namaz İslâm dininin, mü’minlere en büyük ibadet olarak gösterdiği dinî bir eylem değil midir? Birtakım adamlar bu konudaki propagandalardan niçin gocunuyorlar? Arapça duâ broşürü de irtica ile alakasız dinî bir yayındır.
Milliyet gazetesini böyle olumsuz ve agresif bir yayın yaptığı için ne kadar kınasak, ne kadar ayıplasak azdır. Bir gazeteci Müslüman olmayabilir, başka bir dine mensup olabilir veya ateist olabilir. Mason, Bahaî, Rotaryen, şu veya bu olabilir ama Türkiye gibi ezici çoğunluğu Müslüman olan bu memlekette, yıl sonunda öğrencilerine faydalı, dinî, ahlâkî broşürler dağıtan örnek bir öğretmen hakkında böyle taraflı, kasıtlı, aşağılayıcı yayın yapamaz.
Teessüf ediyorum… Hiçbir gazetenin ve gazetecinin agresif ve kasıtlı din aleyhtarlığı yapmaya hakkı yoktur. Medenî insanlar, vatandaşlarının, ülkelerinin dinine, inancına, temel hürriyetlerine saygı gösterir.
Öğrencilerine dinî, ahlâkî broşür dağıttığı için açığa alınan, hakkında idarî soruşturma başlatılan saygıdeğer öğretmen
beye geçmiş olsun diyorum. Tebrik ve takdir edilmesi gerekirken böyle bir muameleye mâruz kalması ne kadar garip ve hazindir. Ülkemizde bazı adamlar, bazı kurumlar, bazı lobiler ve bazı gazeteler dine ve dindarlara karşı terör uyguluyor. İdealist avukatlarımız, insan hakları derneklerimiz, medenî vatandaşlarımız açığa alınan öğretmeni savunmak üzere harekete geçmelidir.
Milliyet gazetesi açığa alınan öğretmenin
yazıyor. Küçük öğrencilere dinî ve ahlâkî broşür dağıtmanın bölücülükle ne ilgisi vardır? Türkiye bu kafa ile Avrupa Birliği’ne giremez.
Fıkra muharriri
Serdar Arseven
başlıklı yazısında şu cümleleri kullanmış:
Geçenlerde yazmıştım, İstanbul’un suriçindeki tarihî bir semtindeki ilköğretim okulunda, altı erkek çocuk bir kız arkadaşlarıyla bodrumda fuhuş yapmışlar, kız gebe kalınca mesele anlaşılmış, erkek çocuklar okuldan atılmış.
Denizli’de, bazı liseli kızların seks partilerini gösteren pornografik CD’ler gösterilmiş. Emniyetmüdürü
demiş. Okullardaki uyuşturucu kullanma yaşı 11’e kadar düşmüş. Milliyet gazetesi, faydalı dinî-ahlâkî broşürlerin dağıtılmasına irtica diyeceğine okullardaki fuhuş ve uyuşturucu rezaletiyle ilgilense daha iyi etmiş olur.
Sevgili okuyucularıma hitap ediyorum: Okul yaşındaki kendi çocuklarınıza, komşuların ve çevrenin çocuklarına, yaz tatilinde okumaları için faydalı, ahlâkî, dinî küçük broşürler hediye ediniz, dağıtınız. Tabiî ki, çocuğun âilesi bunlara karşı değilse… Sanırım, böyle dinî ve ahlâkî faydalı broşürlere karşı çıkanların nisbeti yüzde bir bile değildir.
Broşürün, kitapçığın üzerinde
damgasını görünce birtakım fanatik ve agresifler saldırmak hususunda tereddüt edeceklerdir.
Yaz tatilinde çocuklarımıza din bilgisi, Kur’ân bilgisi, ahlâk bilgisi vermek için bir seferberlik başlatmalıyız. Dinsizler, Cennetle müjdelenmiş faziletli İslâm hanımlarının çocuklara tanıtılmasını istemezler. Onlar gençliğe:
– Film artistlerini,
– Şarkıcı ve türkücüleri,
– Mankenleri… örnek ve model olarak gösterirler.
AKP iktidarından da rica ediyoruz:
Öğrencilerine faydalı ve ahlâkî broşürler dağıtan öğretmenin açığa alınması ve hakkında soruşturma başlatılması gibi idarî işler büyük halk yığınları tarafından üzüntü ile karşılanmaktadır.
Öğretmenevindeki düzmece çarşaf haberinden sonra Milliyet’in tirajı düşmeye başlamıştır. Bazı gazeteler ve gazeteciler şu hususu iyi bilmelidir ki,
Türkiye Müslümanlarının, İngiltere’de yaşayan Müslümanlar kadar hakkı ve hürriyeti olmalıdır. Hiçbir Müslüman vatandaş, dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı rahatsız ve tedirgin edilmemelidir. Öğrencilerine dinî, ahlâkî broşür hediye ettiği için açığa alınan öğretmenle ilgili haber yabancı dillere çevrilerek bütün dünyaya dağıtılmalıdır.
Birtakım Pembe’ler bu ülkenin, kendilerine babalarından miras kalmış çiftlikleri veya mandıraları mı olduğunu sanıyor? Efendiler kendinize geliniz… Efendiler medenî olunuz… Efendiler, halkın din, inanç, inandığı gibi yaşamak, din eğitimi yapmak, dini için çalışmak haklarına ve hürriyetlerine saygı gösteriniz. 10 Haziran 2004
1. Randevuya tam saatinde gidilmelidir. Ne erken, ne geç. Saatine, dakikasına riayet etmemek karşısındakine hakaret mânâsına gelir.
2. Randevusuna geç gelip sonra da pişmiş kelle gibi sırıtarak “Malûm, trafik yüzünden geciktim…” demek çok ayıptır. Şehrin yerlisi, trafik sıkışıklığını bilir ve ona göre tedbir alır, yola erkenden çıkar.
3. Kapı bir kere çalınır, beklenir. Üstüste iki, üç veya dört kere zile basmak ayıptır, görgüsüzlüktür. Açılmazsa bir buçuk veya iki dakika sonra tekrar basılır. Üçüncü defasında da açılmazsa geri dönülür.
4. Bir yere telefon eden, karşı taraf cihazı açınca
şeklinde kendini tanıtır, görüşmek istediği zatın ismini verir. “Ora nere?..Numarayı tekrar ediniz…” gibi lâflar etmek kabalıktır.
5. Telefonsuz, randevusuz âni ziyaretler câiz değildir. Çok yakın, çok samimî kimseler olursa caiz olabilir.
6. Sohbetlerde çok konuşmak, uzun monologlar yapmak, mütemadiyen “Ben ben ben… Ben de ben… Ben bana benden beni…” diyerek hep kendinden bahsetmek terbiyeye münâfidir.
7. Sohbetlerde eşitlik olmaz. Gençler susar, büyükler ve bilenler konuşur.
8. İkram edilen çay, kahve, meşrubatı aceleyle birkaç yudumda hemen bitirmek görgüsüzlüktür. Yudum yudum içmelidir. Bazılarının yemek borusu teneke ile mi kaplıdır ki, ev sahibi çayların dağıtımını bitirmeden bizimki bardağı boşaltmış oluyor?
9. Yemek yerken, son derece aç ve iştahlı da olsa, sanki hiç aç değilmiş gibi sâkin sâkin yemeli içmelidir. Yemek gelince gözleri fal taşı ve ağzı faraş gibi açılan, çılgın gibi yemeye başlayan, ağzından ve boğazından şapırtılar ve gurultular çıkan adamlar görgüsüzdür.
10. Yemek beğenmemek çok ayıptır. “Ben bamya sevmem, ben işkembe çorbası sevmem, ben makarna yemem…” gibi lâflar edenler terbiyesi kıt kimselerdir. İkram edilen şey yenir, yemek seçilmez, ev sahibi üzülmez.
11. Misafirlikte ve ziyarette cep telefonu mutlaka kapalı tutulur. Açık bırakmak, telefon çalınca cihaza sarılıp konuşmak ayıptır, ayıptır, ayıptır… Hem de görgüsüzlüktür.
12. Hastalık, zaruret gibi bir sebep olmadıkça ziyaretlerde, misafirlikte tuvalete gidilmez. Yemeklerden sonra, evin durumu müsaitse el yıkanabilir.
13. Misafirlikte, perhiz yapıyorum bahanesiyle ekmeksiz yemek yemek ayıptır, görgüsüzlüktür. Perhiz yapmak isteyen bol bol ekmeksiz katık ve yemek yiyeceğine, katığı ve yemeği az yer, ekmeği bol…
14. Nasıl ve ne miktarda yemek yediğini göreyim, senin ne mal olduğunu söyleyeyim…
15. Başkalarının evi devlethânedir, senin evin fakirhâne…
16. İkram edilen çay, kahve, yemek, tatlı, meyve, kurabiye, limonata için teşekkür edilmeli, bunların lezzetli olduğu bildirilmelidir.
17. Önceden haber verilmeden misafirliğe ve ziyarete küçük çocuk getirilmez.
18. Bir kişinin ne mal olduğu çocuğunun davranışından ve terbiyesinden belli olur.
19. Maddî imkânı müsait olanlar gideceği yere sembolik de olsa hediye götürürler. Faydalı bir kitap, küçük ve basit de olsa, geleneksel bir sanat eşyası gibi.
20. Ziyaretlerde, sohbetlerde gıybetten, çekiştirmeden, nemîmeden kaçınılmalıdır.
21. Medenî, vasıflı, efendi insanlar sohbetlerde, ilmî, edebî, tarihî, tasavvufî, sanatla ilgili faydalı konuşmalar yaparlar; zevzeklik, gevezelik, boşboğazlık etmezler.
22. Gerçekten tenkit edilmesi gereken bir husus varsa, şahıs veya topluluk adı verilmeden anonim tenkitler yapılabilir.
23. Tenkit ederken hem savcılık, hem hâkimlik, hem de cellatlık yapmaktan kaçınılmalıdır.
24. Misafirlere ve davetlilere ikram niyetiyle çeşitli yiyecek veya içecekler sunulabilir. Niyet gösteriş ve tafra olursa haramdır.
25. Ziyafetlerde patlayıncaya, çatlayıncaya, tıksırıncaya, komaya girinceye kadar atıştırmak, tıkınmak görgüsüzlüktür.
26. Misafirlerin ayakkabıları, uçları evin içine doğru olacak şekilde dizilir. Böylece, giderken arkalarını dönmemiş olurlar, hem de
mânâsına gelir.
27. Batı kültür ve görgüsünde kahveyi höpürdeterek içmek ayıptır, kabalıktır. Bizde ise höpürdetmekte bir beis yoktur. Yerine ve adamına göre buna dikkat edilmelidir.
28. Konuşmalarda ukalâlıktan, bilgiçlik taslamaktan, her şeyi ben bilirim havalarından, tafrafüruşluktan kaçınılmalıdır. Mütevâzı, alçakgönüllü olunmalıdır.
29. Çeşitli meşreblere mensup Müslümanların bulunduğu bir mecliste kendi tarikatının, şeyhinin, üstadının, mürşidinin propagandası yapılmaz; ismi anılan her şeyhe, her hocaya hürmet gösterilir.
30. Toplumda
31. Kendileriyle ülfet ve ünsiyet edilemeyen kimselerde hayır yoktur.
32. Hanefî mezhebinde olan kimselere balık dışında deniz ürünleri, meselâ karides veya midye ikram edilmez. Çünkü bunlar hanefî fıkhında tahrimen mekruhtur.
33. Misafirlikte “Bu et helâl midir…” gibi sorular yöneltmek terbiyesizliktir.
34. Arkandan “Ne aç gözlü adammış” dedirtmektense sofradan doymadan kalkman yeğdir.
35. Misafir olarak bulunduğun evde kesinlikle sigara içme, içmek için izin isteme.
36. Yolculukta trende, otobüste, uçakta bir şey yerken yanındakine de ikram et.
37. Bir toplulukta, derecen yüksek de olsa, kendini orada bulunanların en hakiri, en nâçizi, en sonuncusu olarak kabul et. Böylece gurur, kibir ve büyüklenme belâsından kurtulmuş olursun.
38. Kişilerin özel hayatları, gizli günahları, saklı çirkin halleri, araştırılmaz. İslâm dini tecessüsü yasak kılmıştır. Lakin açıkta, küstahça, topluma kötü örnek olacak şekilde işlenen cehri günahlar, fısklar, fücurlar tenkit edilebilir. Bu tenkitleri gençlerin yapması doğru olmaz.
39. Konuşmadan, lâf etmeden, çeneni açmadan önce iyi düşün: Söylediğin her sözün sorumluluğu, vebali vardır. Dünyada ve âhirette aleyhine delil olabilir. Öyleyse, yâ hayırlı, faydalı, hikmetli söz söyle, ya da çeneni kapat. Bir insanın ne mal olduğu konuşmasından belli olur.
40. Açıkta, sokakta, herkesin göreceği yerde yemek yeme. Böyle bir şey mürüvvete aykırıdır. Mürüvvetin ne olduğunu biliyor musun? Eskiden, sokakta yemek yiyenlerin şahadeti İslâm mahkemelerinde altı ay kabul edilmezmiş…
41. Pahalı, lüks, ağır yemekleri kesinlikle bir buçuk porsiyon ısmarlama. Bu hem görgüsüzlük ve magandalık, hem de israf olur.
42. Vasıflı ve medenî insanlar yemek, tıkınmak için yaşamazlar; yaşamak için yerler, beslenirler.
43. Müslüman bir
tir, bir homo economicus değil. Dini imanı para olan, maddeyi mâbut haline getirip ona tapan kimselerin Müslümanlığı da, kibarlığı da, nezaketi de sahtedir.
44. Bir büyük sözünde şöyle buyurulmaktadır:
45. Büyüklerimize hürmet etmeyen, küçüklerimize şefkat ve merhametle muamele etmeyen olgun Müslüman olamaz.
46. Bir büyük zata sormuşlar:
cevabını vermişler. Olgun, terbiyeli, edebli insanlar kendilerine yöneltilen uyarıcı tenkitleri can kulağı ile dinlerler, hatâlarını öğrenip düzelmeye çalışırlar.
47. Ehlullahın büyüklerinden Süleyman Daranî hazretleri
şu hikmetli sözü söylemiştir:
Bunu düstur edin.
48. Edepli, ahlâklı, faziletli insanlar bazı yarışlara katılmazlar. Meselâ onlar sidik yarışı yapmazlar. Yapamazlar…
49. Kendi nefsinde tatbik etmediğin bir nasihati başkalarına yapma. O nasihati önce kendi nefsine yap, nefsin onu uygulasın, ondan sonra başkalarına yapabilirsin.
50. Yağcıların, yalakaların, kuyruk sallayıcıların, yağlı kemik peşinde koşan aç köpeklerin arasında bulunma. Onlardan bucak bucak kaç.
51. Pahalı, gösterişli, lüks, markalı giyim kuşama bürünme. Bunları alamayanları, dolaylı şekilde de olsa ezmeye hakkın yoktur. Zarif ve şık olabilirsin. Orta halli olmak şartıyla… 15 Haziran 2004
Çok zeki, çok akıllı
çok kültürlü, çok istidatlı, çok kabiliyetli birkaç Müslüman genci gazetecilik, dergicilik, yayıncılık, yazarlık, araştırmacılık konusunda yetiştirmek lazımdır. Diyelim ki, böyle bir genç buldunuz kendisiyle bir görüşme yaptınız, işe başlatacaksınız. Genç size ilk olarak şu soruyu yöneltiyor:
– Bana ayda kaç lira vereceksiniz? Bu genci hemen kovmak gerekir.
Böyle bir işte çalışacak, yetişecek, yetiştirilecek gence elbette uygun ve münasip bir ücret verilir ama bu husus asla sorulmaz, pazarlık konusu olmaz.
İşin ideal tarafı şudur:
Terbiyeli, efendi, karakterli, faziletli, meziyetli genç; para ve maaş konusunda hiçbir şey konuşmaz, işe başlar. Bir ay sonra zarf içine konulmuş bir miktar para kendisine uzatılır, “bu sizin bir aylık harçlığınızdır…” denilir. Genç mahçub olur, kızarır “hacet yoktu efendim…” der. Siz ısrar edersiniz, bunun üzerine zarfı alır, “teşekkür ederim, bereket versin” der ve cebine koyar. Zarfı açıp parayı saymak büyük terbiyesizliktir;
Böyle devirde, böyle genç bulunmazmış… Bulunmazsa, bu konuda adam da yetişmez.
Herkes için söylemiyorum ama bir kısım müstesna gençlerin Ömer Seyfettin’in Pembe İncili Kaftan hikayesindeki zat gibi olmaları gerekir.
Müslüman’mış ama dinî imanı paraymış yahut para hususunda son derece aç gözlüymüş, ben böyle Müslümanı ne yapayım!
Gazeteciliğin, dergiciliğin, yayıncılığın, fikir hayatının, yazarlığın dereceleri ve kategorileri vardır:
– Bu işin yüksek mimarı durumunda olanlar.
– Yüksek mühendisi durumunda olanlar.
– Teknisyeni durumunda olanlar.
– Muslukçusu ve tamircisi durumunda olanlar,
Birinci kategoride yetişebilmek ve olabilmek için bir takım ruh asaleti kurallarına uymak gerekir.
1966’da günlük Bugün gazetesini yayınlamaya başladım. İslâmî kesimde sarı basın kartlı gazeteci yoktu. Basın İlan Kurumu’ndan ilan alabilmek için yirmi yedi kişilik basın kartlı sigortalı-vergili kadromuz bulunması gerekiyordu. Bir arkadaşımızı vazifelendirdik, çoğu bizim inançlarımızı, görüşlerimizi paylaşmayan, çeşitli sebeplerle iş bulamamış kimselerden meydana gelen bir kadro kurmuştuk.
Aradan kırk seneye yakın zaman geçti, çok şükür şu anda yurt çapında yüzlerce, belki de binlerce sarı kartlı profesyonel Müslüman gazeteci var.
Gazeteciler de, futbolcular gibidir. Birinci ligde, ikinci ligde, üçüncü ligde oynarlar. Kemmiyet, sayı meselesini halletmiş sayılırız. Bundan sonra vasfa, keyfiyete, güce, üstünlüğe yönelmeliyiz.
Yakın tarihimizde Selanik Dönmesi bir Ahmet Emîn Yalman vardı. Birkaç yabancı dili, onlarla makale yazabilecek derecede iyi bilirdi. Amerika’nın Columbia Üniversitesi’nde okumuştu. Bizim İslâmî kesimde o ayarda bir gazeteci var mıdır?
İş Müslüman olmakla, inançlı olmakla bitmiyor. Nasıl bir Müslümansın? Müslümanlıkta derecen nedir? Ne gibi hüner ve marifetlere sahipsin? Uzmanlık alanındaki rütben nedir?
Otuz sekiz buçuk milyon nüfuslu Polonya’da haftalık Nie isimli haber-yorum dergisi 780 bin tiraj yapıyor da, Türkiye’nin en büyük haftalık haber-yorum dergisi niçin 15-20 bin satabiliyor?
Efendim, halkımız okumuyor… Halkımız ilgi göstermiyor… Evet doğrudur, Türk halkı kasıtlı olarak cahil bırakılmıştır, kültür konularıyla gereği gibi ilgilenmemektedir. Lakin başarısızlıklarımızın sebebini sadece buna bağlamamız yanlış olur, kendimizi aldatmak olur.
Son derece zeki, ehliyetli, cin fikirli, başarılı, becerikli gazeteciler ve dergiciler yetiştirirseniz onlara çalışma sahası ve imkânı temin ederseniz, çalışırlar çırpınırlar ve sonunda inşallah Türkiye’de de haftada 500 bin satan çok güçlü, çok ilgi ve merak çekici, çok üstün bir haftalık dergi çıkartılabilir. Böylece hem gerçeğe, hem ülkeye hizmet edilmiş olur.
Gençlerimiz içinde, ileride büyük gazeteci, büyük dergici, büyük yazar olabilecek elbette birkaç kişi vardır. Bunları aramak, bulmak ve yetiştirmek gerekir. Bu devirde mükemmel İngilizce bilmeden büyük gazeteci olmak mümkün değildir, İngilizce böyle bir gence on bin dolara iyice öğretilebilir. Müslüman kesimin istidatlı, kabiliyetli, müstesna bir genç için bu parayı harcaması gerekir.
Daha bunun gibi birtakım bilgileri, hünerleri, marifetleri kazandırmak için gencimize yüz bin dolar harcansa çok mudur? Bunun ileride dinimize, ülkemize, halkımıza, devletimize, kimliğimize edeceği hizmetler düşünülürse bu meblağ son derece düşüktür.
Cami helalarına, bol şerefeli uzun minarelere, cami kalorifer ve klimalarına, cami şadırvanlarına yekun olarak yüz milyonlarca dolar, hatta milyarlarca dolar harcayan Müslüman bir topluluk medya sahasında hizmet verecek müstesna ve parlak gençlere yardımcı olmuyor. Vah vah!..
Eskiden savaşlar muharebe meydanlarında kazanılırmış, şimdiki savaşlar medya, kültür, sanat meydanlarında oluyor. 28 Temmuz 2004 Çarşamba
Kurtuluş için önce bir adama ihtiyaç var. Sonra onun etrafında on kadar daha adam olmalı. Üçüncü olarak da Türkiye genelinde birkaç bin adam… Bunlar ülkeyi iyi tarafa, kurtuluşa sürüklemeye, yönlendirmeye yeter.
Bu birin mutlaka inançlı bir Müslüman olması gerekir. Dindarlığının iki tarafı olacaktır. Birinde İmamı Birgivî gibi sert, tâvizsiz olacak, diğerinde Mevlânâ gibi geniş, toleranslı, evrensel hareket edecektir. Bu iki taraf birbiriyle uyuşabilir mi? Elbette uyuşur. Mevlânâ’nın Şeriat tarafı tâvizsizdir. Şeriatın farzlarını, vaciblerini, sünnetlerini eda ettiği gibi nafileleri de yapardı.
1. İslâm kültürüne iyi derecede vâkıf olacak…
2. Genel kültür sahasında Batılılardan üstün olacak.
– Bunlar, Türkiye’nin temizlenmesi, kurtulması, güçlenmesi, yücelmesi için çareler ve çözümler üretirler.
– Yapıcı, faydalı, müsbet muhalefet yaparlar.
– Halka, okumuşlara, gençliğe ışık tutarlar, yol gösterirler, rehberlik ederler.
– Böyle kimseler kesinlikle doğrudan doğruya siyaset yapmazlar, kendilerine teklif edilse bile iktidarı kabul etmezler. Politikanın üzerinde kalırlar.
* Kesinlikle din ticareti, mukaddeset bezirgânlığı yapmazlar. Onlar İslâm’ı, Kur’an’ı, namazı, orucu, kutsal kurumları kendi şahsî menfaat ve nüfuzlarına alet etmezler.
* Onlar ihtiyaçları dışında mal edinmezler, servet sahibi olmazlar.
* Onlar halktan kopmazlar, halkın içinde yaşarlar.
* Onların geçinmek için işleri, memuriyetleri, ticaretleri olabilir ama asıl işleri gerçeğe ve ülkeye hizmet etmektir.
* Onlar kesinlikle şöhret peşinde koşmazlar, şöhret ve alkış istemezler.
* Onların nazarında halkın övgüleriyle yergileri arasında herhangi bir fark yoktur. Hattâ övgüleri kendileri için daha tehlikeli bulurlar.
* Onlar rütbesiz çalışır, riyasete talip olmazlar, matlup olsalar yine kabul etmezler.
* Onlar zuraret olmadıkça yazmazlar ve konuşmazlar.
* Onlar laftan, kelâmdan çok aksiyona önem ve ağırlık verirler.
* Onlar birer kahramandır, lakin kahramanlığı asla kabul etmezler.
Evet toplumların böyle insanlara, böyle adamlara da ihtiyacı vardır. Bunlar olmazsa toplum bozulur, çözülür, batar.
Böyle adamların ölçüsü kelle sayısı, rakam çokluğu değil, keyfiyet ve vasıf üstünlüğüdür.
Bir arı oğulunda bir tek arı beyi (kraliçesi) vardır. İkincisi olmaz. Oğulda bey olmazsa her şey biter, çöker. Bazı adamlar vardır ki, her şeyi isterler. Şan, şeref, şöhret, servet, ikbal, nüfuz, riyaset, tantana, lüks, zenginlik, mal, dünya, âhiret… Bütün mutluluklar bir yerde toplanmaz. Dünya ve âhiret karpuzları bir koltuğa sığmaz. Çilesiz, fedakârlıksız, feragatsiz hizmet olmaz.
Bazı meslekler ve hizmetler ticaret yapmaya, zengin olmaya izin vermez. Askerlik gibi… Gerçek din hizmetkârlığı gibi. Allah için kurban, küp için kavurma… Ben hem hizmetimi yaparım, hem de malı götürürüm… gibi kuruntular şeytanî vesveselerdir.
Dünyaya bir güneş yeter, bir ülkeye gerçekten büyük bir adam yeter.
Türkiye gibi Müslüman bir ülkede bu tek adamın Müslüman olmasından daha tabiî ne olabilir?
Büyük adam olmanın şartlarından biri de hafifü’l-haz olmaktır. İyi yiyecek, iyi giyinecek, iyi yaşayacak, lüks meskende oturacak, lüks ve gösterişli binitlerde gezecek, yazın lüks ve konforlu yazlıkta keyf sürecek, geliri bol olacak, hesapsız para harcayacak, elini sıcak sudan soğuk suya sokmayacak, aziz canını hiç sıkmayacak… sonra da adam olacak… Mümkün müdür böyle bir şey?
Peygamber ne demiş:
Belalara uğramadan, çetin imtihanlarla karşılaşmadan adam olunmaz.
Gençlerimize bunları anlatmamız lazımdır. Gerçek adam olmak herkese nasip olmaz ama bütün gençlerimiz adam olmak ne demektir bilmelidir.
Gençliği paraya, servete, zenginliğe, zevke, sefaya, şöhrete, benliğe, rahatlığa, lükse, markaya, gösterişe yönelik bir toplum batmış demektir.
İyi yetişecek, ileride gerçeğe ve ülkeye hizmet edecek vasıflı gençlerimize çilesiz adam olunamayacağını iyice öğretmemiz, anlatmamız gerekir.
Sıkı, çileli, çok zor, tahammül sınırlarını zorlayan talimler yapmadan bir genç komanda olabilir mi?
Dava adamı da böyledir. Dâvasına hizmet eden kimse bilecektir ki, önünde çok çetin, çok zahmetli, çok zor günler ve engeller vardır. İcabında hürriyetini kaybedecektir, hattâ bazen canını.
Gençlerimizi eyyamcı-oportünist yetiştirmeyelim. Kuyruk sallayacak, yalakalık yapacak ve önüne yağlı bir kemik atılacak… Böyle bir şeye köpekler tâlip ve râzı olur.
Vaktiyle Hasan Sabbah adlı sapığın fedâileri bile bâtıl dâvaları uğrunda gözlerini bile kırpmadan kendilerini yalçın tepelerden derin uçurumlara atmışlardır
Gerçeğe, dinine, ülkesine hizmet etmek ne büyük bir şereftir. Bu şeref dâva adamına, ihlâslı ve idealist hizmetkâra yeter. Yanında ayrıca dünya kemikleri istemez. Böyle süflî şeylere tenezzül etmez. 23 Ağustos 2004
Okullarda biraz fizik, kimya, cebir, geometri öğretiliyor. Yeterli miktarda mı? Hayır. Çünkü diploma alan çocuklarımız üniversiteye girebilmek için ayrıca, avuç dolusu para ödeyerek özel dershanelere gitmek zorundadır. Okullarda çok az miktarda tarih, coğrafya, edebiyat, sosyoloji okutuluyor. Bu dallarda verilen bilgiler son derece yetersizdir.
Peki okullarımızda ahlâk ve karakter terbiyesi verilebiliyor mu? Ahlâk ve karakter fizik, kimyaya benzemez. Onların bilgilerini ezberler, zihnine nakş edersin, bilmiş olursun. Ahlâk ve karakter sadece bilmekle olmaz. Amel etmek, işlemek, hayatına uygulamak gerekir.
Çocuklarımıza, genç nesillere okullarda şeref, haysiyet, namus, fazilet, vatanseverlik; iyi insan, iyi vatandaş olmak ne demektir öğretebiliyor muyuz?
Eğitimin iki hedefi vardır:
1. Bilgi ve kültür öğretmek,
2. Ahlâk ve karakter terbiyesi vermek.
Bir genç sadece bilgiyle adam olamaz. Bilginin yanında aksiyon da gerekir.
Bilgi insana doğruları gösterir. Ahlâk ve karakter terbiyesi ise iyileri. Bu ikisiyle de iş bitmez aslında. Bir de üçüncü boyut gerekir. O da estetik, güzellik, sanat boyutudur.
Bu memlekette çoğunluğu teşkil eden Müslümanlar çocuklarını bilgi, ahlâk ve estetik sahasında vasıflı olarak yetiştirebiliyorlar mı?
Diploma alıp hayata atılan gençlerimiz paraya, dünya menfaatlerine, zenginliğe nasıl bakıyorlar?
Ruh soyluluğuna sahip insanlar, aç köpekler gibi haram kemiklere saldırır mı? Köpeklerin bile vasıflıları, soyluları var. Vasıflı köpek yenilebilecek herşeye saldırmaz. Aç köpeklerin gözünde sadece para, zenginlik, dünya menfaatleri, lüks hayat, ille de yükselmek vardır. Yükselmek, yükselmek… Peki nasıl yükselmek? Yüksek tepelerde hem kartala, hem yılana rastlanır. Biri uçarak, diğeri sürünerek çıkmıştır.
Gerçeklerin, iyiliklerin, güzelliklerin kaynağı olan İslâm dinine aç köpek zihniyetiyle ve metodlarıyla hizmet edilemez. Sevgili vatanımız ve ülkemiz olan Türkiye’ye aç köpek zihniyetiyle hizmet edilemez.
Gerçeğe, dine, vatana hizmet edeceklerin idealist olmaları gerekir. Aç köpekler, hizmet perdesi ardında ülkeye hıyanet ederler. Ülkeyi, halkı, devleti, mahallî idareleri soyanlara, talan edenlere nasıl hizmetkâr denilebilir.
diyen şu soysuzlara bakınız.
Gerçek dindar, gerçek vatansever kendi şahsî menfaatlerini dininin ve vatanının menfaatlerinin üstünde görmez. Baktı ki, iki menfaat çatışıyor, dininin, vatanının çıkarına öncelik verir. Hem Müslüman, hem haram yiyor… Olur mu böyle şey?
Biz son otuz yıl içinde ne adamlar gördük. Bir ara radikallik taslıyor, kendilerine bol keseden mücahidlik sıfatını veriyorlardı. Sonra bunların bazısının ellerine imkân ve fırsat geçti ve yemedikleri halt kalmadı. Yakın tarihimizde türedi zenginler zuhur etti. Sanayi, ticaret, çeşitli hizmetler, ziraat, hayvancılık, nakliyat ve bunlara benzer meşru işler yaparak zengin olanlara hürmet ederiz, kendilerini tebrik ederiz. Ya ötekiler, ya ötekiler… Götürücüler, tokatlayıcılar, talancılar, hortumlayıcılar, komisyoncular… Bu memleketin baş belâları. Herif ömrü boyunca belli bir aylıkla çalışmış. Başka bir geliri yok. Mirasa falan da konmamış. Emekli olunca bahçe içinde bir milyon dolarlık bir köşkte oturuyor. Nereden bulmuş, nasıl almış bu köşkü?
Adam medya prenslerinden. Ayda elli bin dolar maaş alıyor. Transfer ücreti ise bir milyon dolar. Fazileti, hüneri, marifeti nedir bu kişinin?
Arada bir dosyalar patlıyor bomba gibi. Mafya, uyuşturucu çeteleri, kaçakçılık, korkunç yolsuzluklar… Derin dondurucularda yüzlerce, binlerce dosya varmış. Bekletiliyormuş bunlar. Zamanı gelince meydana çıkarılacaklarmış…
Bir fahişeye fahişe deseniz sizi mahkemeye verir tazminat alır. Fahişelik sadece birtakım kadınların kendilerini para karşılığında satmaları değildir. Her işin, her mesleğin, her sektörün fahişeleri vardır. Politika fahişeleri, medya fahişeleri, bürokrasi fahişeleri, belediye fahişeleri, dincilik fahişeleri, milliyetçilik fahişeleri, resmî ideoloji fahişeleri…
Kibar ve yüksek fahişeler vardır. Orta fahişeler vardır. Pespaye sokak fahişeleri vardır. Her birinin fiyatları bellidir. Ortalıkta ne kadar çok fahişe var!
Bir ara kapkaççılar İstanbul’u kasıp kavuruyordu. Yine varlar ama eskisi kadar değil. Halk onların birileriyle ortak çalıştıklarından bahs edip duruyordu. Bu “ortaklar” fahişe değil de nedir?
Büyük şehirlerimizden birinde bir şarbay vardı. Onun zamanında şehir randevuevi, kumarhane, batakhane ile dolmuştu. Her akşam (…) arabaları gelir bu batakhanelerden haraçlarını alırdı. Böyle adamlara fahişe demeyip de ne diyeceğiz?
Herif bir makama geldiğinde çulsuzun tekiydi. O makamdan ayrıldığında doların milyarı ile zengin olmuştu. Nasıl? Alavere dalavere ile. Böyle adamlara faziletli, şerefli, namuslu, vatansever demek mümkün müdür?
Bu memlekette bunca fahişeyi, bunca uğursuzu kimler yetiştirdi? Pembeler mi, Yeşiller mi, Maviler mi, Morlar mı? Adamlar Türklerden ve Müslümanlardan nefret ediyorlar. Dinleri ve imanları rant yemek, helâl haram ayırımı yapmadan kazanmak, zengin olmak. Böylelerinden Türkiye’ye, Türklere, Türkiyelilere, Müslümanlara ne hayır gelir?
Sus gerici!.. Sus çağdışı zihniyetli!.. Sus Şeriatçi!..
Misyonerler yılda on milyonlarca İncil, Hıristiyanlık broşürü dağıtırken sesleri çıkmaz. Müslümanlar, resmî makamlardan izin alarak bir milyon Kur’ân dağıtmaya başlayınca ayranları kabarır, “Olur mu böyle şey?” demeye başlarlar.
Üç beş derviş bir evde toplansalar, namaz kılıp zikrullah yapsalar suç olur. Evangelistler yüzlerce bağımsız kilise, binlerce ev – kilise açarlar, hiç sesleri çıkmaz. Kendileri, kendi Şeriatlarına göre dinî nikah kıydırırlar, suç olmaz. Dindar bir Müslüman şer’î nikah kıydırırsa kızılca kıyameti kopartırlar. Hırsızın, fahişenin, talancının, dolandırıcının, soyguncunun, haramyiyicinin, eşkıyanın her renktenine bin lanet olsun! Pembesine lanet olsun… Yeşiline lanet olsun… Mavisine lanet olsun…Akına lanet, karasına lanet olsun!.. Ahlâk istiyoruz, fazilet istiyoruz, namus ve şeref istiyoruz, haysiyet istiyoruz… 30 Ağustos 2004
(1) Lise demek, öncelikle edebiyat, tarih, sanat kültürü, felsefe (psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik, estetik), sosyoloji, beşerî ve iktisadî coğrafya kültürünü “yeterli” şekilde veren okul demektir.
(2) Bunları doğru dürüst okutamayan; fizik, kimya, cebir, geometri, biyoloji gibi fen derslerine ağırlık veren okul kesinlikle iyi, vasıflı, örnek bir lise veya kolej değildir. Olsa olsa fen mektebidir.
(3) Bu ülkenin dili Türkçedir. Liselerde edebî-yazılı, zengin Türkçe ve edebiyat okutulmalı ve öğretilmelidir. Uydurukça kesinlikle zengin Türkçe değildir. Zengin Türkçe Osmanlı Türkçesidir. Üçbeş yüz kelimelik sokak Türkçesiyle, iletişim Türkçesiyle, çarşı-pazar Türkçesiyle insan kültürlü olamaz. Uydurukçada bilemediniz yirmi bin kelime vardır. Onların çoğu da ilimlere, fenlere ait ıstılahlardır. Geriye kalan bir-ikibin kelime ile edebiyat, tefekkür, medeniyet olmaz.
(4) 1928’den önce bin yıldan fazla kullanılmış olan yazıyı bilmeden edebî-zengin Türkçe bilinemez, öğrenilemez.
(5) İranlılar millî şairleri Hâfız’ın divanını, mânâsından haz ve zevk alarak nasıl okuyabiliyorlarsa, bizde de lise tahsili yapmış Türkiyeliler en büyük şairimiz olan Fuzulî’nin Divan’ını okuyup anlayabilmelidir ve bu kıraatten zevk ve haz almalıdır.
(6) Otuz kişilik bir lise sınıfında en az beş öğrenci hikâye, deneme, şiir, vasıflı kompozisyon yazabilmelidir.
(7) Bin kişilik bir lisede en az on öğrenci aruzla şiir yazabilmelidir.
(8) Test imtihanları bir aldatmacadan ibarettir. İmtihanlar kompozisyon şeklinde yapılmalıdır.
(9) Felsefe grubu derslerde, iyi ve vasıflı bir Türkiye lisesi, en az Fransa liseleri seviyesinde olmalı, öğrenciler çok vasıflı felsefî kompozisyonlar yazabilmelidir.
(10) Liselerde bilgi ve kültürün yanında mutlaka ahlâk ve karakter terbiyesi verilmelidir.
(11) Lise öğrencilerinin yüzde onu geleneksel sanatlardan birini öğrenmeli ve sahasında eser ve ürün vermelidir.
(12) Liselerde hiçbir ideoloji öğrencilere empoze edilmemelidir.
(13) Müslüman lise öğrencilerine çok sağlam, çok güçlü, çok yeterli din kültürü verilmelidir.
(14) Siyasî sistem kaliteli eğitime izin vermezse, paralel ve alternatif bir eğitim ile öğrencilerin eksiklikleri tamamlanmalıdır.
(15) Liseler kültürlü, güçlü, vasıflı, üstün vatandaşlar ve insanlar yetiştirme ocakları olmalıdır.
(16) Herkes okusun, hiç kimse sınıfta kalmasın…zihniyeti bir intihar ve kendini inkâr zihniyetidir. Liselerde çok sıkı bitirme ve bakalorya imtihanları olmalı, başaramayanların gözünün yaşına bakılmamalıdır. Aksi takdirde ülke, millet ve devlet batar.
(17)Liselerin sosyal kültür öğretmenleri ehliyet, liyakat, güç ve başarıda üniversite profesörleri ile yarışmalı, onlarla boy ölçüşülebilmelidir.
(18) Türkiye liselerinden dünya çapında edebiyatçı, tarihçi, sanatkâr, insansever, idealist adayları çıkmalıdır.
(19) Bir lisenin ne mal olduğu, onun öğrencilerinin okuldan çıktıklarından sonraki kılık kıyafetlerinden, davranışlarından, ciddiyet veya laubaliliklerinden anlaşılır. Okul kapısından dışarı çıkar çıkmaz gömleğin etekleri pantolonun dışına çıkartılıyor, yakanın birkaç düğmesi çözülüyor, ceket külhanbeyce omuza atılıyor, ağızda bir sigara, yanındaki arkadaşlarıyla kaba saba gülüşerek, şakalaşarak, boş laflar ederek sokakta yürüyor…Böyle liseli olmaz! Böyle lise olmaz!
(20) Liseler üniversiteye hazırlama kursları veya dershaneleri değildir.
(21) Öğrencilerine vatanseverlik duygusu aşılayamayan lise lise değildir.
(22) Bir ülkenin liseleri iyi, vasıflı, güçlü, üstün olursa o ülke yücelir; kötü, zayıf, yetersiz olursa batar.
(23) Bir ülkenin idarecileri iyi, vasıflı, vatansever, akıllı, hayırlı ise her şeyden önce eğitime önem verirler, eğitimi mükemmel hale getirmek için çalışırlar. Eğitim hizmetleri, eğitim sistemi işin başıdır. Adaleti ele alalım: Eğitim ve üniversiteler ile vasıflı, güçlü, üstün, ahlâklı, faziletli yargı mensupları yetiştiremezseniz ülkede adalet olması mümkün olmaz. Çünkü âdil bir sistem, âdil bir yargı, temiz bir yargı ancak ve ancak vasıflı hakimler, savcılar, hukukçular, avukatlar ile olur.
(24) Liselerde Türkiye kimliğine, Türkiye kültürüne, Türkiye kişiliğine hizmet edilmeli, genç nesillere bunların bilgisi ve şuuru aşılanmalıdır. İngiltere’de İngilizlik, Fransa’da Fransızlık, İsviçre’de İsviçre kimliği… Millî kimliğe cephe alan, gençlere onu kazandırmayan liseler ülkeleri için canavarlar yetiştirir. Kimliksiz kişi hastadır.
(25) Bizde şu anda iyi, vasıflı, yeterli, güçlü, üstün lise var mı yok mu?.. Bu sorunun cevabını teorik olarak veremeyiz. En parlaklarından, en başarılılarından on öğrenci seçilir. Çok ciddi bir heyet tarafından Türkçe, edebiyat, tarih, psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik, estetik, sosyoloji, beşerî-iktisadî coğrafya konularında, kompozisyon yazdırılarak imtihan edilir. Sorulan sorular uluslararası standartlarda olur. Gerçek ortaya çıkar… Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.
Sevgili Müslümanlar!
Yakın tarihte ülkenin her köşesine kırk binden fazla yeni cami diktik. Eskilerle beraber cami sayısı seksen bine yaklaşıyor…
Maarif, eğitim, okul konusunda maalesef yaya kalmış bulunuyoruz. İyi, vasıflı, güçlü, mükemmel, üstün okullarımız yok. Bu yüzden vasıflı ve yeterli adamlar yetiştiremiyoruz, kadrolar kuramıyoruz.
Oğlum bilgisayar mühendisi olsun, oğlum mühendis olsun, oğlum doktor olsun demekle iş bitmiyor. Oğlumuzun iyi ve vasıflı insan, iyi ve vasıflı vatandaş, iyi ve vasıflı Müslüman olması gerekir. Bu da, eğitimle, okulla, lise ile olur.
Yazımın başında belirtmiştim, sadece fen derslerine ağırlık vererek iyi ve üstün liseler kuramayız. İşin başı sosyal, edebî, tarihî, felsefî, dinî kültürdür. 03 Eylül 2004
Sevgili gençler!.. Lâfı evelemeden gevelemeden söyleyeyim: Harcanıyorsunuz, evet harcanıyorsunuz. Sizi kimler mi harcıyor? Onları da açıkça beyan edeyim:
-Siz öncelikle kendi kendinizi harcıyorsunuz.
-Ananız babanız sizleri harcıyor.
-Toplum sizi harcıyor.
-Eğitim sistemi sizi harcıyor.
-Üniversite sizi harcıyor.
Uzatmayayım, topyekûn bir harcanma içindesiniz.
İnançlı ve idealist gençlere hitap ediyorum. Sizin gayeniz kesinlikle parlak, itibarlı, bol gelirli bir mesleğe sahip olmak olmamalıdır.
Anneniz babanız ne diyorlar, ne istiyorlar:
-Aman oğlumuz mühendis olsun, doktor olsun, işletmeci olsun, bol para kazansın, iyi yaşasın, iyi yesin, iyi giyinsin…
Siz bu duaya amin derseniz harcanır gidersiniz.
Siz Müslüman gençlersiniz. Bizim kutsal Kitabımız ne diyor: “Allah insanları ve cinleri, başka bir şey için değil, sadece Kendisine ibadet (kulluk) etmeleri için yaratmıştır.”
İslâm’da bu dünya hayatının amacı bol para kazanmak, lüks yaşamak, şatafat ve debdebe içinde hayat sürmek; müzeyyen evlerde oturmak, gösterişli binitlerle gezmek, en leziz ve nefis yemekler yemek değildir. Allah bize bir Peygamber göndermiştir. O bizim için en güzel örnek ve modeldir. O büyük zat nasıl yaşamış, ibretle bakalım. Ne kadar sade, mütevâzı, basit bir hayat sürmüştür. Bunda asla şüphe ve şek yoktur.
Biz madem ki, iman etmişiz, varlığımızı İslâm’a adamışız. O halde bizim asıl gayemiz Allah’a hakkıyla kulluk etmek Peygambere hakkıyla ümmet olmak, Yüce İslâm dinine gereği gibi ihlâsla hizmet etmektir. Bırakın gafiller paraya, üne, alkışa, lükse, tüketime, gösterişe, konfora yönelik olsunlar. Biz onlar gibi olmamalıyız. Biz, en çok para getiren mesleklere değil, en fazla hizmet edilen işlere ve kariyerlere yönelmeliyiz.
Eğitimcilikte fazla para ve refah yok ama çok hizmet var. Müslüman için en büyük şeref gençliğe, yeni nesillere hizmet etmek, yol göstermektir. Müslümanları daha kültürlü, daha bilgili, daha hünerli, daha marifetli hale getirmek için yapılacak bütün faaliyetler hizmettir.
İşsiz Müslümanlara iş ve aş temin etmek… Zenginleşen Müslümanların azmalarına, kudurmalarına, çıldırmalarına engel olmak… Müslüman kadın ve kızların daha bilgili, daha becerikli, daha üretken olmalarını sağlamak. Sevgili vatanımız Türkiye’nin korunması, yüceltilmesi için ne yapmak gerekiyorsa onları yapmak… Halkımızın daha vasıflı, daha iyi, daha güzel olması için çırpınmak, çalışmak, didinmek…
Düşmanlarımız bizi Sünnî – Alevî, Türk – Kürt, dinci – lâik, ilerici – gerici, sağcı – solcu, şucu bucu diye birbirine rakip ve hasım kesimlere ayırmıştır. Bizim vazifemiz düşmanlıkları gidermek, millî ve toplumsal barış ve mutabakatı sağlamaktır. Hizmet budur.
Ülkemizde seksen bine yakın cami var ama günde beş vakit Ezan-ı Muhammedî okununca yeterli miktarda cemaat toplanmıyor. Müslüman halkı beş vakit namaz kılmaya teşvik etmek, cemaatin çoğalması için çalışmak. Bu da büyük bir hizmettir.
Münafıklar ve şaşırmışlar, Yüce dinimizde eksiklik olduğunu söylüyor ve dinde mutlaka reform ve yenilik yapılması gerektiğini iddia ediyor. Onlara karşı saf ve temiz halkı ve gençleri uyarmak da bir hizmettir. Allah yanılmaz, Allah’ın dininde eksiklik olmaz, İslâm’a reform gerekmez.
Tarihî ârızalar ve kazalar dolayısıyla Müslümanlar ilimlerde, fenlerde, kültür ve sanatta, medeniyet faaliyetlerinde geride kalmışlardır. Onları varoş ve bedeviyet kültür ve zihniyetinden kurtarıp medenîleştirmek de büyük bir hizmettir.
İstidatlı, yetenekli Müslüman çocuklarına, gençlerine sanat, hüner, marifet öğretmek de hizmettir.
Tesettürlü dindar hanımların kıyafetlerinin (seksî olmamak şartıyla) çok zarif, çok kibar, çok sanatlı, çok üstün olmaları için çalışmak…
İslâm dâvâsını mıncıklayan, saf Müslüman halkı aldatan din sömürücüsü haşarat ile mücadele etmek; halkı onların şerlerinden ve habasetlerinden korumak için çalışmak…
Müslümanların dinî hizmet ve faaliyetler için seve seve verdikleri paraların en güzel ve uygun şekilde harcanması için plan ve program yapmak…
Camileri bir iman, ibadet, kültür, medeniyet, hayır hasenat merkezi haline getirmek…
Ezilenlerin, sürülenlerin imdadına koşmak…
Ağlayanlarla birlikte ağlamak…
Acı çekenlerin acılarını azaltmak…
Bizler bu gibi hizmetler peşinde koşmalıyız.
Sevgili gençler! Siz madem ki iman etmişsiniz, madem ki, ideal sahibisiniz, bırakın dünyanın yağlı kemiklerine başkaları saldırsın. Size, köpekler gibi yağlı kemik peşinde koşmak yakışmaz.
İman ettiğinize göre, Allah’ın, kullarının rızıklarına kefil olduğunu iyi biliyorsunuzdur. O halde nedir bu dünya menfaati, para, şan şatafat, lüks konfor merakı?..
İyi bir hayat, lüks yaşamak değildir. Hayatın bir gayesi vardır. Allah’a yönelik, hizmete yönelik bir mü’min peynir, ekmek, domates ile karnını doyursa nesi eksilir? Mü’min, yeryüzünde Allah’ın şahidi ve askeridir. Askere ne tayın çıkarsa itiraz etmez, memnuniyetle yer, şükr eder.
Unutmayın, dünya bir köprüdür. Bir ucunda doğarız, öbür ucunda ölürüz. Dünya malları, şanları, şerefleri, şatafatları, servetleri, makam ve mevkileri, rütbeleri, çoluk çocuk, ün alkış… bunlar hep fanî oyalanmalardır. Bizim için iki defter yazılıyor. Birine iyiliklerimiz, kazandığımız sevaplar; ötekine kötülüklerimiz, günahlarımız, cezalar…
Gaflet etmeyin!.. Para, makam, mevki, servet, lüks, şatafat, konfor, rahat hayat tuzaklarına düşmeyin. Harcanırsınız, kendinize yazık edersiniz. Âgâh olunuz! 17 Eylül 2004 Cuma
Dünyada hiçbir medenî toplum, medeniyet, devlet edebiyatsız olmamıştır. Başka bir ifadeyle:
Edebiyatsız medeniyet, devlet, toplum olmaz.
Şu anda Türkiye maalesef edebiyatsız kalmıştır.
Edebiyat, yeni yazılmış birkaç roman, hikaye ve şiir kitabıyla, bitmez. Edebiyat ulu bir ağaç gibidir. Kökleri tarihin derinliklerinde, mâzidedir.
Geçen pazar Bahçelievler’de bir konuşma yaptım, salondaki kalabalığa sorum:
– Türkçenin en büyük şairi ve edibi Fuzulî’den bir mısra veya beyit okuyabilecek biri var mı içinizde?.. Çıt çıkmadı… Edebiyatsız toplum…
Düşmanlarımız bizi çökertmek, medenî bir toplum olmaktan çıkartıp, bedevî ve cahil sürüler haline getirmek için edebî-zengin yazılı lisanımızın canına okudular. Bir ülkeyi, bir milleti, bir devleti batırmak mı istiyorsunuz. Bunun için ille de topa tüfeğe, bombaya, orduya lüzum ve ihtiyaç yoktur. Becerebilirseniz onun yazılı-edebî-zengin anadilini kuşa çevirin, genç nesilleri atalarının yazılarını, kitaplarını okuyamaz hale getirin… Maksadınıza “barışçı” bir yoldan erişmiş olursunuz.
Düşünebiliyor musunuz: Ömer Seyfeddin’in hikayeleri bile yıllardan beri “sadeleştirilerek” yayınlanıyor. Yahu, Ömer Seyfeddin’in Türkçesinden daha sade Türkçe olur mu? Türkiyeliler, yirminci yüzyılda yazılmış o hikâyeleri sadeleştirmek zorunda ve mecburiyetinde bırakılmışlarsa medeniyet, lisan, kültür, edebiyat bakımından bitmiş değil midirler?
Sadece Ömer Seyfeddin değil; Halid Ziya’nın, Reşad Nuri’nin, Hüseyin Rahmi’nin, Yakup Kadri’nin kitapları da sadeleştiriliyor. Sadeleştirmek ne demektir? Katl etmek, ırzına geçmek demek değil de nedir? Fransa’da yüzyıllar önce yaşamış Molière’in, Voltaire’in, Montesquieu’nün, Racine’nin kitapları bile sadeleştirilmiyor. Bir milletin, bir ülkenin, bir devletin edebî lisanında kopukluk olması, bir bedenin belkemiğinin kırılması gibidir. Bunun sonucu felç olmaktır.
Biz şu anda lisan ve kültür bakımından mefluc (felç olmuş) vaziyetteyiz de haberimiz bile yok.
Lisanımızdaki Arapça Farsça kelimeler atılmalı, yerlerine arı, duru, öztürkçe sözcükler uydurulmalıymış… Ne saçma şey! Fransızlar lisanlarındaki Latince ve Grekçe kelimeleri atsalar, geride ne kalır? Sapsade, cascavlak, fukara bir Fransızca kalır. Onunla da ne köy olur ne kasaba, ne medeniyet, ne edebiyat, ne felsefe, ne sanat…
Almanca’da en az otuz bin yabancı kökenli kelime bulunmaktadır. Almanlar bunları atsalar, Almanca’nın, Almanya’nın canına okumuş olurlar.
Ah “A.Dilaçar” yaktın bizi! Kimdir bu A.Dilaçar? Bu zat niçin ismini hep (A.) şeklinde yazmıştır. Bu A. nedir.
Kendisi, özel olarak Bulgaristan’dan getirtilmiş ve Türk Dil Kurumu’nun başına geçirilmiştir.
Agop yazsa olmayacak… “A” nokta diye yazmıştır. İyi mi yapmıştır bu A. Dilaçar? Bugünkü Türkçeye bakınız ve cevabı siz veriniz
Dilde sadelik, arılık, duruluk, öztürkçecilik cereyanı başlamadan önce lise tahsili yapan Türkiyeliler Fuzulî’nin, Bakî’nin, Nedim’in, Şeyh Galib’in, Ziya Paşa’nın, Namık Kemal’in, Evliya Çelebi’nin Türkçesini okuyup anlayabiliyorlardı. Dil devriminden sonra ulu bir kültür çınarı olan zengin Türkçe devrildi; Türkiye toplumsal hâfızasını kaybetti, aliene oldu.
İstanbul’da Beyazıt Meydanı’ndaki tarihî üniversite kapısının üzerinde, tam ortada büyük bir mermer kitabe var. Üzerinde nefis bir sülüs yazıyla “Daire-i Umûr-i Askeriyye” yazılı. O kapının altından geçen öğrenciler, o Türkçe kitabeyi okuyamıyorlar. Bırakın öğrencileri, profesörlerin de yüzde doksan dokuzu okuyamıyor. Böyle bir cehalet ve garabet dünyanın hangi medenî ülkesinde görülebilir? Üniversite profesörü, anadiliyle yazılı bir kitabeyi okuyamıyor…
Kütüphanemde 1953’te, Stalin’in öldüğü yılda Azerbaycan’ın Bakû şehrinde İslâm harfleriyle basılmış bir Leyla ve Mecnun kitabı var. Demek ki, Stalin bile lisan ve yazı devamlılığı konusunda bizdeki kadar sert ve amansız hareket etmemiş.
Fazla mı konuşuyorum, ileri mi gidiyorum, çizmeden yukarı mı çıkıyorum? Sürç-i lisan ettikse affola… Kimse üzerine alınmasın ama artık açıkça yazmak gerekiyor:
Edebî, medenî, yazılı, zengin Türkçenin zayıflatılması neticesinde halkımızın büyük kısmı “Zeka özürlü” durumuna düşmüştür.
Televizyonlardaki açık oturumları seyrediniz. Kocakoca akademisyenler, yazarlar, fikir adamları Türkçe kelam etmekte zorlanıyorlar. “Eee…eee…meee…ııı…mıı… hık… mık…” En okumuşlarımız bile Türkçeyi akıcı, ahenkli, kopuksuz, doğru düzgün kullanamıyor.
Gazetelerimizin Türkçesi, bir iki yüz kelimeden ibaret bir konuşma ve iletişim dili haline geldi.
Halk yığınları duygu ve düşüncelerini ünlemlerle, amma da kral, yuh be, mala bak mala… gibi böğürtü ve homurtularla ifade etmeye çalışıyor. Bir insan, anadilini ne kadar biliyorsa o kadar insandır. Zengin bir edebî lisan olmadan yüksek bir medeniyet olmaz.
Lise ve üniversite diplomasına sahip olmakla iş bitmiyor. Bunlar bizde birer kâğıt parçasıdır. Liseyi bitirmiş ama edebiyat kültürü yok, Türkiyeli okumuş ama geçmiş asırlarda yazılmış Türk klasiklerini okuyup anlayamıyor. Böyle bir kimseye okumuş, aydın, yetişkin denilebilir mi?
Her lisanda değişiklik, tekâmül olur. Ama bizdeki gibi değil. Bizdekine değişiklik, tekamül değil; kopukluk denir, sabotaj denir, dilkırımı denir.
Hiçbir siyasî rejim zor kullanarak, devlet terörü yaparak bir halkın, bir ülkenin lisanını değiştirmek hakkına sahip değildir. Yakın tarihimizde Türk lisanına yapılanlar, bir insan hakları ihlalidir.
1950’li, 60’lı yıllarda Türkiye’nin gündeminde bir lisan meselesi vardı. Profesör Ali Fuad Başgil gibi tarihî devamlılık ve millî kültür taraftarı aydınlar ciddî tenkitler yapıyor, toplumu uyarıyorlardı. Artık bu tenkitler ve uyarılar da son buldu.
Bugünkü fakir, zayıf, kuşa çevrilmiş, arı ve duru hale getirilen Türkçe ile hiç bir yere varamayız. 1920’lerin zengin, tabiî, güzel, edebî Türkçesine dönmeliyiz. Böyle bir niyete sahip olmalıyız. Bunun için gerekli iradeye malik bulunmalıyız.
Ben, Osmanlıcanın çetrefil, anlaşılması çok zor metinlerini kasd etmiyorum. Ahmed Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hülefa adlı kitabındaki Türkçe çok sadedir, çok güzeldir, çok ahenklidir. O kitabın Türkçesi sanki mensur şiirdir. Lise mezunlarımız, okur-yazarlarımız o Türkçeyi okuyabilmeli, anlayabilmeli, bu kıraatten zevk ve haz alabilmelidir.
İlmin, medeniyetin, kültürün, sanatın, felsefenin, edebiyatın temeli zengin lisandır. O yoksa ötekiler olmaz.
Başlangıçta en az bir milyon gence ve okur-yazara zengin Türkçeyi, Osmanlıcayı öğretmek üzere harekete geçmemiz gerekir. Kur’an okumasını bilen bir Türkiyeli, Osmanlıca okumayı bir saatte öğrenebilir. Öğrendikten sonra ömrü boyunca ilerletmesi gerekir.
Her gün en az on Osmanlıca kelime ve kavram öğrenmeliyiz. Yılda üç bin küsur kelime eder; beş sene sonra zengin Türkçe konusunda düze çıkmış oluruz.
Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıptır.
Türkiye Müslümanları zilletten kurtulup izzet bulmak, kölelik zincirlerini kırmak, hür ve şerefli Müslümanlar olarak yaşamak, ilerlemek, güçlenmek, vasıflı ve üstün Türkiyeliler olmak istiyorlarsa lisan meselesine büyük önem vermek, bu sahada hayırlı faaliyetler yapmak zorundadır.
Zengin, edebî, güçlü bir Türkçe olmadan doğru dürüst, ciddî, seviyeli, tesirli dinî hizmet de yapılamaz. 03 Aralık 2004
Size faydası dokunabilecek, derlenip toparlanmanıza ve uyanmanıza yardımcı olacak bazı hususları, kısa maddeler halinde bilginize sunmak istiyorum. Bu maddelerin bazısı iç açacak, hoşa gidecek şeyler değildir. Gerçekler genellikle acıdır; düşünür taşınırsınız, aklınız yeterse ve uygun görürseniz gerekeni yaparsınız.
1. Harcanıyorsunuz!.. Bu dünyaya gelmekten maksat adam olmaktır. Sizin adam olmanızı engelleyen belli başlı faktörler şunlardır. (A) Âileler, anne-babalar: Bunlar genellikle çocuklarının iyi bir iş sahibi olmalarını, çok kazanmalarını, iyi yaşamalarını isterler. Gençlerin bilgi, kültür, aksiyon, ahlâk, karakter, estetik bakımından olgunlaşmaları konusu üzerinde pek durmazlar. “Oğlum mühendis olsun, oğlum bilgisayarcı olsun, oğlum işletmeci olsun… İyi kazansın, iyi yaşasın, iyi yesin…” Bu kafayla adam yetişmez. (B) Eğitim sistemi: Ülkemizdeki eğitim sistemi iflâs etmiştir. Böyle olacağı başlangıcından belliydi. Bizde bir Tevhid-i Tedrisat Kanunu var, Tevhide karşı çıkartılmış… Öyle bir eğitim düşününüz ki, ilkokuldan lise sonuna kadar on yıldan fazla okutuyor ve diploma alan bir genç büyük dedesinin mezar taşını bile okuyamıyor. Böyle eğitim olur mu? Evet, iddia ediyorum, bizim eğitim sistemimiz aslında okuma-yazma bile öğretememektedir. Adam olmak isteyen gençler, çare ve çözüm arasınlar, kendilerine rehber bulsunlar ve alternatif-paralel bir eğitim görmeye çalışsınlar. Bunun hiç de kolay bir iş olmadığını söylemem gerekir. Yine, çekinmeden ve korkmadan iddia ediyorum: Türkiye liseler birincisi bir genci imtihan edelim, geçerli not alamayacaktır. Öyle biraz cebir, geometri, fizik, kimya bilmekle iş bitmiyor. Öncelikle yazılı-edebî-zengin Türkçeyi bilmesi lâzım. En az dört yüz sene ötesine kadar uzanan edebî metinleri, mânâsını anlayarak okuyabilmesi lâzım. Tarih kültürü lâzım, felsefe kültürü lâzım, mantık lâzım, sanat tarihi lâzım… (C) Üniversiteler de gençliği harcamaktadır. Zaten Türkiye’de, uluslararası standartlarda bir tek üniversite bile yoktur. Olsaydı, dünyanın beş yüz üniversitesi listesine bizden de bir üniversite girmiş olurdu. Dev gibi binalar yapacaklar, içine profesörler, doçentler, asistanlar, öğrenciler dolduracaklar ve iş bitmiş olacak. Yağma yok! Üniversite en yüksek seviyede bilgi, uzmanlık, araştırma, inceleme demektir. İleri ülkelerde bazı ülkelerin milyonlarca kitap ihtiva eden kütüphaneleri günde yirmi dört saat açıktır. Türkiye’de üniversite olsaydı, şimdiye kadar ülkemiz de, hiç olmazsa bir tane Nobel armağanı kazanmış olurdu. (Ç) Toplum da gençliği harcıyor. Çözülme, dağılma halinde bir toplum içinde yaşıyoruz. Eski değerlerini yitirmiş, onların yerine yenilerini koyamamış, kasıtlı olarak câhil bırakılmış, sersemletilmiş, uyuşturulmuş bir toplum… (D) Büyük medya da bozmakta, dejenere etmektedir. Gazete ve dergi satılan kulübelere bakınız, oralarda ciddî, edebî, kültürel, yetiştirici, olgunlaştırıcı dergi görebilecek misiniz? (E) Resmî ideoloji… Bu konuda tafsilat vermeyeceğim.
2. Birtakım cemaatler, gruplar, zümreler de gençleri harcamak için bilerek veya bilmeyerek ellerinden geleni yapıyorlar. Gençlerimizin çoğu intisablıdır, yani bağlıdır. Nerelere bağlı? Cemaatlere, tarikatlara, meşreblere, Hazretlere… Yanlış anlaşılmasın, gerçek tarikatlara, gerçek Hoca efendilere, gerçek şeyhlere, gerçek mürşidlere bağlanılmasını kötü görmüyorum, tenkid etmiyorum. Zamanımızda cemaat denilen birtakım topluluklar var. Bunların “bazısını” kastediyorum. Bir yere bağlanmaktan, intisab etmekten maksat, iyi insan, iyi vatandaş, iyi Müslüman olmaktır. Eğer bir cemaat kendisine bağlanan genci, bilgi, ahlâk, karakter bakımından eğitemiyor, yetiştiremiyor, olgunlaştıramıyorsa o cemaatin futbol kulübünden farkı yoktur. Ona intisabın da holiganlıktan farkı yoktur. Bir yere intisab edeli beş sene olmuş ve bir arpa boyu yol gitmemiş. İntisab ettiğinde, keresteymiş, beş sene sonra yine kereste. Böyle bağlılıklar kendini aldatmaktan ibarettir. Bir büyüğe, bir üstada, bir cemaate, bir tarikata bağlanan kişinin her günü bir öncekinden daha hayırlı olur. İlmi, irfanı, kültürü, görgüsü artar; mânevî derecesi yükselir, hayırlı bir insan olur… Bazı cemaatlerin aklı fikri para toplamak, daha fazla taraftar bulmaktır. Böyle yerlere intisab edenlere acıyorum. Bağlılarını yetiştiren, olgunlaştıran, hayırlı insan yapan şeyhlere, üstadlara, hocalara, cemaatlere, tarikatlara hürmet ve şükranlarımı arz ederim. Acı sözlerim onlara değildir.
3. Genç bir insan kendini tek başına yetiştiremez. Gerçi otodidakt denilen kendi kendini yetiştirmiş insanlar vardır ama böyleleri milyonda bir çıkar. Bir genç ancak iyi bir rehber, liyakatli bir öğretmen, muktedir bir üstad vasıtasıyla yetişebilir. Türkiye’de böyle kimseler var mıdır? Varsa, yetmiş iki milyonluk bir topluluğa yeterli sayıda mıdırlar? Gençlerimiz, genellikle faydalı kitaplar okuyarak yetişebileceklerini sanıyorlar. Böyle bir ümid boş bir hayalden ibarettir. Kitap okuyarak adam olunabilseydi; mekteplere, medreselere ve üniversitelere lüzum kalmazdı. Kitaplar elbette faydalıdır ve lâzımdır, lâkin tek başına kitap yeterli değildir.
4. Gençliği tehdit eden şeylerden birisi de çilesizliktir, zahmet ve külfetten kaçıştır. Şu gerçek çok iyi bilinmelidir ki, çilesiz ve zahmetsiz ne adam olunur, ne tecrübe kazanılır, ne de olgunlaşılır. Bu yüzdendir ki, bütün İslâm tarikatlarında çile denilen bir kavram ve metod vardır. Nakşîlikte erbaîn (kırk gün kırk gece halvette kalmak), Mevlevîlikte bin bir gün çilesi çekilir. Bazı aklıkıtlar kendilerini derviş zannediyorlar. Yahu, dervişlik o kadar kolay bir şey midir?.. Çile; insanları pişirir, olgunlaştırır, derecesini yükseltir.
5. Bir insanın kişiliğinin üç ana unsuru vardır: Bilgi, aksiyon, estetik. Birincisi doğru inanç ve fikirleri, ikincisi iyi işleri, üçüncüsü güzellikleri kazandırır. Sadece bilgi veren bir eğitim yeterli değildir. Bilginin yanında ahlâk ve karakter terbiyesi de verilmesi gerekir. O da yetişmez, onun yanında estetik güzellik olmalıdır. Güzellik derken, sadece göze hoş görülen fizikî güzelliği kast etmiyorum. Güzel insan… anlatılması çok zor bir şey. Bazen, seksenini geçmiş birtakım ihtiyarlar görürüz, dedeler, nineler… Belleri biraz bükülmüştür, derileri pörsümüştür ama yüzlerinde anlatılması zor bir nuranîyet, bir güzellik görülür. İslâm dininin hedeflerinden biri de, insanları bu açıdan güzelleştirmektir. Böyle güzellikler, kişi yaşlandıkça, eksilmez artar.
6. Gençlik, kendisini koruyacak şahıslardan, kurumlardan mahrumdur. Şiddetli bir yağmurda şemsiyesizdir, iltica edeceği bir sığınak yoktur. Birtakım teşekküller gençlere maddî imkânlar temin ediyorlar, burslar, yurtlar ve saire… Hepsini itham etmiyorum ama bu teşekküllerin bazısı, yaptığı cüzî yardımlar karşılığında gençlerin ruhlarını satın almak istiyor. Sana bakarım, seni okuturum, sana destek veririm ama bize bağlanırsan, bizim efendimize teslim olursan diyorlar. Bu yanlış bir metoddur.
Bu devir Müslümanları, karanlık bir gecede şiddetli yağmura ve fırtınaya yakalanmış, kurtların hücumuna uğramış, çobansız bir koyun sürüsüne benziyor. Böyle bir ortamda gençler ne yapmalıdır? Tavsiyelerimi kısaca sıralıyorum:
(a) Hiç vakit kaybetmeden, derhal, edebî-yazılı-zengin Türkçeyi öğrensinler. Büyük dedelerinin mezar taşlarını okumayı öğrensinler. En büyük klâsik Türk şairi Fuzulî’nin, 1928’den önce basılmış Divanı’nı okumayı öğrensinler.
(b) Gerçek tarihi öğrensinler. Mitolojik, resmî tarih yalanlarla, düzmelerle, safsatalarla doludur. Sırf onu bilmekle okumuş ve aydın olunmaz.
(c) Ahlâk, yüksek karakter, fazilet sahibi olmaya çalışsınlar. Kendilerine bunları kazandıracak rehberler, kılavuzlar, üstadlar, hocalar bulsunlar.
(ç) Mürüvvetli insan olmak için çalışsınlar. Bu kelime ve kavram zamanımızda kullanılmıyor. Mânâsını bilmeyen lügatlere, kitaplara baksın.
(d) İnsanı adam eden değerleri öğrensinler ve onlara sahip olsunlar… Zamanımızda put haline, din-iman haline getirilmiş olan para bir değer değildir.
(e) Sanattan anlayan insanlar olsunlar.
(f) Bizdeki okullar, bizdeki üniversiteler iyi insan, iyi vatandaş, iyi Müslüman yetiştirmiyor. İyi olabilmek için çareler, çözümler arasınlar, ehil kimselerle istişare etsinler.
g) Vasıflı, güçlü, üstün olmak için çalışsınlar.
Kültür Bakanlığımız, Türk Dünyası ve Türkoloji ile ilgili bir külliyat yayınına başlamış, şimdiye kadar altı cilt çıkmış. Bu kitap bütün üniversiteleri, lisan ve tarih profesör ve doçentlerini, aydınları, seviyeli okur-yazarları ilgilendiriyormuş. Şimdiye kadar kaç adet satılmış? Bakanlığın en selâhiyetli ağzından kulaklarımla duydum,
Yanlış anlamadınız,
Türkiye’de ilim, irfan, kültür, araştırma ölmüş de haberimiz yok.
Bendeniz kitap meraklısıyım,
yeni neşriyatı takip edemiyorum. Hem kitap koyacak yerim de kalmadığı gibi, hem de para yetiştiremiyorum. Lakin yukarıda bahsettiğim külliyatın sadece 18 adet satıldığını duyunca kendimden utandım. İlk fırsatta Vilâyetin alt tarafındaki
‘ne gidip bir takım edineceğim.
Tarih kültürü ile ilgili bir bölümde bulunan bir profesör dostum anlattı: Öğrencilerin kalitesi son derece düşükmüş ve her gün daha da düşüyormuş. Kendisine rica etmiştim,
demiştim. Cevap:
Yeni İstiklâl’i çıkarttığım yıllarda İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde öğrenci bir
vardı. Boş zamanlarında musahhihlik yapardı, gazetenin orta sayfasındaki kısma da kısa, yorumlu haberler yazardı. Teknik bir sahada tahsil görüyordu ama edebiyatı, kalemi, sosyal kültürü çok kuvvetliydi. Hukuk Fakültesi’nde okuyan
de gerçekten bir cevherdi. Cevherler bu ikisinden ibaret değildi, yetecek kadar çok istidatlı, çok parlak öğrenciler vardı. İsimlerini zikrettiğim iki cevher de vefat etti, Allah rahmet eylesin.
Selçuk Üniversitesi rektörüyken genç yaşında vefat eden
müstesna bir şahsiyetti. Cumhuriyet çocuğu olmasına rağmen
Bundan kırk elli sene önce üniversitede okumak hayli çileli ve sıkıntılı bir işti. Bugünkü gibi yurt ve burs bolluğu yoktu, devlet öğrencilere ucuz yemek de vermezdi.
Fakülte derslerinin yanında
öğrenirler, eskiden kalma kıymetli zevatı ziyaret ederek onlardan ilim, irfan, hikmet, görgü edinmeye çalışırlardı. Güçlerinin yettiği kadar kalem tecrübeleri yazıp bir yerde yayınlatmaya çalışırlardı.
Zamanımızda üniversitelerin sayısı yüze yaklaştı, yüz binlerce gence burs veriliyor, ülke sathında binlerce konforlu yurt ve pansiyon var. Var ama kalite son derece düşmüş vaziyettedir.
Edebiyat Fakültesi,
bölümünün üçüncü sınıfında okuyan bir gence soruyorum:
Suratıma aval aval, şaşkın şaşkın bakıyor ve hiçbir şey okuyamıyor. Halbuki benim bu sualime karşı terbiyeli bir tebessümden sonra,
deyip, adı geçen şaheseri aruz kurallarına riayet ederek güzelce okuması gerekirdi.
Yine
soruyorum:
Bön bön bakıyor ve tek tarihçi sayamıyor. İnsan taş olsa çatlar. Yahu bu gençlerin hocaları ne yapıyor?
Bendeniz cahil bir kimseyim, lâkin farz-ı muhal Tarih bölümünde okutman olsam, daha ilk derste öğrencilerime
ve
derim.
İkinci Meşrutiyet devrinde
‘nde hocalık yapmış.Hangi hatıratta okumuştum hatırlamıyorum,
demiş.
Millî, İslâmî, geleneksel kültüre bağlı olan Türkiyeli bir okur-yazarın, hele bir edebiyatçının
okumamış, ondan bazı kısımları ezberlememiş olması havsalanın alacağı bir şey değildir. Merhum ne güzel söylemiş:
Dehri arasan, binde bir âdem bulamazsın,
Âdem görünen harleri, âdem mi sanırsın?
Çağdaş Türkiye korkunç, dehşetli, vahim bir cehalet, bilgisizlik, kültürsüzlük gayyasına yuvarlanmış da haberimiz bile yok. Herkesin aklı fikri para kazanmak, zengin olmak, yiyip içmek, lüks meskenlerde ikâmet etmek, lüks otomobillerle gezip tozmak, lüks giysilerle caka satmak.Ya Rabbî, ne korkunç bir medeniyetsizlik ve bedevîlik batağına düşmüşüz.
Yahu!
Bunu böyle bilmeyene insan mı denir? Herif, üniversiteyi bitireli on beş sene olmuş ve bu müddet zarfında bir tek fikir ve kültür kitabı okumamış. Böylelerinden ne kendilerine, ne ülkeye bir hayır gelir.
Yüksek İslâm dinini ne boyalara sokmuşuz. Müslümanlık demek medeniyet demektir, en yüksek insanlık demektir, en güzel dünya nizamı demektir, en ulvî ahlâk demektir. Biz bunları sergileyebiliyor muyuz? Yakın tarihimizde on binlerce sanatsız cami binası inşa ettik, mimarlık ve estetik bakımından korkunç ve dehşetli ucubeler diktik.
Tesettür, tesettür diye edebiyat yapıyoruz, yüksek tabakamızın tesettür kıyafetlerine bakınız. Bedevîler, kırsal kesimliler, varoşlular, gecekondulular da elbette Müslüman olabilirler. Lakin İslâm dini, kesinlikle bedevî dini değildir.
Bu olmazsa, diğer şart ve sıfatların kıymeti kalmaz. Birtakım cemaatler bol miktarda elmas, pırlanta, cevher, misli ve manendi bulunmaz değerli gençler yetiştirdiklerini iddia ediyorlar. Yanıldıklarını sanıyorum. İnsan meselesinde önemli olan kemmiyet (kelle sayısı)değil, keyfiyet ve vasıf üstünlüğüdür.
Filan genç
Efendiye mensupmuş, dolayısıyla çok cevherliymiş, çok kemalliymiş… Lütfen, bu gibi kuruntularla kendimizi aldatmayalım. İslâmiyet’te üstünlüğün ölçüleri, kıstasları, değerleri vardır:
Bir kere Kur’ân-ı Kerîm’de beyan buyurulduğu üzere
İkincisi,
Üçüncüsü,
Beşincisi,
Altıncısı,
Filan Müslüman genç, Kehkeşan Efendi Hazretlerine bağlıymış ve dolayısıyla otomatikman üstünmüş… Bunlar safsatadır, kuruntudur, kendimizi aldatmaktır.
Bütün gücümüzle, bütün varlığımızla, bütün servetimizle
yetiştirmeye çalışmalıyız. Bunun metodlarını, reçetesini, usulünü herkes bilmez. Ne yapılacağını, nasıl çalışılacağını bilenlere sormalıyız. Kur’ân-ı Azimüşşan’da
buyuruluyor.
Soru: İnsan günlük gazete okuyarak kültürlü olabilir mi?
Cevap: Olamaz!
Soru: Nasıl kültürlü olunur?
Cevap: Kaliteli ve güçlü bir
yaparak.
Soru: Kaliteli ve güçlü lise tahsili ne demektir?
Cevap: Dünyanın bir lise eğitimi standardı vardır. Bunların seviyesinde anadili, iki yabancı dil, edebiyat, tarih, felsefe
beşerî, fizikî, iktisadî coğrafya, sanat kültürü ve tarihi, sosyoloji okutulması ve öğretilmesi gerekir. Bir de millî kimlik, millî kişilik ile ilgili kültür de yeterli derecede öğretilmelidir. Kişi bu sahalarda yeterli bilgi ve kültüre sahip olmazsa ona kültürlü denilemez.
Soru: Fen derslerinden bahs etmediniz…
Cevap: Onlar esas ve temel değildir.Yukarıda saydıklarım konusunda yeterli kültüre sahip olmayan bir liseli cebir, geometri, fizik ve kimyada dünya birincisi olsa bile yine de kültürlü bir genç sayılamaz.
Soru: Sosyal, edebî, tarihî, felsefî kültürün ana vasıtası nedir?
Cevap: Zengin, yazılı, edebî Türkçedir. Lise diplomasına sahip olduğu halde bu Türkçeyi bilmeyen kişi kültürlü değil, cahildir.
Soru: Bahs ettiğiniz Türkçe nasıl bir Türkçedir?
Cevap: Özelliklerini sayayım: (Bir) Konuşulmaz, yazılır. (İki) En az on bin kelime, kavram ve terimi bilmek gerekir. (Üç) Birkaç yüz kelimelik sokak, çarşı-pazar, iletişimi Türkçe bu Türkçe değildir. (Dört) Zengin bir medeniyet âleti ve vasıtasıdır. (Beş) Öğrenilmesi çok zor ve zahmetlidir. (Altı) Bu Türkçede kopukluk yoktur. Bunu bilen 21’inci yüzyıl Türkiyelisi, bundan beş yüz yıl önce yazılmış Fuzulî Divanı’nı, kıraatinden zevk ve haz alarak okuyabilir ve anlayabilir.
Soru: Bizim bugünkü liselerimiz böyle bir Türkçe öğretemediklerine göre sizce kültürlü Türkiyeliler yetiştiremiyorlar demektir.
Cevap: Evet, tam üzerine bastınız.
Soru: Bugünkü Türkiye’de zengin, yazılı, edebî Türkçe yok mudur?
Cevap: Yoktur diyebiliriz. Çünkü ülke nüfusunun en az yüzde beşinin bu zengin-edebî-yazılı Türkçeyi bilmesi gerekir. Bizde böylelerinin sayısı on binde bir bile değildir.
Soru: Sadece bilgili ve kültürlü olmakla iş biter mi?
Cevap: Bitmez, bilgi ve kültürün yanında ahlâk ve karakter terbiyesi de almış olmak gerekir.
Soru: Bizim eğitim sistemimiz genç nesillere ahlâk ve karakter terbiyesi veremiyor mu?
Cevap: Kesinlikle veremiyor. Vermiş olsaydı memleket bu hale gelmezdi.
Soru: Bizim liselerimizde bitirme ve bakalorya (olgunluk) imtihanları yok. Dünya liseleri hep böyle mi?
Cevap: Hayır. Meselâ Fransa’da lise diplomasına sahip olabilmek için mutlaka lise bitirme imtihanını kazanmış olmak gerekir. Ayrıca, üniversiteye gidebilmek için bakalorya imtihanı denilen çokzor bir imtihanda başarılı olmak icab eder.
Soru: Bizim eğitimimiz nasıl bir eğitimdir?
Cevap: Dünya standartlarına göre “Zeka özürlüler” seviyesindedir.
Soru: Tevhid-i Tedrisat ne demektir?
Cevap: Çoğunluğun genç nesillerine, çocuklarına millî kimliğe uygun bir eğitim verememeleri için çıkartılmıştır. Yani Tevhid-i Tedrisat Tevhid’e karşıdır.
Soru: Ülke sathı betonarme, beş katlı modern okul binalarıyla dolduruldu. Bunlar yeterli değil midir?
Cevap: Okul demek öncelikle bina demek değildir. Bir okulun vasıflı, güçlü, üstün, yeterli, faydalı olması için şu şartlar gereklidir: (Bir) Güçlü, uygun, faydalı bir eğitim sistemi uygulanacak. (İki) Öğretim kadrosu çok güçlü ve vasıflı olacak. (Üç) Ders kitapları çok vasıflı, mükemmel olacak.
Soru: Okullarda bilgi ve ahlâk-karakter terbiyesi yeterli midir?
Cevap: Bu ikisinin yanında üçüncü bir şeyin daha olması gerekir: Estetik ve sanat kültürü ve terbiyesi. Bu üçüncüsü olmazsa yetişen gençler yine eksik kalacaklardır.
Soru: Bizdeki en zeki, en kabiliyetli gençler mühendislik, doktorluk, işletmecilik, hukukçuluk gibi mesleklere yöneliyor. Bu sizce doğru mudur?
Cevap: Bir ülkenin en zeki, en vasıflı, en kabiliyetli, en istidatlı, en parlak gençlerinin YETERLİ sayısının mutlaka eğitime yönelmesi gerekir. Aksi takdirde ülke hastalanır, zayıflar, çöker.
Soru: Popülist ve sorumsuz politikacılar, halkı memnun etmek için eğitimi kolaylaştırdılar, sınavları kaldırdılar, sınıfta kalmaya son verdiler. Buna ne dersiniz?
Cevap: Böyleleri bu ülkeye, bu halka, bu devlete en büyük kötülüğü yapmışlardır.
Soru: İyi bir eğitim zor mudur, kolay mıdır?
Cevap: Son derece zordur. Kolay, ucuz, zahmetsiz bir eğitimle kesinlikle vasıflı, güçlü, üstün genç nesiller yetiştiremezsiniz.
Soru: Bir genç, boş zamanlarında faydalı ve değerli kitaplar okuyarak eğitim eksikliğini giderebilir mi?
Cevap: Maalesef gideremez. Otodidaktler milyonda bir bile değildir. İlim ve kültür okulla, üstadla öğrenilir.
Soru: Bugünkü eğitim iflâsına karşı ne gibi çareler, çözümler, teklifler getiriyorsunuz?
Cevap: Paralel ve alternatif bir eğitim sistemi kurulmalıdır. Özel dershaneler açılmalıdır. Hânegî eğitimi sisteminden faydalanılmalıdır. Bunları yapabilmek için çok yüksek insanlara ihtiyaç vardır. Sıradan insanların kârı (işi) değildir.
Soru: Yeni nesiller kasıtlı, planlı bir şekilde mi cahil bırakıldı?
Cevap: Evet, kasıtlı ve planlı bir şekilde.
Soru: Bu tahribat ve sabotajı kimler yaptı?
Cevap: Pembeler yaptı.
Soru: Kendi çocuklarını yetiştiriyorlar mı?
Cevap: İnançları, ideolojileri, dünya görüşleri bozuk olmakla birlikte kendi çocuklarının bir kısmını yetiştiriyorlar. Dünyanın vasıflı kolej ve üniversitelerinde okutuyorlar, iki dil öğretiyorlar. Çoğunluğu bu haktan, bu imkânlardan mahrum bırakıyorlar.
Soru: Çoğunluk ne yapmalı?
Cevap: Gerekiyorsa evlerimizi, mülklerimizi satarak zeki, kabiliyetli, istidatlı, cevheri değerli gençlerimizi dünyanın en parlak kolej ve üniversitelerinde okutup yetiştirmeliyiz.
Soru: Bu tahsil ve eğitim esnasında kayb olmazlar mı?
Cevap: Her işte bir fire vardır. Kaybolanlar kayb olur, kalanlar hizmet eder.
Soru: Çoğunluk dış ülkelerde kolej açabilir mi?
Cevap: Elbette açabilir. Romanya’da, Bulgaristan’da, Makedonya’da, hattâ Avusturya veya Fransa’da…
Soru: Peki niçin açmıyorlar?
Cevap: Ufukları yetişmiyor.
Soru: Bulgaristan’da bundan altmış sene önce komünist rejim tarafından kapatılan Şumnu Nüvab Lisesi’ni nasıl bulursunuz?
Cevap: İyi bir örnektir. Ancak yeterli değildir. İyi bir Türk lisesinde beş lisan çok iyi bir şekilde okutulup öğretilmelidir: Önce zengin ve edebî Türkçe, sonra Arapça ve Farsça, onların yanında iki Batı dili.
Soru: İşi çok sıkı tutmuyor musunuz?
Cevap: İşler sıkı tutulmazsa netice bugünkü gibi olur. Bizdeki İmam-Hatip liselerinde bir ara 11 sene boyunca Arapça okutuldu ve doğru dürüst öğrenen çıkmadı.
Soru: Türkiye’nin en önemli, en esaslı, en temel meselesi ve işi nedir?
Cevap: Edebî-yazılı lisan ile vasıflı-güçlü eğitimdir.
Soru: Bunlar halledilmeden oy çokluğu ile Türkiye’de iktidar olmak mümkün müdür?
Cevap: Kesinlikle mümkün olamaz. Manzaraya bakınız, manzaraya bakınız…
Bir yazımda
diye yazmıştım. Türkiye çoğunluğunun kurtuluşu ancak ve ancak bu şekilde mümkün ve kabil olur.
Mesela Avusturya’nın çok vasıflı, çok güçlü, çok üstün birkaç lisesi seçilecek, bunların idareleriyle anlaşılacak, her birine yirmibeşer öğrenci gönderilecek. Bunlar için özel bir yurt olacak, başlarında hem disiplinli olmaları, hem de ahlâk ve karakterleri için ehil adamlar bulunacak.
Osmanlı İmparatorluğu 1866’da Paris’te
adıyla özel bir okul açmış ve oraya talebe göndermişti. Daha sonra bu işin çok zor olduğu görülmüş, 1868’de
Galatasaray Sultanîsi,
kurulmuştur.
Osmanlı devletini yıkmak, Hıristiyan unsurlara bağımsızlık fikri ve ruhu aşılamak, İslâm’ı ve Hilafet’i çökertmek maksadıyla kurulmuştur. Galatasaray Mektebi ise Osmanlı devletini yani Türkiye’yi ayakta tutmak, İslâm’ı ve Müslümanları yüceltmek ve güçlendirmek için… Galatasaray için
edebiyatı yapılıyor.
Galatasaray’da, Sultan Abdülhamid’in alaşağı edilişi ve Hilafet-i hakikiyenin ve İslâmî iktidarın son buluşu tarihine, yani 1908’e kadar günlük namazları cemaatle, okul imamının ardında kılmak bütün Müslüman öğrenciler için mecburî idi. Okulda sarıklı din hocaları ders veriyordu. İkinci Meşrutiyet’te namaz kılmak, mecburî olmaktan çıkartılmış, ihtiyarî (isteyen kılar, istemeyen kılmaz) yapılmıştır.
Namaz kıldığım, dindar olduğum için bazıları benim için, “Galatasaray’ın imalat hatasıdır” diyorlar. Asıl imalat hataları İslâm düşmanı olan Galatasaraylılardır. Galatasaray’daki bu tersliğin mimarları kimlerdir? Pembelerdir, Pembelerdir… Malûm:
ilkesi…
Her neyse biz yine konumuza dönelim.
. Bunların özellikleri, sıfatları, şartları nasıl olacaktır?
Madde 1: Zekaları yani
olacak. 100’den aşağısı alınmayacak.
Madde 2: Zekâları teknokrat zekası değil, Pascal’ın
dediği cinsten olacak.
Madde 3:
yapıları
işe yarar cinsten olacak. Apatik, amorf, muhallebi çocuğu tipler okutulmayacak.
Madde 4:
Kavak tahtaları okutulmayacak. Ceviz, meşe, gürgen, akaju, abanoz, tek, kestane ağacı seçilecek.
Madde 5:
sahip olacaklar.
Madde 6: Türkiye’ye (Devlet, halk ve vatan olarak) ve evrensel yüce gerçeklere
sahip olacaklar.
Madde 7:
Avusturya Lisesi onlara millî kültür, millî kimlik, dinî eğitim veremeyeceği için, kendileri bu sahalarda özel, paralel, alternatif bir eğitime tabi tutulacak. Bunun için Viyana’ya ehil ve başarılı hocalar gönderilecek.
Beş yabancı dil bilecekler: Almanca, Arapça, Farsça, İngilizce ve başka bir Batı dili daha. Osmanlıcaya,
olacaklar.
fütüvvet eğitimi görecekler. Bilgi, aksiyon ve estetik boyutları son derece gelişmiş olacak.
Bu öğrencilerin hiçbiri teknik konularda eğitilmeyecek. Hepsi de edebiyat, tarih, iletişim, siyaset-bilim, hukuk, mimarlık, güzel sanatlar, dekorasyon, moda, şehircilik, sosyoloji, antropoloji gibi sahalarda yüksek tahsil yapacak. Bu öğrencilerin hiçbiri dünyaya dönük olarak yetiştirilmeyecek, hepsine istisnasız zühd ruhu aşılanacak.
Para ve maddî menfaat konusunda hiçbir güç onları eğemeyecek, bozamayacak. Yurda döndükleri zaman kimisi gazetecilik yapacak, kimisi eğitim işleriyle, kimisi mimarlık ve sanatla uğraşacak.
Bunlar ileride Türkiye’nin değil, dünyanın en güzel ve kaliteli dergisini çıkartacak.
İleride şartlar müsait olduğu vakit ülkemizde Eton kolejinden daha gözde liseler açacaklar.
Bunların biri modacı olarak yetişecek ve bütün dünyanın hattâ düşmanlarımızın hayran kaldığı tesettür kıyafetleri hazırlayacak.
Belki bir tanesi şair olacak ve neşideleriyle milyonlarca insanı coşturacak, harekete getirecek. Biri romancı olacak, kitapları elli dünya diline çevrilecek, Nobel veya benzeri bir ödüle layık görülecek.
Bunlar, yurda döndükten sonra en az on sahada ilmî araştırma enstitüleri açacaklar.
olmayacak.
Böyle kişilerin bu dünyada başlarına neler gelir biliyor musunuz? Bir hadîs meâli vereyim:
Bir zat, Peygamberimize gelmiş ve
demiş. Peygamber ona:
cevabını vermiş. Ne buyuruluyor:
Dünyayı kendileri için yalancı, sahte bir cennet haline getirmek isteyen gafiller bu dine, bu vatana hizmet edemezler.
Dinleri ve imanları para olanlar bize idealistlik taslamasın.
19’uncu asırda Rus istilasına ve saldırısına karşı Kuzey Kafkasya’da
hareketi kurulmuştu. Müridizmin esası
idi. Türkiye’yi böyle bir zihniyet Tanrının izin ve yardımıyla kurtarabilir.
Paraya ve menfaate tapanlardan nefs-i emmarelerini put haline getirenlerden, kendi ülkelerini ve halklarını talan edenlerden hayır gelmez.
Selahaddin öldüğünde başveziri Şam sokaklarında dellal gezdirmiş,
Gerçekten
bir kitap… Ben nefis sıfatını her güzel şey için kullanmam. Hattâ bu kitaba
demek gerekir. Şimdi zengin Türkçeyi bilen hemen hemen kalmadı,
Kitap Fransızca, ismi
Fransa’da
çıkartmış, 408 sayfa. İçinde irili ufaklı binden fazla resim bulunuyor. Mübalağa etmeden söylüyorum, bu
Böyle bir eser ortaya koydukları için Fransızları takdir etmek gerekir. Kalabalık bir heyet tarafından yazılmış, hazırlanmış, tertib edilmiş.
Dostlarımdan bir doçent kitabı görünce
dedi.
Eserin 46’ncı, 47’nci, 48’inci sayfalarında
O kısımdan kısa bir paragrafın tercümesini okuyucularıma sunuyorum:
“Dildeki zorbaca kopukluğa,
ortaya bir felaket çıktı. Lisan ve edebiyat eğitiminin Arap yazısı ile olması, Latincede ve eski Yunancada olduğu gibi, büyük bir kültürün temellerini teşkil edecekti. Cumhuriyet çocukları, mimarlık ve tarih bakımından çok zengin bir ortam içinde olmalarına rağmen
dedelerinin mezar taşlarını okuyabilmekten acizler!”
Kitapta bizim alışık olduğumuz için farkına varmadığımız çok önemli bir realiteye de dikkat çekiliyor.
deniliyor. Bu konuda, ressam çizgisi ile
, inşaallah bunların temiz fotokopilerini çektirip bir yazımda okuyucularımın dikkat ve ibret bakışlarına sunacağım.
Bakın,
hükmünü verebiliyorlar. Biz ise,
bir başarıymış gibi görüyoruz.
Birtakım güçlükler ferdlere ve toplumlara güç, vasıf ve üstünlük kazandırırlar. Lisanın, yazının zorluğu bu cümledendir.
Japonlar öğrenmeye küçük yaştan başladıkları zor yazılarıyla güçlü, vasıflı ve üstün olmuşlardır.
Efendim, halk yüksek tabaka Türkçesini anlamıyormuş…
Her ülkede
birincisi
, bunu öğrenmek için ilkokula bile gitmeye lüzum yoktur.
Bunun yanında bir de,
Bunda
Bir toplum yazılı, edebî, zengin lisanını yitirince bedevîleşir ve geri kalır.
Birtakım profesörler, okumuşlar, aydınlar bunu tartışıyorlardı. O tarihlerde
henüz yerleşmemişti. Şimdi eski nesiller dünyayı terk ettiler ve
Hem hapı yutmuşuz, hem de haberimiz yok.
Çünkü onlar tarihî devamlılığa, geleneklere, millî kimliğe, millî kültüre, millî kişiliğe bağlıdırlar. Yazık ki, ne dindar kesimde, ne de milliyetçi zümrede lisan meselesi üzerinde gereği kadar durulmuyor.
Fransızlar ne diyorlar?
diyorlar. Dünyada hangi milletin başına böyle bir kültür felaketi gelmiştir?
Bende, yukarıda tanıttığım Fransızca kitabın İtalyancaya yapılmış tercümesi de var. Orada dil devrimimiz için,
denilmiş. Bilenler ne mânâya geldiğini anlarlar.
Bazı çokbilmişler,
eklinde tehditkâr sorular sorabilirler. Onlara şu cevabı veriyorum:
Adam üniversitede profesör olmuş, ama
okuyamıyor. Zengin Türkçede böylelerine
derler.
Müslüman kesimin
beni gerçekten üzüyor. Son yirmi beş yılda bu sahada gayret gösterilmiş olsaydı, şu anda
Yazık ki, birtakım Müslümanlar lisan, tarih, edebiyat, sanat, kültür meselelerine; cami helâları, cami şadırvanları, cami meşrutaları, cami kaloriferleri, cami klimaları, cami vantilatörleri, cami hoparlörleri kadar önem vermiyorlar. Baht utansın!
Bazı cemaatler var, işleri güçleri büyümek, daha fazla büyümek, en büyük olmak. Bunun yanında para toplamak, daha fazla para toplamak, en fazla para toplamak. Üçüncü olarak da, taraftar kazanmak.
Gayretsizler, hamiyetsizler, şuursuzlar.
Osmanlıca öğretmek ve öğrenmek ülkemizde kesinlikle yasak değildir.
Bütün bunlar yasal sınırlar içinde yapılıyor.
Hiçbir tembel ve şuursuz Müslüman, yalanlarla kendini mazur göstermeye çalışmasın.
Osmanlıca öğrenmek için
Bir ateist de Osmanlıca öğrenirse
Maalesef bunlar Türkiye’ye gelmiyor, satılmıyor. Bendeniz bunlardan, İran’da çıkan
dergisine aboneyim.
Eskiden Batı Trakya’da
hem Latin harfleriyle, hem Arap harfleriyle
adında Türkçe bir gazete çıkardı.
Lisanımız şimdiye kadar on beşe yakın yazı sistemi-alfabe ile yazılmıştır.
Orta Anadolu’da yaşayan
, Rumca bilmezlerdi, ana dilleri Türkçeydi. Onlar Türkçeyi Grek harfleriyle yazmışlardır.
Osmanlı İmparatorluğu zamanında Ermeniler, Türkçe gazeteler, dergiler, kitaplar çıkartmışlardır. Onlar da, lisanımızı Ermeni yazısıyla yazmışlardır.
Onlar Türkçeyi İbranî harfleriyle yazmışlardır.
Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra
‘da, başka Türk ülkelerinde eski İslâm yazısına dönülmesini isteyenler oldu. Amerikalılar, Siyonistler, Haçlı dünyası ve bizdeki Pembeler bunu engellediler.
Muhterem okuyucum, sen büyük dedelerinin mezar taşlarını okuyabilen bir Türkiyeli misin?
Arap harfleriyle yazılan Türkçeyi öğrenmek çok mu zor? Hayır, yanılıyorsun.
İnsan azminin elinden hiçbir şey kurtulamaz..
Kitabın ismi
yazarı yakın tarihin şair, yazar ve gazetecisi
İstanbul’da 1960’ta 6000 adet basılmış. 19’uncu ve 20’nci asırda yaşamış
edebî bir üslupla anlatıyor.
‘le ilgili kısımdaki şu satırlar dikkatimi çekti:
Yusuf Ziya’nın şu cümlesini izninizle şerh etmek istiyorum:
bir solukta okumuş… Şu anda 2005 Türkiye’sinde
Niçin? Çünkü:
Şu yetmiş küsur milyonluk Türkiye’de
okuyup anlayacak adam kalmamıştır
Lise tahsili görmüş İngilizler onu okuyabiliyorlar, anlayabiliyorlar da bizim lise diplomalılarımız niçin, Hamlet’ten kaç asır sonra yazılmış
okuyamıyor?
O tarihlerde ülkemizde az lise vardı ama, bugüne nisbeten son derece kaliteli okullardı. Bizim lisenin birkaç edebiyat öğretmenini sayayım:
Benden önceki yıllarda
de edebiyat öğretmenliği yapmış bizim lisede.
hatırlamıyorum, edebiyat kitaplarımızdan birinde
anlatılıyor, bir pasaj veriliyordu.
Piyesin kahramanı
, Beyrut’tan binmiş olduğu geminin güvertesinde dalgalara karşı şöyle diyordu:
bir piyes, edebî bir kitap okunamaz, anlaşılamaz? Böyle bir rezalet ve garabet sadece
mahsustur.
Yusuf Ziya’nın yukarıda ismini verdiğim kitabı kaç adet basılmış?
Şimdi
Hattâ bazı yayınevleri
Bunun mânası nedir?
Başka açıklaması yoktur.
Yirminci asırda Sovyetler Birliği’nin hükmü altındaki Türk dünyasında da lisanı bozmak için çok çalışmalar yapılmıştır.
Dünyada Fransızca konuşan ve yazan birçok ülke vardır:
ve saire. Bunların birinde konuşulan, yazılan Fransızcayı hepsi de anlar. Türk dünyası böyle midir?
1. Türklerin zengin ve edebî lisanını bozmuşlar, fakirleştirmişler, kuşa çevirmişlerdir.
2. Akdenizden Çin’e kadar uzanan bölgedeki Türkleri birbirleriyle anlaşamaz hale getirmişlerdir.
Bunların herbirinin alfabeleri de değişiktir.
Geçen sene Rusya Federasyonunun
gittik. Tatarcayı anlayamadık.
Aradan Bolşevizm, Stalin kasırgası geçmiş ve dil bozulmuş.
Bu bozukluğu kimler yapmıştır?
Onlar ülkemizi bir
haline getirmek istiyorlardı. Bu maksatla çoğunluğu teşkil eden
Yakın tarihimizde Türkiyemizin tepesine sanki bir
düşmüştür. Hepsi olmasa bile yeterli bir kısmı son derece zeki olan halkımız sersemletile sersemletile zekâ özürlü seviyeye düşürülmüş bulunmaktadır.
İstanbul’da gazete ve dergi satan kulübelerin vitrinlerine bir göz atınız. Günlük gazetelerin yanında ne gibi dergiler göreceksiniz?
Bunların arasında kaç tane, Batı dünyasındakiler kalitesinde
vardır?
haftalık haber ve yorum dergisi
yaparken bizde bu tür dergilerin en büyüğü sadece
satabilmektedir. Pembeler Türkiye’yi, düşünmez, okumaz, kültürsüz, medeniyetsiz, sanatsız bırakmışlardır. Pembeler bu memlekette bale sanatını ve eğitimini geliştirmek için çok çalışmışlardır ama millî edebiyatın canına okumuşlardır.
İngiltere ve dünyanın nice ülkesinde her yıl
sahneye konuluyor, binlerce insan bunu seyr ediyor. Bizde
Bir kere
Hâmid’in
başlıklı gerçekten
şu anda 70 milyon Türkiyeli içinde kaç kişi, mânasını anlayarak, zevk ve haz alarak okuyabiliyor?
Edebî, yazılı, zengin lisanını yitiren bir toplum millî kimliğini de yitirir, bağımsızlığını da kaybeder.
Bir Müslüman, nasıl
olabilir? Bu soruya birkaç cevap verebiliriz:
(1) Hazret-i Muhammed’in
yoluna girer ve İslâm’ı, O’nun anlattığı ve yaşadığı gibi yaşamak için olanca gayretini sarf eder.
(2) Peygamberin vârisleri, halifeleri, vekilleri durumunda olan ‘âmil âlimlerin, kâmil şeyhlerin, örnek Müslümanların eteklerine yapışır, din ve dünya konusunda onlar gibi yapar.
(3) İnançlarını, fikirlerini, görüşlerini, metodlarını, aksiyonlarını Kur’ân-ı Kerîm’e, Peygamberin Sünnetine, Şeriatın hükümlerine, emir ve yasaklarına uygun hale getirir.
İslâmî sektler var. Sekt, Batı’daki mânâsıyla
demektir. İslâmî mânâda tasavvuf tarikati değil… Bunlardaki fikir şudur:
Bu görüş ve inancın ayak kaydırıcı tarafları vardır.
-Birtakım sektler din içinde din haline gelmişlerdir.
-Birtakım
Kur’ân’a, Peygamberin Sünnetine, fıkha, Şeriat ahkâmına muhalif işler yapmakta, ters sözler söylemektedir.
Müslümanın olgunlaşması için cehd ve gayret sarf etmesi lazımdır. Adamda cehd yok, gayret yok, çalışıp çabalama yok… Bir cemaate intisab etmiş, bir zata bağlanmış ve bedavadan, kolaylıkla kurtulacak… Böyle bir düşünce İslâm’ın ruhuna aykırıdır.
1. Peygamber ve O’nun temsilcileri gibi sen de
olacaksın, yâni dünyaya ve zenginliklerine sırt çevireceksin.
2. İyi olmak, olgunlaşmak için
gerekir. Bu çile iki türlü olur:İsteyerek çekilen çile. Gelen çile. Çilesiz Müslümanın derecesi yükselmez. Kur’ân’a, Sünnete, Şeriata, Tasavvufa ters düşen bir hayat sürecek, Nemrud ve Firavun gibi lüks ve ihtişam içinde yaşayacak, israf yapacak, saçıp savuracak, kibir ve gururlu olacak, helâl haram demeden mal ve servet yığacak ve sonra iyi ve olgun Müslüman olacak. Yağma yok!
Bu bürhanı gösteremeyenler iyilikten, kemâlden bahs etmesinler.
Birtakım zâhir hocaları ve bâtın şeyhleri var, onlar muhterem kişilerdir, kendilerine hürmetlerimizi sunar, ellerinden öperiz. Onlar Ashab-ı Kiram, Selef-i Sâlihîn kadar güçlü olmasalar da
temiz Müslümanlardır. Bunların özelliklerinden bazısını sayayım:
(A) İtikadta
zerre kadar sapmazlar. Tashih-i itikad için çalışırlar.
(B) Başta
olmak üzere bütün ibadetlere önem verirler ve bunları da eda ederler, yani dosdoğru yerine getirirler.
(C) Ahlâkları
uygundur.
(Ç) Hizmetlerinin ücretini yaratıklardan değil, Yaratan’dan isterler.
(D) Mütevâzıdırlar, asla Nemrud’luk, Firavun’luk taslamazlar. Orta halli bir hayat seviyesinden yukarı çıkmazlar.
(E) Kendilerine bağlanan kimselerin iyi Müslüman olması için onları eğitir, onları yönlendirirler.
Adam bundan on sene önce islâmî bir sekte girmiş, bir sekt-başına intisab etmiş
fakat on sene içinde kendisinde hiçbir ilerleme, değişme, olgunlaşma olmamış. Namazı dosdoğru kılmıyor… Başta gıybet olmak üzere bir sürü lisan âfeti ile hasta… Para için çıldırıyor, kuduruyor… Kâfirlere dost, bir kısım Müslümanlara düşman.. Bu nasıl Müslüman?..
Gerçek bir tarikata giren, gerçek bir mürşide intisab eden, hayırlı bir cemaat üyesi olan kişide kısa zamanda büyük ilerlemeler, düzelmeler, olgunlaşmalar görülür. Bir senede bile çok yol kat’ eder. Tarikata girdikten sonra onu hiç görmeyen bir tanıdığı, bir sene sonra görse aradaki farkı anlar, hayran kalır.
müntesiblerini
eğitir, yetiştirir,
Bunların her günü, bir öncekinden üstün olur. İlimde, irfanda, hayır ve hasenatta, hal ve harekâtta…
Tarikata veya cemaate on sene önce girmiş. On sene önce koskoca ve yontulmamış bir kütüktü. On sene sonra yine kütük veya kereste olarak duruyor. Hattâ daha beter olmuş. Ben böyle tarikati, böyle cemaati ne yapayım?
Dünyayı toplasalar onlara yine de yetmez. Kur’ân İslâmlığında, Peygamber İslâmlığında, gerçek İslâm’da böyle bir şey var mıdır?
Müslümanların vazifesi gece gündüz Resulullah Efendimize salât ve selâm getirmektir.
Aman ne övgüler. Efendi hazretleri hiç yanılmaz…Efendi hazretleri ne derse doğrudur, ne yaparsa isabetlidir… Efendi hazretlerini tenkit eden
kâfir olur, merdut olur, şu olur, bu olur…
Müslüman, Ümmet birliği içindeki yerini aldıktan sonra ve Ümmet disiplinine uyduktan sonra elbette bir tarikata ve cemaate girebilir. Tarikatlar ve cemaatler (Şeriata uygun olmaları şartıyla) birer çeşitliliktir. Çeşitliliğin meşru olması için önce
olması gerekir.
Türkiye Müslümanları son elli yıl içinde din hizmetleri için trilyonlarca dolar topladılar ve harcadılar. Bu muazzam paralar
uygun olarak planlı ve programlı bir şekilde harcanmış, yatırılmış, kullanılmış olsaydı, bir kere değil, on kere, yüz kere kurtulmuş olurduk.
Müslümanların yapacakları ilk iş,
Sadece hâfız olmakla bu sıfatlar kazanılabilir mi? Elbette kazanılamaz. Hâfızlığın yanında ilim, irfan, ahlâk, fazilet, hikmet, hüner, marifet, sanat, uzmanlık gerekir.
Müslümanlar son elli sene içinde
sahalarında gereken yatırımı yapmadılar. Camiler yaptırdılar, onların mihrablarına, minberlerine, kürsülerine çıkacak
yetiştirmediler.
Soruyorum: Son elli yıl içinde
ayarında bir tek vasıflı, güçlü, üstün Müslüman yetiştirebildik mi?
Bizim din okullarımızın beş yüz tanesi, Bulgaristan’daki bir
ayarında olamadı. En zekî çocuklarımızı doktor ve mühendis yetiştirdik. Öteki sosyal kültür ve uzmanlık branşlarını ihmal ettik. Neticede battıkça battık.
Sözü uzatmayayım…Bir cemaatin, bir tarikatın, bir zümrenin iyi, hayırlı, faydalı olup olmadığını anlamanın yolları vardır:
Böyle edebiyatlara karnımız toktur.
Efendi! Edebiyatı bırak da şu soruma cevap ver: Size intisab edenler iyi Müslüman, olgun Müslüman olabiliyorlar mı? Kütük ve kereste giren, bir müddet sonra iyi, güzel ve doğru bir insan haline gelebiliyor mu?
dergisinin 137’nci sayısı geldi
Derginin çoğu yazıları Azerî Türkçesiyle, birkaç da Farsça makale yeralıyor. Başlığının yanında
açıklaması yer alıyor. Şahlık rejimi zamanında İran’da çoğunluğu teşkil eden anadili Türkçe olanların kültür hürriyeti yoktu, onlara çok ağır baskılar yapılıyordu. Hiç unutmam, sürgün yıllarımda bir gün Frankfurt’ta bir talebe yurdunun asansöründe Azerî Türkçesiyle konuşan birkaç gence rastlamış, selam verip sormuştum:
cevabını vermişlerdi. Şah rejiminin istihbaratının kulağına gider de, başımıza bir belâ gelir diye korkuyorlardı.
İran’daki İslâm inkılabından sonra Türkçe konuşanlara hürriyet verildi. Birkaç yıl önce Tebriz’e gittiğimde yeni basılmış hayli Türkçe kitap gördüm, bazılarını da satın aldım.
Türkiye’de en az birkaç yüz adet satılması gerekir. Bizim Türkçülerimiz, İslâmcılarımız başka ülkelerde yayınlanan bu gibi
niçin merakla, ilgi ile, dikkat ile takip etmezler, sebebini anlayamıyorum.
Maalesef çeşitli imkânsızlıklar dolayısıyla dış dünyada yayınlanan Türkçe gazete ve dergileri takip edemiyorum. Bendenizi bilhassa Arap-İslâm alfabesiyle çıkan gazete ve dergiler alâkadar ediyor. Biz Türkler tarih boyunca onbeşe yakın yazı sistemi
ile dilimizi yazmışızdır.
Çin’den Adriyatik sahillerine kadar en fazla bu yazı geçerli olmuştur.
Dünyanın en zengin ve değerli yazmalarını ihtiva eden
Süleymaniye kütüphanesindeki eserler bu yazıyladır.
Geçen asırda Çarlık idaresindeki
şehrinde yayınlanan
Türk dünyasının heryerinde merak ve alâka ile okunuyordu. Bu gazete de İslâm yazısıyla çıkıyordu.
İslâm dünyasında, Arap yazısını bırakıp Latin-Frenk yazısına ilk defa geçmek isteyenler birtakım
olmuştur.Bu konuda ilmî tedkikat yapmış değilim ama bunların İslâm’dan kopmuş birkaç kişi olduğunu düşünüyorum. O zaman Osmanlı İslâm uleması bu fikre karşı çıkmış ve tenkit etmişti.
yapıldıktan bir müddet sonra Türklerin yazıları üzerinde manipülasyonlar yapılmaya başlandı. Bazı Türk
önce Latin yazısına geçildi, sonra Kril yazısına.
1926’da Azerbaycan’ın
şehrinde uluslararası bir
toplanmıştı. Bu toplantıda Kazan delegesi
başlıklı Rusça bir tebliğ okumuş,
O bu tezi, İslâmî-dinî bir hassasiyetle ileri sürmemişti. Çünkü ülkede Stalin rejimi vardı. Başta İslâm olmak üzere bütün dinler ile savaşılıyordu.
Onun bu yazısı Türkçeye çevrilmiş ve 1926’da aynı başlıkla
İstanbul’da bir kitap halinde neşr edilmiştir.
zavallı ilim adamı perişan olmuş, karısı kendisinden ayrılmak zorunda kalmıştır.
kitabını bendeniz iki kısım halinde yayınlamış bulunuyorum. Hem orijinal Arap harfli
metni, hem de
metni.
Türkiye’de, muasır medeniyet seviyesine kısa zamanda bir füze gibi fırlamak için
münakaşaları yapılırken o zamanki ismi
olan Üniversite’nin profesörlerinden
bu konuda kaleme alıp yayınladığı makaleleri
başlığı ile
. Bendeniz
. Başında da, Galanti’nin hayatına ve eserlerine dair geniş bir önsöz bulunmaktadır.
Arap-İslâm alfabesini savunan eserlerden biri de
başlığı ile Mısır’da yayınlanmıştır. Bu kitabı da
hem Osmanlıca hem de yeni yazı ile yayınlamış bulunuyor.
kitabında birkaç Japon’un bir ara Japonca’yı latin harfleriyle yazmayı düşündükleri, fakat böyle bir şeyin Japon kültür ve edebiyatında büyük bir kopukluk meydana getireceğini, büyük tahribata yol açacağını anlayınca vaz geçtikleri belirtilmektedir.
okur-yazar herkes
denilen İslâm yazısını biliyordu.
1928’de atalarımızın mezar taşları okunuyordu, şimdi okunamıyor; eski yazma ve basma kitaplar okunuyordu, şimdi okunamıyor;
Ortada gerçekten vahim bir cehalet karanlığı vardır.
Adına
denilen hareketin başına, Türkiye’den kaçmış ve ülkeye geri dönmesi yasak olan, Türk pasaportu taşımayan
adında bir
getirilmiş, onun asıl ismi gizlenmiş, ölünceye kadar bu kişi kendisini
takma adıyla tanıtmıştır.
himmet ve gayretleri neticesinde bugünkü Türk nesilleri
orijinal Türkçesiyle okuyup anlayamıyorlar; sadeleştirilmiş, öztürkçeleştirilmiş, arı-duru hale getirilmiş
. Aman ne ilerleme ne ilerleme!..
Türkiye’de alfabe devrimi yapıldıktan sonra yurtdışında kalan Türk cemaatleri ve azınlıkları yine Arap-İslâm harfleriyle yazmaya, eğitim yapmaya, gazete dergi kitap çıkartmaya devam ettiler. Şu anda
1960’lı yıllara kadar Batı Trakya’da eski yazı ile gazete, dergi yayınlandı. Sebat gazetesinin yarısı Latin, yarısı Arap harfleriyle çıkıyordu. Ayrıca tarafıma posta ile gönderilen
adında küçük bir dergi vardı ki, o da İslâm yazısı ile neşr edilmekteydi.
Kıbrıs Türkleri Türkiye’deki inkılap hareketini candan benimsemiş ve desteklemiş hemen yeni yazıya geçmiştir. Şu anda
Çin idaresi bir ara Türklerin yazısını değiştirmeye kalktı, kısa bir denemeden sonra bu işten vaz geçti. Ancak, orada imlâ son derece bozulmuştur.
adlı bir nevi
mahiyetindeki eserinin
,
Alman mühtedisi dostlarımdan
‘yi bir gün
yazarken görmüş, göz ucuyla bakmıştım, ne Türkçeye
ne de Arapçaya benziyordu.
diye sormuştum,
demişti.
Endülüs İslâm devletinin parlak zamanlarında bir ara o devlete komşu
Millî Eğitim Bakanlığı’nın yayınladığı
bununla ilgili bilgi vardır. Her halde o Hıristiyanlar,
diye düşünerek bu değişikliğe gitmişlerdi.
Yazı değişikliği dolayısıyla bizde şimdi vahim bir
vardır. On milyonlarca okur-yazarımız 1928’den önceki basma ve yazma kitapları, arşiv vesikalarını, atalarının mezar taşlarını, tarihî binalardaki kitabeleri okuyamıyor. Bu bir cehalet değil midir?
Dünyada hangi medenî ve ileri millet ve ülkede böyle bir kültür kopukluğu vardır? Bu kopukluğu tâmir ve telâfi etmek için ne gibi çare ve çözümler düşünebiliriz?
Ciddî olalım, bu yazdıklarımın ilericilikle gericilikle ilgisi yoktur. Mesele bir kültür meselesidir.
Türkiye’de bir kişi veya kurum çıksa da
ne olacak? Hakkında dâva mı açılacak, o kişi hapse mi konulacak? Bu konuda
ne diyecektir?
Vaktiyle Osmanlı Rumları Türkçeyi Grek alfbesiyle, yine Osmanlı Ermenileri Türkçeyi Ermeni alfabesiyle yazmışlardı. Bu alfabelerle basılmış nice gazete kitap dergi kütüphanelerde bulunmaktadır.
Şimdi de Türkçeyi
yazabilir ve yayın yapabilirsiniz?
Anayasa’da
diye yazılıdır. Acaba ne yapmamız gerekiyor?
Türkiye halkı okumuyor. Japonya’da bir Japon’a yılda 26 kitap düşüyormuş, bizde 6 Türkiyeliye bir kitap! Bir ara
diye büyük gürültüler kopartıldı. Serbest bırakıldı, o dille kitap, dergi, gazete yayınlanmaya başlandı. Yayınlandı da ne oldu?
Evet, uluslararası istatistiklere göre bizde çok az kitap okunuyor. Okumayanları bir kenara bırakalım da okuyanlara bakalım. Neler okuyorlar? Geçenlerde sahibi bulunduğum kitapçı dükkanına gitmiştim (ayda bir kere uğruyorum…), bir rafta son bir yıl içinde satış rekorları kıran bir kitabı gördüm. Roman boyunda orta hacimli bir kitap. Eve götürdüm, üç gün içinde okudum. Aman ya Rabbi, ne kadar zayıf bir kitaptı. Sanki geri zekâlılar veya zekâ özürlüler için yazılmıştı. Edebiyat, fikir, sanat bakımından 10 üzerine 3 alamayacak bir kitap. İşte okuyanlarımız da böyle kitaplar okuyor.
İslâmî konuda ciddî bir kitap çıkartılsın, okunmaz. Bizde kitaplar genellikle bin adet basılıyor. Son yıllarda binin altında, beşyüz, altıyüz tiraj da görülüyor.
Birinci madde: Bizde kitap satılmıyor.
İkinci madde: Az sayıda basılan kitapları bazıları satın alıyor ama okumuyor.
Üçüncü madde: Okuyanların çoğu, iyi okumuyor ve bir şey anlamıyor.
Dördüncü madde: Anlayanlar ki, yüzde bir bile değildir; okuduklarını, öğrendiklerini hatırda tutup hayata uygulamıyor.
Yanlış anlaşılmasın, bizde hiç iyi kitap çıkmıyor demiyorum. Elbette çok güzel, çok güçlü, çok kıymetli, çok faydalı kitaplar çıkıyor ama bunlar çok az basılıyor, çok az okunuyor, çok az anlaşılıyor, çok az faydalı oluyor.
Önemli bir mesele şudur: Kitap okuyabilmek için sadece okur-yazar olmak yeterli midir?
Cevap: Kesinlikle yeterli değildir. Kitap okuyabilmek için mutlaka ama mutlaka güçlü, seviyeli, yeterli bir lise tahsili yapmış olmak gerekir.
Gerçek mânasıyla kitap okuyabilmek için şu sahalarda yeterli kültüre sahip olmak gerekir:
– Konuşulmayan, sadece yazılan ve okunan edebî, zengin, kültürel Türkçeyi bilmek.
– Yeterli miktarda genel ve millî tarih bilmek.
– Mantık bilmek.
– Felsefe bilmek (Psikoloji, ahlâk, estetik, metafizik, felsefe tarihi, büyük filozoflar, felsefî doktrinler…)
– Az fakat sağlam sosyoloji ve antropoloji bilmek.
– En az beş bin kültürel referans sahibi olmak.
Bizim liselerimiz, mezunlarına (diploma alanlara) bu bilgileri yeterli derecede veremiyor.
Bizde yeni nesiller kasıtlı ve planlı bir şekilde okur-yazar câhil haline getirilmiştir.
ve benzeri çok yakın çağ ediblerinin Türkçe kitaplarının, sadeleştirilerek yani Türkçe’den Türkçe’ye çevrilerek yayınlandığı bir ülkede
olmuş demektir.
Okullarımızda eskiden bitirme imtihanları vardı. Liselerde hem bitirme, hem de olgunluk-bakalorya imtihanları vardı. Bunları kaldırdılar.
Ön kapıdan giren çocuğumuz, birkaç yıl sonra elinde bir paçavra olduğu halde arka kapıdan çıkıyor.
Bir emekli öğretmen okuyucumun 10 Kasım tarihli mektubundan bir iki cümle naklediyorum: “Yeni nesiller elden çıktı veya çıkmak üzere.
Üniversiteyi bitirmiş, resmî daireye bir dilekçe yazıp iş takip etmekten âciz. Medenî cesareti yok. İki çift lâf edemiyor. Pısırık, tüketici, hayalperest,
üretmeden tüketmeye yönelik, hazırcı lüpçü bir gençlik…”
Bir eğitim fakültesinde öğretim üyesi olan bir dostum var. Görüştüğümüzde ona soruyorum: Öğrencileriniz içinde kabiliyetli, istidatlı, geleceği parlak delikanlılar ve genç kızlar var mı? Maalesef yok diyor. Onbeş sene önce erkek öğrenciler içinde böyleleri varmış. Şimdi kalmamış. Birkaç kız kalmış, onlar da eski hanım kızlar kadar çalışkan, becerikli, idealist, başarılı değilmiş.
Berberde traş oluyordum. 17-18 yaşlarında iki delikanlı da oradaydı, saçlarını üç numara makineye vurdurtmuşlardı. İkisinin de kulaklarında küpe vardı. Gittiler, berbere sordum, bunlar ne iş yapar? Karşıki lisede öğrenciler dedi.
Kapalı bir hanımın kızı bir lisede okuyormuş. Etekliği dizden aşağı olduğu için birtakım ilerici, çağdaş, laik öğretmenler tarafından rahatsız ediliyormuş. Etekleri kısa olmadığı için kıza gerici muamelesi yapılıyormuş. Ne günlere kaldık!
İstanbul liselerinden dışarıya çıkan gençler, havalar müsait ise gömlek yakalarını gevşetiyor, iki düğme birden çözüyor, gömleklerinin eteklerini pantolonun üzerine çıkartıyor. Apaş kıyafeti. Eskiden böyle bir şey yapmak mümkün değildi. Çok daha fecisini anlatayım:
Yatılı bir okulun onüç-ondört yaşındaki öğrencileri geceleri kapıcıya birkaç kuruş veriyorlar, civardaki batakhanelere gidiyorlar ve travestilerle haşir neşir oluyorlarmış. Nereden öğrendin bu pis hâdiseyi diye soracaksınız. Emin olunuz, çok sağlam bir kaynaktan öğrendim. Daha bluğ yaşındaki çocuklar böyle yetişirlerse büyüdükleri vakit onlardan ne hayır gelir?
Resmî raporlara ve istatistiklere göre okullarda uyuşturucu kullanma yaşı 11’e kadar düşmüş. İki sene önce sur içindeki bir ilköğretim okulunda okuyan bir kız rahatsızlanmış, anne ve babası doktora götürmüş. Doktor muayene etmiş, sonra üzgün bir surat ve çatık kaşla ebeveynin yanına gelmiş ve kulaklarına: “Maalesef kızınız hâmiledir…” demiş. Anne baba yıkılmış, okula koşmuş. Kız sıkıştırılmış. Mesele anlaşılmış. Okulun kalorifer dairesinde altı erkek arkadaşı ile kız seks yapmışlar. Hayır kıza tecâvüz edilmemiş, kendi rızası ve isteğiyle cinsel ilişkide bulunmuş.
Bir fıkra hatırıma geldi. Kodamanın birine bir adamı pür telaş gelmiş, eziliyor büzülüyor, bir türlü söyleyemiyormuş. Ah efendim, vah efendim, aman efendim… diye laflar geveliyormuş.
Kodaman gürlemiş: Konuş be!… demiş. Ne oldu?
– Efendim kızınız… hık mık… nasıl desem… ah vah eyvah…
– Konuş ulan, kıvranıp durma öyle, ne olduysa açık söyle.
Adam nihayet baklayı ağzından çıkartmış:
– Efendim kızınız randevuevinde basıldı, şu anda polis nezaretinde demiş.
Kodaman rahat bir nefes almış:
– Önemi yok demiş, hallederiz. Ben de kızımın örtünüp gerici olduğunu söyleyeceksin diye korkmuştum…
Doğrusu biz Müslüman Türkiyeliler iki ateş, örs ile çekiç arasında kalmış vaziyetteyiz. Bir taraftan Avrupa sıkıştırıyor:
– Zinayı suç saymayacaksınız…
– Homoseksüelliği serbest bırakacaksınız…
– Sevicilerin resmen dernek kurup teşkilatlanmalarına izin vereceksiniz… diyor.
Avrupa’nın bu isteklerine paralel olarak Ankara’daki Diyanet Başkanlığı’na dilekçe yağıyormuş, homoseksüelliğin serbest olması için fetva isteniyormuş.
Müslümanlara ve Türklere
diyenler İslâm ahlâkını, millî edeb ve terbiyeyi yıkmak için seferber olmuş vaziyetteler. Zavallı Müslüman yığınlar iyice sersemlemiş, şaşırmış vaziyette.
Oğlum Tuncer iyi bir yüksek tahsil yapsın, hayata atılınca çok para kazansın, lüks otomobil alsın, lüks meskende otursun, lüks yazlığı olsun, lüks yaşasın, lüks gebersin… Kızım Sevsal lüks bir hayata kavuşsun, elini sıcak sudan soğuk suya sokmasın, lükse garkolsun, lükste mağruk olsun (boğulsun)…
Müslümanlar evlerindeki televizyonları açıyorlar, içeriye mavimtrak ve şeytanî ışıklar doluyor. Bol sayıda kanal var. Bir ikisi dışında, İslâm ahlâkına uymayan yayın yapıyorlar.
Elinize aleti alıyorsunuz zap: Çıplak ve şehvetli karılar hopluyor, zıplıyor, ha ha ha, hi hi hi, he he he, isterik kahkahalar, göğüs açık, bağır açık… Bir zap daha: Bir yasak aşk sahnesi… Yeni bir zap: Bir hafta sonu şenliği, evlere şenlik… Ekranlardan aşk, içki, kumar, fuhuş, azgınlık, fısk fücur, günah, isyan, tuğyan, zina, çıplaklık, laubalilik, yaramazlık akıyor. Maalesef birtakım Müslüman kanallarda da böyle programlar var.
Geçenlerde bir haber ajansında şöyle bir haber başlığı gördüm:
Kahkahayla güldüm. 27 Kasım 2005 Pazar
Ülkemizi, halkımızı, devletimizi yükseltecek, yapılması gereken hizmetleri hakkıyla yapacak
Türkiyeliler nasıl yetiştirilebilir? Bu konudaki fikir ve görüşlerimi arz etmek istiyorum. Her zamanki gibi gayet açık, gayet anlaşılır, gayet kesin bir dil ve üslûb ile…
(2) Bazı büyük belediyelerimiz, resmî veya özel kurumlar, vakıflar, cemaatler şu anda on binlerce gence burs veriyorlar. Bu burslar sadece maddî yardımdır, çocuklara geçim parası veya cep harçlığı sağlamaya yöneliktir.
Verilen bu bursların yekûnu yılda milyarlarca dolar olsa bile, bu şekildeki harcamalarla bir tek
genç yetiştirilemez.
(3) Vasıflı, güçlü, üstün Türkiyeliler ancak ve ancak paralel/alternatif bir eğitim ile yetiştirilebilir. Bu eğitimin üç vechesi, üç boyutu olacaktır:
(a) Bilgi ve kültür boyutu, (b) Aksiyon, ahlâk, fazilet, yüksek karakter ile ilgili boyut, (c) Estetik, sanat, güzellik ile ilgili boyut.
(4) Türkiye’nin bütün çocukları ve gençleri
olarak yetişmek istidadına sahip değildir. Böyle gençler 1000’de bir, hattâ 10 binde bir yetişebilir. Bunlar aranmalı, bulunmalı ve yetiştirilmelidir.
(5) Bu adaylar nasıl aranılacak ve bulunacaktır? Bunun da ilmî ve ilim ötesi metodları vardır. Böyle gençler, Tibetlilerin Dalay Lama olacak çocuğu aramaları ve bulmaları gibi aranılıp bulunacaktır. Bu iş nasıl yapılacaktır? Konu çok geniş ve derindir, açıklanmasına bu sütunların tahammülü yoktur.
(6) Bilgi, aksiyon ve estetik yönleriyle küçük kişiler, büyük kişi yetiştiremez. Böyle çocukları ve gençleri yetiştirmek için
mürebbiler, mürşidler, muallimler (öğretmenler), üstadlar, kılavuzlar bulunması gerekir. Böyle kişiler Türkiye’de var mıdır? Varsa kaç kişidirler ve kimlerdir? Bu da ayrı mesele…
(7) Vasıflı, güçlü, üstün bir tek genci yetiştirmek için liseden üniversiteye, ondan sonra yüksek lisans ve doktora tahsiline kadar en az bir milyon doların yerli yerinde harcanması gerekecektir. Dikkat buyurulsun, en az…
(8) Bu bir milyon dolardan çocuğa veya gence geçim ve cep harçlığı olarak bir lira bile verilmeyecek, paranın tamamı onun yetişmesi için en uygun, en verimli şekilde harcanacaktır.
(9) Türkiye’yi yüceltecek, gerçekten büyük hizmetler edecek bu gibi gençlerin yetişmemesi için dış düşmanlarımız ve onların içerideki yardakçıları seferber olacaklardır. Bu hususta gereken tedbirlerin alınması gerekir.
(10) Türkiye halkı, dış düşmanlarımız ve onların içerideki adamları tarafından
Bu konuyu hatırınızdan bir an bile çıkartmayınız.
(11) Yetiştirilecek gençlerin en az 25 konuda çok güçlü olmaları, seviyelerinin çok yüksek olması gerekir. Bunların bazısı aşağıda sayılmıştır:
(12) Yazılı ve edebî zengin kültür Türkçesini ÇOK İYİ derecede bilecek. Uzmanlığı iktisatçı, işletmeci, medyacı, siyasetçi de olsa eski Osmanlıca divanları orijinal baskılarından veya yazmalarından kolayca okuyacak, mânalarını kolayca anlayacak, bu kıraatten zevk ve haz alacak, bu metinleri şehr edecek derecede Türkçe bilecek. Türkçeyi bu şekilde bilmeyen kişiler
olamaz.
(13) Bu gençler Türkiye kimliğinin esas maddesini teşkil eden İslâm dinini, İslâm kültürünü çok iyi derecede bileceklerdir.
(14) Bu gençler kesin bir şekilde EHL-İ SÜNNET VE CEMAAT dairesi içinde ve çizgisi üzerinde bulunacaklar; en ufak şekilde bile reformculuk, dinde yenilik, dinde değişiklik, Selefîlik, Necdîlik, Afganîlik hastalıklarına ve mikroplarına bulaşmayacaklardır.
(15) Bu gençler, zâhir bakımından ŞERİATA SIMSIKI BAĞLI bir tasavvuf ve tarikat terbiyesi ve eğitimi alacaklar, manevî bakımdan devamlı şekilde kontrol altında tutulacaklardır. Bu gibi vasıflı, güçlü, üstün gençlerin tasavvuf ve tarikat tarafı olmazsa kolayca gurura kapılır, sapıtır ve canavarlaşırlar.
(16) Bu gençlere, özel hocalar tutularak Türkiye’nin bilhassa yakın çağın GERÇEK TARİHİ okutulacak ve öğretilecektir. Gerçek tarihi bilmeyen kişi kaliteli bir Türkiyeli olamaz.
(17) Bu gençlere MANTIK DERSLERİ verilecektir. Doğru dürüst mantık bilmeyen kişi ne okumuş olur, ne aydın olur, ne yüksek tahsilli olur.
(18) Bu gibi gençleri, âilelerinin, toplumun, medyanın, eğitimin bulaştırmış olduğu para, madde, zenginlik, lüks, aşırı tüketim, gösteriş, refah sevgisinden ve bağımlılığından kurtarmak için özel rehabilitasyon ve arındırma tedavisi tatbik edilecektir. Onlara paranın değer olmadığı, amaç olmadığı, sadece kirli ve tehlikeli bir araç ve vasıta olduğu iyice anlatılacaktır.
(19) Bu gibi gençlerin, ne kadar ahlâkî fazilet varsa, bunların hepsine sahip olmaları, ne kadar ahlâkî rezilet ve alçaklık varsa, bunların da hepsinden uzak kalmaları için yıllarca sürecek bir eğitim verilecektir.
(20) Bu gibi gençler çok kudretli hocalardan ve mürebbilerden HİKMET, FİRASET, FETANET dersleri alacaklardır.
(21) Bu gibi gençlerin “ÖLMEDEN ÖNCE ÖLÜNÜZ” makamına çıkmaları için ne yapılmak gerekiyorsa yapılacaktır. Bunlar nefislerini öldürecekler, nefis bakımından hiçleşmeye çalışacaklardır.
(22) Bu gibi gençlerin herbirinin birer gizli hazine haline gelmesi için çalışılacaktır.
(23) Onlara Selahaddin Eyyubî’nin, Şeyh Şâmil’in, Emîr Abdülkadir’in ahlâkı, karakteri aşılanacaktır. Bu aşıyı kabul etmeyenlere, bu konuda istidadı olmayanlara yatırım yapılmayacak, yetiştirilmelerinden derhal vazgeçilecektir.
(24) Bu gibi gençler şarlatanlıktan, soytarılıktan, popülizmden, arivizmden uzak kalacaklardır.
(25) Bu çocuklar fütüvvet (gönül yiğitliği) ahlâkı ile yetiştirilecektir. Onlara eski ahîlik ahlâkı aşılanacaktır.
(26) Bu gençler kendilerine en büyük örnek ve model olarak Peygamberi seçecekler; ellerinden geldiği, güçlerinin yettiği kadar O’nun ahlâkı ile ahlâklanmaya çalışacaklardır.
(27) Onlara Eyyub Peygamberin sabrı kazandırılacaktır.
(28) Son derece ihlaslı olacaklar, bu dine, bu ülkeye, insanlığa yapacakları hizmetler için yaratıklardan kesinlikle ücret, hediye, mükafat kabul etmeyeceklerdir.
(29) Bu gençlerden birisi ileride mesela Nobel armağanını kazansa, bunu kabul etmeyecektir.
(30) Bu gibi gençler yetişip hayata atıldıkları zaman onların vicdanlarını, lisanlarını, kalemlerini, hizmetlerini BATIL GAYELER için hiçbir güç kiralayamayacak veya satın alamayacaktır. Kendilerine bir milyar dolar rüşvet veya ücret teklif edilse bile kabul etmeyeceklerdir.
(31) Bu gibi gençler, şöhretten kaçacaklar, kesinlikle riyasetlere tâlip olmayacaklar; halkın övgü ve alkışlarının onların gözünde hiçbir değeri olmayacaktır.
(32) Bu gibi gençler idealleri, emelleri, hedefleri, hizmetleri uğrunda her türlü çileye, cefaya, eziyete, işkenceye göğüs gerecek bir azme ve iradeye sahip olacaklardır.
(33) Bu gençler dünya kemiklerine, dünya rantlarına tâlip olmayacaklardır. Gönüllü olarak fakrı, zühdü, tevâzuu seçeceklerdir.
(34) Bu gençler VASIFLI, GÜÇLÜ, ÜSTÜN oldukları için kendilerini halktan yüksek görmeyecekler; bil’akis kendilerini derece itibarıyla insanların en gerisinde göreceklerdir. Bu gençler, benliklerinden, kibir ve gururdan kurtulmaları ve anlattığım mertebeye ve rütbeye çıkmaları için kâmil mürşidler tarafından eğitileceklerdir.
(35) Böyle gençler, yaptıkları hayırlı hizmetler dolayısıyla hakarete uğrayıp yüzlerine tükürüldüğü zaman “Ya Rabbi rahmet yağıyor…” diyecek kadar gönülsüz ve olgun olacaklardır.
(36) Bu gençlere, bir kardeşi tokat attığı zaman, yüzünün öbür tarafını çevirecektir.
(37) Soru: Böyle gençler yetiştirilebilir mi? Elbette yetiştirilebilir. Böyle bir şey mümkündür. Arşimed ne demiş? “Bana gereken uzunlukta bir manivela verin, bir de uygun bir istinat (dayanak) gösterin, dünyayı yerinden oynatırım…”
(38) Böyle birkaç bin genç Türkiye’nin şu anda batmış olduğu bataklıktan ve düşmüş olduğu tuzaktan kurtulup çıkması için büyük hizmetler yapacaktır.
(39) Burs olarak ayda değil 100 lira, bin lira veya on bin lira verseniz bile böyle VASIFLI, GÜÇLÜ, ÜSTÜN Türkiyeliler yetiştiremezsiniz. “Biz, ayda 100’er lira vererek şu kadar genç yetiştiriyoruz. Bu gençlerin hepsi de elmastır, pırlantadır, yirmi dört ayar altındır, yakuttur, zümrüttür…” diyenlere sesleniyorum: Uyanın, uyanın, uyanın!..
Muhatabım terbiyeli, inançlı, efendi bir genç. Yedi sene İmam-Hatip okulunda okumuş, teknik bir branşta yüksek tahsil yapmış. Beş vakit namaz kılıyormuş. Damdan düşercesine sordum:
– Serserilik, uğursuzluk yapıyor musunuz?
– Hayır, dedi. Kendimi yetiştirmeye çalışıyorum.
– Sizi imtihan etmeme müsaade eder misiniz? Olumlu cevap alınca şu soruyu yönelttim:
– Allah’ın on dört sıfatını sayar mısınız?
– Sayamam… dedi. Allah, Allah!.. Yedi sene İmam-Hatip okulunda okumuş ve en basit bir ilmihal bilgisini öğrenememiş.
Coğrafyadan imtihan ettim, Avrupa ülkelerinin başkentlerini bilemedi. Tarih sordum, o sahada da asgari lise kültüründen mahrumdu.
Peki, bu genç nasıl yetişecek? “Kitap okuyarak kendimi yetiştirmeye çalışıyorum.”
Kitap okuyarak yetişmek mümkün olsaydı, okulları, üniversiteleri tatil etmemiz gerekirdi. Verirsin çocukların eline ders kitaplarını, ihtisas kitaplarını bunları evlerinde okurlar, öğrenirler, bilgi, kültür, uzmanlık sahibi olurlar. Böyle bir şey mümkün müdür? Değildir. Otodidakt denilen kendi kendini yetiştirmiş adamlar vardır. Bunlar milyonda birdir. Bu kadar küçük istisnalar kuralı bozmaz.
1. Paralel-alternatif bir eğitim görerek: Paralel-alternatif eğitim ne demektir? Vaktiyle bu konuda bir nebzecik yazmıştım. Alternatif eğitim hakkında kitap yazılması gerekir.
2. Hanegi eğitimi: İstidatlı, kabiliyetli, iyi niyetli, zeki, azimli, iradeli, cevherli bir genç; ehliyetli, vasıflı, güçlü, üstün bir zata “takılır”. Eskiden buna mülazemet denilirdi. Bir örnek vereyim. Mesela, on dokuzuncu asırda İstanbul’da bir genç, Ahmed Cevdet Paşa’ya yaklaşsa, Paşa da onu benimsese, bir nev’i talebesi veya mânevî çocuğu gibi kanatları altına alsa; genç, Paşa’nın konağına gidip gelse, sohbetlerinde bulunsa, onun bazı hizmetlerini görse; birkaç sene sonra bu takılmadan, bu mülazemetten büyük faydalar elde eder. Bu eğitim kütlevî bir eğitim değildir ama bu yolla çok yüksek, çok değerli, çok parlak, ileride çok hizmet edecek kimseler yetişebilir. Rahmetli Mahir İz hocamız böyle bir kimseydi. Kendisine takılan gençler ondan çok yararlanmışlar, aydınlanmışlar, manen ilerlemişlerdir. Bu devirde hanegi eğitimi verecek şahsiyetler kaldı mı?
3. İstidatlı, kabiliyetli, cevherli, kerestesi kıymetli (kavak tahtası değil, ceviz tahtası…) bir gencin yetişmesi için birtakım masraflar yapılması gerekir. Lise, üniversite, yüksek lisans, doktora, on-on iki yıl içinde böyle bir öğrenci için tahminimce 1 milyon dolar harcanmalıdır. Yanlış anlaşılmasın, delikanlıya veya genç kıza bir kuruş burs verilmeyecektir. Ona nakit para ödenmeyecektir, bu 1 milyon dolar onun yetişmesi için, çok ciddi bir plan ve program dâhilinde, yerli yerinde, verimli bir şekilde harcanacaktır. Birkaç misal vereyim: (a) Edebi Türkçe ve Osmanlıca öğrenmesi için, mesela 5 bin dolar. Özel hoca tutulacak, iki sene içinde Fuzulî divanını şerh edecek şekilde edebî lisan bilgisi ve kültürü olacaktır. (b) Tarih hocası tutulacak, hem tarih, hem tarih felsefesi ve metodu okutulacaktır. (c) Siyaset kültürü hocası tutulacak, bu sahada bilgilendirilecek ve aydınlatılacaktır. (ç) En az beş yabancı dil öğrenecektir. (Beş yabancı dili öğrenmeye takati, sabrı, azmi, kabiliyeti yetişmiyorsa, onu hemen kovmak gerekir…) (d) Görgü, kibarlık, kerem, mürüvvet, fütüvvet hocası tutulacaktır. (Acaba bugünün Türkiye’sinde böyle hocaları bulmak mümkün müdür?
Bu kadar para bulunmazsa istidatlı ve cevherli bir gencimiz adam olamayacak mıdır? Olur, ancak efsâne çapında bir azme, iradeye, sabra sahip olması gerekir.
Belki şimdiye kadar elli kere yazmışımdır: İnsan kişiliğinin üç vechesi, üç boyutu vardır. Birinci boyut: Bilgi ve kültür boyutu. İkinci boyut: Aksiyon, yani ahlâk ile ilgili boyut. Üçüncü boyut: Sanat, estetik, güzellik ile ilgili boyut.
Farz edelim ki, yetişmesini istediğimiz gencin tahtası veya kerestesi çok kıymetli, çok sağlam; o gerçekten işlenmeye, yatırım yapmaya değecek bir kimse. Peki, bu kıymetli kereste nasıl işlenecektir? Onu kim işleyecektir? İşte mesele buradadır.
Hacı beyler bir vakıf kurmuşlar, her ay yüz kadar gence 100’er lira burs veriyorlarmış. Bunun adını da üniversitede genç okutmak, genç yetiştirmek koymuşlar. Ne kadar boş bir kuruntu! Ayda yüz lira vereceksin ve bir genç, adam olacak. Bendeniz böyle dualara âmin diyecek kadar saf değilim.
Kötü bir marangoza, vasıfsız bir mobilyacıya fevkalade değerli bir ceviz kütüğü verirseniz, adamcağız, o canım keresteyi mahv ve berbat eder. Ehliyetli, liyakatli, maharetli, hünerli, sanatkâr bir marangozun eliyle o kütükten şaheser eserler meydana gelir.
Bu satırlarımı okuyan gençler üzülmesinler ve bana darılmasınlar. Gerçekler acıdır.
Filan cemaat, feşmekân zümre, falan grup pırlanta gibi, elmas gibi, yirmi dört ayar altın gibi gençler yetiştiriyormuş. Bu gibi edebiyatlar aldatıcıdır.
Üniversiteye giden bir genç, Abuziddin Efendi Hazretleri’ne intisap ediyor, bu kuru intisap sanki sihirli bir değnektir, gencimiz bir anda pırlanta oluyor, elmas oluyor, yirmi dört ayar altın oluyor. Olacak şey değil.
Bir tarikat mensubunun olgunlaşması, iyi Müslüman, iyi insan olması için, bir plan ve program dâhilinde terbiye alması, çile çekmesi gerekir.
Yüce İslâm tarikatlarının hepsinde çile çekmek vardır. Çilesiz insan olmaz mı? Tabiî olur ama çilesiz olgun, vasıflı, üstün, güçlü insan olmaz.
Diyelim ki, istidatlı bir genci alternatif ve paralel eğitimle yetiştirdik, on parmağında on hüner. Beş yabancı dil biliyor, bin türlü marifeti var. Bu gence tasavvufî terbiye verilmezse azması, yolunu şaşırması önlenemez. “Ben neymişim?” der ve belasını bulur.
Osmanlı imparatorluğunu yücelten temel müesseselerden biri Enderun-i Hümayun mektebiydi. Şimdi Türkiye’de böyle bir okul var mı?
Keşke Müslümanlar derme çatma, üzerleri kiremit kaplı, hangar gibi, baraka gibi binalarda ibadet etselerdi de; bütün güçlerini, bütün maddî imkânlarını vasıflı, güçlü, üstün, ehliyetli, liyakatli, başarılı, ahlâklı, faziletli, işbilen, iş bitiren, tuttuğunu koparan, hayat mücadelesi denilen yarışmada en önlerde koşan, değerli elemanlar yetiştirmiş olsalardı. Mesela Abdi İpekçi’nin, yanında pek cılız kalacağı birkaç medyacı yetiştirselerdi.
Güçlü, vasıflı, üstün adamlar, hizmetliler yetiştirmek hususunda cami helâlarına, cami kaloriferlerine, cami klimalarına, camilerin ışıldak, fırıldak ve zırıldaklarına, cami lojmanlarına yaptığımız masrafı yapmadık.
Nice istidatlı, cevherli, kabiliyetli gencimiz harcandı.
Filan din baronunun etrafında çok genç varmış… Bundan bana ne? Benim derdim ve konum gençlerimizin iyi yetişmesi. Filan baronun avanesinin çok olması beni ilgilendirmez, sevindirmez.
Hangi tarikattan, hangi cemaatten, hangi zümreden olurlarsa olsunlar, gençlerimizin vasıflı ve iyi Müslümanlar, vasıflı ve iyi insanlar, vasıflı ve iyi vatandaşlar olmalarını istiyorum. Bu memleket öyle insanlarla kurtulur. Müslümanlar öyle insanlarla izzet bulur. Öyle insanlar, sadece Türkiye’ye hizmet etmezler, bütün insanlığa hizmet ederler.
Birtakım ateistler, solcular, ilericiler, materyalistler, Darvinistler, Gizli Yahudiler, aydınlıktan, halkı ve gençliği aydınlatmaktan bahsedip duruyorlar. Pek açıkça söyleyemiyorlar ama onlara göre İslâm karanlık, dinsizlik aydınlıktır. Peki, bu zihniyet Türkiye’yi, halkımızı, bilhassa genç nesilleri gerçekten aydınlatmış mıdır? Şu halimize bakalım:
• Halk ve gençlik, ecdadının (atalarının) mezar taşlarını okuyamayacak kadar câhil kalmıştır.
• Türkiye üniversitelerinden biri bile, dünyanın beş yüz önemli ve güçlü üniversitesi listesine girememiştir.
• Bunca aydınlanmaya rağmen Türkiye henüz bir tek Nobel ve emsali (benzeri) uluslararası ödül kazanamamıştır.
• İmkan ve potansiyel bakımından bizden geride olan Güney Kore her sahada harikalar meydana getirmiş, biz ise utanç verici bir gerilik bataklığında çırpınır hale gelmişizdir.
• Küçük Finlandiya (nüfusu 5,5 milyondur.) 20’nci yüzyılda Sibelius ve Aalto gibi dünya çapında iki büyük şahsiyet yetiştirmiş, biz ise ülkemizi kültür ve sanat yarışında öne çıkartacak böyle büyük adamlar yetiştirememişizdir.
• Aydınlıkla kokuşma bir arada yürür mü? Gerçek aydınlık, karanlıkları, bozuklukları, fenalıkları, çirkinlikleri, sapıklıkları yok eder. Ülkemiz dinsizlerin, sahte aydınlık kültürü sayesinde korkunç, dehşet verici bir kokuşma ortamına yuvarlanmıştır,
İyi, doğru, güzel, gerçek bir eğitim okuyanların cehaletini giderir, onları nurlandırır.
Nasıl nurlanmış? Bilgi boyutunda nurlanmış, eylem-aksiyon boyutunda nurlanmış, sanat-estetik boyutunda nurlanmış. Bizde durum böyle midir?
Bir yıldızlı cahil…
İki yıldızlı cahil…
Üç yıldızlı cahil…
Dört yıldızlı cahil…
Beş yıldızlı süper cahiller.. Türkiye’deki bütün olumsuzluklar nursuzluktan kaynaklanmaktadır. Kişi, diploma sahibi olmakla nurlanmış, aydınlanmış olmaz.
Ana dilini, yazılı ve edebi kültür lisanı olarak iyi bilir. Bir ingiliz Shakespeare’i, bir Fransız Rousseau’yu, bir Alman Schiller’i nasıl okuyorsa Türkiyeli nurlu
kişi
Mensubu bulunduğu milletin ve ülkenin
Münevver kişi tarihini bilir, münevver kişi gelenin keyfi için ecdadını tahkir etmez. Anasına, babasına. dedelerine, atalarına küfr eden, sövüp sayan, onların aleyhinde galiz şekilde konuşan bir kimse nedir?
Münevver, ülkesine ve milletine ait kimliğe karşı çıkmaz, buna karşı çıkanlar yabancılaşmış, bozulmuş, dejenere olmuş mahluklardır.
Münevver, kopukluk, tarihi kaza ve arıza yanlısı değildir; o
taraftarıdır, kopukluklardan hoşlanmaz.
Münevver, ahlâklı ve faziletli insandır. Bilgisi ve kültürü var, lakin ahlâk bakımından hali rezalet ve felaket… Böyle kişi bilgili kişidir, kültürlü kişidir, uzman kişidir ama asla münevver değildir.
Münevver çirkinliklerden hoşlanmaz; o güzel, sanatlı, estetik olan şeyleri sever. Bir kimsede hikmet
yoksa o münevver olamaz.
• İyi bir âile terbiyesi alır, âile bir mekteptir.
• İyi okullarda, iyi bir eğitim sistemiyle, iyi öğretmenler tarafından okutulur ve yetiştirilir.
• Münevver adayı, iyi ve hayırlı bir insan olduğu için çile çeker. Onun başına bir takım imtihanlar, belalar, musibetler; sıkıntılar gelir. O bunlara sabreder, derecesi yükselir, nurlanır. Çile iki türlüdür. Birincisi: İstenmeden, iradî olmadan gelen çile. İkincisi: Kendi arzu ve ihtiyarıyla çekilen çile. Tarikatlardaki çileler gibi. Her hal u kârda çilesiz münevver olmaz, vasıflı insan olmaz. Askerlik hizmeti, zorlukları ve sıkıntıları dolayısıyla bir nevi çiledir, bundan kaçanlar çok şey kaybederler.
• Münevver olmak için, nâdir istisnalar dışında mutlaka bir rehbere, bir kılavuza, bir mürşide bağlanıp onun terbiyesi altında yetişmek gerekir.
Nurlanmanın iki vechesi vardır:
Birinci veçhe: Kişinin kendi iradesiyle çalışıp çabalaması, okuması, öğrenmesi, ders alması, yetişmek için gayret göstermesi.
İkinci veçhe: Vehbîdir yani kendisine Allah tarafından nur verilir.
İslâm aydınlığının birinci hâcesi ve mürşidi Muhammed Aleyhisselam’dır. Bu aydınlığın kitabı, Kelâmullah olan Kur’ân’dır.
Bu mektebin üstadları 1400 küsur yıllık İslâm tarih ve medeniyetinin âlim, ârif, bilge, veli, ermiş, olgun şahsiyetleridir.
İslâm Allah’ın göndermiş olduğu ilahî din, nizam ve medeniyettir.
İslâm, nura ve aydınlığa götürür. İslâmcılık her zaman götürmez.
Biz Müslümanlar
şayet aydınlanmak, nurlanmak, yücelmek, haysiyetli ve şerefli olmak istiyorsak dinimize sımsıkı sarılmalıyız.
Şu hususu da belirtmem gerekir ki: Nurlanmamış kimseler İslâm’ı temsil etmezler, nurlanmamış kimseler başkalarını nurlandıramazlar.
İslâm denilince beton cami binalarını, uzun minareleri, cami helalarını, cami meşrutalarını, cami hoparlörlerini, cami klimalarını, cami kaloriferlerini düşünen kimseler İslâm’ı anlamamış ve nurlanamamış kimselerdir.
İslâm ilimdir, irfandır, hikmettir, kültürdür, sanattır, iyilik ve güzelliktir, doğru ve hak inanç ve düşüncelerdir, barıştır, müjdedir, uyarıdır, tesellidir ve ebedî mutluluğa götüren yoldur.
Cami hoparlörlerinin veya klimalarının bunlarla bir ilgisi yoktur.
Münevver Müslüman, münevver Türkiyeli yetiştirmek bizim için olmak veya olmamak meselesidir
• Yalan söylemez.
• İnsanları aldatmaz.
• Emanetlere hıyanet etmez; ehil ve layık olmadığı vazifeleri, memuriyetleri, işleri, makamları kabul etmez.
• Riyasete (başkanlığa) talip olmaz. Matlub olsa bile, ehil değilse kabul etmez,
• O asla haram yemez. Haram ve şüpheli kazançların peşinden koşmaz.
• Saçı bitmedik yetimlerin, halkın, fakirlerin haklarına el uzatmaz.
• İhalelere fesat karıştırmaz.
• Paravan şirketlerle devleti ve belediyeleri dolandırmaz.
• İşlerden komisyon almaz.
• Demagoji, şarlatanlık, soytarılık, popülizm yapmaz.
• Lüksten, israftan, gösterişten uzak durur; orta halli, mütevâzı, alçak gönüllü, kanaatli bir hayat tarzını benimser ve uygular.
Müslüman anne ve babalara sesleniyorum: Çocuklarınızı iyi Müslümanlar olarak yetiştiriniz. İyi Müslüman ne demektir? Kısaca arz edeyim:
– İyi insan demektir.
– İyi vatandaş demektir.
– İyi komşu demektir.
– İyi âmir, iyi memur demektir.
– İyi işveren, iyi işçi demektir.
– İyi tâcir, iyi esnaf demektir.
Dahası da var, lakin bu saydıklarım yetmez mi iyi Müslümanı anlatmak için?
Sevgili anne-babalar, yarın hepimiz bu imtihan dünyasından çekilip gideceğiz, son yolculuk tarihini bilmiyoruz ama yolculuk kesin.
Çocuklarımızı iyi Müslümanlar olarak yetiştirmezsek son derece ağır bir vebal altında kalmış oluruz.
İyi Müslüman, gerçek dindar demektir. Gerçek dindar kimdir?
Birincisi: O, doğru olan inançlara, düşüncelere, görüşlere sahiptir. Dinî konularda mutlaka Kur’ân’a ve Sünnet’e uygun olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat itikadı üzeredir. İslâm’a, Kur’ân’a, Sünnet’e, din önderlerinin inanç, görüş ve düşüncelerine uymayan hiçbir dünyevî görüşe ve ideolojiye bağlanamaz Müslüman.
İkincisi: İyi Müslüman, başta günlük beş vakit namazlar olmak üzere dinimizin farz kıldığı bütün ibadetleri eda eder (dosdoğru bir şekilde yerine getirir). Peygamberimizin müekked sünnetlerini de ihmal etmez.
Üçüncüsü: İyi Müslüman ahlâkı düzgün, yüksek faziletlere sahip, yüksek karakter sahibi kimsedir. Ahlâksız, faziletsiz, karaktersiz, şımarık, kendini beğenmiş, hoppa, züppe, bencil, görgüsüz, terbiyesiz adama ve kadına asla iyi Müslüman denilemez. İyi Müslüman o kimsedir ki, gayr-i müslimler bile onun ahlâk ve faziletini teslim ederler, onu bu konuda överler.
Dördüncüsü: İyi Müslüman dünya için, burada kalacağı zaman nisbetinde, ahiret için orada kalacağı zaman nisbetinde çalışan kimsedir. Ahiretin sadece kuru edebiyatını yapan, var gücüyle ve kuduz bir hırsla bu fanî dünya için çalışan kimseler kesinlikle iyi Müslüman değildirler. Ahirette ebedî olarak kalacağını bilen iyi Müslüman, dünya hizmetlerini ihmal etmez, aksatmaz, lakin bütün varlığı ile ebedî hayatta mutluluğu yakalamak için çalışır.
Beşincisi: İyi Müslüman parayı değer olarak kabul etmez. Parayı putlaştıran kişi zâhiren Müslüman görünse de, o gizli bir müşriktir. Dini imanı para olan, Müslüman değildir.
Altıncısı: İyi Müslüman, bütün dünya işlerinde Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya efendimiz hazretlerini en büyük önder, en güzel örnek ve model, en güvenilir rehber, en muzaffer kâid (kumandan) olarak kabul eder. Elinden geldiği kadar ve zamanın şartlarına uygun şekilde onun gibi yaşamaya çalışır, onun gibi davranmaya çalışır. Onun sünnetini kendisine hayat düsturu olarak kabul eder ve bu sünnetin dışına çıkmaz.
Yedincisi: İyi Müslüman, sadece din ve iman kardeşlerine değil, bütün insanlara, bütün canlılara, hattâ cansız maddelere bile şefkat ve merhametle muamele eder. (Müslümanları yok etmeye ahd etmiş son derece harbî, son derece agresif, son derece fanatik düşmanlar, bu kaidenin içine dahil değildir.)
Sekizincisi: İyi Müslüman paylaşan kimsedir. Yüce Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) “Veren el alan elden üstündür” buyurmuşlardır. Milyonlarca din kardeşi ve vatandaşı sefalet ve perişanlık içinde sürünürken kendileri en azgın ve kuduz şekilde har vurup harman savuran kimseler Müslüman değildir, Müslüman karikatürü veya Müslüman müsveddesidir.
Dokuzuncusu: Kendi cüz’î iradesiyle iyi Müslüman olmaya çalışan kimseye Cenab-ı Hak vehbî ilimler, hikmetler, faziletler ihsan eder. Onların aydınlığı o Müslümanda görülür. Lakin herkes göremez. Gören görür, görmeyen görmez.
Onuncusu: İyi Müslüman “Ölmeden önce ölmeye çalışır”, yani bencilliğini, varlığını yok etmek için uğraşır. Sonunda (Allah ona bu başarıyı nasip ederse) hiç olur.
Sevgili Müslüman anne-babalar! Yazımın başındaki cümleyi tekrarlıyorum: Ciğerpâreleriniz çocuklarınızı iyi Müslümanlar olarak yetiştiriniz. Allah’ın yardımı ile böyle bir muvaffakiyete nail olabilirseniz ebedî bir mutluluk kazanırsınız.
* İyi Müslüman olarak yetiştirdiğiniz çocuklarınız siz öldükten sonra sizin için birer sadaka-i cariye (kapanmayan, sayfalarına hep hayır ve sevap yazılan) defteri olur.
* Günde beş kez namaz kılarlar ve namazın (içinde ve) sonunda “Ya Rabbi beni, ana babamı ve bütün mü’min kardeşlerimi bağışla, onlara mağfiret et” diye dua ederler.
* Onlar, dünyadan ahirete size sadaka ve hayır olarak hediyeler gönderirler. Fakirlere yardım ederler, hastaları tedavi ettirirler, iman ve İslâm’ın yayılması için yapılan hizmetlere katkıda bulunurlar; bunların sevabının size ulaşması dileğini unutsalar bile siz hissenizi alırsınız. Çünkü hayırlı ve iyi Müslümanlar yetiştirmişsinizdir, asla mükafatsız kalmazsınız.
* İyi ve hayırlı Müslüman evlat yetiştiren anne ve babalar, bayramlarda ve başka zamanlarda onların kabirlerini ziyaret etmeleri, Fatiha veya Yâsin-i Şerif okumaları ile mutlu olurlar.
* İyi ve hayırlı evlat sahiplerinin günahlarının, evlatlarının iyiliğine hürmeten affedileceği veya hafifletileceği ümid olunur.
O halde, sevgili ana-babalar!
Çocuğum ehl-i dünya olsun… Çocuğum iyi okusun, ileride çok para kazansın… Çocuğum lüks yaşasın, lüks yesin, lüks gezip tozsun gibi şeytanî vesveseleri bir kenara atınız da, çocuğunuzun:
• Bilgi, inanç ve kültür bakımından vasıflı ve yüksek.
• Ahlâk, fazilet ve karakter bakımından vasıflı ve yüksek.
• Güzellik (en geniş mânasıyla) vasıflı ve yüksek olmaları için çalışınız.
Onları Selahaddin Eyyubî’lerden, Şeyh Şamil’lerden, Emîr Abdülkadir’lerden, Abdülkadir Geylanî’lerden, Ahmed er-Rufaî’lerden, Şah Muhammed Bahaüddin Nakşibendî’lerden, İmamı Rabbanî’lerden, Halid-i Bağdadî’lerden ilham alan kimseler olarak yetiştiriniz.
İlhamlarını sakın şeytanlardan, deccallardan, kezzablardan almasınlar.
Sonra yanarlar. Siz iki misli yanarsınız.
Bütün gayretlerinize rağmen kendi çocuklarınızda iyi Müslüman olma istidadı (yatkınlığı) yoksa, temiz fakir çocuklardan bir ikisini yetiştiriniz. Onlar sizin manevî evladınız sayılır ve ileride sizler için yine sadaka-i cariye olur.
Müslümanlar!
Kâfirler sizin çocuklarınızın iyi Müslüman olarak yetişmesini istemiyorlar.
Onların imansız yetişmesi için açıkça ve sinsice bin türlü dolap çeviriyorlar.
Onların namaz kılmasını istemiyorlar, oruç tutmasını istemiyorlar.
Çocuklarınızın iffetli, haysiyetli, haya sahibi, edebli, terbiyeli olmasından hoşlanmıyorlar.
Görmüyor musunuz, organize çeteler okullara iyice sızdılar ve 11 yaşındaki masum çocuklarımıza uyuşturucu tattırdılar.
Kızların tahsil haklarını engellemek için neler yaptıklarını görmüyor musunuz?
Dinin, imanın, millî varlık ve kimliğin büyük tehlikeler ve tehditler altında olduğu bu devirde zengin Müslümanlara lüks, israf, rahavet yakışmaz. Çocuğunu züppe ve şımarık yetiştiren hâindir, zâlimdir, gafildir, fâsık ve fâcirdir.
Yazımın üslubu bazılarına ağır gelecektir. Ağır değil, çok hafiftir. Yumuşak tabiatlı bir insanım, ağır yazamıyorum.
Bu uyarının yapılması gerekli idi. Yazmak bana düştü.
Kabir hayatında, Hesap Günü’nde, ahirette azap görmemek istiyorsak, çocuklarımızı Kur’ân’ın ve Peygamberin emrettiği üzere iyi Müslümanlar, iyi mü’minler, iyi insanlar olarak yetiştirelim.
Kur’ân, Sünnet, İslâm, Şeriat, fıkıh, tasavvuf, tarikat bu konuda ne diyorsa onları hayata geçirelim.
Çocuklarımız bize Allah’ın emanetidir. Emanete hıyanet etmeyelim. Çocuklarımız cennete girmemize, ebedî mutluluk kazanmamıza vesile olsunlar. Cehenneme girmemize yol açmasınlar.
Onların Allah’a kul, Muhammed aleyhisselama ümmet olmaları için ne lazımsa yapalım.
‘Âbid olsunlar, ârif olsunlar, zâhid olsunlar, âlim olsunlar, ‘âmil olsunlar, mücâhid fi sebilillah olsunlar, hizmet erbabı olsunlar, muhlis (ihlaslı) olsunlar.
“Tuncer parlak bir tahsil yapsın ileride iyi yaşasın, Mübeccel de öyle olsun” safsatalarını, şeytanî kuruntularını bir kenara bırakınız da çocuklarınızın geleceğini karartmayınız.
En güzel ve uygun şekilde, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak dâvetçi olsunlar, tebliğ etsinler, müjdelesinler, uyarsınlar.
SORU: İleride dine, devlete, millete, vatana hizmet edecek süper bir gencin kaç dil bilmesi gerekir?
CEVAP: En az altı dil bilmesi gerekir. Birincisi:Zengin Türkçedir (Osmanlıca) Şeyh Galib’in divanını okuyup, anlayacak, şerh edebilecek kadar… İkincisi: Çağımızın lingua francası olan İngilizceyi yazacak, konuşacak, ilmî kitapları okuyacak derecede iyi bilmelidir. Ayrıca Arapça, Farsça, Fransızca, Almanca…
SORU: Bir genç bu kadar dili öğrenebilir mi?
CEVAP: Öğrenebilir. Aksi takdirde süper genç olamaz.
SORU: Süper gencin daha neler bilmesi gerekir?
CEVAP: Dünya standartlarının üst seviyesinde lise genel kültürüne sahip olması gerekir. Tarih, Coğrafya (bilhassa beşerî ve iktisadî), sosyoloji, psikoloji, mantık, ahlâk, estetik, metafizik, felsefe tarihi. Bu saydığım derslerin her birinden çok ciddî kompozisyonlar yazabilmelidir.
SORU: Ayrıca…
CEVAP: Liselerde okutulmayan birtakım bilgileri de kazanmış olmalıdır. Meselâ yüksek seviyede görgülü olmalıdır. Eskiler buna adab-ı muaşeret derlerdi. Görgüsüz bir bilgili, yontulmamış kıymetli bir ağaç kütüğü gibidir.
SORU: Bu süper genç ahlâk ve karakter terbiyesi bakımından nasıl olmalıdır?
CEVAP: Son derece yetişmiş, eğitimli, birikimli olmalıdır. Bunun için ehil hocalardan ve üstadlardan ders almış olması gerekir. Ahlâk ve karakter terbiyesi kuru nazariye ile olmaz. Mutlaka tatbikat görmesi, tâlim yapması icab eder. Meselâ ciddî ve gerçek bir tarîkata girecek, bir mürşid-i kâmilin gözetiminde çile çıkartacaktır. İslâm ahlâkının bütün faziletleri kendisinde bulunacaktır.
SORU: Böyle bir genç nasıl bulunabilir?
CEVAP: Böyle bir eğitim alacak, yetişecek gençlerin sayısı çok azdır. Meselâ 72 milyonluk Türkiye’de böyle ancak 72 genç çıkar. Onların aranması, bulunması ve kendilerine anlattığım şekilde eğitim ve terbiye verilmesi gerekir.
SORU: Bu 72 genç nasıl bulunabilir?
CEVAP: Tibetlilerin Dalay Lama’yı daha çocukken, bebekken bulmaları gibi metodlarla, araştırmalarla bulunabilir. Dikkat edilecek hususlar: Son derece zekî olacak. Zekânın yanında firâset ve akıl bulunacak. Bio-jenetik dosyası temiz ve kaliteli olacak. İstihareye müracaat edilmelidir.
SORU: Böyle süper bir genci yetiştirmek için başlıca neler lazımdır?
CEVAP: Başlıca iki şey lazımdır: Birincisi: Bu işe ehil bir üstad. Tabiatıyla bu üstadın bir tedris plan ve programı olacaktır. ikincisi: Bu iş için gerekli para. Bu da, bugünkü rayiçle ayda 5 bin dolardan az olamaz. Bu beş bin dolardan gence, bir dolar bile harçlık verilmeyecek, paranın tamamı yetişmesi için harcanacaktır. Beş bin doları bir gence veya velisine vereceksin ve o çocuk yetişecek. Böyle bir şeye inanan deli veya eşektir!
SORU: Bir genç yukarıda saydığım ilimleri, dilleri, bilgileri, kültürü öğrenebilir, hazmedebilir mi?
CEVAP: Sıradan gençler için ağır olur, kaldıramazlar. Süper genç için mümkündür.
SORU: Böyle gençler hangi sahalarda ihtisas yapacaklardır?
CEVAP: Bilhassa şu sahalarda: İletişim, medya, gazetecilik, dergicilik, televizyon… Eğitim… Halk eğitimi…
SORU: Hangi uzmanlıklara yatırım yapılmayacaktır?
CEVAP: Doktorluk, mühendislik, işletmecilik…
SORU: Bugünkü Müslümanlar böyle süper elemanlar yetiştirebilir mi?
CEVAP: Yetiştiremez. Paraları vardır ama akılları, vicdanları, kültürleri, firasetleri yetmez.
SORU: Böyle gençler yetiştirilmesine birtakım güçler izin verirler mi?
CEVAP: İzin vermek istemeyecekler, böyle bir işi sabote edecekler, engellemek ve kösteklemek için ellerinden geleni ardlarına koymayacaklardır.
SORU: Bugünün liselerinde ve üniversitelerinde ayda 100 veya birkaç yüz lira burs vererek adam yetiştirilebilir mi?
CEVAP: Kesinlikle yetiştirilemez. Fakir bir öğrenciye ayda bir miktar harçlık verilmiş olur, o kadar.
SORU: Zengin Müslümanlar kendi çocuklarını, kendi ciğerparelerini iyi yetiştirmek istiyor…
CEVAP: Herkesin kendi çocuğunda, ciğerparesinde yukarıda saydığım kabiliyet ve hasletler yoktur. Olsa bile, zenginlerin parası vardır ama süper genç yetiştirecek ilimleri, kültürleri, ihtisasları yoktur.
SORU: Müslümanlar böyle süper elemanlar yetiştiremezlerse kurtulmaları mümkün olur mu?
CEVAP: Bence olmaz.
SORU: Sizin bu projenize Müslümanlar içinde muhalefet eden çıkar mı?
CEVAP: Çıkar. Meselâ bazı cemaatler, kendi gençlerinin pırlanta, elmas, yakut, zümrüt, 24 ayar saf altın olduğunu iddia etmektedir. Onlar, benim teklifimi kendilerine bir hakaret olarak kabul ederler. Her şeyin en iyisini onlar yapar, başkası yapamaz ve yapmamalıdır!
SORU: Türkiye Müslümanları içinde dünya çapında süper insan ve eleman var mıdır?
CEVAP: İstisnâlar kuralı bozmaz…Gazeteci, yazar, medyacı, romancı, mimar, sanatkâr, büyük düşünür… Dünya çapında böyle elemanlarımız varsa listesi yapılsın, herkes isimlerini öğrensin.
SORU: Böyle süper elemanlar yurt içinde yetiştirilemezse yurt dışında yetiştirilebilir mi?
CEVAP: Yetiştirilebilir. Vaktiyle, Asr-ı Saadet’te Mekke’de zulme uğrayan Müslümanların Habeşistan’a hicret etmeleri gibi. Hazret-i Mûsa’nın, Firavun’un sarayında büyüyüp yetişmesi gibi. Cep telefonu, internet, e-mail, faks gibi kolaylıklar ve vasıtalar dünyayı çok küçültmüştür.
SORU:Böyle yetişecek cevherli bir genç için bir milyon dolar bulunsa, fakat hoca, üstad, terbiyeci bulunmasa ne olur?
CEVAP: Bir milyon dolar boşa gider, çar çur olur.
SORU: Böyle yazıları niçin yazıyorsun?
CEVAP: Yazılmış ve söylenmiş olsun diye yazıyorum…
Sayın vatandaşlar! Aşağıdaki hususlara dikkat etmeniz önemle rica olunur:
(1) Belediyelere, emniyete, adliyeye, resmî makamlara yapacağınız şikayetleri mutlaka yazılı dilekçe olarak yapınız. Bunların suretlerini iyice saklayınız.
(2) Şikayet dilekçelerinize ekleyeceğiniz belgeleri notere tasdik ettiriniz. Meselâ: Bir suçu bildiren bir belge var. Bunu notere götürünüz ve tasdik ettiriniz.
(3) Şikayetlerinizi sadece bir makama yapmayınız. İlgili birkaç makama birden yapınız. Meselâ: Hem savcılığa, hem emniyete, hem İçişleri Bakanlığı’na, hem Jandarmaya.
(4) Bu şikayetlerinizi, son derece güvendiğiniz bir takım milletvekillerine de iadeli taahhütlü olarak postalayınız.
(5) Tekrar ediyoruz: Kesinlikle sözlü şikayet yapmayınız. Telefonla şikayet etmeyiniz. Sözlü şikayetleriniz yüzde doksan dokuz boşa gider.
(6) Bu yazılı şikayetlerinizi, mafyacılıkla ve kokuşmayla ilgisi olmayan namuslu ve ciddî medya organlarına yazılı olarak postalayınız. Belki içlerinden biri ilgilenir.
(7) Kanunsuzluk yapanlarla uğraşınız. Tehditlere aldırmayınız. İşlerin üzerine sonuna kadar gidiniz.
(8) Organize suç çetelerinin her yerde adamları, ajanları ve ortakları vardır. Sözlü, telefonla şikayetler onlara vız gelir.
(9) Fısıltı gazetesi çok büyük bir güçtür. Yalan söylememek, iftira etmemek, doğruluktan ve adaletten ayrılmamak şartıyla bu gücü kullanınız.
(10) Unutmayınız: Bir ülkede yaşayan namuslu, şerefli, doğru, faziletli vatandaşlar; en az namussuzlar, şerefsizler, yamuklar, faziletsiz reziller kadar cesur olmazlarsa o memleket iflâh olmaz.
(11) Hırsızlar, hortumcular, namussuzlar, saçı bitmedik yetimlerin hakkını yiyenler, haydutlar, eşkıya, talancılar içimize sızmışlardır. Onlarla, sinek vızıltısı gibi cılız sözlü şikayetlerle baş etmek mümkün ve muhtemel bir iş değildir. Ey namuslu ve doğru vatandaşlar! Siz de en az onlar kadar cesur, onlar kadar gözükara, onlar kadar atılgan olunuz. Aksi takdirde bu memleket batacak ve enkazın altında yok olup gideceğiz…
Konuya girmeden önce terbiyeli, edepli, iffetli, vatansever, tek kelimeyle efendi kız ve erkek öğrencilerimizi tehzih ettiğimi beyan etmek isterim. Bu yazacaklarım onlarla ilgili değildir. Onlar bizim medar-ı iftiharımızdır, geleceğimizin teminatıdır, onları severiz, başımızın tacıdırlar.
Şimdi konuya girebiliriz: Bu işin böyle olacağı belliydi. Bendeniz yıllardan beri İstanbul liselerinde okuyan bir kısım çocuklarımızın hallerini görüyor ve çok üzülüyordum.
Tuncer okul kapısından çıkıyor, yaptığı ilk iş gömleğinin yakasını gevşetmek, yukarıdan bir iki düğmesini açmak, kravatını aşağıya indirmektir. Bununla da bitmiyor, yine gömleğin etekleri pantolon dışına çıkartılıyor, hava müsaitse ceket omuza alınıyor. Yanındaki arkadaşları da böyle yapmıştır. Konuştuklarına kulak veriniz. Pek laubali, pek bayağı konuşmalar. Hattâ bunlara konuşma bile denemez. Argo kelimeler, ünlemler, kaba gülüşmeler…
Mübeccel’e gelince: O da lise kapısından dışarı çıkınca etekliğini belinden kıvırıyor ve mini oluyor. Yanındaki arkadaşı ve arkadaşlarıyla kıkır, kıkır, fingir fingir bir konuşuyorlar ki, sormayın.
Kısa bir müddet önce İzmir’den korkunç bir haber yansıdı bazı medya organlarına: Bir okulun birkaç fakir öğrencisini bir çete pazarlıyormuş. Bunlar kız mıymış? Hayır maalesef erkekmiş. Elbette genellemiyorum ama böyle bir haber yayınlandı.
İstanbul’dan diğer bir haber: Filan okulda birkaç büyük ve kabadayı öğrenci küçük yaştaki
öğrencilere tecavüz etmişler. Durumu öğrenen birkaç veli idareye müracaat etmişler. Onlara
denmiş. Müfettişler tahkikat yapıyorlarmış.
Liselerde bıçaklama hadiseleri son haftalarda çok arttı. Ölenlerin, yaralananların, başı yarılanların haddi hesabı yok. Yıllardan beri uyuşturucu çetelerinin okulları pençeleri altına aldıklarını duyarız. Uyuşturucu deneme yaşı 11’e kadar düşmüş. Bu işte birtakım fakir ve muhtaç çocukları kullanıyorlarmış.
Onbeş yirmi sene önceki bir vak’ayı anlatayım: Daha sonra rahmetli olan bir dostum, oğlunu şehrin zengin mahallelerinden birindeki liseye vermişti. Çocuk fakir olduğu için çete ajanları ona yaklaşmışlar,
demişler. İş dedikleri, zengin arkadaşlarına eroin, kokain ve benzeri uyuşturucular satmak.
Dostum bunu duyunca çok üzülmüş, kahr olmuş ve çocuğunu oradan alıp bin bir zahmet ve külfetle İstanbul dışında okutmuştu. Peki okullarda faaliyet gösteren uyuşturucu çetelerinin içyüzü nedir?
Onları sadece bir grup suçlu olarak görmeyiniz. Kökleri çok derinlerdedir. Çok güçlü, çok forslu koruyucuları ve ortakları vardır. Aksi takdirde bu işi yapabilirler mi, sürdürebilirler mi?
Üç sene mi oldu, iki sene mi, dostlarımdan bir zat, ziyaretime gelmişti. Çok üzgündü. Oğlu suriçinde temiz bir semtteki bir ilköğretim okulunda öğrenciymiş. Hadise basına medyaya intikal etmemiş, okulun içinde kalmış, çocuk babasına söylemiş. Vak’a şu: Altı öğrenci, bodrum katta bir kız çocuğuyla (onun rızası olarak) cinsel münasebette bulunmuşlar. Durumu kimse fark etmemiş, birkaç ay sonra kızın karnı şişince ana babası doktora götürmüşler. Doktor
deyince ayılıp bayılmışlar, okula koşmuşlar. Hadise ört bas edilmiş… Hem kızın ve âilesinin, hem erkek çocukların, hem okulun namusu kurtulmuş!
Bir müdür bey, okullardaki bu hadiseler dolayısıyla şöyle demiş:
Peki millî eğitim sistemimiz, okullarımız, çocuklarımız, gençliğimiz bu duruma nasıl düştü? Okullarımızda sözde mecburî din ve ahlâk dersleri okutuluyor. Bu dersler hakkıyla okutulmuş olsaydı durum böyle mi olurdu.
Herkes okullarda din dersi okutuluyor diyor ve bu derslerin nasıl okutulduğunu veya okutulmadığını sorup araştırmıyor. Bu dersler bir aldatmacadan ibarettir. Bana inanmıyorsanız alın bir
kitabını ve tedkik buyurun.
Okullarımızda uzun yıllar boyunca, Darwin’in iflâs etmiş evrim teorisi gerçekmiş diye okutuldu.
Biri
ve dostu olduğudur. İkincisi de
görmesidir.
Darwin teorisi Allah inancına, yaratılış inancına tamamen zıttır. Ona göre hayat maddeden türemiş, milyonlarca yıl önce canlı bir hücre meydana gelmiş, sonra evrimle bugünkü çeşitlilik oluşmuştur.
19’uncu ve 20’nci asırlarda insanlığı şaşırtan, sapıtan, iki ideoloji vardır. Biri Marksizm, diğeri Darvinizm yahut evrim teorisi. Evrim teorisi çoktan iflas etti, onun yerine neo-Darvinizm çıktı, o da iflas etti. Lakin taraftarları, bağlıları onu hâlâ benimsiyorlar.
(1) Genç nesilleri, çocukları bilgili, kültürlü yetiştirmek. Nasıl bilgiler? Doğru ve sahih olan bilgiler ve inançlar…
(2) Gençlere, çocuklara ahlâk ve karakter terbiyesi vermek. İngiltere eğitiminde bu ikinci maddeye çok önem verilir. Sadece bilgi veren, onun yanında ahlâk ve karakter veremeyen bir eğitim yetersizdir, hattâ zararlıdır.
(3) Sanat, estetik, güzellik boyutu kazandırmak.
Bizim millî eğitim sistemimiz elli yıldan beri bu üç konuda son derece yetersiz kalmıştır. Son hadiseler iflas etmiş olduğunu göstermektedir.
Öyle bir eğitim düşünün ki, çocuğu yedi yaşında alıyor, on iki sene okutuyor, eline diploma veriyor ve bu çocuk veya genç, 1928’den önce anadiliyle yazılmış, basılmış kitapları, arşiv vesikalarını, tarihî bina kitabelerini, dedelerinin mezar taşlarını okuyamıyor. Böyle eğitim olur mu? Soruyorum: Dünyanın hangi medenî, ileri, demokrat, insan haklarına saygılı ülkesinde, 1928’den önce yazılmış ve basılmış metinler okunamaz, anlaşılamaz?
Bizim okullarımızda doğru dürüst cebir geometri, fizik kimya bile okutulup öğretilemiyor. Lise mezunları, özel dershanelere çuvalla para ödeyerek eksiklerini tamamlamak zorunda kalıyor. Bir memleketin ne durumda olduğunu, iyi veya kötü olup olmadığını anlamak mı istiyorsunuz, onun liselerine bakınız. Liseler iyiyse, ülke iyidir, değilse, batıyor demektir, istikbali karanlıktır.
Bu memleket asırlar boyunca İslâm dini, İslâm medeniyeti, İslâm ahlâkı ile ayakta durdu. Ticaret ve iktisat hayatı bile dinî esaslar ve temeller üzerine kuruluydu. Loncalar, ahîlik, fütüvvet teşkilatı… Onları yıktık yerlerine ne koyduk? Bozulan sadece okullar, eğitim sistemi, gençlik değildir. Bütün ülkede genel bir bozulma, kokuşma, çürüme müşahede edilmektedir.
Hamlet piyesindeki meşhur cümleyi bir an bile olsun hatırınızdan çıkartmayınız; “Danimarka krallığında kokuşmuş bir şey var.” Böyle giderse bazı büyük şehirlerimizde bir sene sonra sokağa çıkmak bile zorlaşacaktır.
Millî eğitim sisteminin ana vazifesi, birbirlerinin meleği olan iyi Türkiyeliler, iyi vatandaşlar, iyi insanlar yetiştirmektir. Bu yapılamazsa, o ülkenin insanları, birbirinin kurdu olur ve korkunç bir kaos meydana gelir. Bir ülkeye elbette doktor, mühendis, işletmeci lazımdır. Lakin en lazım olan meslek ve uzmanlık
Biz bütün dikkatimizi, ilgimizi birtakım bol para getiren mesleklere yoğunlaştırdık ve eğitim işlerine gereken önemi vermedik.
Birtakım politikacılar ve halk için eğitim ne demekti? Bir okul binası yapılır, içindeki dershaneler döşenir, gereken sayıda öğretmen kadrosu tayin edilir, yine gereken sayıda öğrenci alınır ve bu çocuklar okutulur. Behey adamlar! Okutulur diyorsunuz ama ne okuttuğunuzu biliyor musunuz?
Dünyanın ciddî ülkelerinde okullar sınavla bitiriliyor. Bizde sınav mınav yoktur. Ön kapıdan giren çocuk birkaç yıl sonra elinde diploma denilen bir kağıt parçasıyla arka kapıdan mezun edilir. Ne yeterli bilgi ve kültür verilmiştir, ne ahlâk ve karakter terbiyesi, ne de sanat ve estetik boyutu kazandırılmıştır.
Eğitimimiz düzeltilebilir mi? Teorik olarak düzeltilebilir ama pratikte böyle bir şeyi mümkün görmüyorum. Bir kere kafalar, zihniyetler taşlaşmış, betonlaşmıştır. Okullarımız belli bir ideolojinin fideliği olarak faaliyet göstermektedir.
Bundan sonrası tufandır.
Zaman zaman yazıyorum: Türkiye’ye yakın komşu bir ülkede gerçekten millî bir Türk lisesi açılmalıdır. Şimdilik bir tek lise yeter. Bu lisede, 1928’den önceki yazımızla okumak ve yazmak da öğretilmelidir. İngiltere’deki Eton koleji ayarında kaliteli eğitim verilmelidir. Böyle bir okuldan mezun olup, daha sonra üniversitede eğitim, medya, iletişim gibi sahalarda ihtisas yapacak gençler belki Türkiye’ye hizmet edebilirler.
Bugün ülkemizde hizmet yok mudur? Vardır ama yeterli değildir. Hattâ bendeniz kalitesiz hizmete hizmet demem.
Sevgili liseli gençler!..
Türkiye’nin yaşaması, ayakta durması, yücelmesi, dünyaya örnek ve model olması ancak ve ancak sizlerin iyi, doğru, güzel insanlar olmasıyla mümkündür. Siz bozulursanız, siz vasıflı vatandaşlar olarak yetişemezseniz istikbalimiz (geleceğimiz) karanlıktır. Aşağıda sizlere bazı öğütlerim ve tavsiyelerim olacaktır. Herkesin bunları kabul etmesi ve hayata uygulaması belki mümkün olamaz ama bir kısmınız mutlaka kabul edecektir, beni haklı bulacaktır.
(1) Önce kılık kıyafet, tavır ve hareketten başlayalım. Dersler bitti, okulu terk edeceksiniz… ediyorsunuz… Sakın ola ki, gömleğinizin yakasını iki üç düğme açarak gevşetmeyiniz. Yine gömleğinizin eteklerini pantolon üzerine çıkartmayınız.
Bunlar sizlere yakışmaz. Gömleğinizin yakası ilikli, kravatınız yerli yerinde olsun. Kılık kıyafetinizle, yürüyüşünüzle, konuşmanızla
görünümü içine olunuz.
(2) Son aylarda
Okula bıçakla geliyor, tartıştığı veya kin beslediği arkadaşını öldürüyor. Ne korkunç ve dehşetli cinayetlerdir bunlar…
Ona yakışan sıfatlar budur. Geçenlerde 14 yaşında Ağrılı bir çocuk, 16 yaşındaki bir okul arkadaşını bir hiç yüzünden öldürdü. Arkadaşı mezara, kendisi cezaevine veya ıslah evine girdi. Eskiden bu ülkede böyle şeyler olmuyordu. Acaba birtakım iç ve dış düşmanlarımız lise gençliğini kasıtlı, planlı, programlı bir şekilde bozmak, dejenere etmek mi istiyorlar? Bunların oyunlarına gelmemeliyiz. Liseli genç silâh taşımaz, adam yaralamaz ve öldürmez, küfür etmez, ahlâksızlık ve iffetsizlik yapmaz.
(3) Lise gençliği
içindedir. Cinsel konularda kendini frenlemesini bilmelidir. Aksi takdirde mânen ve maddeten çöker, sağlığını yitirir, henüz genç yaşta iken bir insan enkazı haline gelir.
(4
liselere dadanmış ve gençliğimizin bir kısmını zehre alıştırmıştır. Önce promosyon olarak bedava verirler. Çocuk tiryaki ve bağımlı olunca onu iliklerine kadar soyarlar, sömürürler. Bu tuzağa düşmeyiniz.
(5) Her akıllı liseli genç, eğitiminin çok zayıf ve yetersiz hale gelmiş olması dolayısıyla,
alamamaktadır. Bu eksikliği, bu yetersizliği alternatif/paralel bir eğitim ile telâfi etmek (gidermek, doldurmak) gerekir. İmkân bulunabildiği takdirde özel hocalardan ders almak, faydalı ve değerli kitaplar okumak suretiyle kültürünüzü artırmaya çalışınız. Bu işin söylemesi kolaydır, yapılması zordur. Daha önce bu konuda tafsilâtlı (ayrıntılı) yazılar yazmıştım.
(6) Sadece kültürle, bilgiyle iş bitmiyor. Kişinin bunların yanında ahlâk ve karakter terbiyesine sahip olması gerekir. Maalesef bizim millî eğitim sistemimiz
bunu hiç veremiyor. Vermiş olsaydı liselerde bunca cinayet işlenir miydi? Bu terbiyeyi medya da veremiyor, aksine ahlâksızlık ve karaktersizlik aşılıyor. Maalesef toplum da veremiyor. Bu ülkenin gerçek aydınlarının, sorumlu kişilerin, iyi ve dürüst idarecilerin
bunları hayata geçirmeye çalışmaları gerekir.
(7) Gençlik enerjisini iyi yerlerde harcamak için her akıllı ve vicdanlı gencin kendisine mahsus özel bir kütüphane kurması lazımdır. Çok fakir olanlara bir şey demiyorum. Orta halli bütün liseliler cep harçlıklarının bir kısmı ile faydalı, değerli, kalıcı kitaplar almalı, bunları okumalı, yararlanmalıdır. Kitapların üzerine basmak ve numara vermek için bir de mesela
şeklinde bir damga/kaşe yaptırılıp kitapların üzerine basılmalıdır. Geliri müsait olan bütün ana-babalar çocuklarını bu konuda teşvik etmeli ve desteklemelidir.
(8) Yapılacak işlerden biri de,
İki yüz küsur millî sanatımız vardır. Bunların yanında ressamlık, fotoğrafçılık gibi evrensel sanatlar da bulunmaktadır. Her gencin hangi sanata istidatı
varsa kurslara gitmeli, özel hocalar bulmalı ve onu öğrenmelidir. Bunu yaparsa boş zamanlarını değerlendirmiş, huzurlu ve mutlu olmuş, satacağı sanat ürünlerinden para kazanmış
olur. Hem de enerjisini faydalı bir sahada harcamış olur.
(9) Akıllı, vicdanlı, ahlâklı, faziletli, edebli, terbiyeli, temiz âile çocuğu olan gençlerimiz kendilerine mutlaka iyi arkadaşlar seçmelidir. Üzüm üzüme bakarak kararırmış… İyi, temiz, güzel ahlâklı bir gencin kötü arkadaşları olamaz. Gençlerimiz hem okul içinde, hem okul dışında kendilerine iyi bir çevre yapmalıdır. Bu iş de sessiz sedasız gerçekleştirilmelidir. Hiçbir ahlâksız ve terbiyesize
denilmemelidir.
(10) Birtakım hizipler, gruplar, cemaatler, klikler, en geniş mânâsıyla mafyalar
Gençlerimiz bunların tuzaklarına düşmemelidir. Mânevi ve tasavvufî bir topluluk içine girmek, bir nasip meselesidir. Bu konuda genel bir dâvet yapılması doğru değildir. Akıllı gençler bu gibi davetlerden ve propagandalardan uzak durmalıdır. Ancak onların aleyhinde de bulunmamalıdır.
(11) Âilesinin serveti müsait olan gençlerimiz temiz ve güzel giyinmeli, fakat asla gösterişe, lükse, israfa kaçmamalıdır. Ülkemizde son yıllarda bir marka fetişizmi, bir israf ve pahalılık cinneti veya isterisi yaygınlaşmıştır.
babası zengin de olsa, fakir ve yoksul arkadaşlarını düşünerek çok pahalı, çok gösterişli elbiseler ve ayakkabılar giymez, hele onları bir gösteriş ve öğünme vasıtası yapmaz. Orta halli olur, mütevazı olur, alçakgönüllü olur.
(12) Bu madde dindar gençlerimiz içindir. Beş vakit namazlarınızı kılınız. Mümkün olduğu kadar bu konuda kendinizi göstermeyiniz. Dindar olduğunuz için size gerici diyecek dengesizlere aldırmayınız.
(13) Kesinlikle kimse ile tartışmayınız, kavga etmeyiniz, fitne ve fesat çıkartabilecek sözlerden ve hareketlerden kaçınınız. Lüzumu olmadıkça konuşmayınız.
(14) Büyüklerinize saygılı, küçüklerinize merhametli ve şefkatli olunuz.
(15) Bütün gücünüzle iyi insan, iyi vatandaş, iyi komşu olmaya çalışınız.
(16)
para kazanmak, lüks ve konforlu bir hayat sürmek, ün ve alkış kazanmak, nefsani ve şehevî hırslarını tatmin etmek, sorumsuzca yaşamak, azamî (en fazla) zevk ve haz almak değildir. Bunların üzerinde de değerler vardır ve insanı adam eden asıl ve temel değerler bunlardır.
(17) Çok gençsiniz ama bu memleketin, bu halkın, bu devletin birtakım kötü ve çirkin adamlar ve kadrolar yüzünden ne büyük zararlara uğradığını, ne ağır darbeler yediğini, ne perişan hallere düştüğünü görüyorsunuz. Siz vatansever olun, haram kazanmaktan ve haram yemekten nefret edin, doğru inançlara ve bilgilere sahip olun, en geniş mânasıyla güzel insanlar olun. İyi yetişerek bu zavallı milletin ve ülkenin imdadına yetişin. Sakın harcanmayın. Siz harcanırsanız Türkiye de harcanır.
Allah yardımcınız olsun!
Bu memlekette bir-iki milyon kadar Sabataycı bulunduğu sanılıyor ve iddia ediliyor. Dindar Müslümanların sayısı ise 50 milyonun üzerindedir. Bu elli milyon çoğunluğun Sabataycı azınlığın hakimiyetinden kurtulması için, kendi içinden
Onun üç ana boyutu vardır:
Öncelikle vasıflı okullarda, vasıflı öğretmenler, vasıflı bir eğitim sistemi ile yetiştirilir. Sonra paralel ve alternatif bir eğitimle yetiştirilir. Ne demektir bu? Okullarda verilemeyen bilgiler ve ahlâk okul dışında özel olarak, bir plan ve program dahilinde kazandırılır. Türkiye’de şu anda yukarıda anlattığım insanları yetiştirecek vasıflı bir eğitim sistemi var mıdır? Kesinlikle yoktur. Böyle bir şeye izin verilmez. Beni daha fazla konuşturmayın, açık yazıyorum, böyle bir şeye izin vermezler.
Diyelim ki, 100 milyon dolar veya 1 milyar dolar bulundu ve ülkemizde dünyanın en güçlü, en vasıflı, en üstün (güçlü, vasıflı, üstün) özel koleji açılacak. Büyük bir arazi almanıza, bu arazi üzerinde okulun binalarını yapmanıza, dershaneleri döşemenize, yatakhane, laboratuvar, spor salonu, konferans salonu yapmanıza izin verirler; lakin istediğiniz tedrisatı yapmanıza izin vermezler. Zihniyet şudur: “Biz nasıl bir eğitim yapılmasını istiyorsak onu yapacaksınız, başka bir eğitim sistemini uygulayıp deneyemezsiniz!..”
Evet yaptırtmazlar, izin vermezler… Şimdi birileri çıkıp
diyebilir. Onlara sorarım:
Müslümanların şu anda yurt sathında yüzlerce özel okulu bulunuyor. Bunlar elbette nisbeten faydalıdır ama yeterli değildir. Sayıca mı değildir? Hayır keyfiyet, vasıf, güç bakımından yeterli değildir. Resmî ve özel okullarımızda edebî, yazılı kültür Türkçesi bile öğretilemiyor. Yeni nesiller, dedelerinin mezar taşlarını okuyamayacak derecede câhil yetiştiriliyor.
Müslümanlar kendi vatanlarında hür, aziz, güvenli, haysiyetli bir şekilde yaşamak istiyorlarsa mutlaka çok güçlü, çok vasıflı, çok üstün vatandaşlar yetiştirmek zorundadır. Bunların sayısı ne kadar olmalıdır? yeterli miktarda olmalıdır. Yukarıda yazdım: Sayıları iki milyon kadar olmalıdır.
Ülkedeki resmî ve özel okullarda böyle kimseler yetiştirilemediğine, böyle güçlü Türkiyelileri yetiştirecek eğitim yapılmasına izin verilmediğine göre ne yapılmalıdır?
(1) En zeki, en istidatlı, en kabiliyetli, en yatkın, en fazla ümit verici çocuklarımızı dikkat ve titizlikle seçerek yabancı ülkelerde gruplar halinde okutmak.
(2)
Belki bazıları benim bu cümlemi bile suç olarak görecekler ve teklifimi dişlerini gıcırdatarak karşılayacaklardır?
Hayata geçirmesi ise muhal denecek derecede güçtür. Ama imkânsız değildir.
(3) Ülke sathında bir
seferberliği başlatmak. Kurslar, dershaneler açılacak, yüzbinlerce öğrenciye, resmî okullarda alamadıkları kültür verilecek. Zengin Türkçe
öğretilecek,
ve
okuyup şerh edecek kadar edebî lisan öğretilecek. Gerçek tarih öğretilecek.
Bilgi ve kültürün yanında
Müslüman kesim şu anda benim bu anlattıklarımı hayata geçirecek kadrolara sahip değildir. Çünkü biz yazılı kültür toplumu değiliz, şifahî (sözlü) kültür toplumuyuz.
Karşıtlarımız ise, nisbeten yazılı kültür ve zihniyete sahiptir. Şifahî kültürlü olduğumuz için biz Müslümanlar medyada bile birinci ligte oynayamıyoruz. Şifahî kültürlü bir halk olduğumuz için örs ile çekiç arasında ezilip duruyoruz. Bir tarafta, insan haklarını ve hukuku çiğneyen agresif din düşmanları, öbür tarafta dost görünen düşmanlar, yani din sömürücüleri.
Kore 1945’e kadar Japonya’nın sömürgesi idi. Japonlar orada Korelilerin ortaokul tahsilinden sonra tahsil yapmalarını engellemişlerdir. Bizde de bazı güçler, dindar Müslümanların okumasını, aydınlanmasını istemiyor. Bu, sadece bize mahsus bir hal değildir. Duyduğuma göre ABD’de, halkın istenmeyen kesimlerinin fazla ve kaliteli şekilde okumaları engelleniyormuş. Hattâ, okuyanlar aptallaştırılıyor, geri zekâlı hale getiriliyormuş.
Bizde de bazıları “Aman Müslümanlar okumasın… Aman dindar kızlar okumasın…” dercesine hareket ediyorlar.Yakın zamanlarda bir tekerleme vardı: “Açılan her okul, bir hapishanenin kapanmasına yol açar…”
Okul kapıları mafyaların cirit attığı yerler haline geldi. Okullarımıza uyuşturucu girdi. Eğitim ve ahlâk seviyesi düştükçe düştü…
Osmanlı İmparatorluğunu misyoner okulları çökertmiş ve batırmıştır. Cumhuriyet için de en büyük tehlike ve tehdit vasıfsız, olumsuz eğitimdir.
Dış düşmanlarımız ve onların içimizdeki yardakçıları bizi yıkmak, ülkemizi parçalamak, Türkiyemizi
haline getirmek için bin türlü habaset ve hıyanet icra ediyorlar. Maalesef on milyonlarca Müslüman ne olup bittiğini doğru dürüst bilmiyor, hadiselerin seli içinde akıntıya kapılmış gidiyor. Bu memleketin geleceği, çoğunluğu teşkil eden Müslümanların çocuklarını, genç nesilleri iyi yetiştirmelerine bağlıdır.
Ülkemizde sağlıklı, vasıflı, güçlü, millî kimliğe hizmet eden, tarihî devamlılığa bağlı, hayra yönelik bir eğitim olmazsa; iktisadî bir patlama neticesinde kişi başına düşen
sonunda yine perişan oluruz.
Onaltı yaşındaki bir kız pek genç bir delikanlı olan sevgilisini kışkırtarak babasını, annesini, ablasını kıtır kıtır doğratarak öldürtmüş. Sevgilisi cinayeti işlerken kız cep telefonu ile “İşlerini bitirdin mi?” diye soruyormuş…
Böyle bir cinayet karşısında bütün Türkiye’nin ayağa kalkması, milyonlarca vatandaşın feryad u figan ederek gözyaşı dökmesi, memleketin koyu bir mâtem havasına bürünmesi gerekirdi.
Cinayetin sebebi, babanın ve annenin küçük kızın sevgilisi ile birlikte olmasına karşı çıkmasıymış. Kız itiraf ediyor, “Ben kendi arzumla sevgilimle yatıyordum…” diyor.
Farkında mısınız, beş altı aydan beri liselerdeki, hattâ ilköğretim okullarındaki cinayetler, istisnâî vak’alar olmaktan çıktı, günlük hadiseler haline geldi.
Peki bu durum düzelir mi, yoksa bozula bozula devam eder mi? Benim görüşüm, daha da kötüye gideceğidir. Okullardaki bu üzücü hadiseler, cinayetler, yaralamalar sebep değil, neticedir. Bunların sebeplerini araştırmak gerekir. Kimler araştırmalıdır?
(1) Gerçek aydınlar (aydın müsveddeleri değil), (2) Büyük düşünürler, (3) Ülkenin bilge kişileri, (4) Sosyologlar (Toplumbilimciler), (5) Sosyal psikoloji uzmanları, (6) Tarih felsefecileri, (7) Büyük din ve tasavvuf hocaları, (8) Vasıflı politikacılar…
Bendeniz yukarıda saydığım kategorilerden birine dahil değilim ama müsaadenizle gençlikteki bu çürümenin, bozulmanın bazı sebeplerini arz etmek istiyorum:
(1) Okullar, sadece bilgi ve kültür kazandıran kurumlar değildir. Okul, öğrencilerine aynı zamanda ahlâk ve karakter terbiyesi vermekle mükelleftir. Bizde uzun yıllardan beri okullarda ne doğru dürüst bilgi verilebiliyor, ne de ahlâk ve karakter terbiyesi. Bizim millî eğitim sistemimiz bilgi, kültür, ahlâk, karakter yerine kuru bir diploma veriyor. O da bir işe yaramıyor, gençler üniversiteye girebilmek için, okullarda okutulan (fakat öğretilemeyen) bilgileri özel dershanelerde ve kurslarda öğrenmek zorunda kalıyor. Bunun için de, yekûnu milyarlarca dolar tutan paralar ödeniyor.
(2) Gençler ahlâkı ve karakteri öncelikle evlerinde, âile yuvalarında edinirler. Herkesi suçlamıyorum ama bizde bir kısım âileler çocuklarını ahlâklı ve karakterli olarak yetiştiremiyor. Bunun da sebepleri var: Toplumun temeli olan âile kasıtlı, planlı ve programlı olarak çökertilmekte, dinamitlenmektedir.
(3) Bizde devletin, millî iradenin, Millet Meclisi’nin, hukukun, millî kimlik ve kültürün, tarihî mirasın üzerinde tutulan bir ideoloji vardır. Bu ideolojiyi sahiplenenler maalesef gençliğe ahlâk ve karakter terbiyesi vermiyorlar, verdirtmiyorlar. Tam tersine…
(4) Çoğunluğu teşkil eden Müslümanların, her şeye rağmen, çocuklarını bilgili, kültürlü, ahlâklı, faziletli, yüksek karakterli olarak yetiştirmesi gerekirken onlar da, bu vazifeyi hakkıyla yerine getiremiyorlar. Memlekete kırsal kesim, varoş, köylü, gecekondu kültür ve zihniyeti hâkim olduğu için, gençliğin tâlim ve terbiyesine, cep telefonuna veya otomobile verilen değer ve önem kadar değer verilmiyor.
(5) Popülist politikacılar 1950 demokrasi devriminden bu yana millî eğitimi sulandıra sulandıra bitirmişlerdir. Eskiden lise bitirilirken iki imtihan veriliyor; bir lise diploması, bir de bakalorya (veya olgunluk) diploması alınıyordu. Bütün bunları kaldırdılar, sınıf geçmeyi çok kolaylaştırdılar, sonunda eğitim sistemi tavşanın suyunun suyunun suyu haline geldi.
(6) Agresif din düşmanları okullarda gerçek bir din eğitiminin verilmesine karşı çıktılar. Din dersleri bir gösterme, bir aldatmaca haline geldi. Dinî konuda tatbikat (uygulama) yapmak için öğrencilerini camiye götüren din dersi hocaları, sanki cinayet işlemişler gibi dinsiz gazetelerde teşhir edildi, hakaret ve tehditlere uğradı, ağır baskılar karşısında kaldı. Çağımızın büyük düşünürlerinden Edward Said’in dediği gibi “Ortadoğu’da her şey din üzerine kuruludur, din çökerse her şey yıkılır.” (E. Said Hıristiyan bir Araptır.)
(7) Toplumun, bilhassa gençliğin bozulmasında en büyük menfi faktör televole medyası olmuştur. Medya, kötü yayınları ile halkı batırmış, bitirmiştir. Üç ay kötü televizyon yayınlarını takip eden bir
genci düzeltebilmek için iki sene rehabilitasyon ve zehirden arındırma tedavisi gerekir.
(8) İnternet de gençliği vahim şekilde bozmuştur. Yeni yapılan bir anket, internete müracaat eden
gençlerin ve çocukların yüzde doksan sekizinin seks, gayr-i ahlâkî görüşmeler, hava civa, lüzumsuz, faydasız ve eğlenceler ile meşgul olduklarını ortaya koymuş bulunuyor.
(9) Bu madde bazılarını şaşırtacak ve öfkelendirecektir. Dış düşmanlarımız ve onların içteki yardakçıları ve işbirlikçileri çoğunluğu teşkil eden Müslüman gençliği bilgisiz, kültürsüz, ahlâksız, karaktersiz yetiştirmek istemektedir. Ben buna “cehalet ile terbiye” diyorum. Vaktiyle, 1945’ten önce Japonlar, sömürdükleri Korelilerin ortaokuldan yüksek tahsil yapmalarına izin vermezlermiş. ABD’de zenci ve hispanik kökenlilerin de kaliteli yüksek tahsil yapmaları hoşgörülmüyor, böyleleri sinsi şekilde engelleniyormuş. Bizde tahsil konusunda bir kısıtlama yoktur. Seçme imtihanını kazanan yüksek tahsil yapar, ancak bu tahsilin kalitesi nedir? Ülkemizdeki mutlu ve putlu bir azınlık çocuklarını dünyanın en güzide üniversitelerinde okutuyor, içte de paralı müesseselerde vasıflı yüksek tahsil yaptırıyor.
(10) Yakın tarihimizde eğitim mesleğine gereken önem verilmemiş, teşvik edilmemiş, itibar sağlanmamıştır. Fransa’da agregé (mümtaz) öğretmenlik vardır. Yirminci asırda o ülkenin nice yüksek düşünürü, filozofu, tarihçisi, edibi, sanat adamı lise öğretmenleri içinden çıkmıştır. Müslümanlığı kabul eden
Bizde de eskiden, üniversite profesörleriyle boy ölçüşen lise öğretmenleri vardı:
Sonraları öğretmenlik mesleğine gereken önem verilmedi. Halbuki, bir ülkenin doktordan, hukukçudan, mühendisten, işletmeciden önce kaliteli ve üstün öğretmenlere ihtiyacı vardır. Üniversitelerin en gözde fakülteleri eğitim fakülteleri olmalıdır. Buralara en yüksek puanı tutturmuş gençler girebilmeli ve mezun olduktan sonra kendilerini müreffeh şekilde geçindirecek öğretmenlikler alıp hizmet etmelidir. Aldığı azıcık maaş ile geçinemeyen, boş zamanlarında ikinci işler yaparak bütçesini denkleştirmeye çalışan, evinde özel kütüphanesi olmayan, her ay, gelirinin en az 10’da birini kitaba, kültüre, sanata yatıramayan bir öğretmen elbette vazifesini yapamaz.
Birkaç gün önce gazeteler pek gösterişli bir şekilde
şeklinde manşetler attılar. Ne yaparlarsa yapsınlar, bunlar edebiyattan öteye geçmez. Bizdeki sistem bozuktur. Binayla, bilgisayarla, lüks dershane ile, para ile düzelme olmaz.
Sistem mutlaka değişmelidir… Ülkemizde İngiltere’deki okullar gibi kaliteli okullar açılmalıdır. Birkaç dil bilen, şehir ve burjuva kültürüne sahip son derece vasıflı, güçlü, öğretmenler yeştiştirilmelidir. Fransa’daki ders kitapları gibi ders kitapları hazırlanıp basılmalıdır. Liselere bitirme ve bakalorya imtihanları konulmalıdır. Doğru dürüst edebiyat, lisan, tarih, psikoloji, mantık, estetik, metafizik, sanat kültürü okutulmalıdır. Okul çocuklarına, bilhassa liselilere çok yüksek ahlâk ve karakter terbiyesi verilmelidir… Bunları yapabilirler mi?
Bundan 10-15 yıl önce, sayın Rahşan Ecevit’in
şeklinde feryat edeceğini söyleselerdi kesinlikle inanmaz, böyle bir şeyi tahmin etmezdim. Lakin
Biz filmi uzaktan seyretmiyoruz, bizzat içinde yaşıyoruz; bu yüzden de en vahim olaylara bile alışmış, kanıksamış vaziyetteyiz.
Bazı hafif akıllılar
mealinde fikirler ve görüşler izhar ediyorlar. Keşke böyle olsa. Bunlara katılmam mümkün değildir. Tarih okuyan, az çok tarih bilen, bilhassa
az buçuk öğrenmiş olan bir kimsenin bugünkü Türkiye’nin yapısının sağlıklı olduğunu iddia etmesi mümkün olmaz. Birkaç çivi değil, bizdeki bütün çiviler yerinden oynamıştır. Hangi birini sayayım?
(1)
Arap harfleriyle Türkçe okuyup yazabiliyordu. O nesiller rahmet-i Rahman’a kavuştular ve şimdi okur-yazarlık bakımından korkunç bir karanlığa gömüldük.
Okumasını öğrense bile, lisan tahrib edildiği,
Kültür bakımından, eğitim bakımından böyle korkunç bir kopukluğun bir arızanın hüküm sürdüğü bir ülke ve toplum için dengeli ve sağlıklı diyebilir miyiz?
(2) Millî kimliğimiz büyük su-i kastlara, sabotajlara uğramış, müthiş darbe ve sadmelerle sarsılmıştır. Millî kimliğini ve kültürünü yitiren bir toplum, aliéné olur, yabancılaşır.
(3) Bir milleti, bir toplumu ayakta tutan, ilerleten, medenîleşmesine vasıta olan unsurların birincisi yazılı lisan ise, ikincisi mimarlık ve şehirciliktir.
İstanbul’da atalarımızın yaptırıp bize miras bıraktıkları camiler, medreseler, taş mektepler, türbeler olmasa, bugünkü betonlaşmış şekliyle bu beldeye Türk şehri diyebilir miyiz?
Niçin Türk evleri, Türk binaları, Türk okulları inşa edilmemiştir?
(4) Ülkemiz erozyonla verimli topraklarını, dehşet verici bir hızla yitirirken; kültür ve zihniyet bakımından da korkunç bir erozyona maruz kalmıştır. Şehir ve medeniyet kültürü yitirilmiş, onun yerine kırsal kesim, gecekondu, varoş, taşra, ilkel zihniyet kültürü hâkim olmuştur. 1929’da nüfusu 1 milyonun altında olan İstanbul’da günlük 5 adet Fransızca gazete yayınlanıyormuş.Zamanımızda Fransızca’nın yerini İngilizce aldı. Şu 15 milyonluk İstanbul’da niçin, okunan 5 İngilizce gazete çıkmıyor?
(5) Ahlâk ve fazilet bakımından kayıplarımız büyüktür. Kokuşma genelleşmiştir. Birleşmiş Milletler Teşkilatı her yıl dünya ülkelerinin temizlik anketini yaptırıyor. Son listeyi bilmiyorum. Birkaç yıl önce Finlandiya, 10 üzerine 9 küsur not ile dünya birincisi olmuştu. Türkiyemiz ise 3 küsur ile liste sonlarında idi. Bir ülke ahlâk, fazilet, dürüstlük, bilgelik olmadan ayakta durabilir mi? Modern yollar yapılıyormuş. Havaalanları, otoyollar, limanlar, gökdelenler, lüks otomobiller, lüks meskenler, lüks cep telefonları…Bunlarla iş bitmiyor. İlle de ahlâk, fazilet, bilgelik, dürüstlük gerekiyor. Eğer bir ülkenin devlet bütçesi, belediye bütçeleri hortumlanıyor, yağmalanıyorsa; gökdelenler, otoyollar, havaalanları onu kurtaramaz.
(6)
Birkaç Asya ülkesi sayayım: Güney Kore, Japonya, Tayvan, Singapur, Malezya. Bunlar eğitim ve üniversite bakımından son derece başarılı ülkelerdir. Onların liselerinde edebi-yazılı anadil öğrenilir, yabancı dil öğrenilir, tarih öğrenilir, beşerî-iktisadî coğrafya öğrenilir, sosyoloji, psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik, estetik öğrenilir. Bilginin yanında ahlâk ve karakter terbiyesi elde edinilir. Bizde öyle mi? Bir takım zekâ özürlüler, okul denilince beton binalar, dershaneler, sıralar, karatahtalar, kürsüler düşünüyorlar.
Çok vasıflı, çok ehliyetli, çok güçlü, çok üstün öğretmenlerin, mükellef bir tedrisat programı ile vasıflı ve üstün gençler yetiştirmeleridir eğitim.Popülist politikacılar son elli yılda okullardan bitirme imtihanlarını kaldırdılar, bilhassa olgunluk-bakalorya imtihanını lüzumsuz buldular ve sonunda Türkiye eğitimi sulandırıla sulandırıla bugünkü perişan hale geldi. Arada bir gazetelerde okuyup gülüyorum; filan şehrin filan lisesindeki bir öğrenci, güneş enerjisi ile uçan bir uçurtma yapmış da… Yahut İtalya’da uluslararası bir yarışmada 3 Türk genci biyoloji sahasında birinci olmuş da… Yâhu, lise tahsili denilince hatıra ilk gelen şey yazılı-edebî anadilini öğrenmektir. Birkaç yüz kelimelik günlük iletişim Türkçesi için okula filan lüzum yoktur. O kadarını ümmiler de
bilir. Şimdi soruyorum:
Meselâ en parlak, en ödüllü, en uçurtmalı yavrumuzun eline
Ne yapacak? Sanki, ona
Fransa’da bir gence Moliére’in bir piyesini versek, yahut İngiltere’deki bir kolej çocuğuna
Onların hepsi ellerine tutuşturulan kendi millî edebiyatlarının şaheserlerini hem okurlar hem de
manasını anlayabilirler. Hatta parlak öğrenciler, metin şerhi de yaparlar.Fransa’da her sene lise bitirenler için
imtihanı yapılmaktadır.
(7) En korkunç tahribat
olmuştur. Din, bizim millî kimliğimizin en büyük temeli ve unsurudur. Yıllar boyunca dinle savaşılmış, bir nev’i Bezbojniklik yapılmış ve sonunda sosyal ve millî yapımız temellerine kadar sarsılmıştır. Şu anda yüzde yüz olmasa bile bir miktar din hürriyeti vardır. Vardır ama dini hizmet ve faaliyetlere taşra ve gecekondu zihniyeti hâkim olmuştur.Bu zihniyetle köy olmaz kasaba olmaz. Medreselerin, tekkelerin, loncaların, fütüvvet teşkilatının, ahîlik zihniyetinin yerine bir şey konamamıştır. Din denilince cami hoparlörü, cami kaloriferi, cami kliması, bol şerefeli uzun minare, cami halısı, cami meşrutası düşünenler dini anlayabilirler ve hayata uygulayabilirler mi? İslâm sadece din değildir, bir hayat tarzıdır, bir medeniyettir, dünyaya ve varoluşa en doğru ve isabetli bakıştır. Bunlar kırsal kesim, varoş kültürü ile olmaz. Yüksek kültür ister, yüksek medeniyet ister, olgun ve vasıflı hizmet kadroları ister.
Sanırım yine bazılarını üzecek şeyler yazdım. Şair ne demiş:
Kaç kere yazdım, tekrar yazacağım. Belki muhterem okuyucularımdan bazıları bıkacaklar ama ben bıkmayacağım. Evet, Müslümanlar kurtulmak istiyorlarsa, kendi vatanlarında birinci sınıf, hür ve haysiyetli vatandaşlar olarak yaşamak istiyorlarsa, temel insan hak ve hürriyetlerine bitamamiha
sahip olmak istiyorlarsa mutlaka, zarurî olarak ve inşaallah şifahî bir toplum olmaktan çıkıp, yazılı, medenî, kültürlü bir toplum olmaya mecburdurlar.
Şifahî toplum, göçebe toplum, bedevî toplum bir tür aborijen toplum demektir. Şifahî toplum tarihin dışında kalmış toplum demektir. İslâm dini yazı dinidir, kitap dinidir, medeniyet dinidir, kültür dinidir. Bütün Müslümanların yazılı, medenî, kültürlü mü olmaları gerekir?
Hayır,
Yeterli sayıda Müslüman böyle olmazsa ümmet-i Muhammed selâmete çıkamaz.
Böyle yapmanın hiçbir faydası yoktur. Senin telefonla konuştuğun ne patrondur, ne genel yayın müdürüdür, ne de gazete kadrosunun kodamanlarından birisidir. Küçük bir sekreterle konuşmuşsundur sen.
Bu da boştur.
“Efendim, memleketimizde Müslümanlara yapılan baskılara karşı bizim evde sekiz Müslüman toplandık, çay hazırlattım, börek yaptırdım, üzerine meyve ikram ettim. Hem yedik içtik, hem de verip veriştirdik. Dinsizlere, densizlere, donsuzlara demediğimizi bırakmadık. Biraz rahatladık, açıldık, gece yarısından sonra dağıldık, yattık aşağıya…” Bunun da hiç faydası yoktur.
Peki, ne yapmamız lazım?
Tenkidlerini, takbihlerini
tel’inlerini
isteklerini, tekliflerini, çarelerini, çözümlerini
ortaya koyacaksın.
Öyle rast gele, şişirme, edebî kalitesi ve fikrî seviyesi düşük yazılarla değil.
İslâmiyet’e ve Müslümanlara ulu orta, sorumsuzca, saygısızca, hayâsızca, vicdansızca saldıran bir gazeteye, bir yazara, bir düşünür müsveddesine
üslubu, lisanı, edebiyatı, muhtevası son derece
cevap verilir.
Bu broşür edebî ve fikrî bir şamardır sanki. Cevap veremezler, kem küm ederler, kıvranırlar, konuşamazlar.
Tartışma konusu olamaz, Yüce İslâm dininde kadınların başlarını örtmeleri bir farz-ı ayndır. Bu farz, Kitab ile Sünnet ile İcma-i ümmet ile sabittir. Bu konuda bir kitapçık çıkartılır, çok ciddî ve seviyeli bir üslup ile gerçekler ortaya konur, anlatılır.
Lâiklik vardır, lâikçilik vardır…Lâikçiler, lâikliği bir din haline getirmişlerdir. Bu konuda da ilim adamları, hukukçular, siyaset bilimcileri, büyük düşünürler küçük, fakat son derece değerli yazılı metinler ortaya koyabilirler. Bunlar basılır ve dağıtılır.
Elli küsur yıldır
diye ağlayıp sızlıyoruz. Niçin açılsın?
Bütün bu konular yazılı olarak ortaya konur.
demekle açılmaz. Niçin açılsın? Bunun tarihî, hukukî, dinî, kültürel gerekçelerini ortaya koyacaksın. Bunları yazamazsan hava alırsın.
Sözler uçar gider, yazılar kalır. Sözler, duyanlar tarafından bir kere duyulur, yazılı metinler defalarca okunabilir. Sözlü kültür, göçebe kültürüdür, bedevî kültürüdür.
Herhangi bir konuda küçük bir broşür hazırlandı; onaltı sayfalık bu risalede kırk iki imlâ ve dizgi hatası var, bir yığın cümle düşüklüğü var ve üslubu dökülüyor. Buna da yazılı kültür denmez. Bu gibi metinler bedevî metinleridir.
edebiyat derslerinde öğrencilere
denilerek okutulsun.
1950’li, 60’lı yıllarda çok güzel ve edebî bir Türkçeyle birtakım risaleler, bildiriler, beyannameler basılıyordu.
başlıklı küçük yazısını yanılmıyorsam 1951’de üniversiteli gençler Galata Köprüsü’nde halka dağıtmışlardı.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Necip Fazıl’ın, Nurettin Topçu’nun, gönülleri heyecana getiren yazıları vardı. Âkif’in şiirleri de böyledir.
Benim
den kast ettiğim bozuk edebiyatlı, basmakalıp yazılar değildir.
Evet, yazı, yazılı kültür… Şifahîlikten vazgeçelim.
Bir tek olgun, vasıflı, güçlü Müslüman bin vasıfsız Müslümandan yeğdir. O bir kişi, bin kişiden ağırdır, tesirlidir, faydalıdır, hizmetlidir.
Terazinin bir kefesine
koysanız, öbür kefesine bin değil, bir milyon başka insan koysanız o ağır basar.
Bir er kişi, bin her kişiye bedeldir, hattâ onlardan üstündür.
Müslüman toplum, var gücüyle, bütün imkânlarıyla, canını dişine tırnağına takarak vasıflı, güçlü, üstün Müslüman yetiştirmeye çalışmalıdır.
Böyle bir Müslüman nasıl yetiştirilir? Kolay kolay yetişmez o. On tane, yüz tane, bin tane vasıflı Müslüman yetiştirirsin, onlardan biri belki benim dediğim kişi olur.
Böyle bir Müslüman:
* Devlet başkanlığında
olur.
* Din âlimliğinde
olur.
* Tasavvufta
gibi olur.
* Deniz kumandanlığında ve mürüvvette
olur.
* Mimarlıkta
olur.
* Hattatlıkta
olur.
* Seyyahlıkta
olur.
* Vezirlikte
olur.
* Mücahidlikte
olur.
* Padişah olursa
olur.
Benim dediğim kişiler kaplanlara benzetilebilir. Bin tekir kedi, bir Bengal kaplanının yerini tutmaz.
Aaaa siz bilmiyor musunuz ki, insanların değerlendirilmesinde yarımlar ve kesirler toplanmaz. Müslümanların eğitim sistemi yarımlar,
lar üzerine kuruludur. Böyle bir eğitim zihniyeti ile kurtuluş, izzet, necat ve i’tila sahiline varılmaz.
Size kârlı bir iş söyleyeyim mi? Formülünü, reçetesini, yolunu, metodunu, teşkilâtını bulursanız
bütün malınızı, gayr-i menkullerinizi satınız ve Ümmet-i Muhammed’e hizmet edecek vasıflı insanlar yetişmesi için harcayınız.
Allah size, harcadığınızın yüz misli, bin misli, milyon misli sevap ve ücret verir.
Düşününüz bir kere: İslâm âleminin başına geçecek, Müslümanları biiznillah sahil-i selâmete çıkartacak bir kişinin yetişmesine vesile oldunuz. Yahut bütün İslâm âlemini ve insanlığı uyaracak, aydınlatacak bir ilim ve kültür adamı yetişmesine… Ölürsünüz, amel defteriniz kapanmaz. O zatlar hayırlı işler yaptıkça size de sevap yazılır. Bundan güzel ticaret olur mu?
Benim anlattığım gibi büyük, olgun, vasıflı, güçlü, hayırlı insanlar nasıl yetişir? İşte şu anda bunun formülü, reçetesi yok elimizde.
Filanca Hazret böyle adamlar yetiştiriyormuş… Hiç zannetmiyorum. Yetiştirmiş olsaydı görülürdü.
İslâm dâvâsı câhillikle, kültürsüzlükle, yahut kültür eksikliği ile yürümez. Kefere ilimde, kültürde, malumatta şu seviyeye yükseldiyse, Müslüman ondan daha yüksek olacaktır. Kefere üç dil biliyorsa, Müslüman dört beş dil bilecektir. Keferenin kolu şu kadar uzanıyorsa, Müslümanın kolu onun iki misli uzanacaktır. Kefere bir yere düştüklerinde şu kadar yer yakıyorsa, vasıflı Müslümanlar onların birkaç kat misli yakacaktır.
Güçsüz, çapsız, ağırlıksız, himmetsiz, ufuksuz, mürüvvetsiz kişilerin kendilerine bir faydası olmaz, nerede kaldı ki, başkalarına ola. Olgun, vasıflı, güçlü insanlar yetiştiremeyen bir toplum batmaya, yok olmaya, yerin dibine girmeye mahkûmdur.
Bazıları: Bizi kimse tenkit edemez… Biz ne yaparsak doğrudur, iyidir, güzeldir… Bizim Hazretimiz hiç yanılmaz, her şeyi bilir… Bizi tenkit eden kötüdür… gibi boş lâflar ediyor.
Müslümanların hayırlı, yapıcı tenkitlere her zaman ihtiyacı vardır. Nemrud ve Firavun tabiatlı kimseler yalan da olsa övgülere bayılır, doğru ve haklı da olsa tenkit ve uyarılardan nefret eder.
Bu memlekette her yıl islâmî hizmet ve faaliyetler için Müslüman halktan milyarlarca dolar toplanıyor. Bu paralar yerli yerinde, uygun bir plan, program ve strateji ile harcanmıyorsa, niçin tenkit edilmesin? Birtakım cahil cemaatçiler, tâbi oldukları din baronlarını erbab haline getiriyor, putlaştırıyorsa niçin tenkit edilmesin?
Birtakım adamlar, İslâm’ın en acımasız, en vahşi, en agresif, en kanlı düşmanlarıyla sıkı işbirliği yapıyorsa niçin tenkit edilmesin? Birtakım İslâmcılar devletin ve belediyelerin beytülmalini talan ediyorlarsa niçin tenkit edilmeyeceklermiş?
Bir zümre
gibi bozuk inanç ve görüşlere sahip olmuşsa onlar niçin uyarılmıyacakmış?
Tenkitlerde esas olan niyettir.
bâtıl inancına sahip olanlar vahim bir itikad hatâsına düşmüşlerdir. İslâm dininde, Peygamberlerden
başkası mâsum
değildir.
Bugünkü hizmetlerimizde, faaliyetlerimizde büyük metod hatâları bulunmaktadır. Aklı erenlerin, kültürü yetenlerin
ortaya uygulanma kabiliyeti olan
getirmeleri, tekliflerde bulunmaları gerekmektedir. Aksi takdirde düşe kalka, aheste beste batacağız.
İstanbul’da pek farkedilmiyor, Samsun’a gittiğimde dikkatimi çekmişti. Taşra şehirlerinde pıtırak gibi internet kafeleri açılmış ve lise gençliği akın akın buraları dolduruyor. Cihazların başına geçiyorlar, tuşlara basıyorlar ve saatlerce vakit geçiriyorlar.
Ne yapıyor bu gençler? İlim, sanat, kültür, araştırma mı yapıyorlar? Heyhat!.. Bir kısmı internetten ders çalışmak için yararlanıyor. Bir kısmı hocaların verdiği konularda bilgi topluyor… Gerisi boş ve zararlı şeyler.
Zihni açmak bir tarafa, bulandıran oyunlar. Çat çat çat… Saatlerce süren gevezelik ve zevzeklik…
Merhum Osman Yüksel Serdengeçti’nin “Bir Nesli Nasıl Mahvettiler?” adında bir kitabı var. 1950’li yıllarda basılmış. O zaman bilgisayar ve internet yoktu. Genç nesiller asıl zamanımızda mahv ve perişan oluyor.
Çocuklarımızı bunun zararlarından nasıl koruyacağız? Hrant Dink’i vuran delikanlı, yüzyüze tanımadığı, sadece internetleştiği chat arkadaşına
demiş. Arkadaşı inanmamış,
sanmış. Okullar ve öğrenciler durup dururken bozulmadı. İnternet…Çeşitli muzır ideolojiler… Uyuşturucu mafyası… İslâm’ı ülke, devlet ve millet için büyük bir tehdit ve tehlike olarak gören güçlü lobiler… İki kimlikliler… Chat… Chat….Chat…
Lisede okuyan 17 yaşında bir genç var. İstanbul’da annesi ile birlikte yaşıyor, babası yurtdışında. Bu gencin birtakım özellikleri var, sayayım:
(1) Terbiyeli ve efendi bir gençtir.
(2) Sigara içmez, uyuşturucu kullanmaz.
(3) Küfr etmez, müstehçen lâflar sarf etmez, daima edebli şekilde konuşur.
(4) Okulda ve okul dışında laubalilik, serserilik, itlik yapmaz.
(5) Okul içinde ve dışında gömlek yakasını gevşetip kravatını yular gibi sarkıtmaz, gömleğinin eteklerini pantolonun dışına çıkartmaz.
(6) Büyüklerine ve hocalarına saygı gösterir, kimsenin aleyhinde konuşmaz, hele öğretmenlerine
gibi lakaplar takmaz.
(7) Kesinlikle argo lisanı kullanmaz.
Yukarıda saydığım hasletleri ve faziletleri dolayısıyla okulun bütün idarecileri ve öğretmenleri bu genci severler ve takdir ederler. Ha, bu delikanlının bir özelliği daha var, onu da yazayım: O, Türkiyeli değildir. Annesi ve kardeşleriyle birlikte Çeçenistan’dan ülkemize iltica etmiştir
Bilmem anlatabildim mi?
Aziz Müslümanlar… İslâm ile Müslümanlar aynı şey değildir. İslâm yücedir, İslâm’da eksiklik ve hatâ yoktur; Müslümanlarda ise eksiklik, hatâ, kemâlsizlik olabilir. İslâm’ın belli bir tarih dilimi içinde, belli bir coğrafyada yücelmesi, güçlenmesi için kemalli (olgun), güçlü, vasıflı, iyi Müslümanların bulunması ve onların Yüce Dine hizmet etmesi gerekir.
Zamanımızda bu hizmeti yapacak Müslümanların sayısı son derece azdır. Dinimizi yüceltmek, Müslüman kimliğimizi korumak, düşmanlarımıza karşı direnebilmek için mutlaka ve mutlaka
Müslümanlar yetiştirmemiz gerekir.
Sıfatları tekrarlıyorum:
Bu Müslümanlar hangi saha ve boyutlarda güçlü/vasıflı olacaklardır?
Şimdi dinini, vatanını, kimliğini seven ve bunları korumak isteyen her Müslüman; bütün gücüyle, doğrudan doğruya ve dolaylı şekilde çalışarak böyle
yetiştirmek için çalışmalıdır.
Bu işi herkes kendi kafasına göre ve kendi başına yapamaz. Müslüman Bilgelerin derli toplu, dört başı mâmur bir plan ve program hazırlamaları gerekir. Ülkemizde bu saydığım sıfatlarda beş kişi ya çıkar ya çıkmaz. (Listede ben yokum.)
Oturduğunuz ev dışındaki malınızı mülkünüzü satınız ve bunun parasıyla:
kabiliyeti, kapasitesi var ise kendi oğul ve kızlarınızı,
Bu yetişecek gençlerin hizmet kahramanları olması gerekir. Aç köpekler gibi paraya, mala, servete, rantlara, dünya menfaatlerine düşkün kimseler kesinlikle okutulup yetiştirilmemelidir. Çünkü onlar hizmet değil hezimet üretir. Bu gibi çocuklarımızı Avrupa ülkelerinde, Kanada’da, Singapur’da, Kore’de, Japonya’da okutmamız gerekir.
İslâm Dünyası, Ümmet-i Muhammed benliklerini putlaştırmış, para ve servet için her haltı yiyen, haram kazanç ve rantlarla domuz gibi şişmiş alçaklarla yücelmez. Bir Müslüman’da dünya kadar ilim ve kültür olsa, fakat onda ahlâk ve karakter olmasa o yine bir işe yaramaz; bırakın fayda vermek, bir sürü zarar verir. Evet, reçetesini, metodunu, çare ve çözümünü bulursanız; evlerinizi, mülklerinizi satıp parasıyla böyle gençler yetiştiriniz. Böyle gençler ayda birkaç yüz lira sadaka-burs vermekle yetişmez. Yekûn olarak milyon dolar harcama yapmak gerekir bir tek gence, adam olması için… Planlı programlı, metodlu harcama…
Bendeniz ne yazdığımı bilen bir kimseyim. Bunda sizin için bilseniz ne kadar büyük hayırlar vardır. Ah keşke anlatabilsem…
(Olgun) elma ham elma, yeşil elma kırmızı elma, tatlı elma ekşi elma, taze elma bayat elma, büyük elma küçük elma, kokulu elma kokusuz elma… Elma cevher, diğer sıfatlar arazdır.
Bozuk ve haram sıvılar dolayısıyla devlete düşman olmak ahmaklıktır… Sürahi ile içindeki kötü ve necis şeyleri özdeşleştirmek yanlıştır.
Bu ikinciler sürekli olmaz, devamlı kalmaz.
denilirdi.
İngiltere’de din ile devlet barışıktır, işbirliği yapmaktadır. Orada hükümdar (kral veya kraliçe) hem devletin, hem de millî Anglikan Kilisesi’nin başıdır. Norveç Anayasası’nın ikinci maddesinde
yazılıdır.
açıkça yazılıdır. Bunlar Fransa ve Portekiz cumhuriyetleridir.
gibi beyinsizlikler sergilemez.
Mustafa Kemal Paşa’nın çok doğru bir sözü var:
diyor. Sadece genç nesiller değil, bütün Türkiye, bir bakıma eğitim sisteminin eseridir. Devletin, halkın, memleketin durumu iyiyse eğitimin bunda çok büyük payı vardır, kötüyse de… Türkiye’nin haline bakınız:
Vazifelerini yapan, erdemli gençler yetiştirmek için çalışıp çabalayan vazifeşinas ve vatanperver öğretmenleri tenzih ederek söylüyorum: Bütün bu yıkımın, bu felâketin, bu büyük afetin sebebi kötü eğitimdir. Hem dini ve onun sağladığı faydaları dışlıyorlar, hem de onların yerine bir şey koyamıyorlar…
Ellerimizi vicdanlarımızın üzerine koyalım ve kendimize soralım: Biz yeni nesilleri bu üç boyut ve konuda gerektiği gibi, başarılı ve yeterli bir şekilde eğitebildik mi?
Şu yirmi küsur milyonluk İstanbul’a bakınız. Tramvaylarda, otobüslerde, banliyö vapur ve trenlerinde 18 yaşındaki gençler oturuyor, 70-80 yaşındaki ihtiyarlar ayakta seyahat ediyor. Başka ölçü ve gösterge istemez. Ahlâk ve karakter durumumuz çok fenadır.
Türkiye halkının, Türkiye’nin varoluşunun, tarihimizin, millî kültür ve kimliğimizin ana unsuru olan
M.Kemal Paşa’nın kapattırdığı Mason locaları açık ve faaliyette… Mevlana Celaleddin Rumî’nin Mevlevî tarikatı kapalı… Sonunda ne oldu?.. İşte halimize bakınız.
Beyoğlu’nda güpe gündüz onbinlerce halk arasında bir vatandaş gözü dönmüş soyguncuların saldırısına uğramış. Telefonunu ve parasını almak istemişler. Direnmiş, vermemiş… Bıçaklamışlar, döğmüşler. Kimse yardımına koşmamış. Yaralı ve perişan vaziyette Taksim’e kadar düşe kalka gitmiş, polisi bulmuş, yardım istemiş… Vah Türkiye’m sen ne hallere düştün!
Herifin biri uçağa binmiş, uçak kalkarken cep telefonlarınızı kapatın anons ve ihtarı yapılmış. Herif kapatmamış. Uçak havalanmış, yükseliyor, herifin telefonu çalmış… Uçağın güvenli uçuşunu sağlayan cihazlar bozulabilir ve yüzden fazla yolcusuyla yere çakılabilir. Pilot kabinden çıkmış, bağırıp çağırmış, uçağı tehlikeye sokuyorsunuz, lütfen kapatın demiş. Herif yine aldırmamış, telefonu kapatmamış… Yolcular üzüntü, öfke ve panik içinde… Birkaç kişi kalkmışlar, “Arkadaş sen ne yapıyorsun, kapatsana şu mereti, hepimizi öldürecek misin?.” diye bağırmışlar. Herif yine aldırmamış… Telefonu kapatmamış, şeytanî cihaz zır zır zart zurt çalıp duruyor. Nihayet birkaç yolcu dayanamamış herifin üzerine atlamışlar, elinden telefonu almışlar, içinden pilini mi, nesiyse onu çıkarmışlar, boş cihazı herife vermişler. Herif öfkeden kıpkırmızı, burnundan soluyor. Güç kullanarak cep telefonunu almak Anayasa’ya aykırı… Uçak gideceği yere varınca ve meydana inince telefonun içini vermişler de zır zır zart zurt konuşmaya başlamış.
Soruyorum bu herif hangi ülkenin eğitim tezgâhlarında böyle medenî, böyle edepli, böyle
bir şekilde yontulup yetiştirilmiştir? Norveç, İsviçre, Avusturya, İzlanda mı?
Geçenlerde Cuma namazını
kıldım. İçeride yer yoktu, dışarıdaki hasırlarda oturdum. Namaza gelmiş iki liseli genç gördüm. Kravatları yakalarında bağlı, ceketleri düzgün. Gömleklerinin etekleri pantolon içinde. Yüzlerinde efendilik ve terbiye… Ciddî, haysiyetli, vakarlı… Yüreğime biraz su serpildi. Sokaklarda, caddelerde, meydanlarda genellikle apaş kıyafetli, kravatları çözülmüş, gömlek etekleri pantolonun dışına çıkartılmış, çehrelerinde incelik, medeniyet, edeb ve terbiye görülmeyen isyankâr gençler görüyorum.
Geçenlerde Fatih’ten eve taksi ile dönüyordum, Ayasofya meydanında otomobilin önünde birkaç liseli kız gördük, eteklerini bellerinin altından kıvırmışlar, mini olmuşlardı. Şoför biraz külhanbeyi imiş. Dayanamadı, kızlara sunturlu bir küfür fırlattı. Tükürük gibi, balgam gibi… Utandım dondum kaldım. Şoför yerden göğe haklıydı. Lakin bu kadar ağır ve galiz küfre alışık değildim…
Bir kısım öğrencilere biraz cebir geometri, fizik kimya öğretmekle sağlıklı, bilgili, medenî, ahlâklı, erdemli gençler yetiştirilemez. Bilgi ve kültürün temeli edebiyat, tarih, felsefe (psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik ve estetik), sosyoloji, sanat tarihi gibi sosyal derslerdir… Bu kültürün yanında ahlâk ve karakter terbiyesi de verilecektir ki, sağlam, güçlü, vasıflı, yararlı, değerli bir gençlik yetişsin. Evet baylar bayanlar eserinizi seyredin ve öğünün… Modern Türkiye sizin eserinizdir…
Lütfen bu lâfları bırakalım ve çocuklarımızın edebiyat ve sanat kültürüne yönelmeleri için bir şeyler yapalım. İlkokuldan itibaren çocuklarımıza özel kütüphane kuralım. Yarından tezi yok onlara birer kaşe/mühür yaptırtalım.
gibi… Onlara her ay âile bütçemizin imkân verdiği kadar
Bunların üzerine damgalarını bassınlar ve ileride şahsî kütüphanelerine sahip olsunlar. Çocuklarımıza okuma zevki aşılayalım.
Bu dergi, ülkemizde yayınlanan edebiyat dergilerinin en güzelidir.
Öğretmen ve öğrenciler için yıllık abone bedeli sadece 40 liradır. Maddî durumu müsait olan sevgili okuyucularımdan rica ediyorum. Vakit kaybetmeden, 15 yaşına gelmiş kız veya erkek çocuklarınızı bu değerli dergiye abone kayd ettiriniz. Belki, içindeki yazıların bazısı onlara ağır gelecektir ama böyle bir dergiyle tanışmaları, onun koleksiyonunu yapmaları onlara ufuk genişliği sağlayacak, edebiyat ve sanat kültürlerinin gelişmesine yol açacaktır.
Edebiyatsız, sanatsız, kültürsüz, kitapsız, dergisiz medeniyet olmaz.
Türk Edebiyatı gibi güzel, başarılı, hizmetli bir derginin mutlaka teşvik edilmesi, desteklenmesi gerekir. Dört renkli basılıyor ama
değil… Çocuğumuz Türk Edebiyatını ilk defa eline aldığında konular ona yabancı gelecektir, sonra okudukça bunlarla ünsiyet peydah edecektir.
Kendimi zaman zaman büyük, çok büyük bir tımarhanede görüyorum… 31 Mayıs tarihli Hürriyet’ten bir haber:
* Kızının son zamanlardaki davranışlarından şüphelenen bir annenin takibi sonucu, İstanbul Bağcılar Lisesi’nde önce erkek öğrencilerin, sonra da kızların ders saatlerinde topluca namaz kıldıkları ortaya çıktı.
* Kızının beyninin yıkandığını kaydeden baba, devlet liselerinde bu tür eğilimlerin kontrolsüz bırakıldığını ve yöneticilerin konuya gereken önemi vermediğini söyledi.
* 6 ay öncesine kadar mutlu bir yuvası olduğunu bildiren İ.K. kızının bir anda namaz kılmaya başladığını ve tüm uğraşlara rağmen onu bu yaşam şeklinden ayıramadığını belirtti.
* Yerleri halı ve seccade kaplı bu odanın duvarında, namaz saatlerini kaçırmamak için bir de duvar saati asılı.
Alıntıları burada kesiyorum, akla zarar verir…
Hürriyet gazetesi, laik rejimin okullarında resmî din dersleri olduğunu bilmiyor mu?.. Bu derslerde, İslâm’ın temel ibadetlerinden birinin namaz olduğu öğretilmiyor mu?.. Bir lisede birkaç çocuk ders saatleri esnasında değil, teneffüslerde, boş zamanlarda namaz kılsalar kıyamet mi kopar?
Namazın ne zararı var? Kızının namaza başlamasını
şeklinde yorumlayıp açıklamak doğru mudur?
Namaz kılınan depo gibi yerin duvarında bir saat asılı olması, kayda değer bir şey midir? Hürriyet gazetesi lise gençliğinin ne kadar bozulduğunu bilmiyor mu?
Okullarda uyuşturucu kullanma veya deneme yaşının 11’e düştüğünden haberi yok mu?
Meşhur bir yatılı okulun 13-14 yaşındaki öğrencilerinin gece okuldan kaçarak veya çıkarak batakhanelere gidip travestilerle birlikte olduğunu duymadılar mı?
Bir lisede, velilerden habersiz seks dersleri verildiğini ve kapıda çocuklara prezervatif dağıtıldığından haberi yok mu?
Müslüman bir ülkede namaz kılmaktan daha tabiî ne olabilir?
Kılan kılar, kılmayan kılmaz… Laiklik bu demek değil midir?
Resmî din derslerinden etkilenerek birkaç çocuğun namaz kılmaya başlamasında ne gibi sakıncalar vardır?
Eskiden olsaydı öfkelenirdim, şu anda Hürriyet’in bu haberine doğrusu çok üzüldüm.
Bu memlekette sosyal barışı, toplumsal uzlaşmayı böyle mi sağlayacağız?
Çağdaş ve ilerici bir ana-baba kızlarının namaza başlamasından hoşlanmayabilirler.
Onlar hoşlanmıyor diye işi bu kadar büyütmek doğru mudur?
Hani Türkiye’de din ve inanç hürriyeti vardı?
Halka hitap ediyorum: Şu hale bakınız… Ne günlere kaldık!..
Stalin, Mao, Enver Xoca, Pol Pot rejimlerinde namaza karşı böyle reaksiyonlar tabiî görülebilir ama demokrat ve çoğulcu bir sistemde, birkaç liseli çocuk namaz kıldı diye böyle bir yazı yayınlanması doğru ve mâkul bir iş midir?
Namazın siyasetle, laiklikle, ideoloji ile alakası var mı?
Vicdanının sesine uyuyor ve ibadet ediyor… Bunun neresi sakıncalı ve garip?
Bu ülkede 76 bin camide günde beş kez ezan okunuyor ve milyonlarca vatandaş münferiden (tek başına) veya cemaat halinde namaz kılmıyor mu?
Ellerinden gelse bu adamlar camileri kapatır, ezanları susturur ve namazı yasak ederler.
Müslüman bir memlekette birkaç lise öğrencisi okulun bodrum katında namaz kılıyor diye gürültülü, telaş verici, velveleli yayınlar yapmak, o ülkenin iç barışını, toplumsal uzlaşmasını, huzurunu dinamitlemek demektir.
Bu memlekette Sabataycılar var. Gizli, esrarengiz, iki kimlikli bir cemaat. Onların
denilen din hocaları var. Sabataycılar arasında dindarlık pek güçlü değil ama yine de kendi dinlerine uyanları eksik değil.
Meselâ bazen lüks bir otelde bir düğün töreni yapılıyor, ziyafet veriliyor, bir ara kaşla göz arasında damatla gelin kapalı bir odaya alınıyor,
1960’lı yıllarda Cağaloğlu ile Sirkeci arasında bir
vardı. Matbaanın patronu aynı zamanda bir
dı. Öğleye kadar Dönme evlerine gider, çocuklara, kadınlara dönmelik dersleri verirdi.
Karışmıyor. O halde, Müslümanların namazına, niyazına, orucuna, başörtüsüne de karışmasın.
Birtakım çağdaşlar kendilerini toleranslı, özgürlükçü, demokrat, çoğulcu olarak gösteriyorlar. Maalesef hiç de böyle değiller. Liselerde, üniversitelerde mescid olması çok tabiidir.
1970’de Almanya’nın
şehrinde yaşıyordum. Orada yaşayan Müslümanlar henüz bir mescid açamamışlardı.
Arzu eden işçi, yolcu Müslümanlar da buraya serbestçe giriyorlar ve ibadetlerini yapıyorlardı.
Duyduğuma göre Amerikan Ordusu’nda, savaş gemilerinde Müslüman personel için mescidler varmış.
gibi laflar akıllı lafı değil, dengesizce sözlerdir. Müslümanların, namaz için çalışmaya, propaganda yapmaya, namaz kılanların sayısını çoğaltmaya hakları vardır. Bu haklar engellenemez.
12 yaşındaki bir çocuk okuldaki resmî din dersinden etkilenerek namaza başlarsa bunu çok tabiî karşılamak gerekir. Namaz konusundaki yaygaralar anti-demokratiktir, deliliktir.
Şu anda
bunun 300’ü tesettürlü kızmış. Henüz çok az miktarda öğrenci, tahsilini bitirmiş. Üniversiteden sonra yüksek lisans ve doktora da yapıyorlarmış…
Yıllar boyunca, Müslümanların Batı üniversitelerinde öğrenci okutmalarını, bilhassa, okumaya ehil ve layık tesettürlü kızları yetiştirmelerini teşvik eden yazılar kaleme almıştım. Hattâ
demiştim. Bazıları benimle alay etmişlerdi. Hiç insan canının yongası olan mülkünü satıp da parasını bir öğrenci için harcar mı?.. Onlar benimle alay ediyorlar, ben de onlarla… Zavallılar, ayda bir gence 150 lira burs verilecek ve çocuk bununla yetişip adam olacak sanıyorlar. Bu aptalca reçeteye gülünmez mi?
Viyana’da 700 Müslüman öğrenci okutulması çok doğru ve güzel bir iş… Ancak rakam çok ama çok azdır. Bunun en kısa zamanda 10 bine çıkartılması lazımdır. Hem sadece Viyana’da olmaz.
İleride bunlar, o ülkelerle Türkiye arasında köprü olacaklardır. Düşünebiliyor musunuz.
Bunlar Norveç’in dünya işlerinde nasıl başarılı olduğunu görecekler.
Güneydeki Endülüs bölgesi buna çok müsaittir. Fransa’da, İngiltere’de… Bilhassa Finlandiya’da… Düşünebiliyor musunuz? Bin tane kabiliyetli, istidatlı, ahlâklı, faziletli, zeki, vasıflı Türkiyeli genç
biliyor. Bunların aracılığıyla kısa zamanda
bizi üzüyor ama Türkiye’den ülkelerinde okumaya gelen tesettürlü kız öğrencilere gösterdikleri kolaylık ve müsamaha
dolayısıyla iyi niyetli Batılıları tebrik etmemiz, kendilerine teşekkürlerimizi sunmamız da gerekiyor. Biz Türkiyeli Müslümanlar, kendi vatanımızda dindar kızlarımızı başörtüsü ile okutamıyoruz, onlar buna izin veriyorlar. Teşekkürler, teşekkürler…
Medenî, demokrat, ileri Batı ülkelerinde öğrenci okutmak sadece para gücüyle olmaz. Paranın yanında
de bulunması gerekir. Batı kültürünün bazı değerleri İslâm ile bağdaşmaz. Eskiden onlarda da hayâ/utanmak denilen değer vardı. Sonra bu değer zayıfladı. Çünkü dinden uzaklaştılar.
Buralara hangi çocuklarımız gönderilmelidir?.. Zekâ derecesi
yüksek, biojenetik bakımdan üstün, azimli, yüksek ahlâk ve karakter sahibi, idealist, ihlâslı, faziletli, kabiliyetli, istidatlı, ileride hizmet etmeye müsait gençler. Bunların tahtaları, cevherleri kıymetli olmalı. Bakırı, kavak tahtasını oralara gönderip yekûn olarak bir milyon dolar harcasanız da neticede bir şey elde edemezsiniz.
Batı’ya gönderilecek gençlerimiz genellikle sosyal kültür, güzel sanatlar konusunda eğitim almalı, ihtisas yapmalıdır. Doktor veya mühendis olacaklar ise mutlaka kendi branşlarında birinci olmalı, uluslarası platformda önde koşmalıdır.
Eğitim
iletişim, medya, moda, dekorasyon, hukuk mimarlığı
turizm, arkeoloji gibi branşlar…
Müslüman kızların, hele tesettürlülerin dış ülkelerde okutulması doğru mudur? Bu konu
. Vaktiyle büyük âlimlerden birinin şöyle bir fetvasını okumuştum:
Ölüm dışında bütün dertlerin, hastalıkların çaresi vardır. Türkiye’de tesettürlü kız öğrencilere yapılan haksızlığın giderilmesi için elbette çareler ve çözümler vardır. Bunların birincisi, ileri Batı üniversitelerine öğrenci göndermektir. Sadece Batı’ya da değil… Japonya’ya, Tayvan’a, Güney Kore’ye, Singapur’a, Malezya’ya da göndermeliyiz. Başlangıçta her ülkeye 100 öğrenci, sonra imkân bulununca daha fazla.
Dış ülkelere gönderilecek Müslüman gençlerin
Başka dinlerle iyi geçinilecek, lakin İslâm’dan zerre kadar taviz verilmeyecek. Beş vakit namazı kılacaklar. İslâm ahlâkının öğretilerini hayata tatbik edecekler. Bu öğrencilerin tamamı fütüvvet ahlâkı ile yetiştirilmelidir. Hepsinde gerçek tasavvuf neş’esi ve rengi bulunmalıdır.
Bu dediklerim yapılırsa, yapılabilirse ileride ülkemizde hayırlı bir inkılap olacaktır. Şuraya kadar saydıklarıma bakalım: Bunların içinde Türkiye’nin zararına olacak hiçbir fikir, teklif, çare ve çözüm yoktur. Hepsi de hayırlı, hepsi de müsbet, hepsi de faydalıdır.
Çünkü onlar Müslümanların okumasını, üstün ve vasıflı olmasını istemezler. Onlar, Müslümanları kendileri kadar eşit kabul etmezler. Evet Anayasaya göre her vatandaş eşittir ama
Bu fikirleri, görüşleri, teklifleri, çare ve çözümleri Türkiye Müslümanlarına kabul ettirmek kolay mıdır, mümkün müdür? Belki mümkündür ama pek kolay olmayacaktır. Müslüman halkımızın bir kısmı kötü eğitim, kötü üniversiteler, kötü medya, kötü ideolojik baskılar, sürekli beyin yıkama ameliyeleriyle afyonlanmış, sersemletilmiş, şartlı refleksli hale getirilmiştir.
Müslümanlar kurtulmak, hür olmak, zilletten izzete geçmek, kendi vatanlarında korkusuzca haysiyetli bir hayat sürmek, ezilmemek istiyorlarsa üstün, vasıflı, güçlü elemanlar yetiştirmeli, bunlardan oluşan kadrolar kurmalıdır. Aksi takdirde bugünkü perişanlık sürecektir.
Türkiye Müslümanları son elli yılda 50 bin yeni, müzeyyen cami yaptıracaklarına
bugünkü durumda olmazlardı. Evet mallarımızın, mülklerimizin bir kısmını satacağız ve bunların parasıyla dış ülkelerde üstün, güçlü, vasıflı, idealist, ihlaslı Türkiyeliler yetiştireceğiz. Onlar hem bu ülkeye, hem devletimize, hem halkımıza hizmet edecektir. Onlar gerçeğe, İslâm’a hizmet edeceklerdir.
Onların içinden Selahaddin Eyyubîler çıkacaktır.
Bendeniz ölüp gideceğim, zamanlar geçecek ve bir gün bu gibi yazılarımın ne kadar isabetli olduğu anlaşılacaktır.
Gazetelerde okudum, bir vilayetin bir lisesinin bodrum katındaki boş odalardan biri mescit haline getirilmiş. Teneffüslerde öğrenciler namaz kılıyorlarmış. Bazen din dersi öğretmeni imamlık yapıyormuş. Aman ne feryat, ne figan sanki memleket batıyor. Türkiye Müslüman bir ülkedir. İlkokuldan liseye kadar mecburi din dersleri okutuluyor, bu din derslerinde günde 5 vakit namazın farz olduğu, âkıl ve baliğ her Müslümanın bu ibadeti eda etmesi gerektiği öğretiliyor… Sonra da bir lisede öğrenciler namaz kılınca kıyamet kopartılıyor.
Bir okulda mescit açılması, arzu eden öğrencilerin namaz kılması gayet normal ve tabiî karşılanmalıdır. Lisede namaz kılınmasını garip karşılayanlar kimlerdir? Onlara siz Müslüman mısınız diye sorulduğunda
derler. O halde namazdan niçin tedirgin oluyorlar? Türkiye laik bir ülkedir okullarda namaz kılınması doğru değildir, diyebilirler. Bir kere Türkiye laik değildir. Bir devlet, bir siyasi sistem, bir düzen düşününüz ki onun resmi bir Diyanet İşleri Başkanlığı vardır, yetmiş beş bin camii vardır, yüz binden fazla müftüsü, vaizi, imamı, müezzini, resmi din hocası vardır. Bunlar devlet bütçesinden maaş almaktadır. Yani orada din ile devlet iç içedir, laikliğin ancak adı vardır.
Lâiklik
Fransa’da gerçekten vardır. Niçin yüzde yüz değil? Çünkü o ülkenin
Dindar olmasa da
Şehrin çarşı camiinde esnafın, halkın, vatandaşların namaz kılmasından rahatsız olmuyor; bir lisede genç öğrencilerin namaz kılmasından rahatsız ve tedirgin oluyor… Çünkü marazlıdır.
Aydın kişi
haklarını, hürriyetlerini kabul eder. Kendisi namaz kılmıyor diye namaz kılanları hor görmez, onlara saldırmaz, baskı yapmaz.
Okullarımızda bin türlü noksanlık, yanlışlık bulunuyor, niçin onlar üzerinde durmuyorlar? Derin devletin çok iyi bildiği
okullarda beyaz zehir sattırıyor, körpe çocukları zehirliyor.
Okullarımızda
genelde çok düşüktür. Niçin bu konuyu dile getirmiyorlar? Bazı okullarda kız öğrenciler mini eteklidir. Bu doğru mudur?
Bizde okul çocuklarına sağlam bir ahlâk ve karakter terbiyesi verilebiliyor mu? Bundan önceki yıllarda liselerde çok cinayetler işlendi, utanç verici kanlı vakalar yaşandı. Niçin bunlar üzerinde durmuyoruz?
İngiltere’de, 1944’den bu yana lise ve kolejlerde derse başlamadan önce öğrenciler
İngiltere gibi demokrasinin, insan haklarının beşiği olan bir ülkede hiç kimse bunu yadırgamıyor. Kilisedeki ayine katılmak istemeyen öğrenciler, âilelerinden yazılı kağıt getirmek zorundadır.
Haksızdırlar…
Büyük ve ezici çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede namazdan gocunmak ve tedirgin olmak ayıptır. Onların Türkiye gençliğini dinsiz yetiştirmek hakkı var da, biz Müslümanların gençliği dindar yetiştirme hakkımız yok mudur?
Bu vesileyle şu hususu belirtmek isterim:
Okulun alt katta camii vardı, sarıklı cübbeli resmî imamı vardı ve Müslüman öğrencilerin tamamının namaz kılması zorunlu idi.
Din dersinde namazın farz olduğunu öğrenen Müslüman çocuklar ve gençler okul mescidinde bunu hayata uygulayabilmelidir. Birileri din hürriyetini en geniş şekliyle, halkımıza ve bilhassa gençliğe tanımak istemiyor. Bir okulda mescit açılınca yaygara kopartıp zihinleri bulandırmak istiyorlar.
Bir ülkenin eğitim sistemi düzgünse o ülkenin geleceği parlaktır, düzgün değilse karanlıktır. Türkiye’nin geleceği parlak mıdır, karanlık mıdır?.. Karanlıktır, çünkü eğitim sistemi iflas etmiştir. Sen nasıl böyle konuşabilirsin?.. On binlerce okul, binlerce lise, bir ordu kadar öğretmen, dev binalar, dershaneler… Bütün bunlar varken… Evet, bütün bunlar şekle ait şeylerdir. Bizde eğitimin içi boştur, koftur.
Önce yazılı ve edebî lisandan başlayalım: Bizim eğitimimiz konuşma Türkçesi ile iş görüyor. Lise mezunlarına zengin, yazılı ve edebi Türkçeyi öğretemiyoruz. Sosyal kültürün ana temeli edebi-yazılı Türkçedir. O olmazsa her şey boştur.
Toplum içinde iletişim ihtiyaçlarını gidermek için okula gitmeye lüzum yoktur. Okuma yazma bilmez vatandaşlar da pek âlâ Türkçe konuşabiliyorlar ve onlarla anlaşabiliyoruz. Eğitim için konuşulmayan, yazılan zengin Türkçe gereklidir.
Günlük sokak Türkçesi üç beş yüz kelimeden ibarettir. Zengin edebi Türkçe on binlerce kelime, kavram ve terim ihtiva eder. Biliyorum bazıları itiraz edecekler. Kimi liseli çocuklarımız cebir, geometri, fizik, kimya, biyoloji sahasında uluslar arası ödüller kazanıyorlarmış. Bırakın bu aldatmacaları!.. O ödül kazanan çocukların ellerine birer Fuzulî Divanı veriniz ve metin şerhi yaptırınız. Bakalım kaç numara alacaklar. Ödül mü alacaklar mödül mü?
Bu Fuzuli de nereden çıktı?.. O, klasik Türkçe’nin en büyük şairidir. İngilizlerin Shakespeare’i, İranlıların Hâfız’ı neyse, Türkiyelilerin Fuzulî’si de öyledir. İran’da her evde Kur’an-ı Kerim’den sonra bir Hafız Divanı bulunur. Türkiye’de lise ve üniversite mezunu kaç vatandaşın evinde Fuzulî Divanı ve benzeri muhalled klasik eserler vardır?
İran’da lise diplomasına sahip herkes 13’üncü asırda yaşamış Hâfız’ın şiirlerini, mânasını anlayarak okur ve bu kıraatden haz ve zevk alır. Bizde lise mezunları Fuzulî’yi anlayabilir mi?
Felaket bununla bitmiyor. Türkiye’nin yeni nesilleri 1928’den önce basılmış kitapları okuyamıyor. Neymiş Eski Türkçeymiş. Yahu bir lisanın eskisi yenisi olur mu?.. Lisan bir bütündür, tekâmül ede ede gelişir ve değişir ama bu değişim ve gelişimde asla kopukluk olmaz. Bizde kopukluk vardır. Türkler, 1928’e kadar 1000 yıldan fazla Arap-İslâm yazısını kullanmışlar, 1928’de harf devrimi yapılmış ve bu yazı yasaklanmıştır. O zaman bu yasağın büyük bir sakıncası yoktu. Çünkü herkes “eski yazıyı” biliyor, özel notlarını, mektuplarını, kayıtlarını bu yazı ile kaleme alıyordu. Sonra bu nesiller öldüler, yerlerine okuma-yazma bilmez kuşaklar geldi. Onlar dedelerinin, atalarının mezar taşlarını bile okuyamıyorlar.
Liselerde okutulan en önemli dersler edebiyat, tarih ile felsefe grubu derslerdir. Psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik, estetik. Bizde bunlar doğru dürüst okutuluyor mu?.. Eskiden medreselerde, idadilerde, sultanilerde güçlü bir mantık dersi varmış. Biz bunları da kaldırdık. Biraz bir şeyler okutur gibi yapıyoruz ama hep aldatmaca, hep kandırmaca.
Lise mezunu bir gence, mantığın tarifini sorunuz bakalım bilecek mi?.. Eskiden bizde lise bitirme imtihanları, ondan sonra olgunluk/bakalorya imtihanları yapılırdı. Kompozisyon şeklinde olurdu. Bunları kaldırdılar. Fransa’da hâlâ var.
. Edebi Türkçe öğretemiyoruz, gerçek tarihi öğretemiyoruz, doğru dürüst mantık okutamıyoruz, sanat kültürü veremiyoruz; boş bir diploma veriyoruz. Devlet bütçesinde Milli Eğitim bölümü kabarık mı kabarık. Kışla gibi binalar, bir ordu kadar öğretmen, bir sürü tantana… Hepsi boş.
Meraklı bir liseli sirke ve cıva ile çalışan bir pil icat etmiş. Aman ne hoş… Hayır aman ne boş!.. Tevhid-i tedrisat deyip duruyorlar. Bu tevhid-i tedrisat, Tevhidî tedrisata karşıdır.
Müslümanlara soruyorum. Size şu soru yöneltilse: “Türkçe okuma-yazma biliyor musunuz? Biliyorsanız bu beyanınızı Kur’an-ı Kerim üzerine el basarak yeminle teyit edebilir misiniz?” 1928’den önce 1000 yıldan fazla kullanılmış yazımızı bilmiyorsanız bu yemini yapamazsınız, yaparsanız çarpılabilirsiniz.
İslâmcı Hacı Beyin bir oğlu, bir de kızı var, Erol ile Mübeccel. İkisi de lisede okuyor. Nasıl okuyorlar? 1000 yıllık tarihi yazımızı bilmeden. Bunlara nasıl okur-yazar diyebiliriz? Müslümanlar son yıllarda hayli özel okul açtılar. Madalyonun bir tarafında tebrikler… Öbür tarafında esefler. Hiç yoktan iyidir… Hayır, iyi değil, belki “daha az kötü” olabilir.
Bir Türk okulunda doğru dürüst, yeterli miktar ve seviyede, edebi-yazılı zengin Türkçe okutulup öğretilemiyorsa o okul çok güçsüz, çok zayıf, çok kifayetsiz bir okuldur. Düzenin/sistemin baskısı var, istediğimizi yapamıyoruz… Böyle diyenlere: “Yapabileceğiniz, elinizde olan her şeyi yapıyor musunuz?” cevabı verilir. Türkiye’nin büyük terbiyecilere, büyük eğitimcilere ihtiyacı vardır. Türkiye’nin gerçekten “milli” bir eğitime ihtiyacı vardır. Bu günkü eğitim kesinlikle milli değildir.
Eğitimde vasıf olması lazımdır. Esas olan edebiyat, tarih, felsefe ve sanattır. Bunları ikinci plana atıp bütün gücü cebire, geometriye, fiziğe, kimyaya vermek son derece yanlıştır. Bir ülkenin teknokratlarında yeterli edebiyat, tarih, felsefe ve sanat kültürü ve birikimi olmazsa onlar gereği gibi hizmet edemezler.
Eğitimde önemli ve hayati olan kemmiyyet (kelle sayısı) değil, keyfiyet ve vasıftır. Okuma-yazma bilmeyen cahil bir topluma okuma-yazma öğretirseniz,
meydana getirmiş olursunuz.
Kalite kalite kalite… İnsaf sahibi ve vicdan sahibi nice solcu ve çağdaş aydın bile Sultan Abdülhamid devri liselerinin seviyesinin bugünkülerden daha üstün olduğunu kabul ediyor. Bizde niçin İngiltere’deki gibi bir Eton Koleji yok?
Japonya’nın, Güney Kore’nin, Tayvan’ın, Singapur’un eğitim sistemleri ve liseleri çok kaliteli de bizdekiler niçin kalitesiz ve vasıfsız? Fazla konuşmaya hacet yok… İstanbul’da bir gün öğleden sonra derslerin bittiği saatte bir lisenin kapısına bakınız. Öğrencilerin hallerini, hareketlerini, tavırlarını inceleyiniz. Kapıdan çıkar çıkmaz gömlek yakaları çözülür, kravatlar gevşetilir, gömlek etekleri pantolonun üzerine çıkartılır… Bir laubalilik, bir derbederlik, bir çapaçulluk ki sormayın. Eskiden okul karnelerinde tavır ve hareket notları olurdu. Şimdi var mı bilmiyorum. Ben böylelerine sıfır bile vermem, sıfırın altında eksi 10.
Otuz kişilik, bir lise sınıfında beş parlak öğrenci olur. Zekidirler, akıllıdırlar, çalışkandırlar. On kadar “iyi” öğrenci, on kadar orta öğrenci, beş de zayıf öğrenci. Bu her sınıftaki beş parlak öğrenci, ileride ülkeyi, devleti, halkı yükseltecek kadrolar içine girer.
Okuyan çıkarsa, öğrenciler bu yazımdan dolayı gocunmasınlar. Onlar harcanıyorlar. Onları suçlamıyorum. Onları bu hale getirenlere beddua etmek gerek. Genç nesillerin verimsiz, vasıfsız, yabancılaşmış, müflis eğitim sisteminin çarkları arasında öğütülüp harcanması bir ülke, bir toplum, bir devlet için ne büyük felakettir.
Herkesi kastederek yazmıyorum, kimlerse onları kast ediyorum. Geri zekalıların veya zeka özürlülerin gözlerinde eğitim demek bina demektir, derslik demektir, okula gidip gelmek demektir. Bunlar zarftır, mazruf (zarfın içinde olan) yoksa bir işe yaramaz.
Fransa liselerinde okutulan edebiyat, tarih ve felsefe kitaplarına bakarsanız son derece mükemmel, cazip, çekici, meraklı olduklarını görürsünüz. Bizim ders kitaplarımız ise mahkeme duvarı gibidir. Bazen elime Fransızca edebiyat, tarih, felsefe, beşeri coğrafya ders kitapları geçer. Onları zevkle, merakla, okumaktan haz alarak karıştırır, tedkik ederim. Fransa liselerinde okutulan tarih kitaplarında otuz kırk sayfalık İslâmiyet bölümü vardır. Mesela, Fransız çocuğuna İmam-ı Maverdi’nin “Ahkam-ı Sultaniye” kitabı hakkında bilgi verilir. Bizde böyle bir ufuk genişliği var mıdır?..
Bütün İslâm düşmanları böyle bir okula karşı çıkacaklardır. Buna hazır olmak gerekir.
Okulun müdürü hem çok yüksek bir eğitimci, hem gerçek bir aydın, hem iyi bir insan, hem iyi ve vasıflı bir Müslüman olacaktır. Fiziği düzgün, güzel giyinen, karizmatik bir şahsiyete sahip, hem otoriter, hem babacan, Türkçe’yi ve İngilizce’yi iyi konuşan, vazife ahlâkına sahip, sorumluluğunu müdrik kibar, münevver (ziyalı), mürüvvetli, saygın bir şahsiyet…
Müdürün odası: En az 100 metrekare. Yerde el dokuması kök boyalı nefis halılar… Gül ağacından şâhâne bir yazıhâne… Birkaç camekânlı akaju kitap dolabı… Ortada nefis ve şâhâne tunç bir mangal (Süleymaniye işi)… Duvarlarda birkaç Türk İslâm büyüğünün yağlıboya tabloları… Meselâ: Ahmed Cevdet Paşa, İbn-i Sina, Selahaddin Eyyûbi, Barbaros Hayreddîn Paşa… Nefis ve antika bir hüsn-i hat… Gravürler, eski haritalar, fermanlar… Salonun bir ucunda toplantı masası (Bu okulun müdürünün bürosunun, nice Millî Eğitim Bakanı’nın bürosundan daha güzel, daha sanatlı, daha ihtişamlı olması gerekir)…
Dünyanın çeşitli ülkelerinde Türk okulları bulunuyor. Bunlara Allah’tan hayırlı başarılar diliyorum. Hayırlı olmayan başarıları dilemiyorum… Benim yukarıda anlattığım okulun mahiyeti tamamen başka ve değişiktir. Böyle bir okula, zaruret derecesinde lüzum vardır. Türkiye’nin, İslâm dünyasının, hattâ dünyanın ve insanlığın makus talihini ancak böyle bir okul değiştirebilir.
Bu mektep “tevhidi” eğitim yapacak bir İslâm okulu olacaktır. Hiçbir hizbin, fırkanın, cemaatin, grubun, kliğin okulu olmayacaktır.
Türkiye Müslümanları böyle bir okul açabilirler mi? Bu soruya, çok açık olması için maddeler şeklinde cevap vermek istiyorum:
* Bir: Müslümanlarda bunu açacak para vardır.
* İki: Yeterli kültür ve akıl da inşallah vardır.
* Üç: Bu okulu açmak için niyet lazımdır. O var mıdır bilemem.
* Dört: İrade ve aksiyon lâzımdır. Var mı yok mu onu bilmiyorum.
Bu yazıyı niçin yazdım? Bu bir çaredir, çözümdür, tekliftir.
Bu mektep (okul) kabil olursa Türkiye’de, izin verilmezse Türkiye’ye yakın bir ülkede, mesela Romanya’da açılacaktır. İsmi Tevhid Mektebi olacaktır. Özellikleri:
(1) Binası İslâm-Osmanlı mimarîsine göre yapılacaktır. Yanında minareli bir cami bulunacaktır. (Mimarî projesi için uluslararası yarışma tertiplenecektir.)
(2) En az dört yabancı dil öğretilecektir: İngilizce, Arapça, Farsça ve başka bir Batı dili.
(3) Edebiyat-Felsefe ağırlıklı olacak, fen derslerine önem verilmeyecektir.
(4) En zengin şekliyle Osmanlıca öğretilecektir. Mezunları aruz bilecekler, meselâ Şeyh Galib Divanı’nı kolayca okuyup anlayabilecekler, metin şerhi yapacaklardır.
(5) Okulda beş vakit namaz kılmak mecburî olacaktır. Bu namaz, okulun imamının arkasında cemaatle kılınacaktır.
(6) Kitab’a, Sünnet’e ve icmaya uygun olarak güçlü bir din kültürü verilecektir.
(7) Okulun iki ana gayesi olacaktır: Çağ seviyesinde vasıflı, güçlü, üstün Müslümanlar yetiştirmek, bunlara kuvvetli bir bilgi ve kültür vermek. İkincisi: Yüksek ahlâk, karakter, fazilet terbiyesi vermek.
(8) Okulun öğrencileri, dünyanın en büyük ve ünlü moda evlerinden birinde hazırlanmış ve dost düşman herkesin beğeneceği ve hayran kalacağı, üniformaya benzer kıyafetlerle gezeceklerdir.
(9) Bu okula seçilerek öğrenci alınacaktır: 1. Zekâ testi. 2. Karakter testi. 3. Biojenetik dosyası…
(10) Ehliyeti ve liyakati olmayan hiçbir zengin çocuğu, babası ne kadar para teklif ederse etsin kabul edilmeyecektir.
(11) İslâm ülkelerinden ve batı dünyasındaki mühtedî âilelerden öğrenci kabul edilecektir.
(12) Okul paralı olacaktır.
(13) Sadece erkek talebe kabul edilecek, en kısa zamanda kızlar için de böyle bir okul açılacaktır.
(14) Öğretim kadrosu: Türkiye’nin, İslâm dünyasının, batının seçkin eğitimcileri arasından seçilecektir. Bilhassa edebiyat, tarih, felsefe, sanat tarihi/kültürü hocaları, branşlarında dünya çapında uzman olacaklardır.
(15) Haftada en az beş saat din dersi, din kültürü verilecektir. Bilhassa usul-i fıkıh dersleri okutulacaktır.
(16) Bu okulun kısa zamanda İngiltere’deki Eton Koleji seviyesine gelmesi için gereken her gayret sarf edilecektir.
(17) Her öğrencinin, geleneksel Türk ve İslâm sanatlarından bir sanatı öğrenmesi için çalışılacaktır.
Bu projeyi ehliyetli, liyakatli, vasıflı, geniş ufuklu, mürüvvetli kimseler hayata geçirebilir. Bu saydığım hasletlere sahip olmayanlar, iyi niyetli olsalar bile başaramazlar, hattâ mıncıklayabilirler.
Vaktiyle Bulgaristan’da Şumnu Nüvvab Mektebi vardı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Marksist rejim tarafından kapatılmıştır. Bu Nüvvab Mektebi, İslâm dünyasının yakın tarihindeki en güçlü, en başarılı İslâm okuludur. Oradan mezun olanlar büyük hizmetler etmiştir. Benim ana hatlarıyla projesini sunduğum Tevhid Mektebi ondan da üstün olacaktır.
Müslümanlar iki şeyin gerisinde kalmışlardır:
(A) İslâmın gerisinde kalmışlardır. İslâm çok yükseklerde, Müslümanlar çok aşağıda…
(B) Çağın ve modernitenin gerisinde kalmışlardır.
Bu anlattığım okul işte bu iki geriliği giderecektir.
Yakın tarihimizde şu bilgi dalları ve değerler
okutulmadı, öğretilmedi ve bu yüzden büyük bir boşluk meydana geldi.
Bizim liselerimizde gençliğe
mantık bilgisi ve kültürü verilebiliyor mu? Bu soruya evet demek mümkün değildir. Mantık bilmeyen kişi, mantıksız adam ne doğru düşünebilir, ne de doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebilir.
Okullarımızda, bilhassa liselerimizde gençliğe ahlâk ve karakter terbiyesi veremedik. Bu yüzden korkunç bir boşluk oldu. Ne vatandaşlık ahlâkı kaldı, ne komşuluk,.. Halkın çeşitli kesimleri birbirini, düşman olarak görmeye başladı. İstanbul tramvaylarında zaman zaman şöyle anonslar yapılıyor: “
Bu anonslar, bizde bazı şeylerin bitmiş olduğunun yeterli delilidir.
Yeni nesillere
de verilmedi. Bu yüzden ülkemiz bir çirkinlikler sergisi haline dönüştü.
İnsaf denilen değer her gün erozyona uğruyor.
Medyada her gün, tüyler ürpertici
okuyoruz. Yeni nesillere ahlâk ve karakter terbiyesi verilmediği için ülkemiz dünyanın en kokuşmuş ülkeleri içinde yer alıyor.
Müslümanların bir kısmı da bozuldu. Şu cemaat fanatiği sapığa bakınız: Peygambere hakaret ediliyor, kılı kıpırdamıyor, bağlı olduğu din baronu tenkit ediliyor, kıyamet kopartıyor.
Kur’an-ı Kerim “
buyuruyor. Birtakım Müslümanlar ise birbirlerini bir kaşık suda boğacaklar neredeyse. Bir Müslüman, başka bir Müslümana, geçerli bir gerekçe olmadan düşmanlık edebilir mi? Kin tutabilir mi? İntikam alabilir mi?
Din büyükleri, gerçek tarikat şeyhleri, kamil mürşidler elbette hürmete layık kimselerdir. Lakin, bizim yüce dinimiz, birtakım ruhbanların erbab
haline getirilip putlaştırılmasına asla izin vermez. Hürmete evet, putlaştırmaya hayır!
Bir tarikatlı Müslüman, şayet din ve iman kardeşlerine düşmanlık ediyorsa biliniz ki, o adam gerçekten tarikatlı değildir, sahtekârdır.
Bir Risale-i Nur talebesi
Nurcuların aleyhinde bulunup, onlara husumet besleyebilir mi? Asla besleyemez.
Bir Müslüman riba/faiz alıp verebilir mi? Asla! Bir Müslüman küfre rıza gösterebilir mi? Asla!
Bazen yumuşak üslupla bir tenkit yapıyorum. Bir takım fanatik taraftarlar tepemden kova kova pislik döküyor… Be mübarekler biraz nazik bir şekilde:
deseniz olmaz mı?
Bazılarımız sanki
Kur’anî ilkesini tersine çevirip “
haline getirmişlerdir.
Gerçekten büyük bir kaos içindeyiz. Medreseler kapandı, ilim elden gitti. Tekkeler kapatıldı, ahlâk ve mürüvvet elden gitti. Eğitim yozlaştı, kültür ve medeniyet elden gitti. Ne günlere kaldık!
Değerli Müslüman gençler!.. Yarıdan fazlanız birtakım cemaatlere, tarikatlara, dinî gruplara mensup bulunuyor, onların terbiyesiyle yetişiyorsunuz. Bendeniz bütün hak, doğru, hayırlı cemaat, tarikat ve gruplara taraftarım ve başarıları için nâçizane dua etmekteyim.
Birinci madde: Onların sahih/doğru inançlı Müslümanlar olmasını sağlamaktır.
İkincisi: Beş vakit namazı kıldırmaktır.
Üçüncüsü: Elden geldiği kadar farz namazları cemaatle kılmalarını tavsiye etmektir.
Dördüncüsü: Gençlerin yüksek İslâm ahlâkı ve yine yüksek karakter sahibi olmaları için çalışmaktır.
Beşincisi: Gençlere Ümmet şuuru aşılamaktır.
Altıncısı: Gençlere medenî terbiye ve görgü kazandırmaktır.
Yedincisi: Mürüvvet ve fütüvvet ahlâkıdır.
Sekizincisi: Çok yüksek ve sağlam genel kültür kazandırmaktır.
Dokuzuncusu: Müslümanlara karşı merhamet, şefkat, anlayış, affetme, sabır; kâfirlere karşı mesafeli durmak, onlara âlet olmamak, oyunlarına gelmemek, tuzaklarına düşmemek…
Onuncusu: Kendi şeyhini, üstadını, ağabeyini, liderini putlaştırmamak, onları erbab (rabler) haline getirmemek.
Onbirincisi: Kesinlikle gıybet ve nemime yapmamak, lisan afetlerinden korunmak.
Onikincisi: Parayı sevmemek. Para için dinini, vatanını, milletini satmamak. Haram yememek.
Onüçüncüsü: İstikamet/doğruluk.
Ondördüncüsü: Büyük ve küçük cihad sahasında mücahid olarak yetiştirmek.
Onbeşincisi: İmanın, İslâm’ın, Kur’ân’ın, mukaddesatın ihlâslı hizmetkârı olarak yetiştirmek.
Onaltıncısı: Cemaat, tarikat, Hazretler Hazreti, Muhteremler Muhteremi militanlığı ve fedailiği yaptırmamak.
Onyedincisi: Lüksten, israftan, saçıp savurmaktan, gösteriş ve kibirden, Nemrudluk ve Firavunluktan uzak durmak.
Onsekizincisi: Âdil Müslüman olmak.
Ondokuzuncusu: Ümmet içindeki bütün hayırlı çeşitlilikleri
kabul edip hepsine hoşgörü ile bakmak.
Yirmincisi: Bütün kötü bid’atleri dışlamak, haram ve şüpheli şeylerden kaçınmak.
Yirmibirincisi: Tek cümle ile olgun ve sâlih Müslüman olarak yetiştirmek için ne yapmak lazımsa onları yapmak, öyle terbiye etmek.
Yukarıda yazdığım maddeleri yerine getirmeyen, kendilerine bağlı gençlerin beyinlerini yıkayan, onları
robot ve zombi olarak yetiştiren, baronun kölesi haline getiren, öteki Müslümanlara düşman eden, mü’minleri
diye sun’i şekilde ikiye ayıran, bizden olmayan öteki Müslümanların gıybetini yapmaya, onlara düşmanlık etmeye cevaz veren cemaatlerde maalesef hayır yoktur.
Benim bu yazım belki bazılarının hoşuna gitmeyecektir ama sâkin ve âdil düşünürlerse haklı olduğumu anlayacaklardır. Selâm ve hürmetlerimle dikkatlerinize sunarım.
Bir yazımda Ezana hakaret eden dinsiz bir kadını tenkit ederken şu satırları yazmıştım: “Türkiye’de yaşayan bir dinsizin İslâmî konularda çok dikkatli, insaflı, hoşgörülü olması gerekir. Ezan aleyhinde konuşmak, çoğunluktaki Müslümanları üzer, öfkelendirir, fitne ve fesada sebebiyet verir. İçinde saklasın…”
Hasan Bey isminde bir vatandaş, bu konuda şu cevabı göndermiş:
Kimin hangi fikri kendine saklayacağına, hangisini açıklayacağına karar vermek kimin haddine düşmüş. Hakaret ve şiddet içermediği sürece herkes, her türlü düşüncesini ifade et…
Bilgelik şöyle diyor:
Türkiye’mizin millî ve toplumsal barışa ve uzlaşıya büyük ihtiyacı vardır. Bu barışı ve mutabakatı bozacak, fitne fesat çıkartacak, halk kesimleri arasında kin, intikam, düşmanlık tohumları ekecek, huzur ve asayişi bozacak söylemlerden, beyanlardan, düşüncelerden uzak durmamız gerekmez mi?
Türkiye’de çoğunluk Müslümandır. Müslüman olmayanlar kendi irade ve ihtiyarlarına
Müslümanları üzmekten, öfkelendirmekten, tedirgin etmekten çekinirlerse iyi bir şey yapmış olmazlar mı? Farz edelim Tel-Aviv’e veya Kudüs’e gittiniz, bir cumartesi günü sofu Yahudilerin yaşadığı bir mahallede geziyorsunuz.
o gün bazı şeylerin yapılmasını istemezler. Benim hürriyetim var, ille de yapacağım mı demeniz doğrudur, onları üzmeyeyim, bazı şeyleri yapmamayım mı doğrudur?
Hindistan’da Hinduların çoğunlukta olduğu, Mecusî kültürünün dominant kültür olduğu bir şehirde geziyorsunuz. Yaya kaldırımının üzerine kocaman bir inek yatmış, geviş getiriyor. Bırakın o hayvana bir tekme vurmak, hışt demek bile Hinduları üzer, öfkelendirir. Benim hürriyetim var, ineği yoldan kovarım diyenin başı çok belâya girer.
Medenî bir vatandaş, kendi iradesiyle, kendi ihtiyarıyla barışçı, uzlaşmacı, hoşgörülü olur. Ülkemizde birtakım saygısız ve densiz kimseler, ecdadımız olan Osmanlı Sultanlarına tenkidi aşan hakaretler ve küfürler savuruyorlar. Bu yaptıkları sağduyuya, terbiyeye, medeniliğe uyar mı?
kendisine mahsus bir özel
ile korunuyor.
Acaba okuyucum Hasan Bey bu konuda ne düşünüyor?
İnsanların hakaret ve şiddet içermeyen düşüncelerine elbette izin verilmelidir, lâkin akıllı, vicdanlı, sağduyulu, medenî, efendi, edepli vatandaşlar bu konuda kendilerini sınırlarlar, çoğunluğu üzecek, halkı tedirgin edecek, toplum içinde fitne ve fesat çıkartacak söylemlerde bulunmazlar, yazılar kaleme almazlar. Bu anlattıklarım bir medeniyet ile bedeviyet meselesidir. Medenî insan kendini kontrol edendir.
İlerici, çağdaş, lâik, Kemalist bir İstanbul gazetesindeki şu haber başlığına bakınız:
Adana Fatih Terim Lisesi terasında
bir grup öğrenci namaz kılmış. Bunu gören lâikler şikayet etmiş.
tahkikat yapmış,
demiş.
Eğitim sendikası başkanı ise çok endişeli…
diyor. Yönetmeliklere göre buna izin veren idarecilerin ceza alması gerekirmiş…Okul içinde böyle bir şeye izin verilmemeliymiş.
Doğrusu ilerici gazeteyi, namaz kılan çocukları şikayet edenleri, eğitim sendikası başkanını
gerekir. Niçin? Dünyanın en demokrat, insan haklarına en fazla saygılı ve bağlı, en hür, hukukun üstünlüğü prensibine en riayetkâr ülkesi olan
Buna katılmak istemeyen öğrencilerin velilerinden yazılı kağıt getirmeleri gerekmektedir.
Türkiye Müslüman bir ülkedir. Bu ülkede Müslümanlığın bütün icapları yerine getirilecektir. Kaç kişiyseler Adana’daki lisede, namaz kılmak isteyen gençler elbette namaz kılacaklardır.
Okullarda ibadeti yasaklayan kanunlar ve tüzükler varsa, bunlar demokrasiye, insan haklarına, adalete, din hürriyetine aykırıdır. Dinsizlerin, dine ve ibadete karşı çalışmaya ne kadar hakları varsa, dindarların da din için, iman için, ibadet için en az o derecede çalışmaya hakları vardır.
Namazlarını kılsınlar, hiç aksatmasınlar. Lâikliği dinsizlik olarak anlayanlar çağdışı, Totaliter ruhlu, despot insanlardır.
Bendenizin bir
projem vardır. Bu konuda birkaç yıl önce uzunca bir yazı da yayınlamıştım. Bu İslâm mektebinde günlük namazlar, bütün öğrencilerin katılımıyla, okulun camisinde, okulun imamının arkasında kılınacaktır.
1908’e kadar meşhur Galatasaray Lisesi’nde durum böyleydi. Namaz vakti gelince mubassırlar Fransızca
diye bağırarak öğrencileri camiye götürürlermiş. Sadece Galatasaray’da değil, Devlet-i Aliyye’nin bütün okullarında namaz mecburî idi.
Osmanlı ordusunda alayların müftüleri, taburların imamları vardı. Savaş gemilerinde de resmî sarıklı hoca bulunurdu.
Tarih’inin bir yerinde şöyle yazıyor:
Sen parayı ne kadar çok seviyorsun!..Bu sıradan bir aşk değil, sen paraya adeta tapıyorsun… Gönlündeki bu para sevgisi, bu para putperestliği ile sen Cennet’e mi, Cehennem’e mi gidiyorsun? Para aşkı, paraya tapınmak seni Mevlâ’ya mı götürüyor, belâya mı? Sen dünya mallarını ne kadar çok seviyorsun!.
Bir kalpte mal aşkı ile Allah aşkı bir arada olur mu? Çok konuşuyorsun, çok bağırıyorsun ama sözlerin hançerenden gönlüne inemiyor. Müslümanım diyorsun… Eyvallah, lakin sen bir lâf Müslümanısın, kışır Müslümanısın.
Konuşuyorsun, bağırıyorsun mütemâdiyen ama ağlayamıyorsun bir türlü. Haydi bir damla göz yaşı döksene ey gözü kuru adam…
Ben olgun bir insanım diyorsun… Hayır sen bu halinle olgun bir armut bile olamazsın. Sen münafıksın, sen riyakârsın, sen iki yüzlüsün. Sen gizli bir müşriksin…
Muvahhid, lükse ve israfa kapılmaz… Sefahat sergilemez. Benliğine esir olmaz. Nefs-i emmâre maskarası olmaz. Senin ne çok şeytanın var. Senin ne çok putun var.
Sen gerçek ve kâmil Müslüman olsaydın içindeki İbrahim bütün bu putları kırardı. Sana sesleniyorum: Putlarını kır ve baltayı boynuna as. Dünya dükkânını yağmaya ver. Ey fare tabiatlı adam!.. Kuyruğuna bağladığın bunca kabakla Sırat Köprüsü’nden nasıl geçeceksin? Delilerin sana akıllı demesiyle kendini akıllı mı sanıyorsun?
Sarhoş!.. İçindeki bâdeyi kus ve ayıl artık. Şeytanlarına savaş ilân et. Nemrud ve Firavunluğu bırak. Nebi’nin ve Sıddıkların peşinden git. Ölmeden önce servetinin yeterli miktarını öteki tarafa gönder. Hayır hasenat yaparak, malî ibadetleri eda ederek, zekât ve sadaka vererek. Böyle yapmazsan ölmezsin, geberirsin bir gün.
“Sen bu lâfları kime söylüyorsun?” Aynaya bak aynaya bak..
Cumartesi gecesi Fatih’te 20 kişilik bir öğrenci grubu ile sohbet ettim. İzin alarak kendilerine bazı sorular yönelttim. Birine Cenâb-ı Hakk’ın on dört sıfatını sordum, bildi. Fuzulî’den bir beyit okuyabilen var mı dedim, birkaç kişi okudu. Ziya Paşa’dan da beyit okuyan çıktı. Eskiden, bundan yetmiş seksen yıl önce, lise mezunları, Darülfünun (Üniversite) talebeleri içinde Fuzulî’nin su kasidesini ezbere bilenler bulunurmuş…
Müslüman gençlere ilmihalleri iyi öğretilmiyor. O gece orada olan gençlerin hepsi namaz kılıyormuş. Lakin ibadet esnasında başlarını bir takke, bir imame ile örtmüyorlarmış. Bu bir eksikliktir.
Gençlere, istidatları varsa geleneksel İslâm sanatlarından bir sanatı öğrenmelerini tavsiye ettim. Sanat insana yeni bir boyut ve güç kazandırır. Sanatla uğraşan kişi mutlu olur. Hem de geçimi genişler.
İstanbul’da üç bin cami var. Bunların en az üç yüzünün hocasının bir sanatla profesyonelce meşgul olması lazımdır. Hep hat, tezhib, ebru sanatı değil. Daha yüzlerce sanat ve zanaat dalı var. Mesela, keşke belediyelerden biri el yapımı kağıt sanatı konusunda bir kurs açsa, güzel kağıtlar yapılsa, bunlar boyansa, aherlense…
Hangi branşta yüksek tahsil yapıyorlarsa yapsınlar bütün Müslüman gençlere Osmanlıca öğretilmelidir. Lisan doktora da lazım, jeoloji mühendisine de.
Yine bütün gençlerimize görgü dersyeri verilmelidir. Onları görgüsüz olmakla itham etmiyorum ama yine de ders verilmelidir. Kapı çalmanın, telefon etmenin, giyimin kuşamın, her şeyin kuralı var. Mesela bir toplulukta parmak ve kemik çıtlatmak ayıptır… Ders ve kurs konularının listesi çok uzundur.
Yazılı ve edebî zengin Türkçe dersleri. Akaid ve fıkıh dersleri. Medenî Müslüman olma dersleri. Mürüvvet ve fütüvvet dersleri. Mantık dersleri. Psikolojiden dikkat, merak ve hafıza dersleri. Dekorasyon dersleri. Ahlâk ve edeb dersleri.
Estetik, mimarlık, şehircilik, peyzaj dersleri… Daha neler neler…
İslâmî bir cemaat Afrika’nın Bambara bölgesinde bir kolej açmış, zengin yerlilerin çocuklarını okutuyor, onlara Türkçe bile öğretiyormuş. Tebrikler, teşekkürler. Bu da bir hizmettir.
Bu gibi hizmetlerin Türkiye’nin düzelmesi konusunda doğrudan doğruya bir faydası olmaz.
Asıl ve esas olan, kendi ülkemizde Türkiyeli çocuklar için çok vasıflı okullar açmak, çok güçlü eğitim vermek, bu kurumlardan ülkeye ve İslâm’a hizmet edecek üstün, muktedir ve kudretli elemanlar yetiştirmektir.
Böyle bir şey mevcut şartlarda ülke içinde yapılamazsa, yakın ülkelerden birinde okul açılmalı, bilahare bunların sayıları (kaliteyi düşürmemek şartıyla) çoğaltılmalıdır.
Hangi ülkelerde böyle İslâm Mektepleri açılabilir?
Arnavutluk’ta, Makedonya’da, Kosova’da…Suriye’de… Belki başka yakın ülkeler de vardır.
Bu mektepler (mektep okul demektir) 1947’de kızıl komünist rejim tarafından kapatılmış olan Bulgaristan’ın Şumnu Nüvvab Medresesine benzeyecektir. Çocuklara, vaktiyle Devlet-i Aliye zamanında Galatasaray Sultanisi’nde
olduğu gibi bir tür üniforma giydirilecektir.
Türkiye’nin, İslâm dünyasının, Batı’nın en kudretli, en ehliyetli, en liyakatli, en parlak hocaları burada öğretmenlik yapacaktır.
Bu mektebe en akıllı, en zeki, ruh soyluluğu bakımından en asil, en başarılı çocukları alınacaktır. Hiçbir yetersiz moloz alınmayacaktır. Bu konuda hatır gönül dinlenmeyecektir.
Bu lise, dünyanın en birinci lisesi olacaktır.
Öğrencilere şu yabancı diller öğretilecektir: Arapça, Farsça,
İngilizce, seçmeli olarak bir Batı dili daha…
Ayrıca söylemeye lüzum yok, en mükemmel şekilde Osmanlıca öğretilecektir. İslâm mektebi mezununa Şeyh Galib Divanının Osmanlıca baskısını veya yazmasını vereceksin, rastgele bir safya aç, oku, metin şerhi yap diyeceksin; harika şekilde yapacak, aferinler, tahsinler alacak.
Okulda yüksek bilgi ve kültürün yanında yüksek ahlâk ve karakter verilecek.
Okulda sanat, estetik, güzellik eğitimi de verilecek.
Bu okullardan mezun olanların bir kısmı ileride yabancı dillerle düşünce ve kültür kitapları yazacak.
Onlara milyonlarca dolar teklif edilse bile rüşvet almayacaklar.
Onlar haram yemeyecekler.
Onlar Türkiye’nin yüz akları olacak.
Müslümanlar!.. Sizlere acı bir gerçeği bildirmek istiyorum:
Bizdeki Tehvid-i Tedrisat eğitim sistemi ile kurtulamayız.
İslâm eğitim demektir.
Rüşvet alan, haram yiyen, paraya tapan, zengin olmak için her dolabı çeviren, ihalelere fesat karıştıran, yalan söyleyen, emanetlere ihanet eden, rant yemek için kuduran, dışı yeşil içi kıpkızıl bozuk ve ahlâksız İslâmcılarla hep birlikte cehenneme yuvarlanırız.
İslâm’a hizmet edecek kadrolar ve elemanlar doğru ve dürüst olmalıdır; çok bilgili ve kültürlü olmalıdır, estetik ve sanat boyutları çok gelişmiş olmalıdır.
Bunların içinden geleceğin Salahaddin Eyyubî’leri, Şeyh Şâmil’leri, Emîr Abdülkadir’leri çıkmalıdır.
Allah için kurban, küp için kavurma zihniyeti bizi bugünkü zelil ve rezil hale getirdi.
İlle de İslâm mektebi… İlle de güçlü eğitim… İlle de bilgili, doğru, ahlâklı, faziletli, hikmetli, namuslu, iffetli, vasıflı Müslüman genç kadrolar.
Bozuk düzenin, kirli sistemin çarkları içine girmişiz. Haram rantlar yiyoruz. Düzenden yararlanıyoruz. Böyle İslâmcılık olmaz. Böyle İslâmcılık olmaz olsun!
Ülkemizde cemaat okulları, üniversiteleri, hayır kurumları bulunmaktadır. Meselâ: Robert College Amerikan Evangelist misyonerlerinin okuludur. İstanbul’daki Notre Dame de Sion
Sabataycı cemaatin veya lobinin de okulları ve üniversiteleri vardır. Bunu inkâr etmek “Biz Atatürk okulları ve üniversiteleriyiz” demek gerçeği değiştirmez ki…
Heybeliada’daki Rum Ortodoks Ruhban Okulu’nda da baş köşede Atatürk resmi vardı. Atatürk resmî var diye o okul Atatürkçü mü olur?
Evet ülkemizde
okulları vardır. Bunların pîri Selanikli Şemsi efendidir.
Sabataycı okulları ve üniversiteleri
ne yaparlar? Sabataycılığa hizmet ederler.
Sabataycıların Sabataycılığa hizmet etmeleri normaldir. Katolik Katolikliğe, Evangelist Protestanlığa, Bahaî Bahaîliğe, Yahudi Yahudiliğe hizmet eder.
Maalesef hepsi hizmet etmez. Yahudiliğe, Nasranîliğe, misyonerliğe, Sabataycılığa hizmet eden nice Müslüman biliyoruz.
Türkiye’de Sabatay cemaatinin okul ve üniversiteleri vardır. Bu gerçeği kimse inkara yeltenmesin. İşin vahim tarafı bu değildir.
Resmî ideolojide haddinden fazla Sabataycılık tuzu biberi salçası bulunmaktadır.
ve daha nice Sabataycı ve Yahudi, modern Türkiye’nin kurucuları heyetine dahildirler.
Bir alimler, araştırıcılar ekibi kurulsa ve bunlar sağlam bilgilerin ve belgelerin ışığında
bu dediklerim gün ışığına çıkacaktır.
Sayın Kültür Bakanımız
mutlaka açılacaktır dedi.
Hiç sanmam. İslâm medreselerinin açılması Sabataycılığa aykırıdır.
Yazık!..
Dikkat dikkat dikkat!.. Ey Müslümanlar!.. Milyonlarca çocuğumuz ve gencimiz büyük tehlikelerle karşı karşıyadır. Sayıda mübalağa etmiyorum
milyonlarca çocuğumuz ve gencimiz…
Bu tehlikeler nelerdir?
* Birincisi: Çocuk ve gençlerimizi dinsiz ve imansız yetiştirmek, İslâm’dan uzaklaştırmak, onları sekülerleştirmek, onları bozmak isteyen bir irade ile karşı karşıyayız. Buna kimsenin hakkı yoktur. Çeşitli insan hakları beyannameleri, sözleşmeleri metinlerine göre ebeveynin
çocuğunu kendi dinine göre yetiştirme hakkı vardır.
* İkincisi: Çocuklarımıza güçlü, sağlıklı, vasıflı, iyi, çağdaş, uygun, millî bir eğitim verilmemektedir. Onlara ideolojik ve kalitesiz çağdışı bir eğitim verilmektedir. Türkiye’deki okullar Japonya, Güney Kore, Tayvan, Singapur, Norveç, İsveç, Fransa, Almanya, Finlandiya, İngiltere okulları ayarında ve seviyesinde değildir.
* Üçüncüsü: Okullarımızda verilen sosyal bilgi ve kültür çok yetersizdir.
* Dördüncüsü: Okullarımızda çocuklarımıza ahlâk ve karakter terbiyesi verilmemektedir.
* Beşincisi: Okullarımızda
, genç nesillere (kuşaklara) estetik boyutu kazandırılmamaktadır.
* Altıncısı: Okullarımızda
* Yedincisi: Çocuklarımızın önemli bir kısmında
Bu, fizikî ve psikolojik bir felâkete yol açar.
* Sekizincisi: Liselerimizde yazılı, edebî zengin kültür Türkçesi öğretilememektedir. Genç nesiller atalarının mezar taşlarını okuyamayacak kadar câhil yetiştirilmektedir.
* Dokuzuncusu: Okullarımızda çocuklarımıza
* Onuncusu: Okullarımızda çocuklarımıza teşebbüs zihniyeti (girişimcilik), ahlâklı ve faziletli insan ve vatandaş olmak, dosdoğru olmak, haram yememek, görgülü ve medenî olmak gibi hasletler kazandırılamamaktadır.
Çocuklarının, gençlerinin iyi yetiştirilmemesi bir ülkenin, bir halkın, bir devletin batmasına yeter de artar. Genç nesillere toplumsal barış ve sosyal mutabakat şuuru verilemiyor.
Gençliği bozmak isteyen zihniyet, bin öğrenci barındıran bir lisede birkaç çocuğun namaz kılmasını bile hazmedemiyor. Bodrum katında, kalorifer dairesi yanında minik bir mescid odası açıldı diye iğrenç yaygaralar kopartıyor.
Eğitim kemmiyet
demek değildir, eğitimde esas ve asıl olan keyfiyettir, vasıftır, niteliktir. Öğrencilerimizin küçük beyefendiler ve küçük hanımefendiler olarak yetiştirilmesi lazımdır. Okullarımızda şehir ve medeniyet kültürü verilmesi lazımdır.
Son on senenin gazete koleksiyonlarını açınız, okullar ve eğitimler hakkında ne korkunç rezaletler göreceksiniz… Bıçaklamalar, tabanca ile adam öldürme ve yaralamalar, sınıfta cinayet, okula ve eğitime yakışmayan aşk ve hamilelik hikâyeleri…
Bütün bu olumsuzlukları gidermek için, lâik Fransa’da olduğu gibi Müslümanlara İslâm liseleri açmak imkânı ve hürriyeti verilmelidir. Masonlar, Dönmeler özel okul açabiliyor da, Müslümanlar niçin açamasın? Peki, Müslümanlar bugünkü kültür seviyeleri ile örnek İslâm okulları açabilirler mi? Bence açamazlar. Lâkin yine de bu hürriyet verilmelidir.
Belki zamanla Müslümanların kültür ve medeniyet seviyesi yükselir de,
dünyaya örnek olacak kaliteli ve güçlü okulları olur.
Bu kanun insan haklarına, eşitlik prensibine, eğitim ve din hürriyetine aykırıdır. Ülkemizde Ermeni okulları var, Rum okulları var, Katolik okulları var, Amerikan Protestan okulları var da, Müslümanların okulları niçin olmasın? Böyle bir şey insan haklarına, eşitliğe aykırı değil midir?
Lâiklik buna izin vermezmiş… Bu da bir safsata ve yalandır. Lâikliğin vatanı olan Fransa veriyor da Türkiye’de niçin verilmesin? Ülkemizdeki Sabataycıların
güçlü okulları var da Müslümanların niçin olmasın? Evet şu anda Müslümanların da özel okulları ve liseleri vardır ama bunlar İslâm okulu, İslâm lisesi değildir. Çünkü bunlar resmî ideolojinin ve zihniyetin ağır baskısı altındadır.
İslâm okulunda, bütün öğrencileri aynı anda içine alacak büyük bir cami bulunur ve vakit namazlarında ezan okunur, okulun imamı ardında cemaatle namaz kılınır. Böyle bir şey doğru olmazmış… Böyle diyenler halt ediyor.
Buna katılmak mecburîdir. Öğrencinin âilesi istemezse yazılı kağıtla müracaat eder, bu mecburiyetten kurtulur.
Açılmasını istediğim özel İslâm okulları dünyanın en güçlü eğitim müesseseleri olmalıdır. Dünyanın her yerinden bu okullara öğrenci gönderilmelidir. Hattâ çocuklarının iyi yetişmesini isteyen gayr-ı müslimler de öğrenci yollamalıdır. Gayr-ı müslim öğrencilere İslâm propagandası yapılmamalıdır.
Türkiye bir İslâm ülkesidir ve ancak ve ancak İslâm okulları ve islâmî eğitimle kurtulur.
Elbette bütün çocuklarımızı, bütün gençlerimizi bozamıyorlar ama yine de büyük tahribat yapıyor, büyük zarar veriyorlar.
Çocuklarımızı ve gençlerimizi iyi yetiştirsek, okul ve üniversitelerimizde iyi insan, iyi vatandaş, iyi Türkiyeli yetiştirsek yakın bir gelecekte bu ülkede anarşi ve terör olmaz, genel bir güvenlik olur, evlerin kapılarını kilitlemeye bile lüzum kalmaz.
Okullarımız ve eğitim sistemimiz
olan iyi ve vasıflı vatandaşlar yetiştirmelidir. Bendeniz toleransa, çeşitliliğe karşı değilim. Lakin toleransla ve çeşitlilikle birlikte sosyal barış ve uzlaşma olmazsa ülke cehenneme döner.
Çocuklarımız ve gençlerimiz kasıtlı olarak içkiye, fuhşa, ahlâksızlığa, seks serbestliğine itiliyor, teşvik ediliyor.
Jinekolog doktorlarla görüşünüz, ağızlarını yoklayınız, ne facialar duyacaksınız.
gençlik arasında bir cinsellik ahlâk, iffet anketi yapılsın, ne rezaletler ortaya çıkacaktır.
Bilgili, faziletli, ahlâklı, bilge, terbiyeli, medenî, efendi, iffetli, hayâlı, vatansever, görgülü örnek bir gençlik istiyoruz.
Bu memleketin, bu halkın, bu devletin Tevhid-i Tedrisata değil,
büyük ihtiyacı vardır.
Laik Fransa’da Katolik kilisesine tanındığı gibi, bizde de Müslümanlara İslâm okulları, İslâm liseleri açmak müsaadesi verilmelidir.
Devlet elbette bu okulları kontrol edecek, denetleyecektir. Lakin bu kontrol ve denetleme:
1. Âdil hukukun ışığında olacak.
2. Temel insan hak ve hürriyetlerini zedelemeyecek.
3. Din, inanç, vicdan hürriyetini ihlâl etmeyecektir.
Bugünkü İmam-Hatip liseleri, benim bahs ettiğim İslâm liselerinin yerini tutabilir, vazifesini görebilir mi? Kesinlikle hayır… Çünkü İmam-Hatip okulları sözde lâik devlete bağlıdır. Resmî ideolojinin zincirlerine vurulmuştur.
Bağımsız İslâm okulları ve liseleri, yine bağımsız ve hür İslâm Cemaat teşkilâtı tarafından kurulacak ve idare edilecektir.
Bugünkü Türkiye’de böyle bir teşkilât yoktur.
Böyle bir teşkilâtı kurmak çok zordur.
Çünkü Müslümanlar tek bir Ümmet, tek bir büyük Cemaat halinde değil; bir yığın cemaatçiklere bölünmüş vaziyettedir. Bunların bir kısmı birbiriyle rekabet etmektedir. Ümmet içinde rekabet olamaz. Müslümanlar, rekabet değil, hayırlı işlerde müsabaka (yarışma) yapmalıdır.
Özel, bağımsız İslâm okulları ve liseleri kurma izni verilse, birbirleriyle rekabet eden birtakım cemaatler “meşreb, küçük cemaat, fırka, hizip, tarikat” okul ve liseleri kuracaktır.
Böyle bir şey kesinlikle doğru olmaz.
İslâm okulları ve liseleri küçük bir cemaate, bir mezhebe, bir tarikata değil, İslâm’a ve Ümmet-i Muhammed’e hizmet etmelidir.
Bir İslâm okulunun idarecileri ve öğretmenleri içinde her meşrepten, her tarikattan, her cemaatten eleman olmalı ve bunlar ahenk içinde çalışmalıdır.
Müslüman kesimde böyle okullar açacak, yeterli sayıda güçlü ve vasıflı eğitimci var mıdır? Maalesef yoktur. İstisnâlar kaideyi bozmaz.
İslâm liselerinde en az üç yabancı lisan, Arapça, Farsça, İngilizce iyi derecede öğretilecek, öğrenemeyenlere diploma verilmeyecektir.
Bu mekteplerde Osmanlıca mükemmel şekilde öğretilecek, mezunları Fuzulî’nin, Şeyh Galib’in, Ziya Paşa’nın şiirlerini orijinal metinlerinden, mânâsını anlayarak, metinlerini şerh edebilecek, bu kıraatten haz ve zevk alarak okuyabilecektir.
Bu okullarda talebeye estetik, mimarlık ve şehircilik, hukuk kültürü, mantık, psikoloji, ahlâk, metafizik çok iyi derecede, çok ehil öğretmenler tarafından okutulup öğretilecektir.
İslâm liselerinde lise bitirme ve bakalorya imtihanları olacak, bunları veremeyenlere diploma verilmeyecektir.
İslâm okullarında İslâmcı değil; vasıflı, ahlâklı, yüksek karakterli Müslüman yetiştirilecektir.
Bu okullarda bilgi ve kültürün yanında mutlaka ahlâk ve karakter terbiyesi de verilecektir.
Erkek çocuklar ve kız çocuklar için ayrı İslâm okulları açılacaktır.
Beş vakit namaz kılmak mecburî olacaktır.
Bu okullar dinde reform, dinde değişiklik, dinde yenilik,
islâmî aktivizm, İslâmcılık, Selefîlik gibi bid’at akımlarına kapalı olacak; Ehl-i Sünnet ve Cemaat İslâmlığına uygun tedrisat yapacaktır.
İslâm liselerinden geleceğin vasıflı, güçlü, üstün Türkiyelileri yetişecektir.
Bu okullarda kopya çekmeye asla izin ve fırsat verilmeyecektir.
Bu okullardaki Müslüman gençlere mürüvvet ve fütüvvet ahlâkı aşılanacaktır.
Bu okullarda okuyan delikanlılar küçük beyefendi, genç kızlar küçük hanımefendi olacaklardır.
İslâm liselerindeki öğrencilerin büyük kısmı, istidatlarına ve kabiliyetlerine göre geleneksel sanatlarımızdan birini öğreneceklerdir.
Uluslararası anketlere göre dünyanın en iyi ve kaliteli okul ve liseleri Türkiye’deki İslâm mektepleri olacaktır.
Böyle okullar açılmazsa, Türkiye’nin işi zor, geleceği karanlıktır. Bugünkü maarifle (millî eğitimle) köy olmaz kasaba olmaz. Yukarıda anlattıklarımı gerçekleştirmek çok zordur. Lakin bunlar imkânsız, mümteni ve muhal değildir. Bütün aklı başında ziyalı ve medenî Müslümanları eğitim meselesini gündeme almaya çağırıyorum.
İmam-Hatip lisesinde otuz kişilik bir son sınıf… Bazı özelliklerini sayıyorum:
1. Otuz öğrencinin otuzu da Osmanlıca okumayı bilir.
2. Üç öğrenci Osmanlıca’yı çok iyi okur ve anlar.
3. Bunlardan biri siyakat ve divanî yazı dahil arşiv vesikalarını okuyabilir.
4. Beş kişi rık’a yazısını ehliyetli bir hattattan okumuş, öğrenmiş ve icazet almıştır. Notlarını Osmanlıca tutar.
5. Bir öğrenci sülüs ve bir diğeri talik yazısına çalışmaktadır, ileride icazet alacaktır.
6. Dört öğrenci geleneksel İslâm-Osmanlı sanatlarından birini öğrenmeye çalışmaktadır. (Ebru, tezhib, yazmacılık, sedefkârlık, ağaç oyma, eski usül miklebli kitap cildi, elyapımı kağıt vs…)
7.Üç öğrenci Fuzulî divanını orijinal metninden yanlışsız okuyacak, mânâsını anlayacak, metin şerhi yapacak derecede edebiyat-ı Osmaniyeye vakıftır.
8. İki öğrenci (şiir kıymeti olmasa da) aruzla manzume yazabilmekte, ebced hesabıyla tarih düşürebilmektedir.
9. Bütün sınıf Arapça bilir. Üç öğrencinin Arapçaları çok iyidir. Klasik Arapça risaleleri tercüme edebilmektedir.
10. Bütün sınıf Fars lisanına âşinadır. İçlerinden ikisi Farsça konuşabilir ve yazabilir.
11. Otuz kişinin otuzu da aksatmadan beş vakit namazı dosdoğru kılmaktadır.
12. Okul saatlerinde namazlar cemaatle kılınmaktadır.
13. Otuz talebenin otuzu da İslâm ahlâkı ile ahlâklıdır. Her biri erdemli birer küçük beyefendidir. Kendilerinde zerre kadar serserilik, tulumbacılık, hafifmeşreblik, sululuk, ciddiyetsizlik, itlik, laubalilik yoktur.
14. Öğrencilerden biri profesyonel fotoğrafçı olmak için özel ders almaktadır.
15. Eli resme yatkın biri Şeriatın izin verdiği sınırlar içinde yağlı boya ve sulu boya resim yapmaktadır.
16. Öğrencilerden birkaçının Osmanlıcadan transkripsiyonu, birinin Arapçadan, birinin Farsçadan yaptığı tercümeler yayınlanmıştır.
17. Sınıfın tamamı az veya çok İngilizce bilmektedir.Üç öğrencinin İngilizcesi mükemmeldir.
18. Bir öğrenci, uluslararası bir gençlik dergisine İngilizce bir yazı göndermiş ve basılmıştır.
19. Öğrencilerin otuzunun da itikadı sahihtir. Bid’at, sapıklık, itizal yoktur.
20. Ders saatleri dışında ve tatil günlerinde şehrin ulemasına, meşayihine, üdeba, esatiz ve fudalasına gidip ders almakta, sohbet dinlemektedirler.
21. Öğrencilerden biri tarikat-ı seniyye-i Mevleviyeye bağlıdır, âyinlerde sema yapmaktadır. Sınıfın en ağırbaşlısı ve bilge genci odur.
22. Üç öğrenci tarikat-i aliye-i Nakşibendiyeye mensuptur. Bunlar birer gizli hazinedir. Yüzlerinde nur parlamaktadır.
23. Kadirî, Rufaî, başka tarikat mensupları da vardır. Hepsi de birbirinden dindar, olgun ve efendidir.
24. Yatılı öğrencilerin yemekhanesinde bir lokma ekmek bile atılmamakta, ziyan edilmemektedir. Ekmek onların dilinde nân-ı azizdir.
25. Okul tarihinde yemek beğenmemek (çorba, nohut, makarna…) gibi bir hadise görülmemiştir.
26. Otuz öğrencinin otuzu da mürüvvetlidir, fütüvvetlidir, hamiyetlidir (vatanseverdir.)
27. İmtihanlarda bir öğrenci bile kopya çekmez.
28. Bilgi ve kültürün yanında ahlâk ve karakter terbiyesi de almaktadırlar.
29. Bu öğrencilerin hepsi de Müslümandır, içlerinde bir tek İslâmcı yoktur.
30. Otuz kişilik bu sınıfı derslerde görmelisiniz. Sanki bir genç bilgeler meclisidir.
İlaveler:
A. Öğrenciler, Fransa’nın iyi liselerinin parlak öğrencileri seviyesinde psikoloji, mantık, ahlâk (felsefenin bir dalı olarak), estetik, metafizik kültürüne sahiptir.
B. Sanat tarihi ve kültürü; İslâm sanatı, Selçuklu sanatı, Osmanlı sanatı, Endülüs sanatı vs hakkında yeterli bilgileri vardır.
C. Ayda birkaç kez kütüphanelere gidip kitap okurlar, kendi çaplarında araştırma yaparlar.
Ç. Öğrenciler aktif politika ile meşgul olmazlar, ideolojik etkinlikleri yoktur.
D. Sınıfta bir veya iki süper öğrenci, beş kadar derecesi yüksek öğrenci, on kadar iyi öğrenci, on kadar orta öğrenci vardır. Zayıf öğrenci hiç yoktur.
E. Ölçü şudur:İngiltere’deki meşhur
öğrencileri ile mukayese edilse, müsabaka ettirilse bizimkilerin üstün olması ve gelmesi gerekir.
Bugünkü resmî ideoloji eğitim ve okullarıyla Türkiye mânen kalkınamaz. Mânen kalkınamazsa maddeten de, yeteri kadar ve olması gerektiği şekilde kalkınamaz. Türkiye’de İslâm Liseleri açılmasına izin verilmelidir. Bu İslâm Liselerinin başlıca özellikleri neler olacaktır?
1. İngiltere’deki Eton Koleji ve dünyanın diğer değerli, başarılı, mükemmel, yüksek liseleri ayarında olacak.
2. Öğrencilerine hem bilgi ve kültür, hem ahlâk ve karakter terbiyesi verecek.
3. Edebî, yazılı, zengin Türkçeyi öğretecek.
4. Mezun olacak öğrenciler Osmanlıcayı, Arapçayı, İngilizceyi çok iyi bilecek, bu dillerde kitap okuyabilecek, kitap yazabilecek. Bu duruma gelmeyenlere kesinlikle diploma verilmeyecek.
5. Bu liselerde her sabah bir saat din ve Kur’ân dersi ehliyetli öğretmenler/hocalar tarafından okutulacak.
6. Bu okullarda vakit namazları, okulun camiinde okulun imamı tarafından kıldırılacak, bütün Müslüman talebe bu ibadete iştirak edecek.
7. Bildiğimiz derslerden başka okulda ilaveten şu dersler de okutulacak:
a. Mimarlık, şehircilik, dekorasyon.
b. Ahlâk, fazilet, doğruluk, dürüstlük, görgü, insanlık. (Tek bir ders halinde)
c. Hukuka başlangıç temel hukuk bilgileri.
ç. Sanat ve estetik.
8. Okula IQ’su 100’den aşağı olmayan, biojenetik sicili ve karakteri bozuk öğrenci alınmayacak.
9. Okul tarikatlar, cemaatler, hizip ve fırkalar üstü olacak.
10. Okulda militan, terörist, fanatik, sekter zihniyetli yetiştirilmeyecek.
11. Okulun müdürü, idarecileri, öğretmenleri dünyanın (1) en iyi giyinen… (2) Türkçeyi en iyi bilen, yazan, konuşan… (3) en ahlâklı, en faziletli, en hikmetli… (4) En karizmatik insanları olacak.
12. Okul içinde ve dışında, Müslümanlığa yakışmayan hiçbir konuşma, davranış ve hareket görülmeyecek.
13. Okul binasının mimarîsi, iç dekorasyonu, bilhassa müdür odası ve konferans salonu, giriş salonu son derece güzel, millî mimarî ve sanata uygun olacak.
14. İslâm liselerinde kesinlikle test sınavı yapılmayacak, bütün sınavlar yazılı kompozisyon şeklinde olacak, ayrıca mümeyyizler huzurunda bazı konularda sözlü imtihan yapılacak.
15. Bu okuldan geleceğin ahlâklı, faziletli, doğru ve dürüst, bilge, fedakar, vatansever, temiz, şeffaf politikacıları, idarecileri, büyük bürokratları, gerçek aydınları, büyük düşünürleri çıkacak.
Benim yukarıda anlattığım böyle okullar olmazsa Türkiye’nin işi zor, geleceği karanlıktır.
Hayal mı diyorsunuz?
Sultan Abdülhamid zamanında Galatasaray Lisesinde
günlük namazlar,
okulun camiinde cemaatle kılınırdı.
Birincisi, öldürücü veya ağır şekilde hasta edici mikropları silah haline getirip
İkincisi:
Çok şükür şu anda mikrop savaşları yok. Tarihte en korkunç mikrop savaşını 13’üncü asırda Moğollar Cenevizlilere karşı yapmıştır. Karadeniz’in kuzeyindeki Kefe şehri Cenevizlilerin bir ticaret merkeziydi.
Cenevizliler öldürücü hastalıktan gemilerine binerek kaçtılar. Ne yazık ki, vebayı da İtalya’ya götürdüler. Oradan Avrupa’ya yayıldı ve kıt’a nüfusunun üçte biri veya yarısı feci şekilde öldü.
Adı üstünde bu bir teoridir, yani var sayılan, öyle olduğu iddia edilen, fakat kesin şekilde ispat edilmemiş bir açıklama şekli… Darvinistler, Marksistler, ateistler, agnostikler bu teoriyi mutlak bir gerçekmiş gibi çocuklara ve gençlere öğretirler. Amaç, yeryüzünde hayatın nasıl başladığı, bugünkü şekline nasıl geldiği değildir; çocukları, gençleri Allahsız yapmak, materyalist yapmak, İslâm’dan uzaklaştırmaktır.
Darwin’in ortaya attığı teori çoktan iflas etmiş, onun yerine Neo-Darvinizm teorisi getirilmiştir. O da tutarlı değildir. ABD’de on yıllardan beri Evrimcilerle Yaratılış inancı ve teorisi taraftarları arasında mücadele vardır.
Bizde bir kısım
, resmî ideoloji meftunları, ateistler, militan dinsizler
yüzde yüz doğru, mutlak, kesin bir gerçekmiş gibi göstermeye çabalar ve karşı çıkanları
olmakla suçlar.
Evrim teorisini çocuklara ve gençlere Allahsızlık, dinsizlik, materyalizmi desteklemek için okutmak ve öğretmek bir tür terördür.
Buna kimsenin hakkı yoktur. İnsanları ve Evrendeki her şeyi Allah yaratmıştır. Allah’ın başlangıcı ve sonu yoktur, O Kadim ve Bakidir.
Maddenin kadim
olmadığı biliniyor. Madde bundan şu kadar milyar yıl önce ortaya çıkmış, yani yaratılmıştır. İslâma, Kur’âna, Sünnete göre insan bir yaratıktır ve bir Yaratıcısı vardır. Buna aykırı bütün iddialar, inançlar küfürdür, yani apaçık bir gerçeği örtmek ve gizlemektir.
Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta da yaratılış inancı vardır. Bütün Müslümanlar, bütün din sahipleri, bütün yasal yollarla Evrim teorisiyle mücadele etmeli, bu bilim, akıl, vicdan dışı ideolojiyi red ve tekzib etmelidir.
Bizim gayr-i millî eğitim sistemimizde (veya sistemsizliğinde) sadece biyoloji derslerinde değil, edebiyat, tarih, felsefe ve sosyoloji derslerinde de ilim dışı, akl-ı selim dışı, vicdan dışı hezeyanlar ve hurafeler sanki birer mutlak gerçekmiş gibi okutulmaktadır.
Birkaç örnek vereyim:
1.
Bu iddia tamamen hezeyandır. Bugün Almancada en az 30 bin yabancı kelime vardır. Benim özel kütüphanemde Fremdwörterbuch adlı bir lügat kitabı var, Almancadaki yabancı kökenli kelimeler sözlüğü. Bunlar atılırsa ne olur? Almanca fakir, ifadesiz, zayıf, zenginliğini yitirmiş ilkel bir dil haline gelir… Fransızca lisan hazinesinin yarısı Latince kelimelerden türetilmiştir. Bunları atarsanız ne olur. Fransızca diye bir şey kalmaz. Binaenaleyh Türkçemizdeki Arapça, Farsça ve diğer dillerden alınmış kelimeler büyük bir zenginliktir. Bunları atmak bir kültür ve medeniyet cinayeti ve kırımı olmuştur.
2. Okullarda yakın tarihimiz ve genelde bütün millî tarihimiz yanlış ve eksik okutuluyor. Tarihî bilgi diye bir sürü yalan, safsata, hurafe genç dimağlara aşılanıyor. Mesela laiklik konusunda doğrular söylenmiyor.
1923’te Cumhuriyetimiz kurulduğu zaman, Anayasa’nın
ikinci maddesinde
yazılıydı, İstanbulda Dolmabahçe sarayında
vardır.
Okullarda İstiklal savaşımız da doğru dürüst okutulmamaktadır. İtalyada Faşist iktidar zamanında, Almanyada Nazizm devrinde, Sovyetler Birliğinde Stalin canavarı yıllarında, Yugoslavyada Tito saltanatı esnasında
O rejimler yıkıldı, bu baskılar sona erdi.
Tekrar ediyorum:
Darwin’in çıkarttığı şekliyle Evrim teorisi çoktan iflas etmiş boş bir teoridir. Onun yerine çıkartılan Neo-Darvinizm de tutarsız, ispat edilmemiş bir teoridir.
Okullarımızda birkaç yüz kelimelik arı duru, canına okunmuş, sadeleştirilmiş, kuşa çevrilmiş öz Türkçe değil; zengin edebî ve kültürel Türkçe okutulmalı ve öğretilmelidir. Eğitim sistemimiz Sabataycıların, Moiz Kohen Tekin Alp’lerin, Agop Dilaçar’ların
etkisinden kurtarılmalı ve gerçekten millî bir eğitim haline getirilmelidir.
Okullarda tarih diye balığın tırmandığı kavak maval ve masallarına son verilmelidir. Biyoloji derslerinde Evrim teorisi anlatılamaz mı? Elbette anlatılır ama mutlak bir gerçek olarak değil, iflas etmiş, geçersiz, hurafe bir teori olduğu söylenerek…
Buyursunlar, safsata ve demagoji yapmamak şartıyla tutarlı cevaplar versinler. Mesela, 70 milyonluk bir halkın atalarının mezar taşlarını okuyamayacak kadar cahil bırakılmasının
iyi bir şey olduğunu ispat etsinler.
On binlerce kargacık burgacık şekille yazılan ve okunan Çincenin, Çinin ilerlemesine engel olup olmadığı konusundaki yüksek ve parlak fikirlerini beyan etsinler.
Bana gerici demekle, çağdışı demekle neyi ispat edecekler? Çağdışı olduklarını, yobaz olduklarını, hurafe olduklarını, berbat bir ideolojiye din gibi inandıklarını mı ispat edecekler?
İdeal İmamHatipli genç nasıl olur, İslâm’ın Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat kıstaslarına göre sıralamak istiyorum:
1. İtikadı sahih olur. Kendisinde inançla ilgili hiçbir bid’at ve aykırılık olmaz. İcazetli ulemânın ve fukahanın telif ve tasnif etmiş olduğu akaid kitaplarındaki bilgileri öğrenir, kabul ve tasdik eder… Allah’a kesinlikle noksan sıfatlar izafe etmez. İtikat konularında
veya
inanç önderi olarak benimser.
2. Beş vakit namazı cemaatle kılar. Normal lisede okuyan bir Müslüman gencin namaz kılmaması bir ayıp ise, imam hatipli Müslüman gencin kılmaması bin ayıptır. İzninizle şu hususu da belirtmek isterim: Bütün imam hatip mekteplerinde beş vakit namaz
okul imamının ardında cemaatle kılınmalıdır. 1908’e kadar Türkiye’nin en parlak lisesi olan Galatasaray Sultanîsinde
namazlar böyle cemaatle kılınırdı. Namaz kılmak, cemaate katılmak ihtiyarî
değildi, mecburî idi. Hem imam hatipte öğrenci, hem de namaz kılmıyor. Ben olsam böylesini okuldan atarım.
3. İmam hatip öğrencisi Kur’ân, Sünnet, İslâm ahlâkıyla mütehallîdir (ziynetlidir). Onbeş yaşında bir imam hatipli, yirmi beş yaşındaki bir insan kadar ciddî, olgun, ağırlıklıdır. Onda gevezelik, zevzeklik, şımarıklık, cıvıklık olmaz. İslâm’ın kazandırdığı bir vakar ve asalet örtüsüne bürünmüştür. Yirmi tane liseli genç bir arada, bunların dördü imam hatipli… Baktığınız zaman, onların hangisinin imam hatipli olduğunu hallerinden anlamalısınız.
4. İmam hatipli gençler, gece gündüz ilimde, irfanda, ahlâkta, marifette kemâl bulmak için çalışırlar. Zaruret olmadıkça tatil yapmazlar, dinlenmezler.
5. İmam hatipli gençler, bugünkü tedrisat programı yetersiz olduğu için dışarıdan paralel ve alternatif ders alırlar, eğitim görürler. İlim ve irfan sahibi üstadları bulurlar, önlerinde diz çökerler, âli, â’li ilimleri, faydalı ve müsbet kültürü adamakallı tahsil ederler.
6. İmam hatipli gençler, geleneksel İslâm sanatlarından birini de mutlaka öğrenmelidir. On kadar sanat ismi veriyorum: Hüsn-i hat, Tezhip ve süsleme… Ebru… Edirnekâri tahta işleme… Ahşap üstüne dağlama sanatı… El dokuması kumaşlar üzerine ahşap kalıplarla ve doğal boyalarla yazmacılık… Sedefkârlık… Elyapımı kağıt… Aherleme… Porselen, seramik, çini, çömlek sanatı… Daha çok sanatlar var…
7. İstidadı olan imam hatipli gençler, fotoğrafçılık, (Şeriata aykırı olmamak şartıyla) ressamlık gibi sanat dallarına da yönelmelidir.
8. İmam hatipli gençlerimize mutlaka çok iyi derecede Arapça öğretilmelidir. Yarım yamalak Arapça ile Zeyd ile Amr’ın kavgasıyla hoca olunmaz.
9. İmam hatipli gençler, fikir kitaplarını okuyacak, fikrî tartışma yapacak derecede İngilizce bilmelidir. İleride içlerinden bazısı İngilizce düşünce ve kültür kitapları yazacaktır.
10. İmam hatipli gençler zengin, edebî, yazılı Türkçeyi (Osmanlıcayı) mükemmel şekilde bilmelidir. Bunun ölçüsü de şudur:İslâm harfleriyle yazılmış bir Fuzulî divanı gencimize verilecek, içinden bir gazel ve kaside seçilecek, bunu oku ve metin şerhi yap denilecek. O da hiç aksamadan, duraklamadan mükemmel şekilde okuyacak, şerh edecek…
Adam yetiştirmede önemli olan kemmiyet değil keyfiyettir.
Yazımı bitirirken, İstanbul’un yakın tarihteki camii imamlarından merhum Necmeddin Okyay Efendinin özelliklerini sıralıyorum:
(1) Camii derslerine devam ederek ilim tahsil etmiş ve icazet almıştır. (2) Arapça bilirdi. (3) Farsça bilirdi. (4) Çok iyi edebî Osmanlıca bilirdi. (5)Bu üç dilde aruzla ve ebced hesabıyla tarih düşürürdü. (6) Tasavvuf neşesi vardı. (7) Ta’lik hattının büyük üstadıydı. (8) Ebruda ve bilhassa çiçekli ebruda üstaddı. (9) Millî sanatımız okçulukta üstaddı. (10) Ok ve yay yapardı. (11) Harikulâde ve şahane Osmanlı ciltleri yapardı. (12) Bahçesinde dörtyüz çeşit gül yetiştirir ve hepsinin Latince isimlerini ezbere bilirdi.
Camii imamı dediğin böyle olmalı…
Türkiye’nin birinci meselesi eğitimdir. Bugünkü eğitim sistemi bozuktur, yetersizdir.
Halkımızın büyük çoğunluğu Müslümandır. Halkımıza, millî kimlik ve kültürümüze, tarihimize uygun bir eğitim gereklidir.
Bugünkü şartlarda kurulamaz ama ileride mutlaka mükemmel İslâm mektepleri kurulmalıdır. Bu mektepler:
ve
olarak iki kategoriye ayrılacaktır.
Bu yazımda mümtaz İslâm mektepleri hakkında bazı fikir ve görüşleri arz edeceğim.
1. Alınacak öğrenciler zeka testinden geçirilerek,
2. Ayrıca zeka türü açısından da teste tabi tutulacak,
alınmayacaktır.
3. Karakter testi yapılacak,
alınmayacaktır.
4. Çocukların
araştırılacaktır.
5. Zeka, akıl, karakter bakımından yetersiz öğrenci alınırsa mektep açılmadan batırılmış olur. (
6. Okulda zengin Osmanlıca, Arapça, İngilizce, Farsça mecburî olarak okutulacak, ayrıca seçmeli diller de isteyen öğrencilere öğretilecektir.
7. Üç yabancı dilde fikir ve kültür kitaplarını anlayarak okuyamayan, yine üç dilde yazı yazamayan öğrencilere kesinlikle diploma verilmeyecektir.
8. Mümtaz İslâm Okulu karma okul olmayacaktır.
9. Bilgi ve kültürün yanında mutlaka ahlâk ve karakter terbiyesi verilecektir.
10. Öğretmenleri Türkiye’nin değil, dünyanın en iyi, kaliteli, uzman örnek öğretmenleri olacaktır.
11. Yatılı öğrenciler
Gündüzlü öğrenciler, ders saatleri içindeki namazları yine hep birlikte cemaatle kılacaktır. Namaz kılmak istemeyen öğrencinin okulla ilgisi kesilecektir.
12. Bu okul İngiltere’deki
olacak ve İslâm dünyasından seçme öğrenci kabul edecektir.
13. Okul müdürü gayet kültürlü, çok karizmatik üstün bir eğitimci ve idareci olacaktır.
14. Öğrenciler ders saatleri dışında geleneksel el sanatları, faydalı hobiler ile meşgul olacaktır.
15. Bu okulda
okutulacaktır.
verilecektir.
16.
Bu dersleri ehil ve Sünnî hocalar verecektir. Bilhassa
okutulacaktır.
17. Okulun
aylık ciddî bir dergisi olacaktır. Bu derginin bir kısmı İslâm yazısıyla, bir kısmı Latin yazısıyla olacaktır.
18. Okulda sanat ve sanat kültürü dersleri verilecektir.
19. Ahlâka aykırı işler, edepsizlik yapan öğrenciler, gözlerinin yaşına bakılmaksızın tard edilecektir.
20. Bu okuldan
yetişip hizmet edecektir.
Bazıları bütün bunlar için hayal diyecektir. Desinler…
Türkiye bugünkü ilköğretim okullarıyla, bugünkü liselerle, bugünkü
ve selamet sahiline çıkamaz. Bir İslâm toplumu
ve yücelir. Hem İslâm’ı, hem çağı yakalamış vasıflı ve müessir bir eğitim.
Vefatının kırkıncı senesinde
tertipleyen ve hacmi küçük olmakla birlikte muhtevası büyük bir kitap kadar kıymettar
, bu hizmetleri yürüten daire başkanı
beye teşekkür ve minnetlerimi takdim ediyorum.
Merhum Mahir hoca hakkında keşke şöyle kalıcı bir hizmet daha yapılabilse:
Hocanın değerini, menkabelerini, ahlâk ve faziletini, bize örnek ve model olması gereken özelliklerini, hizmetlerini, adam yetiştirmesini anlatan yüz sayfalık küçük bir kitap hazırlansa, her baskısı on bin adetten az olmamak şartıyla basılsa, birkaç sene içinde tirajı yüz binlere, hatta milyona ulaşsa, okuyanlar aydınlansa, ibret alsa, bu kitapçık gençliğe yol ve yön gösterse… Bu kitapçığı mütalaa edenler ilim irfan, ahlâk fazilet, ihlas mürüvvet neymiş; vasıflı bir öğretmen nasıl olurmuş, İslâm’a nasıl hizmet edilirmiş, nasıl adam yetiştirilirmiş öğrense… Ne iyi olur değil mi? Bizde böyle hizmetler niçin yapılmıyor?
Sadece Mahir bey için değil, yakın tarihimizin, Müslüman kütleler tarafından yeteri kadar bilinmeyen ve değerlendirilmeyen yirmi beş kadar şahsiyeti için de böyle hizmet kitapları çıkartılmalıdır. Ali Fuat Başgil…Nurettin Topçu…Hasan Basri Çantay…Celalettin Ökten Hoca… Ömer Nasuhi Bilmen…Necmettin Okyay… Süheyl Ünver… Muallim Cevdet…Eşref Edib…ve daha on beş yirmi kişi…
Merhum üstad Muallim Mahir İz Hocadan söz açıldığında, hatıra ilk gelen şeyin
olması gerekir.
Türkiye’de çeşitli sıkıntılar, krizler, aksaklıklar, dertler içinde yaşıyoruz, yahut sürünüyoruz. Bunun birkaç ana sebebi vardır ve bunların başında da eğitim sistemimizin son derece düşük, menfi ve kalitesiz olması, çocukları ve gençliği iyi yetiştirememesi, yetiştirmekten geçtim, bozması gelir.
Bizde eğitim denilince akla öncelikle beton okul binaları ve dershaneler gelir; sıralar, kara tahtalar, yatılı okulun yatakhaneleri…
Eğitim sistemini tartışmayız. Bugünkü Tevhid-i Tedrisat sistemi okullarının binaları Çırağan sarayı gibi olsa, öğrenciler akaju ağacından mamul sıralarda otursa, zemin en pahalı granit ile kaplı bulunsa sanki eğitim düzgün ve kaliteli mi olacak?
Eğitimi eğitim yapan her şeyden önce sistemdir. Bir İslâm ülkesi olan Türkiye’miz
üzerine müesses
Merhum Mahir Hoca millî kimlik, kültür ve medeniyetimize uygun eğitimin en başarılı üstadlarındandı.
Artık bundan sonra yeni bir Mahir İz gelir mi, bu hususta çok şüpheliyim.
Artık ne Osmanlı Medinesi var, ne Osmanlı kadısı, ne de Şeyhülislâm…
Lakin bu memlekette bir Tevhidî eğitim sistemi kurulabilir; ülkenin en kabiliyetli, istidatlı, ruh asaletine sahip, ahlâklı, faziletli çocuklarının bir kısmı öğretmen ve eğitimci yetiştirilir ve ülke hak yolda yüceltilebilir.
Bendeniz Mahir Hoca’nın okul öğrencisi olmadım. Kendisiyle liseyi bitirdikten sonra 1952’de tanıştım. Üstad ile tanışmam hayatımın dönüm noktalarındandır.
Mahir bey kimdi?
1. O vasıflı bir Türkiyeli idi. İnançta, düşüncede, kültürde, amelde vasıflıydı.
2. Vasıflı bir Müslümandı.
3. Çok vasıflı bir öğretmendi.
4. Övgü edebiyatı yapmıyorum, gerçekten yüksek ahlâk, karakter, fazilet sahibi idi.
5. Bir hizmet insanı idi.
6. Yüksek bir âileye mensuptu. Aynı zamanda ruh asaletine sahipti.
Bu kadar vasfa bir arada sahip olmak her fâniye nasip olmaz.
Mahir beyin özelliklerinden biri de
idi. Yakın tarihimizde iyi Türkçe bilenlerin belki de sonuncusu, hâtemi idi. Hepimiz Türkçe biliyoruz yazıyoruz ama onun Türkçe bilgisi başkaydı. 1950’li yıllarda Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesinde okurken,
‘ye elden teslim etmem için bir mektup vermişti.
Emekli olduktan sonra avukatlık yapıyordu. Mahir beyin mektubunu götürüp kendisine verdiğimde okumuş ve kıraatini bitirdikten sonra
demişti.
Onda zerre kadar kibir, gurur, kendini beğenmek, nefsini yüceltmek görülmemiştir.
Ehl-i Sünnet itikadında, beş vakit namazını kılan, ahlâk-ı hamîde sahibi bir zat idi.
Anne ve baba tarafından
Bunu nice yıllar sonra öğrenmiş bulunuyoruz.
Onun en büyük kerameti, İslâm’a karşı olan
idi, medenî bir Müslümandı. Bedevîlik onun yakınından geçmemiştir.
Yine kimse bilmezdi, her ay maaşını alınca
Böylece zekâtını da peşinen ödemiş olurdu.
Bendenizde hiçbir şahsî fazilet yoktur. Fazilet gibi görünen bazı kırıntılar, merhum ve mağfur üstadlarımın, hocalarımın ve büyüklerimin faziletlerinin akisleridir.
Mahir İz bey gibi değerli muallimler
genç nesillere tanıtılmalı, onların menkabeleri anlatılmalı, gençlerin onları örnek ve model almaları sağlanmalıdır.
Âhir zaman fitnelerinin en büyüğü, paranın put haline gelmesi, şaşırmış insanların ona tapınmalarıdır. Nefs-i emmâre ihtirasları, benlik, riyâset sevgisi, çeşit çeşit çılgınlıklar Ümmet-i Muhammed içinde büyük tahribat yapmaktadır.
Herkes ibret alıp düzelmese bile, düzelenler olacaktır.
Üstad
nun, Mahir beyin vefatına dair yazdığı tarihli manzumesindeki şu mısralar onu tasavvuf boyutu hakkında bizi aydınlatmaktadır:
“Âşıktı Resûl-i Kibriya’ya, Bâ-hürmet-i hubb-i Âl ü Evlâd
Merbut idi Şah-ı Nakşbend’e, Görmüştü halîfesinden imdad”
İslâm’a ve Müslümanlara hizmet etti, fâni dünyayı bırakıp gitti.
Hüda-yı Lemyezel kabir rahatlığı ve âhiret saadeti ihsan buyursun. Ruhu şâd olsun.
Merhum Mahir beyle ilgili bazı küçük notlar, hatıralar:
Mahir bey
insan yetiştirirdi.
Bendenizi bir gün
götürmüştü. Fuad Şemsi bey başlı başına yaşayan bir tarihti, evi müze gibiydi. Ya Rabbi, ülkemize yeniden öyle büyük ve her biri tek başına bir ümmet olan şahsiyetler gelir mi?
Bir gün Kanlıca’da yol kenarında bir kahvede yoğurt yiyorduk.
Mahir bey onu tanıdı, selamlaştılar, ayak üstü biraz konuştular. Bıçakçı doğulu bir vatandaştı. Gittikten sonra Mahir bey
demişti.
Yazların bir kısmını Kanlıca’da ablasının köşkünde geçirirdi. Salı günleri sohbet olurdu:
Celal hoca yaz aylarında Kanlıca ile Çubuklu arasındaki harap bir köşkte otururdu. Köşkte elektrik yoktu. Göçmesin diye orta sofanın tavanına kocaman bir direk dikilmişti. Celal efendi haftalar boyunca
duyanlar koşup gelmiş, dinleyenlerin sayısı artınca korkup dersleri kesmişti.
Hoca beni
aralığında yazın İstanbul dondurması, kışın sahlep satan Arnavut’a götürmüştü. İstanbul dondurması tarihe karıştı…
Kitap sevdiğimi bildiği için bir gün üşenmemiş, beni Bakırköy’de eski bir eve götürmüştü. Ev sahipleri ile bir şeyler konuşmuş, sonra alt kata indirmiş, oradaki eski kitaplardan istediğimi alabileceğimi söylemişti. Bir kenarda bir yığın tesbih vardı. Tesbih seç onları da al demişti. Balık dişi 99’luk bir tesbih almıştım. Kitaplar merhum
beye aitmiş…
Hocayla Üsküdar Kuruçeşme’de oturduğu,
tanışmıştım.
Bendenizi yetiştirmek, faydalı olmak için hayli mektup yazmıştır. Bunlar kaybolmadıysa, evrak yığınlarının içinden çıkarsa inşaallah aynen fotoofset usulüyle yüz nüsha bastırmayı düşünüyorum. Belki merak edip yararlanan olur.
Hocanın kayınpederi
Osmanlıcayı ve İngilizceyi çok iyi bilen kültürlü bir İstanbulluymuş.
Bir gün Konya Lezzet lokantasında yemek yiyormuş. Yan masadaki iki İngiliz, vişne hoşafı içerken çekirdekleri çıkartmasını beğenmeyip kendi aralarında İngilizce tenkit etmişler.Muhyiddin bey duymuş, edebî bir İngilizce ile onları fırçalamış. Mahcup olmuşlar, kalkıp eline sarılmışlar.
İmam-Hatip okullarının gerçek İslâm mektepleri olabilmesi için bazı zarurî (zorunlu) şartlar vardır. Bu şartlardan biri olmazsa, tam İslâm mektebi olamazlar.
Birinci şart: Bu okulların hepsinde Ehl-i Sünnete uygun sahih itikat okutulmalıdır. Hiçbir reformcuya, dinde değişim ve yenilik isteyene, Fazlurrahmancıya (Tatiliye mezhebi), Vehhabîye, Selefiyeciye, diyalogcuya ve diğer bid’at fırkalarına mensup kimseye bu okullarda öğretmenlik yaptırılmamalıdır.
İkinci şart: Ders saatleri içinde hangi namaz vakti giriyorsa o namazlar BÜTÜN öğrenciler tarafından okul camiinde, okulun resmi imamının arkasında cemaatle kılınmalıdır. Namaz kılmayan ve cemaate katılmamakta direnen öğrencilerin okulla ilişiği kesilmelidir.
Üçüncü şart: İmam-Hatip okullarında kız erkek karışık öğrenci okutulmamalıdır.
Dördüncü şart: İmam-Hatip okulu talebelerinin okul dışında, Müslümanlığa yakışmayacak tavır,
hareket ve davranışları takip edilmeli, gereken uyarılar yapılmalıdır. Bu uyarılara uymayanlar, gerekirse tard edilmelidir.
Beşinci şart: Okullarda bilhassa usul-i fıkıh ve fıkıh derslerine ağırlık verilmelidir.
Altıncı şart: Bütün öğrencilerin imamlık yapabilecek kadar düzgün kıraate ve yeterli fıkıh bilgisine sahip olması gerekir.
Yedinci şart: İmam-Hatip öğrencileri İslâm ahlâkı konusunda bütün gençliğe model ve örnek olacak
şekilde yetiştirilmelidir.
Sekizinci şart: İmam-Hatip talebelerine doğru dürüst Arapça öğretilmelidir. İmam-Hatip diploması almış, elif’i mertek zannediyor, böyle rezalet olur mu?
Madde olarak yazmıyorum, İmam-Hatip öğrencileri namazın edeplerinden olan imame veya takke ile namaz kılmalıdır. Öyle İmam-Hatip mezunları görüyorum ki, ne beş vakit namaz kılıyor, ne Cumaya gidiyor. Bu ne biçim İmam-Hatip tahsilidir.
Lütfen, çok rica ediyorum ucuz ve gereksiz itirazlarda bulunmasın kimse. Bendeniz, İmam-Hatip mekteplerine esastan muhalif değilim. Onların gerçek İslâm mektepleri olmasını istiyorum. Bu bir suç mudur, bir kabahat midir, kötü bir istek midir? Yukarıda yazdığım maddelerin hangisinde Ehl-i Sünnete aykırı bir husus vardır?
İmam-Hatipli kız öğrencilerin rengârenk, dikkati çeken başörtüler takmaları doğru değildir. Sade,
parlak olmayan bir renkte başörtü olabilir. İmam-Hatiplerde mutlaka Osmanlıca okutulmalı, gençler anadilimizin edebiyatını iyi bilmelidir.
Bu devirde, bilhassa gençlerde, şu üç konuda büyük yetersizlik görülüyor:
Dikkatler dağılmış vaziyette, dikkatin ne olduğunu bilmek için psikoloji okumuş olmak gerekir.
Hiçbir şeye dikkat edemiyor. Hafıza derseniz son derece silik ve dağınık.
Adamcağız bendenize
diyor. Sen yirmi yıl
yazımı oku ve ismimin
olduğunu bilme, olacak şey değil. Galata köprüsünden şimdiye kadar binlerce defa geçmiş, geçmiş ama Süleymaniye Camiinin kaç minaresi olduğunu bilmiyor.
Millette merak diye bir şey kalmamış. Atina’ya turistik bir seyahat yapıyor, orada üç tam gün
kalıyor ve
ziyaret etmiyor. Ya Rabbi bu ne korkunç meraksızlıktır.
İstanbul’un kıyı kenar bir semtinde
vardır. Mimar Sinan’ın bambaşka bir üslupla inşa ettiği harika bir sanat ve mimarlık eseridir. Türkiye Müslümanları yeteri kadar medeni olsalardı, her gün oraya gruplar halinde gider, seyrederlerdi.
Mimarlık sanatı bakımından değerli ve üstün olan bir camiye, bir binaya, bir köprüye bakmanın onu doya doya, derin derin seyretmenin stres giderici, şifa verici bir tesiri olduğunu duymuş muydunuz? Böyle bir şifa herkese nasip olmaz. Değerini bilerek, anlayarak, idrak ederek seyredeceksiniz; bakışlarınız size zevk ve haz kazandıracak.
Bundan on beş sene kadar önce Dolmabahçe Sarayında bir tarihî hilyeler sergisi açılmıştı. Serginin tertipçisi Turgay Bey, üzüntülü ve şikâyetçiydi, “Müslüman kesimin kodamanlarından, üst tabakasından, güçlülerinden hiç kimse gelmedi” diyordu.
Çirkin bir bina insanın içini karartır, biz bunun da farkında değiliz.
İçindeki bilgiler faydalı, güzel bir kitap düşününüz. Kağıdı sanatlı bir kağıt, hurufat karakteri o da sanatlı, cildi bir harika, yan kağıdı nefis bir ebru, insan bu kitabı okurken hem muhteva (içerik) hem şekil dolayısıyla birkaç çeşit zevk duyar. Avrupa’da kitapseverler için böyle lüks ve orijinal baskılar yapılıyor, numaralanıp meraklılarına satılıyor. Bizde merak yok ki, böyle kitap basılsın, satılsın…
Hafızasızlık niçin bu kadar yaygın?
1. Harama çok bakılıyor, harama bakmak
yol açar.
2. Çok haram yeniyor.
3. Toplum
oldu. İnsanlar unutmamak için bazı bilgileri defterlere yazmıyor. Medenî toplumlar aynı zamanda yazılı toplumdur. Yazılması gereken şeyi yazarlar, not ederler.
Dikkat, merak ve hafıza eğitimle güçlendirilir ve geliştirilir. Bizde böyle bir eğitim yok.
Türkçenin arı, duru, sade suya tirit, öz, yozlaşmış, erozyona uğramış bir dil haline gelmesi, kültürümüze, bu arada dikkatimize, merakımıza, hafızamıza büyük zararlar verdi.
miydi acaba, kudemadan bir zatın Osmanlı edebiyatından
okumuş veya duymuştum.
1950’li yıllarda gazetelerde köşe yazısı kaleme alan eski muharrirler, fıkralarını
Çünkü onların hafızasında böyle yüzlerce beyit, mısra, kıt’a vardı.
Geçen sene bir İmam-Hatip talebesi gördüm, Ziya Paşa’nın terkib-i bend ve terci-i bendini ezberlemişti. Bu öğrencinin bir ikincisinin çıkacağını hiç sanmam.
Müslümanlar bu konularda nasıl eğitilebilir?
Bunun için gerçekten ehliyetli ve uzman öğretmenler ve üstadlardan ders almak gerekir.
On genç bulacaksınız, bir minibüse bineceksiniz, İstanbul’un tarihî suriçi bölgesini gezip dolaşacaksınız. Ana caddeleri değil, ara sokakları, kenar semtleri…
İstanbul hazinelerle doludur da haberimiz yok… Sultanahmet Camiini bilmeyenimiz yoktur. O anıt bina hakkında ne biliyoruz? Bilinmesi gerekenlerin binde birini biliyoruz. O ulu camii, uzman bir üstad nezaretinde gezilecek, on gençten üçünde istidat yoksa, ikinci geziye onları almayacaksınız.
Bizim on kişilik kafilenin kütüphanelere, mücellitlere, hattatlara gidip bilgi alması, aydınlanması gerekir.
Kültürlü Müslüman bunları hep bilecektir. Efendim ben tıpta okuyorum, bunlar bana lazım değil, diyenin aklına şaşarım.
Rahmetli hezarfendi, on parmağında on hüner vardı.
Meraklı olsunlar, dikkatli olsunlar, güçlü bir hafızaya sahip olsunlar.
Önce selam ve hürmetlerimi sunar, hatırınızı sorar, sıhhat, selamet ve hayırlı başarılar diler, dualarınızı beklerim.
Sizi çok rahat, çok mutlu, kendinizden çok emin, çok bahtiyar gördüğüm için aşağıdaki uyarılarımı bilginize sunmayı uygun gördüm.
İslâmi bir cemaate, tarikata, gruba, kliğe, fırkaya, hizbe mensup olmak kişiye otomatik olarak bir üstünlük, fazilet, rüçhan sağlamaz.
Mademki üniversitede okuyorsunuz. Aşağıdaki üstünlükleri ders alarak, çalışıp çabalayarak kazanmanız gerekir.
* Bunların birincisi edebi ve yazılı kültür Türkçesi bilmektir. Bunun için ehliyetli üstatlardan özel Osmanlıca, edebiyat-ı Osmaniye dersleri almanız gerekir.
* Sonra bu devirde her kültürlü insan İngilizce bilmelidir. Garson veya resepsiyon memuru İngilizcesi değil, kültür İngilizcesi.
* Tarikat mensubu bir Müslüman olmanız hasebiyle sizin Arapça bilmeniz de şarttır.
* Sonra, siz bir taşra veya kırsal kesim çocuğusunuz. Bu bir ayıp değildir ama olgun, vasıflı ve kültürlü bir Müslüman olmanız için medeni terbiye, görgü ve edeb de sizin için şarttır. Bir misafirliğe gittiniz ve herkesin içinde çatır çatır el parmaklarınızı çıtlatmak istiyorsunuz. Bunun çok ayıp olduğunu bileceksiniz ve yapmayacaksınız. Daha böyle yüzlerce, hatta binlerce incelik var öğrenmeniz gereken.
* Şeriatsız tarikat olmaz. Ehl-i Sünnet hocalarından akait, fıkıh, kelam, tefsir, hadis dersleri almalısınız.
* Şimdiki gençliğin dikkat, hafıza, merak melekeleri pek zayıf… Bu konuda da ehliyetli öğretmenlerden ders alınması gerekir.
* Mimarlık, şehircilik, dekorasyon, sanat giyim kuşam dersleri.
* Nasıl yemek yenir dersleri… Evet bu çok lüzumludur. Lokantaya gittiniz yoğurtlu İskender kebabı ısmarladınız. Garson ne içersiniz diye sordu, ayran dediniz. Yanında bir de cacık… Olmadı bu!..
* Tarikata girmişsiniz, tasavvuf dersleri al diyeceğim ama onun dersi olmaz. Tasavvuf yaşanarak öğrenilir.
“Benim şeyhim gerçek şeyh, zamanın kutbu, öteki şeyhler sahte şeyh… Benim tarikatim gerçek tarikat, öteki tarikatları bırak…” diyenlerdensen, vah sana!..
* Bilgileri ezberlemen ve hayata uygulaman şartıyla yirmi saatlik bir komşu ve vatandaşlık hakları kursuna tabi tutulman da icap eder.
* Liste bitmiyor… Mürüvvet dersleri alman da gerekir. Mürvet Teyze değil, mürüvvet… Mürüvvet nedir bilmiyor musun? Ne büyük noksan!..
* Fütüvvet dersleri almanız şarttır. Aksi takdirde olgunlaşamazsınız.
Evet, kemal bir gruba dahil oluvermekle elde edilmez. Yıllar boyunca faydalı nice ilmi ehliyetli üstatlardan tahsil etmek gerekir.
Bunlar sadece faydalı kitap okumakla elde edilemez. İlle de bir üstattan, bir mürşidden, bir rehberden tederrüs ve teallüm etmek gerekir.
Sizi üzdüysem afv buyurmanızı istirham ederim.
Doğru inançlar ve bilgiler… İYİ işler, davranışlar, hareketler… GÜZELLİK, SANAT, ESTETİK… Doğru… İyi… Güzel… Ülkenin eğitim sistemi bu üç şey, yani doğru, iyi ve güzel üzerine oturmamışsa o ülkede işler hiçbir zaman iyi gitmeyecektir.
Bizim eğitim sistemimiz hangi temeller üzerine kurulmuştur? Şu üç değer üzerine kurulmuştur:
* Resmî ideoloji yani Kemalizm üzerine. Kemalizm nedir? M. Kemal Paşa’nın ölümünden sonra, vesayet rejimini ayakta tutmak için oluşturulmuş bir ideolojidir. Hattâ ideoloji bile değildir.
* Laiklik üzerine. Bizde laiklik yoktur, laikçilik vardır. Laiklik, insan hakları beyannamelerinde ve sözleşmelerinde yer alan temel bir hak veya vazife veya evrensel bir değer değildir.
* Bugünkü Batı medeniyetinin gerçek medeniyet olduğu hurafesi üzerine.
Okullarımızda öğrencilere, medenî ülkelerde olduğu gibi yeterli miktarda kültür ve bilgi verilebiliyor mu? Verilemiyor. Genç nesillere ana dillerinin edebiyatı öğretilebiliyor mu? Hayır. Tarihleri öğretilebiliyor mu? Hayır. Mantık ve felsefenin diğer şubeleri öğretilebiliyor mu? Hayır. Peki ne öğretiliyor? Bol bol Kemalist mitoloji öğretiliyor. Biraz cebir geometri, fizik kimya…
Bu fen dersleri yeterli derecede öğretilebiliyor mu? Hayır öğretilemiyor. Lise mezunları üniversiteye girebilmek için çuvalla para ödeyerek özel dershanelere gitmek zorunda kalıyor. Bilgi ve kültür açısından çok yetersiz olan okullarımızda ahlâk ve karakter terbiyesi verilebiliyor mu? Maalesef verilemiyor. Güzellik ve sanat kültürü veriliyor, estetik boyutu geliştiriliyor mu? Hayır.
Bugünkü eğitim sistemimiz 10 üzerinden kaç not alır? Bence kocaman bir sıfır!.. Bu eğitim sistemini ıslah etmek mümkün müdür?.. Mümkün değildir. Ne yapmak lazım?.. Bu sistemi kökten değiştirip yerine millî kimlik, millî kültür ve gerçek medeniyet üzerine oturan iyi bir sistem kurmak gerekir.
Bu dediğin şey yapılabilir mi? Pek sanmıyorum. Müslümanlara özel İslâm mektepleri kurma izni verilse, bugünkü kültür ve zihniyetle gerçek İslâm mektepleri kurulamaz. Ne kurulur?.. Cemaat mektepleri kurulur. Endülüs devleti olacak, Endülüs Müslümanları olacak, çağı da yakalamış olacaklar, o zaman kurulabilir?
İslâm mekteplerinin başlıca özellikleri nelerdir sizce? Günde bir saat ehliyetli ve vasıflı hocalardan Din ve Kur’an dersi. Beş vakit namazın cemaat halinde okul camiinde okul imamının ardında kılınması mecburî olacak. Son sınıfa geldiğinde öğrenci, Fuzulî divanını Osmanlıca nüshasından okuyup, mânasını anlayıp metin şerhi yapabilecek derecede ve seviyede Osmanlıca bilecek.
Mükemmel Arapça ve İngilizce bilecek. Bu iki dilde düşünce kitaplarını okuyup anlayacak, tercüme yapabilecek. Son derece yüksek ahlâk ve karakter eğitimi almış olacak. Estetik, sanat, güzellik kültüründe seviyesi çok yüksek olacak. Okulda Mürüvvet ve Fütüvvet dersi okutulacak. Daha nice mârifetler, hünerler…
Bizde şu anda böyle okullar açacak, bunlarda anlattığım tarzda öğrenci yetiştirecek yeterli miktarda kadrolar yoktur. Filan kardeşimiz çok temizmiş, pırlanta gibiymiş, beş vakit namaz kılıyormuş, Siracüddin Efendi hazretlerine ve cemaatine mensupmuş, haftada iki gün nafile oruç tutuyormuş… Bunlar üstün, vasıflı, güçlü bir pedagog olmanın şartları değildir.
Kemalist rejim tarafından kurulmuş din mektepleri benim istediğim mektepler değildir. Soruyorum: Hangi İmam-Hatip okulunda beş vakit namaz bütün öğrencilerin katıldığı bir cemaatle kılınıyor? Dünyanın üstün, vasıflı, güçlü liseleri listesinin başındaki 10 lise ayarında okullar açmamız lazım.
Bizim bu 10 lisemiz İslâmî olmayan liselerden üstün olmalıdır. Oğlum doktor, mühendis olsun, kızım parlak bir tahsil yapsın ve ileride bol para kazanıp lüks ve konforlu bir hayat sürsünler… Böyle sefil ve rezil bir felsefe ile adam mı yetişir?
Yeni Gazalî’ler, yeni Abdülkadir’ler, yeni Şeyh Şâmil’ler, yeni Salahaddin Eyyubî’ler yetiştirebilmemiz için benim anlattığım İslâm mektepleri olması gerekir.
Bu ülkenin en büyük trajedisi PKK, terör, hukuk ve yargı krizi, kokuşma vs. değildir. En büyük fâcia bozuk eğitim sisteminin çökmüş olmasıdır. Eğitimdeki bozukluk ana sebeptir, diğer bozukluklar neticedir.
Yeni ders yılı başladı, milyonlarca çocuk on binlerce okulda toplandı. Bunlar ne okuyacaklar?
Liseden mezun oldukları zaman doğru dürüst edebî, yazılı kültür Türkçesi öğrenmiş olacaklar mı?
Doğru dürüst tarih bilgisine ve kültürüne sahip olacaklar mı?
Mantık kültürüne sahip olacaklar mı?
Sanat tarihi ve kültürü almış olacaklar mı?
Bilgi ve kültürün yanında ahlâk ve karakter terbiyesi almış olacaklar mı?
Tevhid-i Tedrisat devrimi yapılalıdan bu yana gayr-i millî eğitim sistemimiz Atatürkçü nesiller yetiştirmek, Kemalist ideolojiyi hakim kılmak, homo devrimus’lar yetiştirmek için çırpınıp durdu. Sonunda Türkiye bugünkü hale geldi.
Üç yüz kelimelik bir sokak, çarşı pazar, günlük iletişim Türkçesi öğrenmek için okullara, eğitim sistemine ihtiyaç yoktur. Bu kadar Türkçeyi okuma yazma bilmeyenler de öğrenir, konuşur ve ihtiyacını görür.
Türkiye’nin eğitim sisteminin ana gayeleri şunlar olmalıdır:
(1) Vasıflı Türkiyeliler yetiştirmek. Bilgi ve kültür bakımından vasıflı, ahlâk ve karakter bakımından vasıflı ve estetik/güzellik bakımından vasıflı vatandaşlar…
(2) Türkiye halkının ezici çoğunluğunun Müslüman olduğu ve millî kimliğin ana faktörü İslâm olduğu için eğitim sistemi iyi, vasıflı, kaliteli, güçlü Müslümanlar yetiştirmek zorundadır.
Bizim bugünkü eğitim sistemimiz Batlamyos kozmografyasına benziyor: Ortada resmî Kemalizm ideolojisi… Eğitim ordusu, okullar, milyonlarca öğrenci, ders kitapları bunun etrafında güneş, ay, seyyareler gibi fıldır fıldır dönüyor. Boşa dönüş!..
Kemalizm nasıl bir ideolojidir?
M. Kemal Paşa’nın ölümünden sonra Selanik Dönmeleri ve Benzetilmişler tarafından oluşturulmuş bir ideoloji. Hattâ buna ideoloji bile denilemez.
Dönmeler bu ideolojiyi niçin çıkarttılar?
Hakimiyetlerini ve hegemonyalarını sürdürmek için.
Tevhid-i tedrisat devrimi ile Tevhidî tedrisatı yasakladılar.
Çoğunluğu oluşturan Müslümanlar İslâm medreseleri, İslâm okulları, İslâm maarifi kuramıyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarında eski güçlü öğretmenlerin himmetiyle edebî ve zengin Türkçe öğretiliyor, otuz kişilik sınıfta en az beş öğrenci Fuzulî Divanını, manasını anlamak ve kıraatinden zevk ve haz almak suretiyle okuyabiliyordu.
Eski liselerimizde lise bitirme ve bakalorya imtihanları yapılıyordu.
Eski eğitim sistemimizde test imtihanları değil, kompozisyonlu gerçek imtihanlar yapılıyordu.
1940’lı yılların liselilerini hatırlıyorum: Erkek öğrenciler küçük beyefendi, kız öğrenciler küçük hanımefendi idi.
Dönmeler, hedonistler, millî kültür düşmanları, materyalistler öğretmenlik mesleğinin kadr ü kıymetini ayağa düşürdüler.
Eğitimde keyfiyet ve kalite kavramını kaldırdılar, kelle sayısını öne aldılar.
Daha çok okul, daha çok öğretmen, daha çok öğrenci, daha çok kara tahta, daha çok ders kitabı, daha çok büst, daha çok Atatürk portresi, daha çok Atatürk şiiri…
Sonunda bugünkü yozlaşma ortaya çıktı.
Atalarının Türkçe mezar taşlarını okumaktan aciz cahil nesiller.
En büyük klasik şairimiz Fuzulî’nin Divanını okumaktan ve anlamaktan aciz cahiller.
Mantık kültürüne sahip olmayan milyonlarca sözde okumuş.
Peki bugünkü eğitim düzelir mi?
Teoride mümkündür ama pratikte çok zordur.
Hangi irade ve hangi kadrolar düzeltecek?
Benim bir “İslâm mektebi” projem var. Dört başı mâmur bir okul. Fen bölümü olmayacak… Türkçe, İngilizce, Arapça, Farsça (bu dillerde yayınlanmış kültür kitaplarını kolayca okuyup anlayacak derecede) öğretilecek.
En az on bin kelimelik edebî Türkçe kültürü…
Bu okulda eğitim hem İslâm harfleriyle, hem Latin/Frenk harfleriyle yapılacak.
Kesinlikle test sınavı yapılmayacak, kompozisyon sınavı yapılacak.
Bilgi ve kültürün yanında ahlâk ve karakter terbiyesi verilecek. Bu okulun mezunları fütüvvet ve mürüvvet ahlâkına sahip olacak.
Okulun bütün Müslüman talebesi beş vakit namazı okul camiinde okul imamının ardında cemaatle kılacak. (Sultan Abdülhamid Han-ı Sanî zamanında Galatasaray lisesinde böyleydi!..)
İslâm mektebi dünyanını en kaliteli on lisesi listesinde yer alacak.
Bu okulun mezunlarının hayata atıldıktan sonra rüşvet aldıkları, yolsuzluk yaptıkları, yalan söyledikleri, halkı kandırdıkları, emanetlere hıyanet ettikleri, kara ve kirli servet sahibi oldukları görülmeyecek, duyulmayacak.
Böyle bir okul açılsa acaba öğrenci bulunur mu?
Böyle bir okulu hangi idareciler ve öğretmenlerle yürüteceksin?
Eğitim sistemini düzeltip ıslah edemezse Türkiye’nin geleceği karanlıktır.
İngiltere’deki kolejlerin chapelleri (kiliseleri) vardır ve Büyük Britanya bölümünde öğrencilerin buralarda sabahları toplu olarak ibadet etmeleri 1944’ten beri mecburidir.
Müslüman öğrencilerin çoğunlukta olduğu okullarda kiliselerdeki heykellerin ve tasvirlerin üzerine örtülür ve öğrenciler Kur’an okur, namaz kılar.
Bütün medenî ülkelerin ordularında resmî din görevlileri vardır ve personel hangi dine mensupsa serbestçe ibadet eder.
Hiçbir medenî ve demokrat ülke, ordusunda hizmet gören Müslümanlara ve Yahudilere rızaları hilafına domuz eti yedirmez.
Sultan Abdülhamid zamanında bütün sultanî ve idadîlerde beş vakit cemaatle namaz kılınırdı.
Ordumuzda alay müftüleri, tabur imamları vardı.
Halen Ramazanlarda bazı birliklerde cemaatle teravih namazı kılınmaktadır.
Bugünkü şartlar müsait olmayabilir ama bütün Müslümanlar okullarda ve askerî birliklerde cami veya mescid olması, beş vakit namaz kılınması konusunda şuurlu ve ısrarlı olmalıdır.
İngiltere’de oluyor da bizde niçin olmasın?
Okullarda ve askerî birliklerde camilere, namaza, ibadete, dindarlığa karşı çıkanlar barbar, vandal, faşist, diktatör, Stalin zihniyetli kimselerdir.
Geniş bir din hürriyetinin olmadığı yerde demokrasi ve insan hakları yok demektir.
Din ve inanç hürriyeti, camilerden günde beş kez ezan okunması ve isteyenlerin oralara gidip namaz kılmasından ibaret değildir.
Sünnî Müslüman çoğunluğun kendi inançlarına uygun bir hayat sürebilmesi konusunda serbest olması gerekir.
Bugün okullarda mecburî din dersleri var. Bunlar maalesef büyük ölçüde bir aldatmacadan ibarettir.
Geçmiş yıllarda gördük:
Şu veya bu yerde, bir lisenin bodrum katında kalorifer dairesinin bitişiğinde rutubetli küçük bir mekan mescid yapılıyor. Birkaç dindar çocuğumuz orada namaz kılıyor. Birileri gizlice fotoğraf çekiyor ve bir Selanik gazetesine gönderiyor. Dehşetli bir yaygara kopartılıyor. Vay, lisede mescid varmış, öğrenciler namaz kılıyormuş…
Bu ne korkunç bir utanmazlık ve densizliktir.
Bu ülkede din, inanç, ibadet hürriyeti varsa, insan hakları varsa elbette okullarda mescid olacak, namaz kılınacak, ibadet edilecektir.
Kaç gün oldu, internette bir fotoğraf tıklanma rekoru kırdı. Doğuda, bir askerî birlikte komando askerleri cemaatle namaz kılıyorlardı… Ne kadar tabiî bir şey ama bizde olağanüstü bir hadise.
Masonlar Türkiyenin Masonluğa göre idare edilmesini istiyor.
Selanik dönmeleri, Dönmelik ilkelerinin hakimiyeti için çalışıyor.
Resmî ideolojiye iman edenler, ülkede bu ideolojinin hakim olmasını talep ediyor.
Ateistler ateist bir sistem olmasını arzuluyor.
Marksistler Marksist bir rejim…
Biz çoğunluktaki Sünnî Müslümanlar, İslâm’ın hakim olmasını isteyince kıyamet kopuyor.
Böyle eşitsizlik olur mu?
Bendenizin bir İslâm Mektebi projem var. Fen dersleri okutulacak ama Fen bölümleri olmayacak. Osmanlıca, Arapça, İngilizce, edebiyat, tarih, mantık vs. mükemmel şekilde okutulacak. Ayrıca Ehl-i Sünnet dairesinde akaid, fıkıh, usûl-i fıkıh, usûl-i tefsir, usûl-i hadîs dersleri verilecek… Her sene sınav yapılacak. Mektebi bitirenler ayrıca bakalorya/olgunluk imtihanı verecek. Eğitimi İngiltere’deki Eton Koleji’nden daha vasıflı, üstün ve güçlü olacak. Öğrencilere bilgi ve kültürün yanında ahlâk ve karakter terbiyesi verilecek. Ayrıca yüksek seviyede estetik boyutu ve sanat…
İşte bu İslâm Mektebinin bütün talebeleri, okul camiinde, okulun imamının ardında cemaatle günlük namazları kılacak…
Bendeniz (maddî imkân bulabilirsem) İngiltere’de böyle bir İslâm mektebi açabilirim ama Türkiye’de açamam. Yasaktır…
Türkiye’de bugün yürürlükte olan Tevhid-i Tedrisat sistemi, Tevhidî/İslâmî eğitime zıt ve karşıdır.
Bu ülkede Müslümanlık ancak benim anlattığım mekteplerle yücelir.
Geleceği ait böyle projelerimiz olması lazımdır.
Bugünkü Müslümanlığımızla kurtulamayız.
Câhillik ikiye ayrılır: Basit cahil, okula gitmemiş, okuma yazma bilmeyen bir yıldızlı câhil… Mürekkep cahil: Bunlar okumuştur ama yine de cahil kalmıştır, üstelik cahillikleri katmerli olmuştur. İki yıldızlıdan beş yıldızlıya kadar…
Vatandaş Türkiyeli, ana dili Türkçe ve 1928’den önce basılmış kitapları okuyamıyor. Mesela eline 1928’den önce yayınlanmış Çalıkuşu romanını veya Ömer Seyfeddin hikayelerini veriniz, aval aval bakıyor. Ha Çince ha Türkçe.
Adam veya kadın üniversite bitirmiş, yüksek lisans çalışması, sonra doktora yapmış ama Yakup Kadri’nin 1915’te yayınlanmış yazılarını okuyamıyor. Bunlara siz aydın, bilgili, okur-yazar kimseler mi diyorsunuz?
Vatandaş lise diploması almış, mantık bilmiyor.
Ülkesinin, devletinin, halkının tarihini doğru dürüst bilmiyor. Tarih diye balığın tırmandığı kavak masalları ve mavalları okutulmuş ona.
Adam Müslüman, lakin İslâm dini ile ilgili en basit inanç maddelerini bilmiyor.
Üniversite mezunu ama yeterli ahlâk ve karakter eğitimi almamış, görgü öğrenmemiş.
Lise bitirmiş, en basitinden estetik ve sanat kültürüne sahip değil.
İlköğretim ve lise 12 sene, üniversite en az dört sene, bizim vatandaş ilim, irfan, bilgelik, sağduyu sahibi olamamış.
Aksine, bir yığın ön yargı, bir sürü modern hurafe sahibi olmuş.
Beyni yıkanmış. Zekası dumura uğramış, vicdanı körletilmiş. Neymiş, diplomaları varmış… Olmaz olsun böyle diplomalar!..
Okumuş, aydınlanmış vatandaş 300 kelimelik basit, sade suya tirit, çarşı pazar sokak Türkçesiyle değil, en az on bin kelimelik ve terimlik edebî ve yazılı Türkçe ile düşünür.
Bir eğitim sistemi genç nesillere zengin, yazılı ve edebî lisanlarını öğretemiyorsa o eğitim değil, aptallaştırma, beyin yıkama fabrikasıdır.
Türkiye’nin bugünkü ideolojik vesayet eğitim sistemi bilgilendiriyor, aydınlatıyor mu, yoksa beyin mi yıkıyor?
Var mısınız bir sınav yapalım: Yüz sözde okumuş vatandaşa 1928’den önce basılmış bir roman verip oku şunu bakalım diyelim. Yüzde kaçı gürül gürül okuyabilir acaba?
Bu eğitime harcanan paralara yazık!
Boşa giden zamana, emeklere, harcanan kuşaklara yazık!.
Yakın tarihimizde zengin, varlıklı, müreffeh, imkânlı Müslüman âileler oğullarını subay ve öğretmen yapmadılar. Subaylık ve öğretmenlik, geliri iyi olmayan, zahmetli, çileli, gözde olmayan mesleklerdi. Onların oğulları doktor ve mühendis olmalıydı, iyi bir hayat sürmeliydi, bol para kazanmalıydı.
İşte bu kafa zengin ve varlıklı Müslümanların sebeb-i felaketi olmuştur.
İlle de bütün subaylar ve öğretmenler zengin âilelerin çocukları olacak demiyorum ama zenginlerin yeterli sayıda oğlu bu iki çok önemli, çok hayatî mesleğe yönlendirilmeliydi.
Subayların
ve öğretmenlerin maaşları azmış, yetersizmiş; zengin babalar ve âileler bu noksanı âilenin servetinden, rantlarından karşılayacaklardı. Öğretmen veya subay olan oğluna bir dairenin, bir dükkanın kirasını/rantını tahsis edecek ve onu maddî sıkıntıdan kurtaracaktı.
Subaylar için zordur ama öğretmenler için yan gelir kaynakları olabilir. Edebiyat öğretmenidir, hem de suluboya, yağlıboya resimler yaparak har ay maaşı kadar ikinci geliri vardır. Tabiî bu, istidat sahibi olmasına bağlıdır. Ressamlık gibi yüzlerce sanat dalı vardır, bunlardan birini öğrenir, boş zamanlarında sanat eseri üretir ve para kazanır.
Öğretmenin boş zamanı olur mu? Olur… Bir sanatla meşgul olmak, sanat eseri üretmek yorgun ve bitkin insanı bile canlandırır, sağlıklı ve mutlu kılar, sıkıntılarını unutturur.
Bu ülkede Sünnî Müslümanlar çoğunluğu oluşturuyor ama son 90 yıllık tarihimizde ezildikçe ezildiler, bin türlü esarete, zillete, hakarete mâruz kaldılar.
Kur’an-ı Kerim’de (Bakara, 249) şu mealde bir cümle var: “Nice az topluluklar, çok topluluklara galip geldiler.” Müslümanlar çoğunlukta oldukları halde niçin düşmanlarına, karşıtlarına galebe çalamadılar?
Din hocalarının, fakihlerin, Müslüman düşünürlerin bu sorunun cevabını aramaları gerekir.
Bugünkü Sünnî çoğunluğa bakınız:
1. İtikat konusunda bir yığın bid’at ve sapıklık …
2. Beş vakit namaz büyük ölçüde terk edilmiş.
3. Cemaat terk edilmiş.
4. Müslümanların büyük kısmı doğru dürüst ilmihallerini bilmiyor.
5. Tek bir Ümmet olmaktan çıkmışlar, bir sürü birbirinden kopuk cemaate ayrılmışlar.
6. Doğru dürüst zekat verilmiyor.
7. Müslümanların başında bir İmam-ı Kebir yok, ona biat ve itaat yok.
8. Din sömürücüsü kurtlar sürüye musallat ve tebelleş olmuş.
9. Yüksek şehir ve medeniyet kültürü gitmiş, bedevî zihniyeti hâkim olmuş.
10. Büyük ve küçük cihat büyük ölçüde terk edilmiş.
Zavallı Müslümanlar o kadar zillete düşmüşler ki, başı örtülü hukukçu bir hanım tesettür kıyafetiyle avukatlık, hakimlik yapamıyor.
İşte bu zilletlerin, esaretlerin, zebunlukların bellibaşlı sebeplerinden biri, yakın tarihimizde zengin Müslüman âilelerin, oğullarının yeterli miktarını subay ve öğretmen yapmamasından kaynaklanmaktadır.
Müslümanların bunu anlamışlar mıdır? İnşaallah anlamışlardır…
Zengin âileler paralıdır, imkânlıdır, fırsat üstünlüğüne sahiptir. Onlar, oğullarını öğretmen yaparlarsa o öğretmenlerin süper öğretmen, subay yaparlarsa süper subay olma ihtimali vardır.
Subaylık ve öğretmenlik konusuda dikkat edilecek ana ilkelerden biri de, “Ülkenin en zeki, en istidatlı, en kabiliyetli, en vasıflı, en idealist, en başarılı çocuklarının bu iki mesleğe yönlendirilmesidir. Mühendis olamadı, doktor olamadı, işletmeci olamadı, bilgisayar uzmanı olamadı; bari öğretmen olsun… Bu zihniyet bir intihar zihniyetidir.
Elbette, bir Müslüman olarak gerçek dindar gençlik yetişmesini ve yetiştirilmesini can u gönülden arzu ederim.
Müslüman gençlik yetiştirilmesini isterim; İslâmcı, radikal, aktivist, şucu bucu gençlik istemem.
Dindar bir gencin özellikleri neler olmalıdır:
1. Sahih itikada sahip olacak.
2. Beş vakit namaz kılacak.
3. İslâm, Kur’an, Sünnet, Selef-i Sâlihîn ve evliya ahlâkı ile ahlâklı ve faziletli olacak.
4. Çok sağlam ve derin bir dinî/millî kültüre ve genel kültüre sahip olacak.
5. Lise bitirmişleri yazılı ve edebî Türkçeyi çok iyi bilecek. Mesela Fuzulî divanını orijinal metninden yanlışsız okuyup şerh edebilecek.
6. Şehir ve medeniyet terbiyesine, görgüsüne, nezaketine sahip olacak. Başka bir deyimle bedevî Müslüman olmayacak, medenî Müslüman olacak.
7. Paraya, menfaate, lükse, konfora, aşırı tüketime, israfa yönelik olmayacak.
8. Büyüklerine saygılı, küçüklerine şefkatli olacak.
9. İtlik, serserilik, kopukluk, uğursuzluk, külhanbeyliği, tulumbacılık, şımarıklık, yılışıklık, küstahlık yapmayacak.
10. Arivist olmayacak.
11. Adaletli ve insaflı olacak.
12. Sanat ve estetik boyutu güçlü olacak.
13. Mürüvvetli ve fütüvvetli olacak.
14. Çok konuşup gevezelik ve zevzeklik yapmayacak.
15. Hizip, fırka, cemaat militanlığı, holiganlığı yapmayacak.
16. İhlaslı olacak.
17. Taqvalı olacak.
18. Zerre kadar haram yemeyecek.
19. Ümmet şuuruna sahip olacak.
Bir Selanik Dönmesi, “Gençlik dindar yetişirse Türkiye’nin sonu olur” demiş.
Yanlış söylemiş. Dönmelik saltanatının sonu olur ve çok iyi olur.
Açılıp faaliyete geçirilmesini istediğim İSLÂM MEKTEBİ’nde bazılarının hayallerinin ulaşamadığı konularda dersler okutulacaktır. Birkaç örnek vereyim:
1. Çok başka açılardan coğrafya okutulacaktır. Mesela İsveç, Norveç, Finlandiya, İsviçre, Singapur, Japonya, Güney Kore, Tayvan (birkaç ülke daha var) gibi başarılı ve bazı açılardan örnek ülkeler… İsviçre ve Norveç, AB üyesi değil, niçin? Krallık rejimine sahip Norveç, niçin dünyanın en temiz ve şeffaf ülkeleri listesinin baş taraflarında yer almaktadır?.. On beş yaşındaki çocuklara İngiltere’de (Şu anda) 85 Şeriat mahkemesinin faaliyette olduğu söylecektir… Tayvan Milliyetçi Çin Cumhuriyeti 600 bin kişilik bir ordu beslemesine rağmen kültür, iktisat, ticaret sahasında nasıl harikalar meydana getirmektedir? 18’inci yüz yılda lale soğanlarını Türkiye’den alan Hollanda şimdi çiçekçilikte, bilhassa lale ziraatinde nasıl dünya birincisi olmuştur? Türkiye çiçekçilik konusunda Kenya’nın bile gerisindedir. Niçin?.. Beşerî ve iktisadî coğrafyaya ait böyle yüzlerce konu öğrencilere filmlerle, dialarla, icabında yabancı uzmanların açıklamalarıyla öğretilecektir?.. Dünyanın ziraat konusunda ileri, başarılı, üretken ülkeleriyle bizim aramızdaki uçurumlar anlatılacaktır?
2. Şehircilik ve mimarlık dersleri… Gökdelenler, dev apartmanlar, lüks rezidanslar kötülenecek; küçük bahçeli bağımsız, en fazla iki buçuk katlı evler övülecektir… En ileri ve medenî ülkelerde topraktan, samandan evler yapıldığı resimlerle, filmlerle gösterilecektir.
3. Dekorasyon dersleri… Bugünkü çılgın, âdi, kitch, saçma sapan, bedevî dekorasyon tenkit edilecek bizim kendi sanatımıza ve kültürümüze uygun dekorasyon nasıl olmalı anlatılacaktır.
4. Her öğrencinin sanat ve kültürle ilgili hobileri olacaktır. Öyle sadece hat, tezhib, ebru değil… Bizim üç yüze yakın, çoğu unutulmuş, terk edilmiş millî sanatımız vardır, onların bir kısmı Mektep’te canlandırılacak ve okul kooperatifinde ve başka yerlerde halka satılacaktır.
5. Talebelere eski İslâm/Osmanlı görgü, terbiye, edep ve ahlâkı öğretilecektir. İslâm mektebinin on yedi yaşındaki öğrencisi, 40 yaşındaki iyi bir vatandaştan daha terbiyeli, daha edepli, daha görgülü, daha nazik ve kerim, daha olgun olacaktır.
6. Daha önce yazmış mıydım, okulun birkaç dergisi olacaktır. Bunlardan biri sadece Osmanlıca yazıyla (İslâm Kur’an harfleriyle) yayınlanacaktır. Siyasete ve fitne fesada karışmayacak bu kültürel, edebî, tarihî faydalı dergi, mütedavil ideolojik kanunlara aykırı olacağından, iş mahkemeye intikal eder ve mahkumiyet kararı verilirse Avrupa İnsan hakları Mahkemesine müracaat edilerek, Türkiye’nin laikçi rejiminden davacı olunacak, kararın bozulması istenecektir.
7. Okulun öğrencileri için Paris’te dünyanın en büyük modaevlerinden birine, üniformamsı (kesinlikle üniforma değil!) bir kıyafet tasarımı hazırlatılacak, bu elbise Türkiye’nin en güzel, en hoşa giden genç kıyafeti olacaktır.
Bütün bunlar hayaldir…
“Az çok hayalden gelir insana tesliyet
Pür iğbirardır yüzü gülmez hakikatin”
Böyle bir okul açılabilir mi?.. Mümkündür ama çok zordur.
Açılsa bile başlangıçta öğrenci bulunmaz.
Aliene Müslümanlar çocuklarını böyle bir okula vermez.
Bendeniz tenkit edilip dururum
Müslümanlar sürünüp durur.
Yeterli sayıda Müslümanın şifahî kültürden yazılı kültüre geçmesi gerekiyor.
Şifahî kültür ciddî, kalıcı, derin ve köklü bir kültür değildir. Zevzeklik, gevezelik, fasa fiso kültürüdür. Yazılı kültür dört yoldan şekilde elde edilir:
1. Çok ciddî ve vasıflı liselerde okuyup imtihan verip diploma alarak. Bizde şu anda böyle liseler yoktur.
2. Paralel ve alternatif eğitimle.
3. Kendi kendini yetiştirerek.
4. Yazılı kültür âilesine sahip olup oradan alarak.
Yazılı kültürün temeli on bine yakın kelime, tâbir ve terimden oluşan edebî lisandır.
Şifahî/sözlü kültürün temeli birkaç yüz kelimelik sokak, çarşı pazar, günlük iletişim dilidir.
Bir insanın gerçekten okur yazar olması için doğru dürüst (yanlışsız olarak) okuyabilmesi ve yine doğru dürüst, güzel bir hat ile yanlışsız yazabilmesi gerekir.
Yazılı kültüre sahip bir Müslüman olabilmek için:
1. Türk lisan ve edebiyatını iyi bilmek gerekir.
2. Osmanlıca bilmek gerekir.
3. Latin/Frenk yazısıyla Türkçeyi güzel, düzgün, estetik bir şekilde yazmasını bilmek gerekir.
4. Eğitim sistemimiz maalesef genç nesillere kaligrafi (güzel yazı) öğretemiyor. Bu konuda çare ve çözüm aramak, özel hocalardan güzel yazmasını öğrenmek şarttır.
5. Yazılı/medenî kültürde hikmetin, bilgeliğin büyük yeri vardır. Hikmetsiz kişi, kültürlü sayılmaz.
6. Yazılı kültür sahibi olabilmek için mutlaka klasik mantık bilmek gerekir.
Bugün ülkemiz maalesef bedevî kültür bataklıkları içinde çırpınmaktadır.
Millî eğitim sistemini düzeltmeden, ıslah etmeden, millî kimlik ve kültür üzerine oturtmadan kurtuluş ve yükselme olmaz.
Bugünkü eğitim sistemi medenî; vasıflı, üstün, güçlü Türkiyeliler değil; vesayet ve egemen azınlık sistemine robot, zombi, uysal evcil eleman yetiştirmek için çalışıyor.
Çoğunluğu oluşturan Sünnî kesim cahillikle terbiye edilmektedir.
Günümüzde Azerbaycan ve Kerkük liselerinde, en büyük klasik şairimiz Fuzulî’yi okuyup anlayabilen öğrenciler vardır ama Türkiye’de yoktur. Sanırım bir tane bile yoktur.
Eskiden Osmanlı idadî ve sultanîlerinde (liselerinde) hüsn-i hat dersleri vardı ve öğrencilere rik’a yazısı okutuluyor ve öğretiliyordu.
Bendeniz Galatasaray’da okurken, orta okul kısmında Fransızca calligraphie dersi görmüştük. Hocasının ismini bile hatırlıyorum, Celal Öget beydi.
Yazılı kültür sahibi vatandaş hem yanlışsız yazacak, hem güzel yazacaktır.
Lakin harflerinin kabulünden bu güne seksen küsur yıl geçti. Latin harfleri estetiği konusunda tam bir facia yaşanıyor. İstanbul’da milyonla levha var. bunların yüz adedi (evet yüzü) bile estetik ve sanatlı değil.
Yakın tarihimizde en güzel Latin harfli levha ve kitabeleri hattatlar yazmıştır. Sultanülhattatîn Hâmid bey, Profesör Emin Barın hoca ve daha birkaç üstad.
Yazısı çirkin olan liseli ve üniversiteli geçlerimize mutlaka kaligrafi (Latin harfiyle güzel yazı) dersleri almalarını tavsiye ediyorum.
Bilmemek ayıp değildir, öğrenmemek ayıptır.
Öğrenmemekte direnmek çok ayıptır.
Bana on satır yazı yaz, senin kim olduğunu söylerim.
Yazıdan karakter tahlili yapıldığını duymuşsunuzdur.
Yıllarca önce okumuştum: Adamın biri, hiç görmediği bir kimsenin yazısına bakarak onun portresini çiziyormuş…
Yazı güzel olmasa bile yine de haysiyetli bir yazı olmalıdır.
Bütün Müslüman gençler hüsn-i hat dersleri almalıdır.
İleride icazet alıp hat yazıp para kazanmak için değil, kültürlü ve “yazılı” Müslüman olmak için.
Efendim bunun için vakit yokmuş… Bırakın bu bahaneleri… Az zevzeklik ve gevezelik edin, dedikodu yapmayı bırakın, fasa fiso mâlâyâni işlerle meşgul olmayın ve adam gibi, Müslüman gibi, okuma öğrenin, yazma öğrenin, Latinceyi güzel, Osmanlıcayı güzel yazın.
Şifahî ve bedevî Müslüman olmayın.
Tahrirî ve medenî Müslüman olun.
Münevvcer Müslüman olun.
Ehl-i sünnet müfessirlerinin yazdığı tefsir kitaplarından “O a’rabîler iman ettik diyorlar…” mealindeki ayet ile ilgili açıklamaları okuyun.
İNGİLTERE’nin resmî ismi Birleşik Krallıktır. Bu ülkenin en büyük kısmında 1944’ten beri devlet lise ve kolejlerinde, sabahleyin dersler başlamadan önce okulun şapelinde (kilisesinde) âyin ve ibadet yapılır.
Türkiye’de de, Müslümanlara özel İslâm mektepleri açmak izni verilmeli ve onlar kendi okullarında çocuklarına İslâm’ı doğru ve tam şekilde öğretebilmelidir.
İslâm hayat dinidir… İslâm dünya dinidir… İslâm dünya ile âhiret arasında ayırım yapmaz… İslâm mekteplerinde, beş vakit namaz hocalar ve öğrenciler tarafından okul camiinde cemaatle kılınmalıdır.
Şimdi birtakım ukalalar “Senin bu dediklerin Tevhid-i Tedrisat devrimine aykırıdır” diyeceklerdir. Onlara derim ki:
Tevhid-i Tedrisat devrimi Türkiye Müslümanlarının temel insan haklarına aykırıdır. Müslüman bir ülkede din hürriyeti ezan okuyup namaz kılma serbestliğinden ibaret değildir. Bir yerde, çocuklarını İslâm dinine göre eğitmek hakkı yoksa orada din ve inanç hürriyeti yok demektir.
İslâm düşmanları ve karşıtları, son yüz yıllık tarihimizde Müslümanlara ağır baskılar yapmışlar, zulm etmişler, icabında kan dökerek yeni nesilleri İslâm medeniyeti kültüründen uzaklaştırmışlar, yazılı/medenî kültür yerine şifahî/bedevî kültürü getirmişler, parçalamışlar, haklarını arayamaz ve bir hale koymuşlardır.
Büyük Britanya kolejlerinde her sabah kilisede âyin ve ibadet yapılabiliyorsa, Türkiye’de de yapılmalıdır.
Elbette ki, gayr-i Müslimlerin çocukları bu konuda zorlanamaz.
Arzu eden anne ve babalar istemezlerse, yazılı olarak müracaat edebilirler.
Devlet, Müslümanlara özel okul açma izni vermelidir. Devlet, bu okullarda günlük namazların cemaatle kılınmasına karışmamalıdır.
Bizdeki karma eğitim, ideolojik sebep ve amaçlarla zorlama bir uygulamadır.
Eğitimin amacı Türkiyeyi yüceltecek, koruyacak; halka, devlete, memlekete hizmet edecek vasıflı Türkiyeliler yetiştirmektir. Biz Müslümanlar, böyle vasıflı Türkiyelilerin ancak Tevhidî eğitim ile yetiştirilebileceğine inanıyoruz.
Tevhid-i Tedrisat devrimi İslâm’a ve Müslümanlara karşı yapılmıştır.
Müslümanlara sadece “İslâm mektepleri” açma izni değil, ayrı zamanda “İslâm Medreseleri” açma izni de verilmelidir.
İslâm Vakıfları (Evkaf-ı İslâmiye) gelirleri, başta Tevhidî eğitim olmak üzere İslâmî hizmet ve faaliyetlere harcanmalıdır.
Müslümanlar şu anda başsız, teşkilatsız, param parça, bölünmüş vaziyettedir.
Müslümanların merkezî/üniter bir İslâm teşkilatı/cemaati kurup Ümmet haline gelmesine, bunun başına bir İmam-ı Kebir seçmesine yol açılmalıdır.
İngilterenin en büyük kısmında devlet okullarında âyin ve ibadet yapmak mecburî ise,
Fransa’da Katolik kilisesinin özel okullar açmasına izin verilmişse ve böyle bir yığın okul varsa,
Laik Fransız devleti Katolik okullarına bütçeden yardım yapıyorsa…
Bizde niçin böyle şeyler olmasın?
Sabataycılar böyle şeyler istemezmiş…
Kripto Hıristiyanlar böyle şeyler istemezmiş…
İdeolojik ve tabucu vesayet sistemi taraftarları böyle hürriyetlerden nefret edermiş…
Olabilir… Onların bu gibi temel haklardan, hürriyetlerden nefret etmesi, Türkiye halkının çoğunluğunu oluşturan Müslümanların baskı altında ezilmesine hak verdirmez.
Türkiye eğitim konusunda İngiltere, Norveç, İsveç, Avusturya gibi liberal olmalıdır.
Türkiyede başörtüsüyle okuyamayan mazlume (zulme uğramış) kızlarımız Avusturyaya gitmişler, İslâmî tesettür kıyafetiyle yüksek tahsil yapmışlar ve kimisi diplomalarını Avusturya Cumhurbaşkanın elinden almıştır. İşte medeniyet budur, insanlık budur, din hürriyeti budur.
İslâmî-Tevhidî eğitim olmadan, İslâm mektebi ve İslâm medresesi olmadan, İslâm mekteplerinde cemaatle namaz kılınmadan İslâm yüceltilemez, Müslümanlar hürleşemez.
Ehl-i Sünnet mensupları, “Bugünkü durum eskisine göre daha iyidir” safsata ve aldatmalarını bırakıp gerçekçi olmalıdır.
Eskiden durum iyi değildi ki, bugün daha iyi olabilsin.
İslâm’ın normları, kıstasları, ölçüleri, emir ve yasakları vardır. Bunlar Kur’anda, Sünnette, Şeriatta, fıkıhta, muteber din kitaplarında yazılıdır. Bunlara uyulmalıdır.
Adı din okulu, fakat orada, namaz vakti gelince ezan okunmuyor ve bütün öğrenciler okulun büyük mescidinde öğretmenleri ile birlikte cemaatle namaz kılmıyor. Böyle bir okul kesinlikle İslâm okulu, din okulu olamaz.
Merhum Sultan Abdülhamid Han zamanında, ülkenin en parlak lisesi olan Galatasaray’da bile günlük namazlar topluca, okul mescidinde, okulun resmî imamının ardında kılınıyordu.
Öğrendiğime göre İstanbul’daki özel bir okulda namazlar cemaatle kılınıyormuş. Okul sahiplerini ve idarecilerini takdir ve teşekküre şayan bu örnek hareketleri dolayısıyla tebrik ediyorum.
Eğitim konusunda ortalık toz duman. Feryatlar yükseliyor: Laik eğitimden dinî eğitime geçiliyor!.. Yanlış…
Ülkemizde Müslüman çocuklarını okutan Katolik ve Protestan misyoner okullarına ses çıkartmayanlar, İslâm denilince küplere biniyor.
veya
olabilir ama
olamaz.
Okullara seçmeli Kur’an-ı Kerim dersleri konulması, iktidarın din hürriyeti konusunda attığı küçük adımlardan biridir. Zaten bu dersi hakkıyla okutacak yeterli sayıda kaliteli ve uzman öğretmen var mı, o da şüpheli.
Kur’an dersinin kitaplarını kimler yazacak. Mason Afganî’nin bağlıları ve hayranları yazacaksa, vay başımıza geleceklere!.. Kur’anın hakkıyla okutulup öğretilebilmesi için bu derslerin mutlaka icazetli Ehl-i Sünnet ve Cemaat uleması ve fukahası tarafından yazılması gerekir.
Müslüman halkın din hürriyetine, Kur’an derslerine kimler karşı çıkıyor?
Egemen azınlıklar karşı çıkıyor… Kimlerdir bunlar?
Kripto Yahudiler… Kripto Hıristiyanlar… Ateistler… Fanatik Kemalistler… Resmî ideoloji fanatikleri… Vesayet rejimi hayranları…
Fazla korkup tedirgin olmalarına da lüzum yok.
Otuz yıldır bütün okullarda mecburî din dersi veriliyor da ne oldu?
Bu Müslüman memlekete din hürriyeti, devletten ve rejimden tamamen bağımsız gerçek İSLÂM MEKTEPLERİ açılmadıkça gelmez.
Bu okullarda, (yatılıysa) günlük beş vakit namaz, yatılı değilse ders saatlerine tesadüf eden namazlar, bütün öğrenciler tarafından, okul camiinde, okulun sarıklı ve cüppeli imamının ardında cemaatle kılınacaktır. Sultan Abdülhamid zamanında Galatasaray Sultanîsinde (lisesinde) olduğu gibi.
İslâm Mekteplerinde haftada beş buçuk gün (cumartesi öğleye kadar) eğitim yapılacak ve her gün ilk ders din, Kur’an, ahlâk dersi olacaktır.
Bu okullarda Osmanlıca (seçmeli değil) mecburî ders olarak okutulacaktır.
Bu okullardaki eğitim seviyesi dünyanın en kaliteli liselerinin ayarında, hattâ üstünde olacaktır.
Uluslararası öğrenci yarışmalarında, İslâm Mektebi öğrencileri sosyal, edebî, tarihî, felsefî, sanatla ilgili kültürde hep birinci olacaktır.
İslâm Mekteplerinde yazılı ve edebî gerçek Türkçenin yanında en az üç yabancı dil öğretilecektir.
Dinsizler şu yazdıklarımdan dehşete düşmesinler. Çünkü şu anda Türkiye Ehl-i Sünnet Müslümanlarının, istisnalar dışında, böyle okullar açıp idare edecek kapasiteleri yoktur.
Türkiye’nin kurtulması ve yücelmesi, Ortadoğu’nun Almanya’sı veya Japonya’sı olabilmesi için böyle okullar lazımdır.
İslâm mekteplerinden İslâmcı değil, vasıflı ve örnek Müslümanlar yetişecektir.
İslâm mektepleri bir cemaatin, tarikatın, hizbin, fırkanın, grubun, kliğin, sektin değil Ümmetin okulları olacaktır.
İslâm Mektebi öğrencileri Kitabullahın birkaç cüzünü ezbere okuyabilecektir.
Bu okulların talebeleri hangi sınava, hangi yarışmaya girerlerse birinci olacaklar, bütün ödülleri kazanacaklardır.
İslâm Mektebinde okuyan çocuklar, senede iki bayram dışında tatil yapmayacaklar, gece gündüz planlı ve programlı şekilde adam olmak; dine, millete, vatana, insanlığa hizmet etmek için takat ve vüs’atlerinin yettiği kadar çalışacaklardır.
İslâm düşmanları böyle okullardan korksunlar…
Tevhid-i tedrisat eğitimi ülkeyi bugünkü hale getirdi.
Müslümanları Tevhidî eğitim, İslâm Mektepleri kurtarır ve yüceltir.
Zaruret derecesinde lüzum olmadıkça tatil yapmayınız. Gece gündüz ileride dine ve ülkeye hizmet etmek için kendinizi planlı ve programlı şekilde yetiştirmeye bakınız. Müslümanın tatili bu dünyada değil, öteki dünyadadır.
İyi, vasıflı, güçlü bir Müslüman olamazsanız ne kendinize faydanız olur, ne de dine ve memlekete.
Baktınız ki çalışmaktan çok yoruldunuz, bitkin hâle geldiniz, o zaman, bilmecburiye biraz dinlenirsiniz, soluk alırsınız… Sonra yeniden çalışma ve yetişme…
“Efendim ben zamanın gavsı şeyh hazre-i Filancaya mensubum, ulu devlet bulmuşum.” gibi kuruntularla kendinize yazık etmeyin.
İnsan ölüp kabre konulunca suâl melekleri gelip “Rabbin kimdir? Nebin kimdir? Dinin Nedir?..” diye soracaklar, şeyhin veya hazretin kimdir diye sormayacaklar.
Türkiyeli bir Müslüman genç olarak mutlaka Osmanlıca okumasını öğren. Öyle kekeleyerek değil. Bundan 100 sene önce basılmış bir kitabı eline alıp gürül gürül okuyacaksın. Hem okuyacaksın, hem de manasını iyice anlayacaksın. Yine Müslüman bir genç olarak akaidini, ilmihâlini ve İslâm ahlâkının özetini çok iyi bilmelisin.
Allâh’ın 14 sıfatı nelerdir?.. Bütün Peygamberlerde olan 5 sıfat nelerdir?.. Bizim Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) bu 5 sıfattan başka daha ne gibi sıfatları vardır?.. Edille-i şeriyye nelerdir?.. Ef’âl-i mükellefîn kaçtır?.. Namazın, orucun, zekâtın, haccın farzları nelerdir? Bunları öğrenmezsen kendine kendine yazık etmiş olursun.
Bir cemaate, bir tarikate, bir meşrebe bağlı olabilirsin ama asla militanlık, holiganlık, fanatizm yapamazsın.
Zamanımızda nice Müslüman genç harcanıyor. Harcanmak ne demektir biliyor musun? İyi yetişemeyen, olgunlaşamayan, birtakım vasıf ve faziletlerle bezenemeyen genç, harcanmış demektir.
Dört ayrı kan grubu var. Bunlardan birine mensup olmak bir fazilet değildir. Cemaatler, tarikatler, meşrepler de buna benzer.
Tarikat veya cemaat sana imanını, itikadını, ibadetlerini, Kur’an ve sünnet ahlâkını, şeriatın temel prensiplerini, iyi Müslüman olmayı öğretemiyor ve kazandıramıyorsa ne faydası olur?
Tekrar ediyorum: gerekmedikçe tatil yapma. Gece gündüz, cumartesi pazar, yaz kış; faydalı ve kurtarıcı ilimleri öğren, ahlâkını düzelt, hüner ve marifet edin… Söylemeye hâcet yok: Kâmil ve vasıflı bir Müslüman olmanın birinci şartı ihlâslı olmaktır.
Şayet: Hem dinime hizmet edeceğim, hem zengin olacağım… Lüks bir evim… Lüks bir otomobilim.. Lüks bir yazlığım… Gardrobumda en pahalı elbiseler… Başı örtülü olmak şartıyla manken gibi bir hanım… Dünya güzeli çocuklar… En pahalı okul ve kolejlerde okuyacaklar… Böyle havalarla iyi Müslüman olunmaz ve doğru dürüst hizmet edilmez.
Peygamberimize (salat ve selâm olsun ona) bak, gerçek İslâm hizmetkârlarına bak, ders al., ibret al. Şeytanî kuruntuları terk et.
Dünya bir müsabaka, bir sınav yeridir, bir tarladır, ekinini ve mükafatını ebedi olarak kalacağın âhirette alırsın.
Müslümanları en fazla zarara uğratan ve yanıltan şey, dünyayı kendilerine sahte ve yalancı bir cennet hâline getirmek için çırpınmalarıdır. Sakın bu tuzağa düşme.
Bu reçete hoşuna gider mi, bilmiyorum. Giderse bana dua edersin.
Yeni Anayasada hangi maddeler olsun diye okul çocuklarına sorulmuş, onlardan bazısı idam cezası geri gelsin, ders saatleri Cuma namazına göre ayarlansın, binalarda mescit olsun demiş. Kemalistler, çağdaşlar, laikler bu isteklere çok şaşmış, çok üzülmüş, çok perişan olmuş.
Bunlarda ne var?
Kanlı katilin biri sekiz yaşındaki bir çocuğa tecavüz ediyor, sonra taşla başını ezerek öldürüyor. Bu canavarın idam edilmesi niçin kötü oluyormuş?
Halkı Müslüman olan bir ülkede ders saatlerinin Cuma namazına göre ayarlanmasında niçin kötü, sakıncalı bir taraf olsun?
İngiltere’nin en kalabalık bölümünde, kolejlerde ders başlamadan önce sabahleyin okulun şapelinde toplucu âyin yapılmıyor mu?
Doğrusu aşırı Kemalistlerin ve laik(çi)lerin çocukların isteklerine şaşmaları ve bozulmaları çok ayıp olmuş.
Biri kalkıp her sabah okullarda Atatürk Törenleri yapılmalı deseydi şaşacaklar mıydı? Şaşmak bir tarafa çok alkışlayacaklardı.
Çocuklarımız az bile söylemiş.
Okullarda küçük mescitler değil, camiler olmalıdır. Ders saatlerine rast gelen namaz vakitlerinde, Müslüman öğrenciler topluca cemaat ile namaz kılmalıdır.
Din, inanç, ibadet, inandığı gibi yaşamak hürriyetinin gereğidir bu.
Laikliğe de aykırı değildir.
Bendenizin bir
projem var. Bu mektebin yanında kendi camii olacaktır ve beş vakit namaz bütün Müslüman öğrencilerin katılımıyla cemaatle kılınacaktır.
Bu mektebin özelliği camili, namazlı, cemaatli olmasından ibaret olmayacaktır.
Öğrenciler
çok iyi öğrenecek, bunlarla yazılmış fikir ve kültür kitaplarını okuyup tercüme edebileceklerdir.
Son sınıf öğrencileri Fuzulî Divanı’nı ellerine alıp, yanlışsız okuyacaklar ve mükemmel metin şerhi yapabileceklerdir.
Mükemmel
bileceklerdir.
Yüksek seviyede sanat kültürüne sahip olacaklardır.
Ahlâkları ve karakterleri yüksek ve güçlü olacaktır.
Biz böyle okullar açmadıkça, bu okullarda dünyayı hayran bırakan gençler yetiştirmedikçe sürünmeye mahkûm kalacağız.
Trakya’nın bir ilçesinde
kaymakam bey, 23 Nisan törenlerinde başı örtülü bir hanım öğretmen ile birlikte resim çektirtmek istememiş.
Üzücü bir olay… Tahammülsüzlük.
Kaymakam beye,
göstermek lazım. Bugünkü düzende hanım öğretmen açık olabilir, tesettürlü olabilir, buna kimse karışamaz.
İslâmî bir düzende hiçbir Müslüman kadın öğrenmen başı açık olarak çalışamaz. Lâikçi bir düzende bir kaymakam başı örtülü öğretmeni dışlayabilir.
Böyle bir kimse
kaymakamlık yapabilir ama İslâmî bir düzende yapamaz.
Kaymakam bey bu cür’et ve cesareti nereden alıyor, niçin böyle yapıyor?
Benim tahminim, bu antidemokratik ve insan haklarına aykırı tutumu dolayısıyla birilerinin ve bir kesimin gözüne girmek, kendisine baskı yaptırtmak, bunun üzerine istifa etmek ve politikaya atılmaktır.
Ucuz kahraman mı olur, pahalı kahraman mı?
Bizdeki başörtüsü krizi tamamen yapaydır. Devletimizin, ülkemizin, halkımızın böyle bir problemi yoktur.
Başörtüsü konusunda dünyanın demokrat, insan haklarına bağlı ve saygılı, hukukun üstünlüğü prensibini kabul etmiş medenî ülkeleri ne yapıyor, ona bakmak ve onları taklit etmek gerekir.
Dindar bir kadın öğretmen çarşaf bile giyse ona karışmamak gerekir.
Önemli olan vasıflı bir öğretmen olması, vazifesini iyi yapması değil midir?
Bir öğretmenin başını örtmesi ne suçtur, ne de ayıp. Asıl ayıp olan şey, seksî dekolte kıyafetlerle iş görmektir.
Trakya kaymakamının esef verici ayırımcılığı konusunda Müslümanlar ne yapacaklar?
Benim bu yazım gibi birkaç cılız mırıltı ve inilti.
En az bir milyon Müslüman, en az yirmi beş ayrı makama ve kuruma e-mailler göndererek durumu protesto etmeliydi.
Müslüman hukukçular harekete geçmeliydi. Gazetelerde tam sayfalık teessüf ilanları yayınlanmalıydı. Bunlar yapılırken kesinlikle hakaret edilmemeliydi, çok seviyeli bir üslûp ve ifade kullanılmalıydı.
Avusturya cumhurbaşkanının, Viyana’da bir diploma töreninde, Türkiyede başörtülü olarak okuyamadığı için ülkesine gidip okumuş başörtülü bir kızımıza diplomasını verirken çekilmiş fotoğrafı arşivlerden çıkartılmalı ve bütün gazetelerimizde, dergilerimizde basılmalı, televizyonlarımızda gösterilmeli, çerçeveletilerek her yere asılmalı, kartpostalları yapılmalıdır.
Avusturya cumhurbaşkanı medenî bir insanmış… Kaymakam beye aynı sıfatı veremiyorum.
1. İslâm mekteplerinde öğrenciler beş vakit namazı okul camiinde, okul imamının ardında; müdür, idareciler ve öğretmenleriyle (bir eksiksiz) cemaatle hep birlikte kılar.
2. Her gün ehliyetli ve icazetli hocalar ve üstadlar tarafından en az bir saat din, ahlâk, Kur’an dersi verilir.
3. İslâm okullarında hiçbir İslâm düşmanı şahsın resmi ve büstü bulunmaz.
4. Kız İslâm okullarındaki bütün hanım idareciler, öğretmenler, öğrenciler tesettürlü olur.
5. İslâm okullarında, İslâmcılık dahil hiçbir ideolojinin propagandası yapılmaz.
6. İslâm İlkokulundan sonra İslâm liselerine zeka ve karakter testleri yapılarak okumaya müsait çocuklar alınır. Okumaya müsait olmayanlar İslâm Meslek Okullarına sevk edilir.
7. Büluğ yaşından sonra kız ve erkek çocukları birlikte okutulmaz.
8. İslâm mekteplerinde haftada bir buçuk gün tatil yapılır. Perşembe öğleden sonra ve cuma günü.
9. İslâm mekteplerinde eğitim Osmanlıca yapılır. Osmanlıcanın yanında Latince yazı da mükemmel şekilde öğretilir.
10. Biyoloji derslerinde Darvinizm teorisinden, tenkit edilerek ve çürütülerek bahs edilir.
11. Türkiye’deki ve başka ülkelerdeki Türkiye sermayeli İslâm okullarında Osmanlı Türkçesi mükemmel şekilde okutulur.
12. İslâm mekteplerinde Osmanlıca ve Latince yazı için kaligrafi dersleri olur ve öğrenciler her iki yazıyı da çok güzel ve sanatlı şekilde yazmasını öğrenir.
13. İslâm mektepleri, öğrencilerine bilgi ve kültürün yanında yüksek ahlâk ve karakter terbiyesi verir.
14. İslâm mekteplerinde Laikçilik, M. Kemal’in ölümünden sonra çıkartılmış Kemalizm, Moiz Kohen Tekin Alp milliyetçiliği gibi ideolojilere kesinlikle yer yoktur.
15. İslâm mekteplerinde her sene sonu, her sınıf için yazılı ve sözlü imtihanlar yapılır. Bu imtihanlara şehrin üdebası ve ziyalı kişileri müşahit ve mümeyyiz olarak çağırılır.
16. İslâm mekteplerinde sanat, güzellik, estetik kültürü, dekorasyon, mimarlık, şehircilik kültürü verilir ve aşılanır.
17. İslâm okulları bilgi, ahlâk ve estetik bakımından dünyanın en ileri, en başarılı okulları olur. Bunu İslâm karşıtları da tasdik ve teslim eder.
18. İslâm okullarında en az üç yabancı dil üst seviyede öğretilir. Arapça ve İngilizce mecburîdir.
19. İslâm mekteplerinin Türkçesi, 1920’lerin zengin, edebî, yazılı Türkçesidir.
20. İslâm mekteplerinde Kur’ana, Sünnete, Şeriata ve Ehl-i Sünnete aykırı eğitim yapılmaz.
21. İslâm mektebi öğrencileri her türlü militanlıktan, fanatizmden, holiganlıktan, aktivizmden uzak ve beri olarak yetiştirilir.
22. İslâm mektebi öğrencileri fütüvvet ve mürüvvet ahlâkına sahip olur.
23. İslâm mektepleri öğrencilerinin üstünlükleri ve yüksek vasıfları ile dinsiz eğitim veren okulların öğrencileri arasındaki büyük farkı her âdil ve insaflı kişi görür ve kabul eder.
24. İslâm mekteplerinin öğrencileri bir tür mâneviyat komandosu ve fedâîsi olarak yetiştirilir.
25. İslâm mekteplerinden arivist, hedonist, hırsız, düzenbaz, haram yiyici, sahtekâr, soyguncu, ihalelere fesat karıştıran, kara ve kirli servet sahibi yetişmez.
26. İslâm mekteplerinin masrafları zekat parasıyla karşılanmaz.
27. İslâm mekteplerinde cemaatçilik, tarikatçılık, hizipçilik, fırkacılık olmaz.
28. Zaman bakımından, İslâm mekteplerinde, dünyevî mekteplerin iki katı fazla eğitim yapılır.
29. Grup fanatizmi ve holiganlığı yapmaya yeltenen öğrenciler İslâm mekteplerinden atılır.
30. Servetleri şaibeli ve karanlık Müslüman zenginlerin çocukları İslâm mekteplerine alınmaz.
Bu yazım itikadı sağlam, musalli, temiz ahlâklı ve yüksek karakterli Müslüman gençleredir.
Selamün aleyküm…
Birinci nasihat: Müslüman olmak size yeter, İslâmcı olmayınız.
2. İslâm dinine uymayacak şekilde Türkçülük, Kürtçülük, Çerkezcilik vs yapmayınız. Türk olunuz, Kürt olunuz, Çerkez olunuz ama …çü, …çi olmayınız. Modern İbn Sebe’lerin, Moiz Kohen Tekin Alp’lerin tuzaklarına düşmeyiniz.
3. Gerçek Müslümanlık yüksek ahlâk ve karakter ile olur. Ahlâkınızı düzeltmek, karakter terbiyesi almak için kendinize kâmil mürşidler bulunuz ve onlar tarafından yetiştiriliniz.
4. Mükemmel ve mükemmil
olmayan bir zatı kendinize mürşid edinirseniz yanarsınız. Bu konuda çok dikkatli olunuz. Görebiliyorsanız istihare yapınız.
5. Bin yıllık millî ve İslâmî yazımızı okumayı ve yazmayı öğreniniz.
6. Ehl-i Sünnete uygun şekilde itikadınızı, fıkhınızı, ahlâkınızı, ilmihalinizi öğreniniz. Ehl-i Sünnet dışı kitapları okumayınız.
7. İstanbul Osmanlı görgü ve terbiyesini öğreniniz ve hayata geçiriniz.
8. Nefs-i emmârenizi en büyük düşman biliniz ve ona savaş ilan ediniz. Kendi iradenizle nefs-i emmareden nefs-i levvâme derecesine çıkmak için her cehdi ve gayreti gösteriniz. (Ondan sonraki derece ve rütbelere ancak kamil mürşid terbiyesiyle çıkılır.)
9. Namazları sakın hafife almayınız. Cemaat sünnet-i müekkede-i ‘ayndır, şer’î özürsüz terki caiz değildir. Cemaate gitmeyenler, en az haftada bir kere bir camiye sabah namazı kılmaya giderek başlasınlar.
10. Dinde reformculuktan, dinde yenilikten, dinde değişimden, mezhepsizlikten, telfik-i mezahipten, light Islam’dan, ılımlı İslâm’dan, Fazlurrahmancılıktan, BOP’çuluktan, Diyalogçuluktan, diğer bütün tahrip ve tahrif hareket ve cereyanlarından uzak durun. Ehl-i Sünnet, Cadde-i Kübra, Sevad-ı Azam yolu ve dairesi içinde bulunun.
11. Futbol kulübü, siyasî parti tutar gibi cemaatçilik, tarikatçılık, grupçuluk, holiganlık, militanlık yapmayın, fanatizmden uzak durun.
12. Allaha karşı olan bütün ibadetlerinizde, işlerinizde ihlaslı, yüzde yüz samimî olunuz. Farz namazları, oruçları açıkça eda edebilirsiniz ama nafile olanları sakın kimseye göstermeyiniz, bildirmeyiniz.
13. Parayı, malı, dünya zevklerini çok sevmeyiniz. Parayı, malı, zenginliği çok sevenler iyi ve olgun Müslüman olamaz.
14.
Dostlar değil, düşmanlar ve karşıtlar kabul edecek. Faziletli bir genç olmak istiyorsanız, öyle bir hayat sürün ki, size karşı olanlar, dinsizler sizin için “Bu biraz gericidir, tutucudur ama doğrulukta, dürüstlükte, iyilik yapmakta, adalette, insafta, güven konusunda onun aleyhinde hiçbir şey söyleyemeyiz” desinler.
15. Müslüman bir gence şımarıklık, hoppalık, züppelik, soytarılık, serserilik, şaklabanlık, itlik yakışmaz. Yaşınız yirmiyse, sizin kırk yaşındaki olgun bir insan gibi olmanız ve görünmeniz gerekir.
16. Haram yemekten ateşten kaçar gibi kaçınız.
17. Verdiğiniz sözleri tutunuz. Tutamayacaksanız, söz verdiğiniz kimseye durumu bildirip helallik isteyiniz.
18. Hakikî din hocalarına ve hakikî şeyhlere çok hürmet ediniz ama onları sakın ha, sakın ha erbab haline getirip putlaştırmayınız.
19. Şeriat kurallarından kıl kadar ayrılmayınız.
20. Resûlullah Efendimizin
Sünnetine sımsıkı sarılınız.
21. Hemen tartılınız. Kilonuz boyunuzun son iki rakamını geçmesin. Mesela boy 175 ise, kilo 75’ten fazla olmayacak. Hattâ 70 olacak.
22. Acıkmadan sofraya oturmayınız, bir şey yemeyiniz, doyunca sofradan kalkınız. Doyduktan sonra yemeye devam etmek haramdır. (Bazen Ramazan iftarında, bir davette biraz fazla yenebilir ama istisnaî olarak.).
23. Üniversiteli Müslüman bir gencin babası çok zengin. Sınıfını iyi derece ile geçen oğluna: “Yavrum senden çok memnunum, sana Porsche marka bir spor araba alacağım” deyince oğlu babasının elini öptükten sonra : “Muhterem velinimetim babacığım, size çok minnettarım, çok teşekkür ederim ama üniversitedeki arkadaşlarımın bir kısmı fakirdir. Onların yanında böyle bir arabaya binmem doğru olmaz. Mütevâzı ve ucuz bir otomobil benim neyime yetmez…” cevabını vermelidir.
24. Yetişmek ve olgunlaşmak isteyen bir genç, Hüccetülİslâm Zeynüddin İmamı Gazalî hazretlerinin İhyâu Ulûmi’d-Dîn adlı dört ciltlik kitabını başucunda bulundurmalı ve her gün (Kırk bölümdür, herhangi bir bölümünden) birkaç sayfa okumalı, öğrendiklerini hayatına uygulamalıdır.
25. Namaz kıldığı, oruç tuttuğu için kendisine ‘ucb ve gurur gelmemeli, kimseyi hor görmemelidir.
26. Magazin haberlerinden, her türlü dedikodudan, futbol çılgınlıklarından, cemaat holiganlıklarından, her türlü mâlâyâniden uzak durmalıdır.
Mardin Yeşilay sorumlusu, “Şehrimize ahlâksızlığı üniversiteliler getirdi” demiş. Böyle bir söz laikler, çağdaşlar, dünyevîler, Kemalistler için skandaldır, rezalettir. Bendeniz haklı ve isabetli buluyorum. Bunun sorumlusu olarak da Sünnî Müslüman çoğunluğu görüyorum.
Ondokuzuncu asırda İstanbul Darülfünununda (üniversitesinde) Cemaleddin Afganî bir konferans vermiş, peygamberliğin çalışılarak elde edilebilecek bir sanat olduğu mealindeki sapık lafları yüzünden ulemanın tepkisini çekmiş, bu bahaneyle Darülfünun kapatılmıştı.
Türkiyenin Sünnî Müslümanları kurtulmak, hürleşmek, izzet bulmak istiyorlarsa gerçek İslâm Üniversiteleri açmak zorundadırlar. Sadece ilahiyat fakültelerini kasd etmiyorum. İslâm Üniversitelerinde bütün branşların ve konuların fakülteleri olacaktır.
Böyle üniversiteler açılabilir miymiş?.. Elbette açılır. ABD’nin Utah eyaletindeki Mormonların üniversitesine bakılsın…
İslâm üniversiteleri bulundukları şehre ve yöreye İslâmı, ahlâkı, fazileti, iffeti getireceklerdir.
Bu üniversiteleri İslâmcılar, cemaatçiler, hizçipçiler, bid’atçiler açabilir mi? Açabilirler ama onların açtıkları İslâm üniversitesi olmaz, cemaat üniversitesi olur.
Benim dediğim üniversiteleri çok yüksek kültüre sahip, yüksek ahlâk ve karaktere malik, geniş ufuklu, kuyuya attığı taşı yüz farmasonun çıkaramayacağı, firaset fetanet ve dirayet ehli çok vasıflı, güçlü, muktedir, ehliyetli, başarılı, işbitirir Müslümanlar açabilir ve idare edebilir.
Osmanlı veya Selçuklu mimarisinden ilham alınarak inşa edilmiş binası… Ortasında birkaç bin kişilik harika bir cami… O camiin mihrabında, minberinde, kürsüsünde dört beş lisan bilen Arapça Türkçe İngilizce kitaplar telif ve tasnif etmiş güçlü ulema ve fukaha… Her konuda dünyanın en kudretli uzman profesörleri… Seçkin öğrenciler… Her fakültesinin dünya çapında ilmî dergileri… Hem ilim, hem din, Hem ahlâk ve fazilet…
İslâmcılar böyle üniversiteler açamaz demiştim. Peki, Sünnî Müslümanlar açabilir ve işletebilir mi? Maalesef onlar da bugünkü perişan halleriyle bu hizmeti yapamaz. Böyle üniversiteler açıp işletebilmek için yüksek medenî İslâm kültürü lazımdır.
Ülkemizdeki bugünkü düzen için “Eskisinden daha iyi…” diyen mantıksız kafalar böyle üniversiteler açamaz.
İslâm üniversitesi açıp işletebilecek hiç mi yetişmiş insanımız kadromuz yoktur? Vardır ama onlar istisnadır ve onlara kesinlikle imkân ve fırsat verilmez.
Müslümanların çok parası var… Hürriyet ve fırsat var… Lakin İslâm üniversiteleri açamıyorlar. Unları yağları olup da börek yapamayan Müslümanlar.
İslâm üniversitesi açmanın niyeti bile yok. İslâm üniversitesi öyle lafla, edebiyatla, cart curtla açılıp işletilmez. Bu üniversitelerde beş vakit namaz üniversitenin camiinde cemaatle kalınacaktır.
Edebiyat, tarih, sanat, mimarlık, tıp, mühendislik, ziraat… her sahada ve her konuda dünya birincisi olmaya çalışılacaktır.
İlmî araştırma konusunda uluslararası ödüller kazanılacaktır. Laboratuarlarında keşifler icatlar yapılacaktır.
İslâm üniversitelerine dünyanın her yerinden öğrenciler gelip kaydolacaktır. Bu üniversiteler ülkeye, İslâm dünyasına, insanlığa ışık tutacaktır.
Şucular, bucular, ocular!… Paranız var, hürriyet var, imkân ve fırsat var, niçin böyle nurlu üniversiteler aç
mıyorsunuz?
Sen bir gençsin… Yaşın, tecrüben, birikimin, kültürün yeterli değildir… Senin mutlaka alim, fazıl, bilge, tecrübeli, arif rehberlere ihtiyacın vardır. Onların seni bilgilendirmeleri, uyarmaları, yönlendirmeleri, aydınlatmaları gerekir.
Yanlış yönlendirildiğini biliyor musun?
Annen baban senin iyi bir tahsil yapmanı, bol gelirli bir mesleğe sahip olmanı istiyor… Bir Müslüman olarak hayatın gayesi bu değildir. İslâm, rızıkları verenin Allah olduğunu, O’nun kullarının rızıklarına kefil olduğunu bildiriyor.
Senin ana, temel, asıl vazifen Allah’a kulluk ve ibadet etmektir.
Bir Müslüman için bu kulluk ve ibadetin şartları şunlardır:
1. Allah’ın varlığını, birliğini, kemal sıfatlarla sıfatlı, noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu bilmek. Sahihi itikad sahibi olmak.
2. Hazret-i Muhammed’in (Salat ve Selam olsun ona) Allah’ın Resul’u olduğunu kabul etmek ve onu kendisi için en güzel örnek ve model bilmek.
3. Kendisini yeryüzünde Allah’ın bir şahidi, Peygamber’in (Salat ve selam olsun ona) bir askeri bilerek İslâm’a, İman’a Kuran’a, Sünnete, Şeriata, hakaik-i İslâmiyyeye muhlisen lillah (Allah için ihlasla) hizmet etmek.
4. İyi Müslüman, iyi insan, iyi vatandaş olmak.
Bütün bunları kendi kafana göre, kendi re’y ve hevan ile hareket ederek yapamazsın. Tekrar ediyorum, rehberlere ihtiyacın vardır.
Nasibin varsa bir kâmil mürşide bağlan, intisap et, ondan el al. Kâmil olmayan mürşidler vardır. Onlara intisap edersen belanı bulabilirsin. Bu hususa çok dikkat et.
İcazetli ulema ve fukahaya güven, onların aydınlatan kitaplarını oku.
Dünyayı ahirete tercih edersen kesinlikle adam olamayacağını bil.
Dünya bir Müslüman için amaç değil araçtır.
Dünya bir imtihan yeridir. Dinin emr ve tavsiye ettiği gibi imar edilebilir. Senin dünyada vazifelerin vardır, onları elbette ihmal etmeyeceksin. Lakin ahireti unutup sırf dünyaya yönelik olmayacaksın.
Allah katında derecenin yüksek olmasını ve O’nun sana lütf ve keremiyle ebedi saadet vermesini istiyorsan İslâm’ın has hizmetkârlarından bir olmaya çalış.
İslâm’ın kiralık veya paralı askeri olma.
Din, iman, Kur’ân, Sünnet, Şerait, Ahlâk-ı İslâmiyye hizmetlerini para ve ücret mukabilinde yapma. (İmamlık, müezzinlik, müftülük, vaizlik, Kur’ân öğretmenliği, müderrislik gibi hizmetler karşılığında, geçimini temin edebilmek için ücret ve maaş alınmasına fetva ve ruhsat verilmiştir ama bu yollarla zengin olmaya fetva verilmemiştir…)
Müslüman, bir insan olmak hasebiyle zaman ve mekan içinde yaşayan bir kimsedir. Binaenaleyh vatanını korumakla, ona hizmet etmekle mükelleftir. Resulullah Efendimiz “Hubbülvatan min el-iman= Vatan sevgisi imandandır” buyurmuştur. Vatanımız elden giderse ne din kalır, ne iman, ne de biz.
Allah kullarına rızıkları taksim eder. Yeryüzünde Allah’ın Resullullah’ın bir askeri olarak rızkına razı ol ve sakın itiraz etme. İmtihan ediliyorsun. Kuru ekmek, birkaç zeytin, bir bardak çay… Sakın bu mönüyü küçümseme, isyankâr olursun… Başka bir mönü: Tarhana çorbası, bulgur pilavı, üzüm hoşafı. Bunu büyük bir ziyafet olarak kabul et.
Kuyruğuna kabak bağlı fareler koşup kaçamaz… Mal ve zenginlik de kuyruklara bağlı kabaklar gibidir…
Peygamberimiz: “Güçlü mü’min, zayıf mü’minden hayırlıdır.” buyurmuştur. Güçlü olmanın şartlarından biri mutlaka bilinmesi gereken faydalı ilimleri öğrenmektir. Bunun aleti de okuma yazma bilmektir. Sana soruyorum, Türkiye halkının ve devletinin bin yıldan fazla kullanmış olduğu alfabe ile okuma yazmayı biliyor musun? Bilmiyorsan vah sana, yazık sana, efsus ki efsus sana.
Saçma sapan kitaplar okumayı bırak ve tez elden sana yetecek miktarda ilmihal ve ahlâk bilgisi edin.
Bir sürü şarkıcı, türkücü, politikacı, futbolcu, manken ismi biliyorsun, lakin Allah’ın on dört sıfatını sayamıyorsun. Yahut Peygamberlerin (aleyhimüsselam) beş sıfatından bî-habersin. Senin gibi Müslüman bir gence yakışır mı bu cahillik.
Resulullah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) “Ümmetim yetmiş üç fırkzaya ayrılacaktır. Biri dışında bunlar ateştedir. Kurtulacak olan bölüm benim ve Ashabımın yolundan gidenlerdir” mealindeki hadîs-i şerifini aklından ve hatırından hiç çıkartma. Dinde doğru yol üzerinde, Cadde-i Kübrada, Sevâd-ı Âzam dairesi içinde bulunmak istiyorsan Kur’ân’a, Sünnete, Şeriata,fıkha sımsıkı bağlan.
Reformculardan, dinde yenilik isteyenlerden, dinde değişimcilerden, ılımlı ve light İslâm taraftarlarından, üç hak din vardır diyenlerden uzak dur.
Aldatıcı progandalara kanarak sakın Kur’ân-ı Kerimi kendi kafana, re’yine, hevana göre yorumlamaya kalkma.
Namazdan ve farz namazları cemaatle kılmaktan kopma. Bütün farz namazları cemaatle kılamıyorsan, hiç olmazsa günde bir kere cemaate katıl. Bunu da yapamıyorsan bari haftada bir camiye git.
Senin en büyük düşmanın, kendi nefs-i emmârendir.
İnsî ve cinî şeytanlarla çevrili olduğunu hiç hatırından çıkartma.
Günahların ve sapıklıkların büyük kısmı dil âfetlerindendir. Diline hakim ol.
Kendini beğenme. “Kişi noksanını bilmek gibi irfan olamaz” denilmiştir.
Dengeli, huzurlu, mutlu bir insan olmak istiyorsan geleneksel kalıcı İslâm sanatlarından biriyle meşgul ol, ürün ver. Hattatlık, sedefkarlık, çinicilik, ahşap oyma, el yapımı kağıt vs…
Kendini hizip, fırka, parça fanatizminden, militanlığından, holiganlığından koru. Bir tarikata intisab edersen tarikatlı ol ama tarikatçi olma.
Ahlâk, terbiye, adab-ı muaşeret (görgü) konusunda İstanbul İslâm kültür ve medeniyetine sahip ol.
(
)
Rabiatü’l-Adeviyye İslâm Kız Mektebi, etrafı korunmuş büyük bir korunun içinde… Röportaj konusunda zorlukla izin alabildim. Anlaştığımız tarih ve saatte ana kapıya geldim. Formaliteler tamamlandıktan sonra ağaçlar, parklar, bahçeler içinden geçerek İslâm mimarisine göre inşa edilmiş mektebe geldim. Müdire Hanım Mısır’da İslâm İlahiyatı, Heidelberg Üniversitesi’nde felsefe, Milano’da sanat tahsili yapmış; yüksek lisans ve doktora sahibi münevver bir hanımdı. Bürosuna baktım: Yerde harika Gördes ve Uşak halıları, uçta on iki kişilik oval bir toplantı masası, duvarlarda vitrinler, kütüphaneler, antika kitaplar, porselenler; yazıhanesinin arka tarafında üstte duvarda “Cennet annelerin ayakları altındadır” levhası. Hizmetlere bakan bir hanım önce zarf içinde fincanlarla Türk kahvesi getirdi, yanında sakızlı lokum ve bir bardak Hamidiye suyu. Sohbetin ortasında da nefis kesme kristal bardaklarda enfes bir çay ikram edildi.
Mektep bu sene ilk mezunlarını verecekmiş… Burası bir din mektebi değil. Bildiğimiz klasik bir lise. Fen derslerine ağırlık verilmiyor. Türkçe, Arapça, İngilizce çok yüksek seviyede öğretiliyor. Son sınıfa gelen bir kız bu üç dilde konuşabiliyor, yazabiliyor.
Mektebin masraflarının bir kısmı Evkaf-ı İslâmiye tarafından karşılanıyormuş.
Müdire Hanım, arzu buyurursanız birkaç sınıfı gezelim dedi… Önce hüsn-i hat dersine girdik. Hocası, icazetli bir hattat hanım. Liseyi bitiren her kız hat icazetine de sahip oluyormuş. Şimdiye kadar ortaya konulan hatları gösterdiler. Fevkalade yazılardı.
Ziyaret ettiğimiz ikinci sınıfta Osmanlıca edebiyat dersi vardı. O gün Fuzulî Divanı’nın orijinal Osmanlıca metninden parçalar okunuyor ve şerh ediliyordu. Edebiyat muallimesi hanımefendi “Efendim, buyurunuz divandan seçeceğiniz bir parçayla öğrencilerimizden birini imtihan ediniz dedi”, teşekkür ettim, arka sıradaki bir kızcağıza “İlm kesbiyle pâye-i rif’at / Arzu-yi muhal imiş ancak / Aşk imiş her ne var âlemde / İlm bir kîl ü kâl imiş ancak…” dörtlüğünü verdim. Osmanlıca metinden güzelce okudu ve harika bir metin şerhi yaptı. Tebrik ettim ve müdire hanımdan izin alarak cebimdeki dolma kalemi ona hediye ettim…
Üçüncü dershanede tarih tarih dersi vardı; Sultan Abdülaziz Han’ın tahtan indirildikten sonra Ortaköy Fer’iye Sarayları’ndan birinde nasıl şehit edildiği müzakere ediliyordu. Kürsünün üzerinde beş on kaynak kitap gözüme çarptı. Üstad İbnülemin Mahmud Kemal’in Son Sadrazamları, Yılmaz Öztuna’nın konuyla ilgili kitabı vesaire. Tarih muallimesi hanımefendi Sultan Abdülaziz’in intihar mı ettiğine yahut şehit mi edildiğine dair öğrencilerinden birine bir çalışma yaptırmış; onu çağırdı, kız merhum Sultan’ın şehit edildiğine dair fevkalade mantıklı, delilli, şahitli, ispatlı bir konuşma yaptı. Ne kadar düzgün Türkçe konuşuyordu. Tutukluk yok, rekâket yok, cümlelerde bozukluk yok.
İslâm Kız Mektebi’ne ayakkabı ile girilmiyordu, Japon okullarında olduğu gibi kapıda ayakkabılar çıkartılıyor, terlik giyiliyordu.
Okulun camiini gördüm. Beş vakit namaz kılmak mecburiymiş. Okulun maaşlı ve yaşlı bir imamı varmış.
Rabiatü’l-Adeviyye Kız İslâm Mektebi’nde on beş geleneksel sanatımızla ilgili atölye mevcuttu. Osmanlı işlemeleri… müzelerdeki iki üç bin yıllık antika çömleklerin replikalarını yapan bir atölye… çini ve porselen eşyalar… el dokuması kumaşlar… tabiî boyalarla renklendirilmiş ham ipek ve kaşmir başörtüleri…
Okulun matbaasında aylık “Hanımlara Mahsus Gazete” yayınlanıyordu. Latin harfleriyle değil, Osmanlıca yazıyla.
Anladım ki, bu okul Türkiye’ye dindar Halide Edip’ler kazandıracaktır.
Öğrencilerin kıyafetleri:
Osmanlı’nın son yıllarında ve Cumhuriyet’in başında kız liselerinde, kız öğretmen okullarındaki kıyafet esas alınmış, öğrenciler tek renkli çarşaflara bürünmüşlerdi.
Okulda çok yaşlı birkaç öğretmen dışında erkek öğretmen vazife görmüyordu.
İslâm âleminin en az yirmi ülkesinden talebe vardı.
Üç saat süren röportajdan sonra Müdire Hanım’a ve yardımcılarına teşekkür ederek ayrıldım. Türkiye Müslümanları böyle bir kız mektebi açarak gerçekten övgüye layık bir hizmet etmişlerdi. Geleceğe güvenle bakabilirdik.
Medeniyet yazı üzerine kuruludur. Medenî insanlar yazı yazarlar. Medenî insanlar yazılı edebî lisanlarının gramer, imla ve noktalama kurallarını bilirler ve yanlışsız yazarlar.
Medenî ve okumuş vatandaşların yazıları güzel, estetik ve düzgündür.
Medenî okullarda kaligrafi= güzel yazı dersleri verilir.
Medenî insanların üzerinde kağıt kalem küçük bir defter bulunur. Gerektiğinde not alırlar.
Medenî insanlar anadillerinin en az on bin kelime, terim ve kavramını bilirler.
Medenî insanların evlerinde kitaplar ve yazı malzemesi bulunur.
Medenî bir toplum şifahî değil yazılıdır.
Cebinde bin liralık bilgisayarlı bir telefonu bulunan kimsenin öbür cebinde güzel bir kalemi, güzel bir defteri olması gerekir. Telefon bin liralık, kalemi bir liralık… Zengin bedevî…
Medenî insanlar notlarını cep telefonlarına kayd etmezler, defterlerine yazar, hafızalarına kayd ederler.
Lise ve üniversite bitirmiş bir zata: Elyazınızı göreyim, sizin kim olduğunuzu, nasıl bir insan olduğunuzu söylerim.
Osmanlı okullarında hüsn-i hat=güzel yazı dersleri vardı.
Bir devlet, liselerinde ülkenin resmî dilinin edebiyatını doğru dürüst öğretmekle yükümlüdür.
Bu dil üç yüz kelimelik konuşma ve günlük iletişim dili değil, yazılı zengin kültür dilidir.
Günlük iletişim dilini öğrenmek için eğitime okullara lüzum yoktur. Okuma yazma bilmezler hiç dil bilmez değildir.
Bu memleketin ve devletin bin yıldan fazla kullandığı yazı ile okuma yazma bilmeyen okumuşlar mürekkep cahildir.
1928’den önce yayınlanmış roman ve hikaye kitaplarını okuyamayanlar cahil midir alim mi?
Atalarının Türkçe mezar taşlarını okumaktan âciz olanlar nasıl medenî ve kültürlü Türkiyeliler olabilir?
Ne garip ülke!.. İstanbul Beyazıt meydanına bakan büyük üniversite kapısının altından nice profesör ve öğrenci geçiyor ve kapının üzerindeki büyük mermer kitabeyi okuyamıyor. Bu kitabe Çince midir, Japonca mıdır? Hayır Türkçedir ama yine de okuyamıyorlar.
Okumasını öğrenseler de mânasını anlayamıyorlar. Daire-i Umûr-i Askeriye. Daire ve askeriye kelimelerini anladık da şu umûr ne oluyor? (Umûr emr kelimesinin çoğuludur ve işler mânasına gelir, yâni Askerlik İşleri Dairesi…)
En güzel ve sade Türkçenin örneği Ömer Seyfeddin hikayeleridir. Aradan yüz sene geçmedi ama onların bile Türkçeden Türkçeye tercümesi yapılıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, merhum Profesör Ali Fuad Başgil’in Gençlerle Baş Başa adlı küçük kitabının büyük hacimli bir edisyonunu yapmış. Küçük kitap nasıl büyük olmuş? Şöyle olmuş: 1960’ta yayınlanan orijinal metnin aslında son derece basit, sade ve anlaşılır olan Türkçesi ağırmış da, yeniden Türkçeye çevrilmiş. Böylece kitabın hacmi iki misli olmuş!..
Yazısını yitiren bir toplum dejenere olur…
Yazılı ve edebî anadilini yeterli derecede bilmeyen bir toplum cahil bir toplumdur.
1928’den önce yazılmış, yayınlanmış kitapları, atalarının mezar taşlarını, anıtlardaki kitabeleri, arşivlerdeki vesikaları okuyamayan bir toplumda kopukluk vardır.
Bir ülkede, yüz yıl önce yazılmış hikaye kitaplarının, romanların dili anlaşılamıyorsa ve Türkçeden Türkçeye tercüme ediliyorsa orada eğitim ve kültür hasta demektir.
Bu ülkenin adı Türkiyedir. Devletin resmî dili Türkçedir. Türkçe elden giderse ne ülke kalır, ne devlet.
Sevgili Kürt vatandaşlarımızın bir kısmı Kürtçe diye ağlıyor haykırıyor. Anadili Türkçe olanlar ne zaman ah Türkçe vah Türkçe diye ağlayıp feryad edecekler? Yeni bir anayasa yapılsın diye çırpınanlar var. Türkçe kurtarılsın, lisan ve yazı kopukluğu giderilsin, lise mezunları zengin, yazılı, edebî Türkçeyi bilsin diye birkaç kişi dışında çırpınan var mı?
Sevgili ve değerli, fakat çoğunluğu harcanan İmam Hatipli gençlere:
Selamdan sonra…
Affınıza ve hoşgörünüze sığınarak sizlere bazı sorular yöneltmek istiyorum:
Birinci Soru: Ehl-i Sünnet itikadına göre
İki:
Üç: En az dört senedir Arapça okuduğunuza göre Türkçesi’ni verdiğim şu basit mektubu Arapça’ya tercüme ediniz:
“Aziz ve muhterem kardeşim…
Mektubunuz aldım, teşekkür ediyorum. İnşallah sıhhat ve afiyettensinizdir. Bendeniz çok şükür iyiyim. Yakında Türkiye’ye geleceğinizi yazıyorsunuz. Bu haberiniz beni çok memnun etti. İştiyakla bekliyorum. Huda’ya emanet olunuz. Selam ve hürmetlerimle.”
Dört: Kaç çeşit Kur’ân tefsiri vardır? Bunların hangisi muteber ve meşrudur, hangisine güvenilmez?
Beş: Ehl-i Sünnet’in itikatta iki imamı kimlerdir?
Altı: Şeriat kelime ve kavramının kısa bir tanımını yapınız.
Yedi: İmamet-i Kübra nedir? Müslümanların bir İmam-ı kebir’e biat ve itaat etmelerinin hükmü nedir?
Sekiz: Selef-i Sâlihîn nedir? Bu konuda on beş satırlık bir kompozisyon yazınız.
Dokuz: Mü’minlerin oluşturduğu topluluğa Kur’ân ve Sünnet’te verilen ad nedir? Özellikleri nelerdir?
On: Emr bi’l-mâruf ve nehy ‘an’i-l-münker nedir? Yirmi satırlık ciddi, derli toplu bilgi veriniz.
Aziz gençler! Siz dört sene dinî bir okulda okudunuz, yukarıdaki on sorunun her birine, doğru cevap verebilirseniz, bir not veriniz, yekûn on olsun. Kendinizi imtihan ediniz, on üzerinden kaç not alacaksınız bakalım?
Bu sorular bir din okulunun son sınıf öğrencisi için pek kolay, pek basit, pek bilinen şeylerdir. On üzerinden yedi alırsanız orta derecelisinizdir, notunuz beşe düşerse zayıftır, beşten aşağısı felaket ve rezalettir.
Sizleri zerrece suçlamıyorum. Eğitim sistemini ve rejimi suçluyorum.
Müslüman bir genç iyi bir metot ve yoğun bir eğitimle dört senede bırakın Arapça’yı, Çince’yi ve Japonca’yı bile öğrenebilir. Dört sene Arapça oku ve yukarıda verdiğim basit metni Arapça’ya tercüme edeme. Olacak şey midir bu?..
Yukarıdaki on imtihan sorusu dışında bir soru daha yönelteyim:
Beş vakit namazla aranız nasıldır? Eğer hiç kılmıyorsanız, doğrusu çok üzülürüm. Siz
öğrencisi değilsiniz ki, bilgisizlik mâzeretiniz olsun. Bir din okulunda tahsil görüyor ve sonra o dinin imandan sonra eylem ve ibadetle ilgili ikinci temel emrini yerine getirmiyorsunuz.
Bunda sizin yüzde kırk dokuz kabahatiniz vardır, suçun yüzde elli biri rejime, eğitim sistemine, idarecilerinize ve öğretmenlerinize aittir.
Bir sual daha: Hiç camiye, cemaate gittiğiniz oluyor mu?
Ayda kaç kez sabah namazı kılmak için camiye gidiyorsunuz?
Bu yazıyı birinin yazması, bu soruları birinin yöneltmesi gerekiyordu. Bu iş bendenize kaldı. Belki de vehle-i ulada
bana darılacak, kırılacak, üzüleceksiniz. Rica ediyorum: Sabırlı olun. Biraz düşünün bekleyin, öyle karar verin. Bu yazı faydalı ve hayırlı bir yazı mıdır, değil midir? Elinizi vicdanınıza koyun, öyle cevap verin.
Galatasaray Lisesi’nde okuduğunuzu ve namaz kıldığınızı öğrendim, memnun oldum, tebrik ediyorum. Bazıları size takılıyor; softa molla gerici diyormuş. Hiç aldırmayın. Asıl Galatasaraylı sizsiniz. Çünkü “Galatasaray Mektebi Sultanisi” Amerikan misyonerlerinin Robert Koleji’ne mukabil İslâmiyet’i ve Osmanlılığı yüceltmek maksadıyla kurulmuştu. Sultan Abdülhamid Han zamanında okulun camiinde vakit namazı bütün Müslüman öğrenciler, devletin tayin etmiş olduğu resmi imamın arkasında cemaatle kılarlardı. 1923’te kurulan İslâm Cumhuriyeti’nin (Anayasasının) ikinci maddesinde “Devletin dini İslâm dinidir.” yazılıydı. Cumhuriyetin ilanında namaz mecburiyetine eskisi kadar dikkat edilmemekle birlikte cami açıktı, imam vardı ve yine cemaatle namaz kılınıyordu. 1924’ten sonraki dinsizlik furyası içinde ne cami, ne imam, ne namaz kaldı, Galatasaray Lisesi’nde büyük bir kopukluk meydana geldi.
Siz kopukluğu değil devamlılığı temsil ediyorsunuz. Bu yüzden tebrike layıksınız.
Şu hususu da dikkatinize sunmak istiyorum, Birleşik Krallık’ın (UK, İngiltere) en büyük parçasını teşkil eden Büyük Britanya’da 1944’ten bu yana bütün kolej ve liselerde sabahleyin derslere başlanmadan önce, okulun şapelinde ayin ve ibadet yapılır.
Size bazıları müstehziyane (alaycı) bir tebessümle “Evet, eskiden Galatasaray’da namaz kılmak mecburiymiş ama bazıları abdestsiz kılarmış!..” diyeceklerdir; onu da anlatayım:
Okulda, dıştan Müslüman görünen asıl kimlikleriyse Sabataycılık olan bazı Dönme çocukları abdestsiz namaz kılmış olabilirler. Gerçek Müslüman gençler böyle bir şey yapmazlardı.
İzin verirseniz size bazı tavsiyelerde bulunmak istiyorum:
1. Edebi yazılı kültür Türkçesini mükemmel şekilde öğreneniniz. 1928’den önce yazılmış ve basılmış Türkçe kitapları kolayca ve rahatça okuyabilmelisiniz.
2. Lisanımız ideolojik rejim terörüyle son derece bozulmuş ve yozlaşmıştır. 1920’lerin zengin Türkçesini okuyup anlayabilmelisiniz.
3. Fransızcanız güçlü ve sağlam olmalıdır. Ufak tefek üslup hatalarınız olabilir ama Fransızca kültür metinleri yazabilmelisiniz.
4. İslâmî kültürünüz ve genel kültürünüz de olmalı.
5. Geleneksel sanatımızın tarih ve kültürüne vakıf olmalısınız.
6. Burası çok önemlidir: Yüksek ahlâk ve karaktere sahip olmanız gerekir. Öyle ki size gerici ve tutucu diyenler doğruluğunuzu, dürüstlüğünüzü, iyiliğinizi, efendiliğinizi kabul etmek zorunda kalsınlar.
7. İslâmî konularda Ehl-i Sünnet ve Cemaat dairesi içinde bulunmanızı; her türlü reformculuktan ve dini tahrif ve tahrip cereyanından uzak bulunmanız gerekir.
8. Faydalı kitaplarla aranız nasıl? İnşallah kitap meraklısı bir gençsinizdir. Özel kütüphanenizde kaç kitabınız var?
Bendeniz Galatasaray’da okurken lise birden son sınıfa kadar müze kütüphanenin anahtarına sahiptim. Etüdlerde orada keyfimce ders çalışır, daha ziyade kitap okurdum. Osmanlıca öğrenmeye o zaman başlamıştım. O kütüphanede geçirdiğim yıllar benim için çok istifadeli oldu. Faydalı bir kitap çok iyi bir arkadaştır. Açar okursun, kapattığın zaman kitabın çenesi de kapanmış olur… Balık Pazarı Aslı Han’daki sahaf dükkânlarına gidiyor musunuz? İnşallah harçlığınız kitap almaya, özel kütüphane kurmaya yeterlidir.
Bir hususu daha arz etmek istiyorum: Geniş, kucaklayıcı bir Müslüman olunuz; cemaat, grup, sekt holiganlığına, militanlığına, fanatizmine sakın saplanmayınız. Müslümanlar olumlu çeşitlilikler içinde sarsılmaz bir birlik oluştururlar. “Bizden olan Müslümanlar” ve “öteki Müslümanlar” gibi ayırımlar yapmayınız. Bütün Müslümanlar, iyi Müslüman olsunlar kötü Müslüman olsunlar kardeştir. Futbol kulübü tutar gibi cemaat ve parça fanatizmi ve holiganlığı sergilemek Müslümanlığa yakışmaz.
Ölçü şudur:
Benim şeyhim çok muhterem bir kimsedir; öteki şeyhlere de çok hürmet ederim.
Size hayırlı başarılar diliyorum. İnşallah ileride iyi bir insan, iyi bir Müslüman ve iyi bir Türkiyeli olursunuz. Selamlarımla…
Okuduğunuz lisede bine yakın öğrenci varmış. Eğitim sistemimiz müflis, işe yaramaz, John Ahmed Bey’in devr-i daim makinası gibi acayip bir şey olduğundan öğrenciler buğday gibi öğütülüyor, perişan ediliyor.
Sizin devrenizden bir kişinin doğru dürüst eğitim alacağını düşünerek hareket edelim. Söylemeye hacet yok, o bir kişi sizsiniz.
Peki, nasıl yetişeceksiniz? Kemalist rejimin, Tevhidî eğitime taban tabana zıt olan Tevhid-i tedrisat sistemi sizin doğru inançlı, yüksek kültürlü, ahlâklı, faziletli, sanat ve estetik boyutuna sahip bir Türkiyeli olarak yetişmenizi istemez. Binaenaleyh sizin resmi eğitime paralel, alternatif bir eğitim görmeniz gerekir.
Birinci madde: Mutlaka bin yıllık Osmanlıca yazıyı ve lisanı öğreneceksiniz. Bunları öğrenmek muhal veya mümteni, olmayacak işler değildir. Azim ve sabırla öğrenebilirsiniz.
İki: İyi düşünebilmek için Türk edebiyatını çok iyi bilmeniz gerekir. Bugünkü liselerdeki edebiyat dersleri gülünç denecek kadar sığ ve yozdur, bir aldatmacadan ibarettir. Fuzuli, Şeyh Galip divanlarını yanlışsız okuyup anlayacak derecede edebi Türkçe’ye vakıf olmalısınız.
Üç: Kendinizi kurtaracak kadar İslâm kültürüne vakıf olmalısınız. Müslümanları bölmek, parçalamak, birbirine düşürmek için bir sürü İslâmcılık cereyanı çıkarttılar. Bunların hiçbirine kapılmamalı ve katılmamalısınız, aksi takdirde ne kendinizi yetiştirebilirsiniz, ne de İslâm’a ve Türkiye’ye hizmet edebilirsiniz, sadece bir mıncıklayıcı olursunuz.
Dört: Yüksek ahlâk ve karakter terbiyesi almalısınız. Lafla çok kolay, hayata geçirilmesi çok zor bir iş…
Beş: Geleneksel İslâmî sanatlardan birini öğrenmeye başlayınız. Bu sanat dalı sizin için bir kapı, yeni bir boyut olacaktır.
Anne ve babanızın “Oğlum veya kızım doktor olsun, mühendis olsun, bilgisayarcı olsun… ileride parlak bir kariyer yapsın… bol para kazansın… dünya nimetlerinden payı çok olsun… lüks ve konfor…” gibi temennilerine kulak asmayınız. İyi insan, iyi Müslüman, iyi vatandaş olmaya bakınız… İslâm’a gerçekten hizmet edebilecek vasıflara, ilme, irfana, kültüre sahip olunuz… Bugünkü yaldızlı hizmet edebiyatına kapılmayınız. Zamanımızda hizmet diye yapılan şeylerin bazısı hezimettir de, zavallıların haberi yok.
Bağımsız bir Müslüman olunuz, cemaatçilik holiganlığı çukuruna düşmeyiniz.
Benim size bir faydam dokunur mu, bilmiyorum. Yukarıda saydığım bilgileri, hasletleri size Allah rızası için öğretecek, kazandıracak kimseler arayın, bu zatlar sizden şahısları için bir şey beklemesinler ve istemesinler. Hele hizip, fırka, grup, cemaat, tarikat militanlığı yapmasınlar.
Unutmayın okuduğunuz liseden İslâm’a, Türkiye halkına, insanlığa, ülkeye, devlete (rejime ve düzene değil) gerçekten hizmet edebilecek dört başı mâmur sadece bir kişi yetişecektir ve o da sizsiniz, buna göre hazırlanınız.
Büyük ve süslü cami binaları yaptırtmak… O camilere yüksek minareler dikmek… Hoparlörler… Cami kaloriferleri… Cami klimaları… Cami WC’leri… Diyanet personeli için konforlu lojmanlar… Bu gibi şeylerle Müslümanlar kurtulamaz, ilerleyemez, hürleşemez.
Kurtulmak istiyorsak gerçek İslâm medreseleri ve gerçek İslâm mektepleri açmamız lazımdır. Medreselerde icazetli ehl-i Sünnet ulema ve fukahası; İslâm mekteplerinde vasıflı, ziyalı, güçlü, üstün Müslümanlar yetişecektir. Müslüman bir cemaat, bir tarikat, İslâmî bir grup özel bir kolej açmışlar, Kemalist ideolojinin tevhid-i tedrisat eğitimine göre çocuk okutuyorlar. Kolejin bir mescidi bile var. İsteyen öğrenciler namazlarını kılıyorlar… Böyle İslâm mektebi olmaz!..
Adını “İslâm Koleji” koysanız bile orada İslâmi eğitim verilmiyorsa o kolej bir İslâm mektebi değildir.
İslâm mektebinin belli başlı özellikleri:
1. Haftada altı gün (İslâm mektebinde beş buçuk gün eğitim yapılır) her sabah bir saat din dersi verilir. Bu din dersini ilahiyatçılar değil icazetli ehl-i Sünnet uleması ve fukahası verir.
2. İslâm mektebinde bütün öğrenciler, öğretmenler, idareciler ve personel beş vakit namazı, mektebin camiinde, mektep imamının ardında cemaatle kılar.
Bu iki şart yoksa o okul, az çok İslâmiyet’e hizmet edebilir ama İslâm mektebi olamaz. Şimdiye kadar eğitim konusunda, İslâm mektepleri konusunda hayli yazı yazdım. Keşke bunları bir araya getirip kitaplaştırabilsem.
Bu ülkede çoğunlukta olan ehl-i Sünnet Müslümanlarını eğitim konusunda, köstekleyen, engelleyen kanunlar, baskılar, tabular, derin güçler yok mudur? Elbette vardır… Lakin Müslümanların akıllarını, zekalarını, imkânlarını, bu günkü serbestlik ve hürriyeti kullanarak yasakları delmeleri gerekir.
Ülkemizde Saint Joseph, Saint Benoît, Notre Dame de Sion, Sainte Pulchérie gibi Katolik okulları var da niçin İslâm okulları olmasın?
İdeolojik tevhid-i tedrisat devrimi tevhidî-İslâmî eğitimi durdurmak, baltalamak, kösteklemek için çıkartılmıştır.
28 Şubat post-modern darbesinin azgın ve şiddetli günlerinde elbette İslâm mektebi açılamazdı. Bugün açılabileceğini iddia ediyorum. Yeter ki bu konuda bilgi, birikim, niyet ve aksiyon olsun.
İslâm medreseleri olmayacak… İslâm mektepleri olmayacak… Tasavvuf tarikat ve tekkeleri olmayacak… Sonra da Müslümanlar kurtulacak. Ben bu duâya âmin demem.
Müslüman gençlerin içinde elmaslar, pırlantalar, değerli yakutlar, zümrütler elbette var. Böyleleri yoktur demek insafsızlık, adaletsizlik, basiretsizlik olur.
Bu değerli gençlerin aranıp bulunması ve onlara çok özel bir eğitim verilmesi gerekir.
Elmas topraktan çıktığı gibi ham haliyle mücevher olmaz. Ham elmasın mutlaka tıraşlanması, yontulması gerekir. Bunu da, milyarlarca insanın içinde birkaç usta kişi yapabiliyor.
Elmas, pırlanta, altın gençlerimize şu üç boyutta eğitim verilmelidir:
Birinci boyut: İnanç, bilgi, kültür.
İkinci boyut: Aksiyon, ahlâk, fazilet.
Üçüncü boyut: Estetik, güzellik, sanat.
Türkiyenin bugünkü çarpık ideolojik eğitim sistemi
bu eğitimi veremez.
Müslümanların `Âqillerinin yüksek zekalı, kabiliyetli, liyakatli, istidatlı gençlere alternatif ve paralel İslâmî eğitim verecek çareler ve çözümler araması, yollar bulması, mektep ve medreseler açıp çalıştırması gerekir.
Bu Elmas Gençlerin yazılı ve edebî Türkçesinin 1890’ların, 1900’ların, 1920’lerin zengin ve engin dili olması gerekir.
Bu gençlerin bir kısmı Şeyhülİslâm Mustafa Sabrileri, Düzceli Zahid el-Kevserîleri, Elmalılı Hamdi Efendileri yetiştiren Medreseler ayarındaki medreselerde okutulmalıdır.
Bir kısmı 1900/1908 arasındaki Galatasaray Mekteb-i Sultanîsinin verdiği seviyede millî kültüre sahip olmalıdır.
Onların genel kültürü,
edinilen kültürün üzerinde olmalıdır.
İster medrese, ister mektep eğitimi alsınlar bu gençlerin hepsi, istisnasız, sanat kültürüne vakıf olmalı ve her biri millî sanatlarımızın birinde uzman olup ürün vermelidir.
Elmas gençlerin hepsi Ümmet şuuruna sahip olmalı, zamanın İmamına vicahen veya gıyaben biat etmiş bulunmalıdır.
Bu gençlerin hepsi Resulullah Efendimize (Salat ve selam olsun ona) biatlı ve rabıtalı olmalıdır.
Onlarda Fütüvvet ahlâkı olmalıdır. Onların hepsi mürüvvetli olmalıdır.
Tahtası ve kumaşı kıymetli ve sağlam gençlerine, bu anlattığım gibi üstün ve etkili bir eğitim veremeyen Müslüman toplumların geleceği parlak olmaz.
Yontulmayan, kendilerine bir şekil verilmeyen elmaslar ham kalır.
Şu hususu da belirtmek isterim ki, günümüzde Müslüman gençlik içinde Elmas kızların sayısı, Elmas delikanlılardan daha fazladır.
Elmas gençlerin içinden Selahaddin Eyyubîler, Nureddin Zengiler, İmam Şamiller, Emir Abdülkadirler çıkmalıdır.
Gazaliler, Şa’raniler, Süyutiler çıkmalıdır.
Hacı Bayramlar, Şaban-ı Veliler, Aziz Mahmud Hüdâiler çıkmalıdır.
Râbitü’l-Adeviyeler çıkmalıdır.
Büyük alimler, büyük idareciler, büyük muharrir ve edipler, büyük şairler, büyük kumandanlar, büyük hizmetkarlar çıkmalıdır.
Arı kovanlarında, ileride arı beyi olacak sürfeye normal bal değil, arı sütü denilen harika besin yedirilir. Elmas Müslüman gençlere de çok yüksek ilahî ve nebevî eğitim balları verilmelidir.
Marketlerdeki sıradan ucuz ballarla arı beyi yetişmeyeceği gibi, kıytırık eğitim sistemleriyle Elmas İslâm Genci yetişmez.
Elmas ve Pırlanta İslâm gençlerini yetiştirmek için bir metod, bir çare ve çözüm bulabilir miyiz? Elbette bulabiliriz. Bunları hayata geçirebilir miyiz? Elbette geçirebiliriz.
Japonlar kendi samurâilerini, ordular kendi komandolarını ve fedâilerini nasıl yetiştiriyorsa, biz de çok güçlü, çok vasıflı, çok üstün Müslüman elemanlar yetiştirebiliriz.
Hem İslâma hizmet edecek, hem malı götürecek, zengin olup lüks ve sefih bir hayat sürecek. Bu felsefeyle Elmas değil cam kırıkları elde edilir.
Hem mücahidlik yapacak, hem müteahhitlik… Olur mu böyle şey?
Şu anda ham halde bulunan elmas gençlerimize yazık etmeyelim. Onları İslâma, Kur’ana, Sünnete, Şeriata, hikmet-i İslâmiyeye ve gerçek tasavvufa göre yetiştirebilirsek, yapacakları bütün hayırlardan bize de sevap yazılacaktır. Ne büyük kazanç, ne ulvî ticaret!.
Bize imanlı gençlik lazım… Türkiyeyi imanlı gençler yükseltecektir… Eyvallah ama imanın yanına başka şeyler de ilave etmek gerekir. Tek başına imanla yücelme olmaz.
İmana neler eklenecektir?
Kur’an iman edenler ve salih ameller işleyenler diyor.
İmana dosdoğru kılınan beş vakit namaz eklenmelidir.
Beş vakit namazların farzları cemaatle kılınmalıdır.
Namazlar ihlasla kılınmalıdır.
İmanlı gençler ilmihallerini öğrenmeli ve ezberlemelidir.
İmanlı gençler, hizmet ve faaliyetlerin en önemli ve temel aleti olan yazılı, edebî, zengin Türkçeyi iyi bilmelidir.
İmanlı ama 1928’den önce yazılmış, basılmış Türkçe kitapları, atalarının mezar taşlarını okuyamıyor. Okusa bile manasını anlayamıyor. Çok eksiktir o…
İmanlı gençlik aynı zamanda yüksek ahlâk ve karaktere sahip olmalıdır.
İmanlı gençliğin güçlü ve derin bir sanat kültürü olmalıdır.
İmanlı ama cami yaptırıyor, mimarlık bakımından bir facia… Ne büyük noksanlık!..
İmanlı gençlik biatli ve itaatli olmalıdır. Kime?.. Müslümanların İmamına, Emîrine, Halife-i Rûy-i Zemine….
İmanlı gençlik ilim, irfan, hikmet, fazilet yüklü olmalıdır.
İmanlı gençliğin faziletlerini, üstünlüklerini düşmanları bile takdir, teslim ve kabul etmelidir.
İmanlı ama onda Ümmet şuuru yok, hizip ve cemaat asabiyeti, militanlığı ve holiganlığı var. Vah vah…
İmanlı gençlik idealist ve muhlis=ihlaslı olmalıdır. Para, makam mevki, riyaset, dünya kemikleri ve leşleri için çalışmamalıdır.
İmanlı gençlik yeryüzünde Allahın Şahidi olmalıdır.
İmanlı gençlik Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya efendimizin has ordusu olmalıdır.
Salahaddin Eyyubînin yolundan giden imanlı gençlik…
İmamı Şamilin yolundan giden imanlı gençlik…
İlim, irfan, hikmet, adalet, mürüvvet, fütüvvet, şecaat, iffet heykeli imanlı gençler…
Elleri değil, ayakları öpülesi gönül yiğitleri…
Âmirine bi’l-mâruf ve nâhine ‘ani’l-münker imanlı gençler…
Nefs-i emmârelerini dizginlemiş gençler…
Büyüklerine hürmet, küçüklerine merhamet eden gençler…
İnşaallah cennetlik gençler…
Şımarıklıktan, farfaradan, zevzeklikten, her türlü aşırılıktan, ciddiyetsizlikten, hoppalık ve züppelikten uzak gençler…
Büyüklerini erbab haline getirmeyen gençler…
Fakr ile zengin gençler…
Ben demeyen gençler…
İmanlı gençler… Namazlı gençler… Cemaatli gençler… Alim, fazıl, kamil, bilge, işe yarar, nefsiyle büyük cihad yapan gençler…
Böyle gençler yetişmesi için İslâm mektepleri açanları, paralel ve alternatif eğitim sistemi kuranları tebrik ediyorum. Onlar sadece Türkiyeye değil, sadece İslâm dünyasına değil, bütün insanlığa ve kürre-i arza büyük hizmet etmektedir. Sa’yleri meşkûr olsun.
İnternette, Galatasaray Lisesi camiinin eski bir fotoğrafını buldum.
Bendeniz beş sene Galatasaray’ın Ortaköy’deki ilk kısmında okuduktan sonra 1945’te Beyoğlu’ndaki orta ve lise kısmına geçmiş ve orada da yedi sene tahsil gördükten sonra 1952’de mezun olmuştum.
Son sınıfta iken bu
O zaman girip bakmıştım.
Fotoğrafta görünen
yoktu…
Galatasaray Sultanisinde, açıldığı 1868 senesinden itibaren okulun Müslüman öğrencileri için beş vakit namaz kılmak mecburî idi. Devlet okula resmî bir imam tayin ederdi ve bütün Müslüman talebeler hep birlikte camide toplanırlar ve imamın ardında cemaatle namaz kılarlardı.
Merhum gazeteci üstad
( 1911-1994) beyefendi
adlı kitabında bu konuda mufassal=ayrıntılı bilgi vermektedir.
ve kadrolu resmî imamı bulunmuştu. 1924’te, iki sene önce Büyük Millet Meclisi tarafından tayin edilen son Halife Abdülmecid Efendi ve Hanedan-ı Âl-i Osman yurttan sürülmüş, din hürriyetine, millî kimliğe, insan haklarına, millî kültüre, hukuka aykırı birtakım baskılar ve zorlamalar yapılmış, hattâ zalimane idamlar, sürgünler olmuştur.
zamanımızda bazılarını rahatsız ediyor ve şöyle diyorlar:
Bu dedikleri doğrudur, lakin bu abdestsiz namaz kılanların büyük kısmı
Onlar,
Bugün Galatasarayda beş vakit namaz kılan dindar öğrenci var mıdır?
Bir rivayete göre bin kişiye yakın öğrenci içinde beş kişi varmış, onlar da, okulda namaz kılacak küçücük de olsa bir yer bulunmadığı için zorlukla ibadet ediyormuş.
Nereden nereye!… Bundan yüz sene önce okulun beş yüz kişilik camii dolu olarak, resmî imamın ardında bütün Müslüman öğrenciler, birlikte namaz kılıyor, bugün ise namaz kılınacak küçük bir odaya sahip olmayan beş dindar çocuğumuz var…
Şimdi birileri irtica, laiklik, lisede mescid mi olurmuş diye yaygara kopartacaklar. Lütfen sakin olsunlar, medenî olsunlar, toleranslı olsunlar ve bendenizi dinlesinler:
İngilterenin büyük kısmında 1944’te çıkartılan bir kanunla, bütün liselerde, dersler başlamadan önce her sabah lisenin kilisesinde ayin ve ibadet etmek mecburidir. Bundan muaf olabilmek için velilerin yazılı müracaatı gerekmektedir.
Eton koleji, muazzam kilisesiyle aynen ayakta duruyor ama bizim Galatasarayın camisi spor salonu yapılmış… (
spor salonu yapılsın diyen biri çıksa ona öfkeyle ve tahkirle gülmezler mi?
Galatasaray Lisesi müdürü
hanımefendiden rica ediyorum: Bütün okullarda olduğu gibi
Namaz kılan birkaç dindar çocuğumuza küçük ve mütevazı da olsa, bir mescid açmak bir insanlık borcudur.
Şu hususu da belirtmek isterim ki, Galatasaray’a birtakım fanatik, militan, holigan sektlerin sızmasını istemem. Birtakım agresif dinsizlerin, iki kimliklilerin okula hakim olmasından ve terör estirmesinden de elbette bir Müslüman olarak hoşlanmam.
Dindar Galatasaraylıların bilgide, ilim ve irfanda, ahlâk ve fazilette, efendilik ve nezakette, centilmenlikte, hayırlı hizmetlerde yarışmalarını ve başarılı olmalarını arzularım.
Okullarda, istek olursa ibadet yeri (mescid, namaz odası) açılabilecekmiş. Millî Eğitim Bakanlığını, bu doğru ve çok isabetli kararından dolayı tebrik ediyorum. Bir okulda spor salonu, laboratuarlar, atölyeler olabiliyor da niçin (gerekiyorsa) bir ibadet yeri olmasın?
Duyduğuma göre Galatasaray lisesinde beş kadar öğrenci namaz kılıyormuş ve bunların merdiven altında minicik bir mekan da olsa ibadet edebilecek bir yerleri yokmuş. Doğru mudur bu?
Kemalist, Sabataycı, Laikçi (laik değil) medya, okullarda gerektiğinde açılabilecek bu ibadet yerlerini pek soğuk ve somurtkan karşıladı. Haksızlar.
Ülkemizdeki misyoner papaz okullarının kocaman kiliseleri olabiliyor da, devlet okullarının niçin namaz odaları, mescidleri ve camileri olmasın?
İngiltereden ibret alalım: Oradaki kolejlerin kocaman kiliseleri var. İnternetten Eton Kolejinin resmini bulun, kilise binası okul binasından yüksek ve her sabah orada, derslere başlanmazdan önce öğrenciler ibadet ediyor.
M. Kemal Paşa, Manastır askerî mektebinde ve İstanbuldaki Harbiyede okurken, diğer bütün büyük mekteplerde olduğu gibi, okulun camiinde resmî imamın ardında beş vakit namaz kılmıştır.
Yine birileri itiraz edecek ve bazı öğrenciler abdestsiz namaz kılmıştı diyecekler. Bunu kabul ediyorum ama kimler abdestsiz namaz kılmıştır? Bu sorunun cevabı basittir: Sabataycı çocukları… Sabataycı çocukları…
İslâmî düzen ve devlette Müslümanların farz namazlarını eda etmeleri mecburîdir. Dinde ikrah=zorlama yoktur hükmü, Müslümanlar için değil, gayr-i Müslimler içindir.
Bendenizin parası olsa ve bir İslâm Mektebi (lisesi, koleji, idadî veya Sultanîsi) açabilsem, bütün Müslüman talebelere vakit namazlarını, okulun camiinde, okulun imamının ardında cemaatle kıldırırım. Yahudi ve Hıristiyan öğrencilerim olursa onlar da kendi ibadetlerini yapabilir.
Doğrusu Sabataycı, çağdaş, Kemalist okur-yazarlarımızın bir kısmı çok bağnaz=fanatik. Okullarda açılabilecek küçük namaz odalarından çok rahatsız oluyorlar. İşveçlilerden ibret alıp utansınlar. Orada tesettürlü bir hanıma saldırılınca, nice Hıristiyan ve ateist kadın ve erkek başlarına eşarp bağlamak suretiyle, saldırıya uğrayan kadıncağızı savunmuşlardı.
Onlara haber veriyorum: İleride bu memlekette, bütün Müslüman öğrencileri beş vakit namazı cemaatle kılan İslâm Mektepleri açılacaktır. Bundan hiç şüpheleri olmasın. 1912’ye kadar Galatasaray Sultanîsinde olduğu gibi. Peki o zaman dıştan Müslüman görünen Sabataycı çocukları ne yapacak? Sabataycı olduklarını, Müslüman olmadıklarını ispat ederlerse namazdan muaf tutulacaklardır.
Namaz Müslümanlar için farz-ı `ayndır, mecburîdir.
Gayr-i Müslimlere elbette namaz konusunda baskı yapılmaz.
Din hürriyeti budur.
Laiklik mi?.. O, din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hürriyetinden sonra gelir.
Bütün İmam-Hatip okullarında, bütün öğrencilerin vakit namazlarını okul camiinde,
hep birlikte cemaatle kılmaları mecburî olmalıdır.
Günde beş vakit namaz kılmak, Kur’anla, Sünnetle, icmâ ile farzdır. İmam-Hatip okulları, isimlerinden de anlaşılacağı üzere dinî okullardır ve öğrencilerinin namaz kılmalarından daha tabiî bir şey olamaz.
Osmanlı devleti zamanında bütün okullarda, medreselerde, kışlalarda cemaatle namaz kılınırdı. Bırakın medreseleri,
Hiçbir öğrencinin, şimdi biraz başım ağrıyor, sonra münferiden tek başıma kılarım demeye hakkı yoktur. Sen İmam-Hatip mektebi aç ve orada bütün talebelerin cemaatle namaz kılması mecburî olmasın. Olur mu böyle şey?
İngilterenin değil, dünyanın en vasıflı koleji olan
ve talebelerin buna katılması mecburî.
Onların istediği olsa, İslâmın ismi ve resmi kalır ancak.
Sultan İkinci Mahmud Han’ın valilere irade göndererek, bütün
Sultan Abdülhamid namaza çok önem verirdi. Hem kendisi kılar, hem de halka kıldırırdı.
Sultan Reşad, Harem-i hümayunda muallimelik=öğretmenlik yapan
hanımı huzuruna çağırtmış,
demiş.
Resulullah Efendimizin
namaz konusunda ısrarlı emirleri,
Başta İmam-Hatipliler olmak üzere bütün çocuklarımıza beş vakit namazı sevdirmeli ve kıldırmayız. İslâm dini
Müslümanlar namazı yitirir ve şehvetlerine uyarlarsa
zillete düşerler, hürriyetlerini kaybederler, rezil ve rüsvay olurlar. Bülûğa ermiş oğullarına ve kızlarına namaz kıldırmayan anne ve babalar dinen suçludur ve evlatlarına kötülük etmektedir.
Antalyada ve başka yerlerde yan yana cami, kilise ve sinagog yaptıran, nice kilise harabesini restore ettiren iktidarın, İmam-Hatip mekteplerine de,
İtiraz eden olursa İngiltere kolejlerinin kiliselerindeki sabah ayinlerini örnek gösteririm.
Ülkeye, halka, devlete en büyük hizmeti öğretmenler yapar. Öğretmenlik en gözde meslek ve hizmet olmalıdır. Herkes oğlunu, kızını öğretmen yapmak için çırpınmalıdır. Bir ülkede öğretmenlik mühendisliğin, doktorluğun, işletmeciliğin gerisindeyse o ülke gerçek mánâda kalkınamaz ve yükselemez.
Halkın en kabiliyetli, en istidatlı, en zeki, en faziletli, en vatansever çocukları öncelikle öğretmen olmalıdır.
Öğretmenlere gıbta edilmeli, büyük hürmet gösterilmelidir. İyi ve vasflı öğretmen velinimettir. Okul demek bina, dershane demek değildir. Okul bir kurumdur. Ona cahil giren kâmil çıkar. Okula nâkıs=eksik gelen, tamam ve olgun olur. Okullar kâmil vatandaş, iyi insan yetiştirir.
Türkiye okulları resmî ideolojiye, vesayet sömürge sistemine değil; millî kimliğe, millî kültüre, tarihî devamlılığa hizmet etmelidir. Türkiye gibi bir İslâm memleketinde İslâma karşı olan bir eğitim sistemi millî değil, gayr-i millîdir.
Okulların en temel birinci vazifesi çocuklara
öğretmektir.
Bir ülkenin okulları cahilleri bilgili yapmıyorsa onlara okul denilebilir mi?
Vah vah!..
Okulların üç temel vazifesi vardır:
Genç nesilleri doğru bilgi ve inançlarla mücehhez kılmak.
Yüksek ahlâk ve karakter sahibi kılmak.
Onları güzeli seven, güzelliğe hizmet eden güzel insanlar olarak yetiştirmek.
Bizim eğitim sistemimiz ne bilgide, ne ahlâk ve karakter terbiyesinde, ne de güzellikte yeterli hizmet verebiliyor.
Bir lise son sınıf öğrencilerini düşünelim… Otuz genç… Bunların en az üçü, Fuzulî Divanını okuyacak, metin şerhi yapabilecek, bu kıraatten haz ve zevk alacak derecede
bilmelidir. Otuz çocuğumuzun otuzunun da böyle olmasını istemiyorum. Üç kişi, yani onda biri…
Çocuklarımız liselerde
edinmelidir. Lise mezunu ama sanat kültürüne sahip değil. Ne yapayım ben böyle bir okumuşu?
Ne yapayım ben böyle bir okur yazarı?
hem okul içinde, hem okul dışında
öğrencileri bazı saatlerde okulda frak ile geziyorlar.
Şimdi bizde niçin böyle okullar yok?
Bizde ise
, namaz kılan üç beş talebenin birkaç metre karelik küçük bir mescidi yok.
Beyler… Okul sayısı… Kocaman mektep binaları… Milyonlarca öğrenci sizi aldatmasın.
Evet bir tek okul bile yoktur.
Ne bilgi, ne ahlâk ve karakter terbiyesi, ne sanat ve güzellik kültürü… Çok mu karamsarım?.. Karamsar değil, gerçekçiyim…
Şöyle bir projem var: İstanbul’da lise 1, 2, 3′ te
okuyan edebiyata, tarihe, sanata, keyfiyet kültürüne bağlı üç zeki, kabiliyetli, istidatlı, ehliyetli, liyakatli öğrenci bulayım, bunlara pratik çalışmalar yaptırayım, paralel ve alternatif eğitim
vereyim, verdireyim.
Pratik çalışmalar:
(1) Osmanlıca’dan kolay, küçük bir metni Latin harflerine çevirecek.
(2) Kültür ve sanat konusunda fotoğraflı küçük bir gezi yapacak. Meselâ bir pazar günü Edirne’ye gidecek resimler çekecek,
unvanı ile albüm gibi bir şey hazırlayacak. Fotoğraflar, onların yanında kısa ve net açıklamalar… Camiler, eski Osmanlı, Rum, Bulgar, Yahudi evleri, köprüler vs.
(3) Çok kısa,
isminde notlar…
(4) Geleneksel, millî, İslâmî sanatlarımızdan birini öğrenecek, ürün verecek.
Alternatif ve paralel eğitim ve din kültürü:
1. Namaz kılmıyorsa namaza başlayacak.
2. Ehl-i Sünnet mezhebi üzere ilmihâlini, ezberleyerek öğrenecek.
3. Edebiyat ve arûz dersleri alacak.
4. Gerçek tarih dersleri alacak.
5. İstanbul kültürü, görgüsü, nezaketi, edebi, çelebiliği dersleri…
6. Lükse kaçmamak şartıyla güzel giyinme, sağlıklı beslenme dersleri…
7. Bunlara benzer konular.
Bu çocukların zekâları 100 IQ’dan aşağı olmayacak; karakterleri bu eğitime müsait olacak.
İstanbul’daki yüz binlerce öğrenci içinden üç kişi çıkar mı, bulabilir miyim, böyle bir denemeye kendileri ve ebeveynleri razı olur mu, bu konuda kesin bir şey söyleyemem. Belki güçlü adaylar vardır, bu yazımdan haberleri bile olmaz.
Herhangi bir cemaat, sekt mensubu gençleri yetiştirmek üzere kabul etmem doğru olmaz.
Şu hususu da belirteyim: Bu üç öğrenciye burs vermeyeceğim. Gerektiğinde seyahat masraflarını, özel ders ücretlerini ben öderim ama öğrencilere para veremem. Zaten cazip miktarda burs vereceğimi söylesem izdihamdan kapım kırılabilir…
Bu öğrencilere yaptıracağım transkripsiyon metinleri, fotoğraflı gezi notları, günceler çok az sayıda meselâ yüz ellişer nüsha basılacaktır.
Kanunlarımıza göre öğrenciler, reşit olmadıkları için velilerinden izin ve muvâfakatnâme getireceklerdir. Lakin velileri ile görüşmeyeceğim ve hizmetime müdahale etmeyeceklerdir.
Böyle bir proje hayata geçirilebilir, bu üç genç kendi ve bendenizin kapasitesi nispetinde yetişebilirlerse ileride gazeteci, yazar, fikir adamı, eğitimci, edebiyatçı, tarihçi, hukukçu, mimar, sanatkâr olarak hizmet edebilir.
Bu anlattığım şeylerin bana ne faydası olacak?.. İleride adam olurlar, hayırlı hizmetler ve işler yaparlarsa, bu çalışmayı ihlâsla yapmış olmam şartıyla bendeniz için sadaka-i cariye olur, sevap kazanırım.
Bu hizmeti ihlâsla yapabilecek misin? Çok zor… Allah yardım ederse… Hizmetin içine benlik karışabilir… Riya karışabilir.
Arzu eden olursa kendi el yazıları ile özgeçmişlerini, geleceğe ait projelerini içeren bir kompozisyon yazmalarını, bir zarfa koyup üzerine /M.Ş. Eygi Bedir Yayınevi, Cağaloğlu Yokuşu İst./ adresini yazarak posta ile göndermelerini rica ederim.
*Politikacı olmak isteyenler müracaat etmesinler. Onları yetiştirecek yeterli siyasî kültürüm yoktur.
*Müracaat eden olursa açık adresini, telefon numarasını, varsa e- mailini bildirsin.
*El yazısıyla yazılmamış müracaatlar nazar-ı itibara alınmayacaktır.
Bütün İslâmî kuruluşların gönül vermiş, bağlanmış, intisab etmiş gençleri aşağıdaki konularda yetiştirmeleri temenni ve ümid olunur:
1. Yeterli ve kurtaracak miktarda çok doğru, çok sağlam ilmihal öğretmek. Akaid… Fıkıh özeti… Muamelat (dünya işleri ile hükümler) özeti… Ukubat (İslâm ceza hukuku)… Ahkam-ı Sultaniye (İslâm’da Ümmet başkanlığı)… İslâm ahlâkının esasları… İslâm bilgeliğinin esasları… vs…
2. Mükemmel Osmanlıca okuma ve yazma…
3. Yazılı, edebî, zengin Türkçe…
4. Yakın tarihimizle ilgili –özet de olsa- çok sağlam kültür. İdeolojik düzme tarihin yalanları, mavalları, masalları ve balonları patlatılmalıdır.
5. Yüksek şehir görgüsü, kültürü, nezaketi, inceliği.
6. İslâmî sanat ve estetik kültürü. Mimarlık, dekorasyon, giyim kuşam, şer’î tesettür…
7. İsraf, gıybet, nemime, tecessüs, kibir, gurur, nefsine değer verip ona itaat etmek, lisan afetleri…
8. Ümmet ve Hilafet şuuru.
9. Beş vakit namazı çok dikkatle dosdoğru kılmak.
10. Şer’î özrü yoksa farz namazları cemaatle kılmak.
11. Başka meşreplere mensup Müslümanları ötekileştirmemek.
12. Ehl-i Sünnet kültürü… Ehl-i bid’ate ve dinde bid’atlere karşı uyanık olmak.
13. Bağlı olduğu tarikat veya cemaatin fanatik, militan, holigan taraftarı olmamak.
14. Kur’an-ı Kerim’e saygısızlık etmemek için usûl-i tefsir dersi özeti okutmak ve kutsal kitabımızı kendi re’y ve hevası ile yorumlamamak. Kur’an konusunda cahilce tartışmamak, cedelleşmemek.
15. Beş on sayfa da olsa usûl-i hadîs ilmini öğretmek, AB norm ve ilkelerine göre sahih ve mütevatir hadîsleri ayıklamanın küfür olduğunu anlatmak.
16. Fıkhın ve mezheplerin niçin zarurî ve lüzumlu olduğunu anlatmak için usul-i fıkıh ilmi özeti öğretmek.
17. Şeriat sevgisi ve bağlılığı aşılamak.
18. Dinimize hizmet eden, hizmet etmiş olan muhterem gerçek alimlerin, gerçek fakihlerin, gerçek şeyhlerin, gerçek ve kamil mürşidlerin erbab (rabler) haline getirilip putlaştırılmaması için itidal öğretmek.
19. Ashabı kiramın (radiyallahu anhüm ecmain) hepsine saygı ve sevgi aşılamak, hepsini hayırla, dua ile, Allah ondan razı olsun diyerek anmak. Bundan bin dört yüz önce aralarında vuku bulmuş fitnelere karışmamak, bunların hükmünü Mahkeme-i Kübra’ya bırakmak şuurunu ve kültürünü aşılamak.
20. Dünya, para, mal, servet, gelir, tantana, debdebe, ihtişam, ün, alkış şehvetlerini frenlemek.
21. İslâm’ın temel değerlerinden iffet ve hayâyı öğretmek ve bunları savunacak kültür vermek.
22. Âhir zamanda yaşadığımız için âhir zaman alametlerini öğretmek. Deccal ve Süfyan fitnesini, Mehdi hazretlerinin zuhur, İsa aleyhisselam hazretlerinin nüzul edeceğini öğretmek. Mehdi’nin ve İsa aleyhisselamın geleceğini inkar edenlerin sapık ve bid’atçi olduğunu bildirmek. (İki konuda da mânevî tevatür vardır, Ehl-i Sünnet’in icmaı vardır.) Tağut nedir? Süfyan kimdir, Süfyanilik nedir?..
23. Dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim, mezhepsizlik, fıkhın inkarı, şefaati, kabir ahvalinin inkarı, light ve ılımlı İslâm, Fazlurrahmancılık, Afganîcilik, Kemalist İslâm, BOP İslâm’ı ve benzeri bid’at ve dalalet akımlarının özet olarak içyüzünü öğretmek.
24. İslâm Şinasi kitabından “Allah gerçek bir Janus’tur” diyerek, kemal sıfatlarla sıfatlı ve noksan sıfatlardan münezzeh Allahü Teala hazretlerini –hâşâ- iki çehreli bir Roma putuna benzeterek, teşbih küfrünün en aşırısına düşmüş olan İranlı yazar konusunda aydınlatmak, uyarmak.
25. Yüzlerce, belki de bin çeşidi olan İslâmcılıkların yanlış yollar olduğu…
26. Sultan Abdülhamid-i Sânî hazretlerinin son gerçek Halife olduğu, ondan sonraki üç Halifenin sûrî halife olduğu ve Gök sultan Abdülhamid Han’dan sonra Süfyaniliğin hakim olduğu…
27. İki türlü tesettür olduğu, birinin Kur’ana, Sünnete, fıkha uygun şer’î tesettür, diğerinin Kur’ana, Sünnete, Şeriata uymayan şeytanî tesettür olduğu.
28. Vasıflı, güçlü, yüksek kültürlü, üstün gerçek dindar nesiller yetiştirmek için Tevhidî, Kur’anî, Nebevî, Şer’î eğitim yapacak İslâm Mektepleri açılmasının zarurî olduğu.
29. Ehl-i Kitab ile aramızda Amentü konusunda ittifak ve uyum olmadığı, onların Resulullah’ı inkar ettiği, Kur’anı inkar ettiği, İslâm’ı ve Şeriatı inkar ettiği, binaenaleyh onlarla dinî konularda diyalog yapılamayacağı.
30. İslâm hikmetinin=bilgeliğinin temel ilkeleri olarak Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’nin Kavaid-i Külliyesi okutulup öğretilmelidir.
Yukarıda arz etmiş olduğum 30 maddeye başka maddeler ilave edilebilir. Liseli ve üniversiteli Müslüman gençlerin bu konularda doğru ve sağlam bilgilere ve kültüre sahip olmaları gerekir. Anne ve babaların, hocaların, büyüklerin, üstadların gençleri bu konularda yetiştirmeleri mütemennadır.
Bu temennilerim, taleplerim, isteklerim haddini aşmak ve küstahlık olarak görülür ise, Sünnî büyüklerden beni bağışlamalarını istirham ediyorum. Zararlı ve fuzulî bir şey yazmadım. Samimiyetime versinler…
Eğitim ne demektir?.. Bu soruya verilecek ilk cevap, şudur:
Bizim eğitimimiz okuma yazma öğretiyor ama bu nasıl bir okuma yazmadır? Halkımız, 1928’den önce yazılmış, basılmış Türkçe kitapları, belgeleri, kitabeleri, dedelerinin mezar taşlarını okuyamıyor. Okumasını öğrense bile mânasını anlayamıyor.
Niçin? 1928’de büyük ve öldürücü bir kültür kopukluğu olmuş, bin yıllık millî yazımız yasaklanmış. Bu yasak yetmiyormuş gibi devlet terörü ile lisanımız değiştirilmiş, dejenere edilmiş. O hale gelmişiz ki, yirminci asrın ilk çeyreğinde yayınlanmış olan sade Türkçe romanlar bile, edebî zengin Türkçeden uydurukçaya tercüme ediliyor.
Sömürgeci vesayet rejimi eğitimi boza boza, dejenere ede ede bugünlere geldik.
Dünyanın hiçbir medenî ülkesinde olmayan paralel dershane eğitimi diye bir ucube çıkarttık. Çocuklarımız liselerde cebir geometri fizik kimya okuyor ama doğru dürüst öğrenemiyor ve büyük paralar ödeyerek dershanelere gitmek zorunda kalıyor.
Dershane deyip de geçmeyelim, bunların bir de parasal yönü var. Senede on milyarlarca dolarlık bir sektör.
İngiltereyi İngiltere yapan liseleridir… Almanyada gimnazyumlar… İsviçrenin mükemmel okulları… Japonyanın, Çinin, Singapurun, Güney Korenin vasıflı okulları.
İngilterenin Eton Koleji öyle ciddî bir eğitim kurumudur ki, talebeler okulda frakla dolaşır.
Bizde lise son sınıf öğrencisi bir gence, Ömer Seyfeddinin 1927’de basılmış bir hikaye kitabını verin, aval aval bakar. Çince mi, Tibetçe mi, Japonca mı, Fenikece mi?.. Bir Türkiyeli Türkçeyi ne kadar biliyorsa seviyesi, rütbesi o kadardır. Türkçe bir tarafa, okullarımızda fen dersleri de doğru dürüst okutulup öğretilemiyor.
Bendeniz liseden 1952’de mezun oldum. O zamanlar ne dershane vardı, ne bugünkü gibi genel üniversiteyi giriş imtihanı.
Ankara Siyasal Bilgilere her yıl imtihanla 150 öğrenci alınırdı. Bazı gözde fakültelere öncelikle lise diplomaları parlak öğrenciler alınırdı… O kadar.
Şu son günlerde bir dershane savaşıdır gidiyor ve şiddetli kavgalar çekişmeler yaşanıyor. Bir bardak suda fırtınalar kopartılıyor.
Bugünkü Kemalist, vesayetçi, kolonyalist eğitim sistemi ufak tefek tadilatla, sağına soluna yama yapmakla, palyatif ıslah tedbirleriyle kesinlikle düzelmez.
Bu eğitimi kökünden değiştirip, yerine medenî ülkelerde olduğu gibi vasıflı bir eğitim getirmek gerekir.
Önce Türkçe okuma yazma öğretilecek.1928’den sonraki Latin Agop Dilaçar Türkçesi değil, en az bin yıllık Türkçe.
Edebiyat meraklısı lise mezunu gencimizin eline Osmanlıca bir Fuzulî Divanı verilecek, gürül gürül okuyacak, metin şerhi yapacak.
Tarih, coğrafya, mantık, psikoloji, ahlâk, metafizik, estetik, sanat konusunda harika kompozisyonlar yazabilecek.
Test usulü sınavlar aldatmacadan ibarettir.
Bizdeki ders kitapları acınacak derecede geri, ilkel ve basittir.
Türkiye niçin bir çirkinlikler meşheri haline geldi… Mimarlık ve şehirciliğimiz niçinbugünkü hale düştü?… Liselerde estetik ve sanat kültürü verilmediği için.
İngiltereyi İngiltere yapan okul Eton Kolejidir, Fransayı Fransa yapan Paris Yüksek Öğretmen Okuludur
Ülkemizde şu anda hiçbir lise ve dershane geçerli not alamaz. İsterseniz yeminli bir bilirkişi inceleme yapsın, en parlak öğrencileri imtihan etsin.
Son sınıf öğrencisine 1923 baskılı bir roman verin, okuyamayacaktır.
Edebiyat, tarih, felsefe, sanat konusunda bir kompozisyon yazmasını isteyin, doğru dürüst ipe sapa gelir bir şey yazamayacaktır.
Coğrafya sorusu: Singapur mini devleti (600 küsur km karedir) kültür, eğitim, sanayi, ticaret, finans bakımından niçin ve nasıl bir dev olabilmiştir? Bu başarısının sebepleri nelerdir?.. Bizim eğitimzede oğlumuz veya kızımız ne yazacak? Maalesef hiçbir şey. Gak guk… Acaba Singapurun yerini biliyor mu?.. Fransız liselerindeki coğrafya kitaplarında bu soruya cevap olabilecek nice bilgi, resim, istatistik bulunmaktadır?
Bizde 1980’den bu yana bütün okullarda mecburî din dersleri var. Çocuklarımızı en basit ve temel dinî konularda yazılı imtihana tabi tutalım, netice yine fiyasko olacaktır.
Lise mezunu kaç çocuğumuz mantık hakkında ciddî bir yazı yazabilir?
Atatürk aşağı, Atatürk yukarı… Bizi Atatürk kurtardı…1919’da Samsuna çıktı, Padişahı kovdu, cumhuriyeti kurdu, egemenlik kayıtsız şartsız ulusun oldu… Bunlarla eğitim olmuyor.
Bir ülkenin başarısının göstergeleri gökdelenler, rezidanslar, otoyollar, diğer maddî eserler değil, eğitim sistemi ve okullardır.
Türkiye kurtulmak, ilerlemek, ayakta kalmak istiyorsa Japonyadaki, Tayvandaki, Güney Koredeki ve medenî Avrupa ülkelerindeki okullar gibi vasıflı ve gerçek mekteplere sahip olmalıdır.
Lise mezunu bütün Türkiyeliler bin yıllık edebî, yazılı, zengin kültür Türkçesini okuyup anlayabilmelidir.
Türkçesi yeterli olmayanlara lise diploması verilmemelidir. Üç yüz kelimelik sokak, çarşı pazar, günlük iletişim Türkçesiyle köy olmaz kasaba olmaz.
Otuz kişilik bir lise son sınıf dershanesinde en az beş çocuk Fuzulî divanını okuyup anlayabilmelidir.
Yüzde yüz olmasa bile yüzde on veya on beş çocuğumuz tarih, sanat, beşerî ve ticarî coğrafya, mantık, sanat konusunda güzel kompozisyonlar yazabilmelidir.
Okullarımızda sadece bilgi değil, ahlâk ve karakter terbiyesi de verilmelidir.
Lise gençlerinin hepsi
Bana Eton Kolejinde bir tek serseri ve haylaz öğrenci bulsanıza! Bulamazsınız…
Yıl 1947. Galatasarayın orta kısmında okuyorum. Tarih hocamız, eski nazırlardan
ders anlatıyor, birden dersi yarıda kesti, kürsüden indi, sınıfı terk etmek üzere kapıya doğru yürüdü. Biz çocuklar hocam nereye gidiyorsunuz diye bağırıştık. Durdu, sağ elini kaldırdı, işaret parmağını gözlerimize sokarcasına şöyle dediydi
Biz yine bağrışmıştık, hocam ne oldu?.. Meğerse arka sıradaki görgüsüz
…
Eğitimini, bilhassa liseleri düzeltmezse Türkiyenin geleceği yoktur.
Türkiye’nin yüzde sekseni Sünnî Müslüman mıdır? Bendeniz böyle biliyorum. Bunların bir kısmı dindar ve inanan Sünnîdir, bir kısmı sosyolojik kimlik Sünnîsidir. Ülkenin en güçlü kurumundaki nispet de böyle olmalıdır. Yani
Bir ara askerî okullara dindar çocukları almamışlardı. Çocuk kabiliyetli, istidatlı, hizmete yatkın ama babası sakallı bir hacı, annesinin başı örtülü… Dedelerinden biri müftülük yapmış… Olmaz!.. İsimler üzerinde bile durulmuştu. İsmi Muhammed… Sakıncalı!..
Bir askerî okulda küçük tuvaletini ayakta değil de, İslâmî taharete riayet edebilmek için kabinde yapan çocuklar bile şüpheli olmuştu. Çocuğun dizine bakmışlar, secdeden ileri gelen bir iz… Olmaz!
Namaz kılmak teoride serbestti ama kıldığı görülenlerin bazısı, gözünün üzerinde kaşın var bahaneleriyle tard edilmişti.
Bunların bir kısmı ordudan atılarak perişan edilmiştir.
Bendeniz Sünnî bir Müslüman olarak orduda dindar subaylar olmasını isterim. Böyle bir istek benim hakkımdır ve hiçbir sakıncası yoktur.
Şartlar şunlardır:
Müslüman olacak ama İslâmcı olmayacak.
Herhangi bir cemaatin, tarikatın, sektin, grubun militanlığını, holiganlığını yapmayacak.
Dini siyasetin üzerinde tutacak.
Laf ve şekil Müslümanı değil, ahlâklı ve faziletli olgun Müslüman olacak.
Gerçek bir dindar olarak herkesten daha çalışkan, vazifeşinas, doğru ve dürüst, ahlâklı ve faziletli olacak.
Onun vasıflarını, üstünlüğünü dindar olmayanlar da tasdik ve kabul edecek.
Kültür ve bilgi seviyesi çok yüksek olacak.
Hiçbir şekilde darbelere, kıyamlara katılmayacak, âlet olmayacak.
Böyle subayları kim istemez?
Olmaz olmaz olmaz… Bu metot İslâma, ahlâka ve bilgeliğe aykırıdır.
Eşitliğe aykırıdır… Emanete hıyanet etmektir… Kul hakkı yemektir…
Orduya Müslüman subay sokmanın meşru, ahlâkî, bilgeliğe uygun yolları şunlardır:
1. En zeki, en akıllı (IQ), en yüksek karakterli
en kabiliyetli, en istidatlı, en vatansever, en idealist, en müsait gençleri seçersin.
2. Bunlara paralel ve alternatif bir eğitim verirsin.
3. Mükemmel edebî zengin Türkçe ve İngilizce, başka diller öğretirsin.
4. Her birini
yetiştirirsin.
5. Sanat, tarih, edebiyat, felsefe, görgü, efendilik…
6. Çelik gibi bir irade.
7. Evrensel insan haklarına, millî kimlik ve kültüre bağlılık, çeşitliliklere hoşgörü…
8. Ruh asaleti…
9. Uzakdoğu sporları…
10. Adaletli ve insaflı…
11. Şerefli, haysiyetli…
12. Güvenilir…
Askerî okullara böyle öğrenciler yönlendirilirse, onlar sınavları elbette kazanır… Elbette başarılı olur… Elbette hizmet eder… Elbette kurmaylık imtihanında da başarılı olur. Çalınmış sorularla orduya girenlerde bu hasletler olur mu?
Müslüman bir subay herhangi bir dinî sekt mensubu olamaz. O Müslümandır ama İslâmcılık bile yapmaz. Tasavvufî bir tarikata girebilir ama ordu içinde ve dışında tarikat militanlığı yapamaz.
Ordumuzun böyle yüksek vasıflı Müslüman subaylara ihtiyacı olduğuna inanıyorum.
Dindar olmayanların da vasıflı olmasını istiyorum. Vasıfsız bir Müslüman ile vasıfsız bir dinsiz kavga edip fitne çıkartabilir ama vasıflı dindarla vasıflı dinsiz kavga etmez.
Selamünaleyküm… Efendim, ismim (….), tıp fakültesi 2’nci sınıf öğrencisiyim. Bendeniz daha önce birkaç akaid kitabı okudum. Şimdi ise Said Ramazan el-Buti merhumun akaide dair olan
kitabını okumaya niyetlendim. Lakin bu kitap galiba Eş’arî mezhebine göre yazılmış. Maturidî olduğum için biraz tereddüt yaşadım. Bu tereddüdüm, Eş’arînin hak mezhep olmadığı değildir; mezhepleri karıştırma korkumdandır. Size sormaya karar verdim. İkinci olarak da, tıp doktoru olmaya aday bu kardeşinize nasihat ederseniz çok memnun olurum… Allah’a emanet olunuz.
* * *
Cevabım: Aleykümüsselam… (1) Madem ki, daha önce birkaç akaid kitabı okumuşsunuz, yeni bir kitap okumanıza lüzum yoktur…
(2) Size Ehl-i Sünnete uygun kısa bir
kitabı okumanızı tavsiye ederim…
(3) Osmanlıca okumayı ve yazmayı mükemmel şekilde bilmelisiniz, Osmanlı edebiyatına vakıf olmalısınız. Bunun için MEB ve Hayret Vakfının birlikte yürüttüğü kurslara kayd olunuz… İnternetten bilgi alabilir, kayıt yaptırabilirsiniz… (4) Kupkuru, genel kültürsüz, boyutsuz, sanatsız, renksiz, mânevî neş’esiz, dini imanı para ve prestij olan sıradan bir tabip olmayınız.
gibi hezarfen münevver san’atkâr çok boyutlu bir doktor olunuz. Profesör Ahmet Güner Sayar’ın Süheyl Ünver hakkındaki kitabını mutlaka okuyunuz… (5) Ehl-i Sünnete çok bağlı olunuz, beş vakit namazı dosdoğru eda ediniz… (6) İhyau Ulûmi’d-Din başucu kitabınız olsun… (7) Mutlaka İslâmî millî sanatlarımızdan birini öğreniniz, ürün veriniz ve ben eserlerimi ucuza satmam demeyiniz… (8) Faydalı kitaplardan oluşan özel bir kütüphaneniz olsun… (9) Bir tarikata mensup olabilirsiniz ama sakın sakın sakın ha, holiganlık, militanlık yapmayınız… Zengin, mânalı bir iç hayatınız olsun… Allah yardımcınız olsun.
Atalarımızın Türkçe mezar taşlarını okuyamayacak kadar kara ve koyu cahil kalmayınız.
, ürün verecek derecede öğreniniz.
olunuz.
olunuz.
nemimeden, dedikodudan ve diğer
tutunuz.
durunuz.
Yazılı, zengin, edebî Türkçeyi, güçlü hocalardan ders alarak öğreniniz.
yanlışsız kılabilecek derecede
olsun.
sahip olunuz.
sahip olunuz.
, onları bütün hayırlı işlerde destekleyiniz, onlara acıyınız, yardımcı olunuz.
olunuz.
iyice biliniz.
biliniz.
Kur’an israf edenler için
buyurmaktadır.
Lakin, Allaha masiyet konusundaki istek ve emirleri olursa onları yerine getirmeyiniz.
olunuz.
ve
olunuz.
prensibini hatırınızdan hiç çıkartmayınız ve
kötü kimselerle arkadaşlık etmeyiniz.
Şöhret delisi bir beyinsiz olmayınız.
Onu çok sevenleri seviniz.
biliniz.
, Müslüman arivistlerden bucak bucak kaçınız ve onların tuzaklarına düşmeyiniz. Onlar karı tacirlerinden daha alçak ve muzırdır.
olduğunu biliniz.
Riyasetin ateşten bir gömlek olduğunu da biliniz.
Allah yardımcınız olsun. Âmin…
Son altmış yıl içinde İslâmî kesimin ciddî, dört başı mâmur bir eğitim stratejisi, planı programı, siyaseti olmamıştır.
, eski medreselere biraz benzeyen Kur’an kursları ve bütün okullarda mecburî olan, lâkin bir işe yaramaya, sadra şifa vermeyen din kültürü dersleri ile yetinilmiştir.
Elli yılda elli bin yeni cami yaptıran Müslümanlar, bu müddet zarfında
Bundan on küsur yıl öncesine kadar Türkiye’de İslâm Mektebi açılamazdı…
Veya başka bir yabancı ülkede…
Gerçek İslâm mektebi nasıl bir mekteptir?.. İslâma, Kur’ana, Sünnete, Şeriata uygun eğitim veren; vasıflı ve güçlü Müslümanlar yetiştiren bir mekteptir.
Bir İslâm mektebinde, ders günlerinin hepsinde sabahleyin sarıklı, cüppeli, icazetli bir hoca din ve Kur’an dersi verir.
Böyle bir okulda, vakit namazları için ezan okunur ve bütün öğrenciler, okulun camiinde, okul imamının ardında cemaatle namaz kılar.
1868’den, 1912’ye kadar
olduğu gibi.
Bir İslâm mektebinde
İslâm mektebinin baş özelliği şudur:
İslâm mektebinde öğrencilere, genç nesillere üç boyut kazandırılır:
Şu anda ülkemizde üç bin civarında
İmam-Hatip okulu var. Bunların hangisinde, eskiden
olduğu gibi, beş vakit namazın cemaatle kılınması mecburidir?
Beş vakit namazın mecburî olmadığı bir okul din okulu olabilir mi?
Haydi eskiden ağır baskılar vardı, bütün öğrencilere namaz kıldırılamıyordu; bugünkü hürriyet ortamı içinde dinimizin bu temel emri niçin yerine getirilmemektedir?
Türkiye Müslümanları,
kurtulamayacaklardır.
Evet, İslâm lisesi açılacak… Her sabah bir saat
verilecek.
Okulun, bütün talebeleri içine alabilecek bir camii olacak… Okulun imamı olacak…
Bu okul İngilteredeki
Talebeleri
çok iyi bilecek
bu okula bütün dünya hayran kalacak…
Açamazsak, işte bugün olduğu gibi zillet, esaret, meskenet, parçalanmışlık, kaos, anarşi, fetret içinde sürünür dururuz.
bey, gazetemizin 11 Mayıs 2014 tarihli nüshasında yayınlanan
başlıklı yazısıyla çok önemli bir meseleye parmak basmış bulunmaktadır. Kendisini tebrik ediyorum.
Maalesef birtakım reformcular, dinde değişim ve yenilik isteyenler, gizli Mutezilîler, sinsi Fazlurrahmancılar, mezhepsizler, Kemalistler;
Nâdir istisnalar dışında, şifahî kültürlü olan Ehl-i Sünnet camiasının bundan haberi yok. Ehl-i Sünnetin, Diyanet’te uzun yıllar boyunca yapılan
çalışmalarından da haberi yok.
Halbuki bu hadîslerin doğruluğu, Ehl-i Sünnet hadîs imamları tarafından kılı kırk yararcasına araştırma ve inceleme yapılarak isbat edilmiştir.
İbrahim Halil bey, İmam-Hatiplerde okutulan bir hadîs kitabından bir paragraf almış. Bu kitabı yazanlar,
, binaenaleyh
iddia ederek öğrencilerin zihinlerini karıştırıyor.
Allah’ın Resulü Hazret-i Muhammed Mustafa’ya
gayba ait bazı bilgiler verilmiştir.
Kaldı ki,
manevî tevatür derecesinde sabit bir gerçektir.
Bid’atçi Mutezilî ve Fazlurrahmanî ilahiyatçılar
Bu konuda Ehl-i Sünnetin icmaı vardır ve bu icmaı inkâr edenler, Muhbir-i Sâdık olan Efendimizin sahih hadislerini inkâr suretiyle dalalete=sapıklığa düşmüş olurlar.
Birtakım şer güçleri İmam-Hatip mekteplerini
kullanıyor.
Aldığım haberlere göre bu üç bin okuldan
Biri İstanbul Fatih’te eski Darüşşafaka lisesi binasında faaliyet gösteren ve kırktan fazla ülkeden talebesi olan uluslararası okul, diğeri tam yerini bilmiyorum, İzmir civarında müdürü son derece dindar bir zat olan bir İmam-Hatip okulu.
Bir okulun din okulu olabilmesi için bütün öğrencilerinin beş vakit farz namazları, okul camiinde, okulun resmî imamının ardında topluca cemaatle kılmaları gerekir.
Galatasaray Sultanisinde=Lisesinde bile, bütün Müslüman öğrenciler okul camiinde, okulun devletten maaş alan resmî imamının ardında cemaatle namaz kılıyordu.
Bir okulun din okulu olabilmesi için Ehl-i Sünnet ve Cemaat İslâmlığına uygun bir eğitim vermesi şarttır.
Mutezile ve Fazlurrahman mezhebi mensuplarının
Bendeniz bu okullara ve oralarda tahsil gören değerli evlatlarımıza karşı değilim. Lakin eğitimin Ehl-i Sünnet ve Cemaat akidesine, fıkhına uygun olmasını; talebenin Mutezile, Fazlurrahmancılık, Afganicilik, dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim, hadîs ayıklama, laik İslâm, BOP İslâmı, mezhepsizlik, Kemalist İslâm gibi bozuk ve sapık akımlara çekilmemesini isterim.
Dinimiz, bir Müslümanın diğer Müslümanları aldatmasına, onlara karşı taqiyye ve kitman yapmasına izin vermiyor, Resul-i Kibriya Efendimiz “Bizi aldatan bizden değildir” buyuruyor.
Süslü, şatafatlı cami binaları için yekun olarak yüz milyarlar harcayan Sünnî camia niçin İmam-Hatip mekteplerini bozmaya çalışan bid’atçilerle, hadîs ayıklayıcılarıyla, Afganîcilerle, Fazlurrahmancılarla ilgilenip, onları red ve cerh etmiyor?
Temennim: Tezelden ehliyetli liyakatlı icazetli Sünnî ulema ve fukahadan oluşan bir heyet kurulmalı ve İmam-Hatip mekteplerinde okutulan din dersi (hadîs, tefsir vs) kitapları incelenmeli ve neticesi bir rapor halinde yayınlanmalıdır.
Ülkemizdeki bütün bozukluklarda kendini müctehid ilan eden mezhepsiz bir ilahiyatçının ve ekibinin rolü, tuzu biberi vardır.
Türkiye’deki hadîs ayıklama işini, meşhur BBC, 14 asırlık İslâm tarihinde görülmemiş bir reform hareketi olarak yazdı ama bizim Sünnî çoğunluk bu konu üzerinde durmadı.
Yapılmasını temenni ettiğim hizmet, gerçek ulema ve fukaha tarafından parasız yapılmalıdır. 1922’de 150’liller meyanında Türkiyeden kovulan Şeyhülİslâm Mustafa Sabri ve ders vekili Düzceli Muhammed Zahid el-Kevserî efendiler, gurbetlerde bin sıkıntı için muhalled Arapça eserler yazarak Ehl-i Sünneti müdafaa etmişler, bid’atçileri susturmuşlardır.
Böyle hizmetler, paralı askerlerle yapılmaz, gönüllü ilim kahramanlarıyla yapılır.
Yok mu böyle din kahramanları?
Şuurlu ve uyanık bir Müslüman baba düşünemiyorum ki, çocuklarının Osmanlıca öğrenmesini istemesin, onlara Osmanlıca öğrettirmesin.
Eskiden bu iş zordu. Artık çok kolay.
Üç senedir bu konuda faaliyet gösteriliyor.
Gönül arzu eder ki, bu üç sene zarfında üç milyon Müslüman Osmanlıca öğrenmiş olsun. Heyhat heyhat heyhat ki, öğrendiğime göre
öğrenmiş.
Müslüman yığınların haline üzülmemek mümkün değil.
Ana dili Türkçe olan bir Müslüman bu yazıyı mutlaka bilmek zorundadır. Sadece Türkler değil, Kürt kardeşlerimiz de
İstikbalde Avrupa Müslüman olunca, Müslümanlar İngilizceyi, Fransızcayı, Almancayı ve sair Batı dillerini Kur’ân alfabesiyle yazıp okuyacaktır. Latin alfabesi İngilizce için o kadar yetersiz ve uyumsuzdur ki, Arap alfabesi ona nispetle bin kere tercihe değer.
Yazık, bin kere yazık!..
Türkiye kültüründe telafisi çok zor büyük bir kopukluğa sebep olmuştur.
Okunduğu gibi yazılan, yazıldığı gibi okunan latin alfabesi
Bizim kadar zeki olmayan
Çünkü onların yazıları o kadar zordur ki, öğrenebilmek için muazzam gayret sarf ediyorlar ve akılları bu yüzden son derece gelişiyor. Şu Müslümanlara bakınız: Çocuğum İngilizce öğrensin, çocuğum bilgisayar öğrensin… Aynı gayreti ve hırsı Osmanlıca konusunda göstermiyorlar.
Ali Rıza bey anlattı: Galatasaray Lisesi tarih öğretmenlerinden biri ona müracaat ederek, merhum Ziyad Ebuzziya bey ile görüştürmesini istemiş. Ali Rıza bey üstada söylemiş, şu cevabı almış: