Mekke’de Yıkılan Kale
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Salı
Eminönü’nde sahilde beşyüz küsur yıllık tarihî bir camimiz var. Ahî Çelebi Camii. Fatih Sultan Mehmed zamanında yapılmış, daha sonra yıkılmış, bugünkü bina mimarbaşı Koca Sinan’ın eseriymiş. İşte bu tarihî cami şu anda kapalı, onbeş yıldan beri her gün biraz daha fazla çöküyor, harap oluyor. Resmî sorumluların kulakları bütün uyarılara, feryatlara tıkalıdır. Tarihî mâbedin, İstanbul’un Türklerin olduğunu gösteren tapu senetlerinden birinin çökmesini sanki kasıtlı olarak istiyorlar. Orada bir kilise, bir Yunan mâbedi veya Roma harabesi olsaydı ilgisiz kalırlar mıydı? Tarihî miras, medeniyet, hoşgörü diyerek hemen imar ederlerdi.
Son seksen, doksan yıllık yakın tarihimizde sadece İstanbul’un Eminönü ilçesinde 113 (yüz on üç) cami yok edilmiştir. Misak-ı Millî sınırları içinde onbinlerce tarihî vakıf eseri; cami, medrese, tekke, çeşme şu anda yoktur.
Hırsızlar, namussuzlar, şerefsizler Yenikapı Mevlevîhanesi’ndeki vakıfların deposunu soydular, sonra binayı ateşe verip yaktılar.
İçinde bir tek Hıristiyan yaşamayan şehirlerimizdeki eski kilise harabeleri devletimizce tamir edilirken, Eminönü’ndeki Ahî Çelebi Camii’nin yıkılması bekleniyor. Tepetaklak bir dünyada yaşıyoruz.
Be adamlar bari kiliseleri yaptırırken camileri de yaptırıverseniz olmaz mı? Kilise yaptırırken uygarlık oluyor, cami yaptırırsa gericilik olurmuş. Yok canım!
Son günlerde bizim şu mâlum ve mâhut medyada bir gürültü, bir feryad ü figan, bir patırtı koptu Mekke’deki Ecyad Kalesi’nin yıkılması münasebetiyle. Yok Suudîler Osmanlı eserlerini yıkıyorlarmış, yok yapılanlar medeniyete aykırıymış. Peki siz Türkiye’deki on bin ecdat yadigârı tarihî binayı yerle bir ederken uygarlık mı oluyordu bu tahribat?
Mekke’deki kalenin yıkılmasını elbette istemezdim. Lâkin Arabistan’da bütün Osmanlı eserleri sistemli olarak yaktırılmıştır. Geriye sadece Kâbe’nin etrafındaki revaklar ile Medine’deki tren istasyonu binası kaldı. Onları da bir gün yerle bir ederler.
Ecyad kalesinin yıkılmasıyla ilgili gürültü ve düşmanlık kampanyasının ardında başka hesaplar, emeller olduğu anlaşılıyor. Ben bu işte Tel-Aviv ve Washington kokuları seziyorum. Ayrıca Sabataycı râyihaları…
Şu anda Amerika ile Suudî rejiminin arası açıktır. Amerika onları feda etmişe benziyor. Bir kötüleme, yıpratma kampanyası başlatılmıştır.
Ecyad kalesinin yıkılması elbette hataydı. Lâkin protestonun içyüzünü de bilmek gerek.
Türkiye dört beş yıldan beri Arap dünyasına sırt çevirmiş ve İsrail ile çok yakın, çok samimî bir işbirliği havasına girmiştir. Arap dünyası bundan elbette memnun ve mutlu değildir. Merhum Özal zamanındaki siyaset takip edilseydi, Mekke’deki kalenin yıkılmaması için telefonla yapılacak bir rica yeterli olabilirdi.
Türkiye ile Suudî Arabistan arasında bazı garip ve önemli benzerlikler vardır. Her iki devlet de 1925’te tarikatları yasaklamışlar, tekkeleri kapatmışlardır. Biri lâiklik ve Batıcılık adına, diğeri Vehhabî mezhebi adına.
Suudî Arabistan’da şimdiye kadar ne camiler, ne türbeler, ne mezarlıklar yıkılmadı ki.
Bedir savaşının cereyan ettiği yerdeki cami ve şehid kabirleri yıkılıp düzlenmiştir.
Uhud şehitleri kabristanının yanındaki cami de düzlenmiş, kabirler yerle bir edilmiştir.
Vehhabîlik Osmanlı devletine karşı bir isyan hareketiydi. 1925’te Hicaz’ı ellerine geçirince hınçlarını eski Osmanlı eserlerinden aldılar.
Mekke’de Cennetü’l-Mualla adında mübarek bir kabristan vardı. Orada Hazret-i Hatice validemizin türbesi bulunuyordu, başka türbeler de vardı. Onların hepsini yıktılar, mezar taşlarını kırdılar, kabirleri düzlediler.
Medine’deki Cennet’ül Baki Kabristanı’nda da İslâm büyüklerinin türbeleri vardı. Orası da târumar edildi, yıkıldı.
Eyüb Sabri Paşa “Tarih-i Vehhabiyan” adlı eserinde anlatır. Vehhabîler bir ara 19’uncu asırda Medine’yi ellerine geçirince Resûlullah Efendimiz’in mübarek türbesini de yıkmak istemişler, bu maksatla kubbesine eli kazmalı birini çıkartmışlar. Herif kazmayı kaldırmış, tam indireceği sırada aşağıya düşüp ölmüş. Bunun üzerine, Müslümanların isyanından da korkarak yıkımı durdurmuşlar.
Hangi tarihte oldu bilmiyorum, son on-onbeş yıl içinde Londra’da bir Hicaz Konferansı toplandı, dünyanın çeşitli ülkelerinden ehl-i sünnet âlimleri geldiler, tebliğler okundu ve sonunda Suudî rejimine hitaben bir beyanname yayınlandı. Krala karşı saygılı bir dil kullanılıyordu. Mekke ve Medine’de, İslâm dünyasının sadece yüzde ikisinin mezhebi olan Vehhabîliğin kurallarının ve fıkhının uygulanması, diğer ehl-i sünnet fıkıhlarının uygulanmaması tenkit ediliyordu. Yine hacıların bavullarındaki çantalarındaki Delail-i Hayrat ve başka din kitaplarına el konulması da yeriliyordu.
Vehhabîler Müslümanların büyük kısmına müşrik damgası vururlar. Bizim bağlı olduğumuz Eş’arî ve Mâtüridî inancı onlara göre birçok hususlarda bâtıldır. Onlar kabir yapmayı, kabirlere taş dikmeyi, türbeleri kabul etmezler. Mezar başında Fatiha okuyup da sevabını ölüye bağışlayanları şirke (Allah’a ortak koşmaya) varacak derecede kötü ve yanlış görürler. Tarikatlara, tasavvufa, tarikat ulularına, evliyaya düşmandırlar. Tarikat ve tasavvuf uluları (evliyası) için “Onlar evliyaurrahman değil, evliyauşşeytandır” diyecek kadar ileri giderler.
Vehhabîlerin Osmanlı Hilafetine karşı başlattıkları isyan yüzünden tarihte çok facialar cereyan etmiş, çok Müslüman kanı dökülmüştür. Ondokuzuncu asrın ilk yarısında yakalanan Vehhabî lideri İstanbul’a getirilmiş, Sultanahmet meydanında idam edilmiştir.
Vehhabîliği çıkartan Muhammed ibn Abdülvehhab’ın kardeşi Süleyman ibn Abdülvehhab ehl-i sünnet mezhebine mensuptu; kardeşinin yanlış doktrini üzerine bir reddiye yazmıştır.
Vehhabîlerin bilhassa inanç konusunda çok bozuk tarafları olmakla birlikte namaz, cemaat ve muhadderat-ı islâmiyenin tesettürü konusunda büyük hassasiyetleri vardır. Bu da onların lehine kaydedilecek bir husustur. Ancak esas olan itikattır.
Nice tarikatli Müslüman Hicaz’a gidiyor ve Vehhabî imamlarının ardında namaz kılıyor. İmam tarikata, tasavvufa, şeyhlere karşı; bunlar için şirktir, sapıklıktır diyor; uyan tarikatli, Nakşî veya Kadirî… 16 Ocak 2002