22 Aralık 1998 Salı, 23 Aralık 1998 Çarşamba günlü yazılar çıkmamıştır..

 

Size gerçekçi (realist) olmanızı tavsiye ederim. Bulutların üzerinde uçmayı bırakın da ayaklarınızı yere sımsıkı basın.

İnsanlara ve dünyaya güvenmeyin. “Ben değerli bir kimseyim, herkes benim kadr ü kıymetimi bilsin” gibi kuruntulardan kurtulun. Gerçekten değerli bir insan mısınız onu bilmem ama, kıymetiniz ve dereceniz yüksek de olsa çevreniz onu takdirden âcizdir.

İnsanın, varolan imtihanını kaybetmesine sebep olan iki büyük belâ mal ve cah hırsıdır. Yüzde yüz bunlardan arınamazsınız, lakin hiç olmazsa elinizden geldiği kadar maddecilikten ve nefsperverlikten sıyrılmaya çalışınız.

Başınızda kavak yelleri esiyor. İlim, irfan, edeb, ahlâk, fazilet, sanat, kemal elde etmek için çalışıp çabalayacağınız yerde boş işlerle, nefsanî arzuların tatmini ile meşgul oluyorsunuz. İleride pişman olacaksınız.

Size yararı olmayan fantezi fikirleri, moda lafları, gelip geçici konuları bırakın da kendinizi yetiştirmeye, olgunlaştırmaya, adam olmaya bakın. Evet, adam olmak… Mühendis, doktor, hukukçu, edebiyatçı olmak o kadar zor değildir, fakat adam olmak son derece zordur.

“Dehri arasan binde bir âdem bulamazsın,

Âdem görünen harları sen âdem mi sanırsın?”

Dış süslerle uğraşmaktan önce içini süslemeye, bâtınını imar etmeye bak. İnsanlara iyilik edemiyorsan, bari kedilere, köpeklere, kuşlara yiyecek at. Bir karıncayı bile incitme, bir otu bile kopartma.

Günlük dedikodulardan sana ne. Kendine doğru dürüst bir gündem yap. Bunca belâ imtihanı içinde ne yapacaksın, nasıl kurtulacaksın?

İyi arkadaşlar edin. Yaşamak bir sanattır. Senin bu sanattan haberin var mı?

Bilmiyorsan hemen okuma yazma öğren. Câhillik iyi bir şey değil. Atalarının ve milletinin bin yıl boyunca kullanmış olduğu yazıyı bilmemek ayıp olmaz mı? Mâzeretleri ve bahaneleri bırak.

Okumuş, aydın, geniş ufuklu bir kimse olmak istiyorsan, lisanın zengin olsun. Üç yüz kelimelik sokak diliyle insan münevver olamaz. Zorla değiştirilen, unutturulan güzel ve zengin Türkçeyi öğrenmeye bak. Sana bir ölçü vereyim: Lise veya üniversite tahsili yapmışsan ve Fuzulî divanını anlayarak ve zevk alarak okumuyorsan, senin Türkçen yetersizdir.

Paranla, servetinle, meskeninle, mobilyanla, otomobilinle, yazlığınla, yatınla, yediğin içtiğinle övünme ahmaklığını bırak. İlmin, irfanın, ahlâkın, faziletin, mürüvvetin ne kadarsa sen o kadarlık bir adamsın.

Gençliğinin güzelliği ve taraveti ile böbürlenme. Asıl güzellik, ihtiyarladıkça elde edilenidir. Sen bakalım ileride nasıl bir yaşlı insan olacaksın?

Ben, ben, ben deyip durma. Biraz da sen, o, biz, siz, onlar de.

Yükselmek mi istiyorsun. O halde hiç olmaya, hiçleşmeye bak.

İstanbul’u Tanıyamıyorum

Artık İstanbul’u tanımakta güçlük çekiyorum. Dağlar gibi beton yığınları, ruhları karartan asfalt yollar ve onların üzerinden seller gibi akıp giden pis kokulu otomobil sürüleri. Çarşılar, meydanlar, caddeler karınca gibi insan dolu. Pazar günü Mısır Çarşısı’nın yanındaki sokağa biraz nevale almak için girmiştim, o kadar kalabalık vardı ki, çıkamadım, ara bir sokağa sapıp da öyle kurtulabildim… Gürültü, toz duman, havasızlık; her yer isli paslı ve pis. Geceleri Ramazan eğlenceleri tertiplemişler. İftardan kalkan halk ekmek içi kokoreçler, dönerler, gözlemeler yiyordu. Halk doymuyor. Her yer salaş barakalar, lahmacuncular, şekerciler, tatlıcılar, yemişçiler ile dolu. Kadınların kimi kapalı, kimi açık saçık. Bu soğukta üşümüyorlar mı? Ha ha ha… hi hi hi… ho ho ho… he he he… Böğürtüler, homurtular, gürültüler. Biraz da inleseler ya.

Bu kışta ve Ramazanda zor olacak ama birkaç günlüğüne köye gidip kafamı dinlemek istiyorum.

Bir Deveciye

Dilinle “Benim dinim Müslümanlıktır” diyorsun ama halinle, yaptıklarınla senin dininin, imanının para ve menfaat olduğu anlaşılıyor. Nerede para, çıkar, maddî veya mânevî bir menfaat varsa sen oradasın. Dâva adamı çileden, zahmetten, eziyete mâruz kalmaktan çekinmez. Sen ise bunlardan bucak bucak kaçıyorsun. Bir hayrın hasenatın yok. Allah’ın sana verdiği nimetlerin bir kısmını ihtiyacı olanlara dağıttığın görülmüyor. Aklın fikrin devşirmek, daha fazla kazanmak, cebine indirmek.

Avantaların kokusunu ne de çabuk alıyorsun. Nerede bir ulûfe var sen hemen oradasın.

Hocaların, üstadların, ağabeylerin, büyüklerin, önderlerin hep paralı, zengin, kodaman adamlar. Fakirse, parasızsa, zâhidse mürşid-i ekmel olsa bile herhangi birinin peşinden gitmezsin.

Yıllardan beri üzüntülüsün. Başkaları çok götürdü, büyük hortumlama yaptı, benim payıma az düştü diye kederleniyor, hüzünleniyorsun. Kısmet meselesi a canım kısmet meselesi. Büyük götürenler senden daha açıkgöz, senden daha namussuz.

Bakanlıkların, belediyelerin, vakıfların, derneklerin, lobilerin kapılarını aşındırıp duruyorsun.

Kuzum sen dâva adamı mısın, deve adamı mı? Ne buluyorsan deve ediyorsun. Cerrû yecirrû… Hey goygoy cânım!

Sen ve ayakdaşların koca koca fonları, tahsisatları nasıl da deve ettiniz. Paravan şirketler kurdunuz ve yüz milyarları, yekûn olarak trilyonları nasıl da kendi ceplerinize transfer ettiniz. Maşallah dışarıya mangır kaçırmıyorsunuz. Hizmet, faaliyet, kültür, falan filan ve hepsi size. Yiyin efendiler yiyin, bu hân-ı yağma sizin.

İslâmcılıktan vaz geçmeyiz diyorsunuz. Tabiî vaz geçmezsiniz. Böyle avantalar varken kim vaz geçer? Hiçbir şeye yanmam da, câhil ve saf halkın sizi, hizmet ve faaliyet yapıyor sanmasına yanarım. Bakalım âkıbetiniz nasıl olacak? 24 Aralık 1998 Perşembe