Pazar

 

En son PETKİM satıldı. Yahudilere Ermenilere… Halk tepki gösterdi mi? Göstermedi. Medyada birkaç sızıltılı (benim bu yazım da öyle) yorum, köşeyazısı… Bu kadarcık tepki yeter mi?

Limanlar, fabrikalar, bankalar, sigorta şirketleri haraç mezat yabancılara satılıyor. Ülkenin stratejik yerlerinde yine yabancılar büyük miktarda arazi alıyor. Tepki yok… Var mı? Siz onlara tepki mi diyorsunuz?

Bundan bir iki yıl önce Bolu’da kırsal kesimde İsrailli kadınlar (sayılarının 100’den fazla olduğu söyleniyor) acayip, esrarlı, garip bir kamp kurmuşlardı. Bolu valisi bile onları yerlerinden oynatamamıştı. Acaba bu esrarlı kampın içyüzü neydi? Kimse ilgilenmiyor, kimse tepki göstermiyor. Elbette biraz sızıltı vızıltı oluyor ama onlar yeterli değildir.

Türkiye’nin parçalanmış haritaları yayınlanıyor. Yine tepki yok. Birkaç

“vatansever, çok hamiyetli, milliyetçi, dindar”

vatandaş Hatay lokantasına gidiyor, nefis kebaplarını atıştırırken, gülüşerek bu haritadan bahsediyorlar. Hah hah hoh… Heh heh he… Şap gurk mımmm…

Ülke ABD, İsrail, AB sömürgesine dönmüş, aldıran yok. Seçim dedikoduları ve zevzeklikleri… Sıcaklar, kuraklık… Zenginlerin hazım çileleri, fakirlerin yutkunmaları… Ehl-i dünya dünyada, ehl-i ukba ukbada… Türkiye batıyormuş… Her şey olacağına varır, batanla batılmaz ki…

L’Illustration dergisinin

1912 yıllarına ait bir nüshasında bir fotoğraf görmüştüm. Sırplar Türklerden

Üsküp

şehrini almışlar. Sırp askerleri tren istasyonundaki celi sülüs Türkçe (Osmanlıca) levhayı indiriyor, yerine kiril yazısıyla bir levha koyuyorlar… Tüccarzâde Hilmi bey, Balkan Harbi faciasından sonra yayınladığı

“Felâketlerimizin Esbabı”

adlı kitabında, Müslümanların ve Türklerin o yıkımından sonra İstanbul’da bazı kibar, Batıcı, çağdaş, uygar, sözde okumuş züppe zamparaların, sanki hiçbir şey olmamış gibi Göksularda, Kağıthane deresinde süzülen sandallarda karı peşinde koştuğunu yazar.

Türkiye büyük tehlikeler ve tehditler karşısındaymış… Bizim rantçı kaltabanların hiç umurunda değildir. Bazıları İçin ülkenin batması meselesinden önce başörtüsü tehlikesi vardır. Türkiye tehdit ve tehlikelerle karşı karşıyaymış… Efendi, sen neler sayıklıyorsun, asıl tehlike ve tehdide maruz olan laikliktir, laiklik…

Yazlıklara gidilecek, denize girilecek… Zevk alınacak, keyif çatılacak… Sabah kahvaltısı doyurucu ve enerji verici olmalı… Öğle yemeği leziz… İkindi çayı nefis… Maraş’tan uçakla gelen dondurmayı balta kesmiyor… Dombay Restorandaki porsiyonlar o kadar büyük ki, değil bir insanı, aç bir kurdu bile doyurmaya yeter… Sonbaharda İtalya’dan bir terzi gelecek ve seçkin sınıf için elbise, palto ölçüsü alacak, onu bekliyorum… Benim ilkokuldaki 12 yaşındaki oğlumun kolunda 7 bin liralık saat var…

Yıl 1910… Bir ucu Adriyatik denizine uzanan büyük bir Rumeli-i Şahane…

Afrika’da Fizan çöllerine kadar Türk bayrağı dalgalanıyor. Yemen Türk vilayeti. Bağdat, Basra, Haleb, Şam, Beyrut, Kudüs, Mekke, Medine…

bunların hepsine pasaportsuz gidiyorsunuz…

1909’da

Sultan Abdülhamid

tahttan indirildi. 1911’de İtalyanlar

Trablusgarb

(Bugünkü Libya)

vilayetimize saldırdı. 1912’de Balkan devletleri savaş açtı, Rumeliyi kayb ettik. 1914’te Birinci Dünya Savaşı’na girdik, 1918’de Mondros’ta yenilgiyi kabul ettik teslim olduk,

1922’de son Padişah kaçmak zorunda kaldı.

Beyinsiz Jön Türkler 622 yıllık bir Cihan Devletini yere serdiler.

Bugünkü Jön Türklerin, İttihatçı artıklarının Türkiye Cumhuriyetini korumak, ayakta tutmak, yüceltmek için ne gibi çareleri, çözümleri, planları vardır acaba? Hiçbir şeye yanmam da birtakım Müslümanların da gaflet uykusuna dalmalarına, vurdumduymazlıklarına, tepkisizliklerine yanarım.

“Bir şey olmaz, bir şey olmaz… Sen çok vesveselisin…”

Balkan harbi patlamadan önce, bir şey olmaz diyerek Osmanlı ordusunu terhis edenler de, uyaranlara böyle demiştir muhakkak.

Bazı Üniversitelerimiz İşsizlik Fabrikaları Gibi Çalışıyor Türkiyenin başına gelen felâketlerin ana sebeplerinden biri de yüksek tahsil yapmaya ehliyeti ve liyakati olmayan bütün çocukların okutulmak istenmesidir.

Başarılı bir üniversite tahsili yapmak için iki temel şartın bulunması gereklidir.
Birincisi zekasının ve lise kültürünün yeterli olması. İkincisi ahlakının ve karakterinin yeterli olması.

Lisede bir şey verememişsin, elifi mertek sanıyor; zekasını da geliştirememişsin, aksine geriletmiş, körletmişsin. Yeni kurulmuş, yetersiz bir üniversitede okutuyorsun. Üniversitenin kütüphanesi yok. Dört beş sene düşe kalka okuyor ve bir diploma alıyor. Sonra işsiz kalıyor. Niçin? Çünkü iyi yetiştirilememiştir.

Test sınavları kadar aldatıcı bir şey yoktur. Lise mezunu bir gencin yeterli olup olmadığı testle değil, kompozisyonla anlaşılır. İrfanımız, kültürümüz o hale gelmiştir ki, çok önemli bir imtihanda yanlış sorular sorulmaktadır. Hancı sarhoş, yolcu sarhoş, han sarhoş.

Bizim gözümüzde en önemli dersler nelerdir? Fizik, kimya, biyoloji, cebir, geometridir…

Türkçe, tarih, psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik, estetik, sanat tarihi ve kültürü…

Bunların bir önemi yok. Türk çocuğu

Namık Kemal’i

veya

Ziya Paşa’yı

bile orijinal metinlerinden okuyamıyor ve anlayamıyor… Önemi yok. Cebir ve geometri bilsin yeter…

Elimizden gelse, kısa zamanda 300 yeni üniversite açarız ve lise mezunu herkesi okutmaya kalkarız. İlköğretimden sonra ciddî bir imtihan yapılmalı ve gençler ikiye ayrılmalıdır: Lisede ve daha sonra üniversitede okuyabilecekler… Hemen pratik işlere yöneltilecekler. (Bunların da okulları var…) Almanya bu usûlü uyguluyor ve çok başarılı oluyor. Genç nesiller işsiz kalmıyor…. Lise ve üniversite tahsili yapmaya ehil ve layık olanlar da ciddi, güçlü, vasıflı okullara yöneltiliyor.

Genç nesillerimizi harcıyoruz. Liseler ve fakülteler işsiz orduları yetiştiriyor. Zeka, kültür, ahlâk, karakter bakımından ehil olmayan, yeterli olmayan çocuklarına ille de yüksek tahsil yaptıracağım diye direnen bir düzen ülkeyi geriletir… 16 Temmuz 2007