Perşembe

 

Merhum Mehmed Akif Safahat’ındaki şiirlerden birinin başına Şimal Müslümanlarından bir zatın şu cümlesini koymuştur: “Odama kapandım ve bütün gün Müslümanların haline ağladım…”

Ne garip duygu… Demek ki, eskiden, pek de uzak olmayan bir zamanda Müslümanlar birbirleri için ağlayabiliyorlarmış… İslâm âleminin birçok yerinde kan, ateş, zulüm, gözyaşı, yangın var. Her gün Müslüman öldürülüyor, oluk oluk kan akıyor; yetim çocukların, dulların, yakınlarını kaybeden din kardeşlerimizin feryatları, ahu eninleri göklere yükseliyor.

Zalim ve vahşi işgal kuvvetleri Irak hapishanelerinde Müslüman kardeşlerimize iğrenç işkenceler yapıyor. Bendeniz Stalin devrinin zulümleri ile ilgili şimdiye kadar çok yazı ve kitap okumuşumdur. Irak’ta yapıldığı gibi cinsel işkence yapıldığına dair tek satır görmedim.

Kadınların kızların ırzına geçiliyor. Erkek mahkûmlar veya esirler çırılçıplak soyuluyor, birbirine tecavüz etmeleri isteniyor… Ya Rabbi! Zulmün, şenaatin, ahlâksızlığın, karaktersizliğin, vahşetin bu derecesi oluyormuş.

Zulüm sadece Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’de olmuyor. Keşmir’de, Çeçenistan’da, Birmanya’nın Arakan bölgesinde, Filipinlerin Mindanao adasında ve daha onlarca ülkede, yüzlerce bölgede… Nice İslâm ülkesinin zindanları mâsum Müslümanlarla doludur. İşkenceye uğrayanın, ağlayıp inleyenin, aklını kaçıranın haddi hesabı yok.

Peki biz bunca zulüm ve şenaat karşısında ne yapıyoruz? Odasına kapanıp bir müddet mazlum kardeşlerimiz için ağlayanımız var mı? Bunca kötülük karşısında iştahımızın kaçtığı oluyor mu?

Hiçbir şey yapamasak bile içimiz yanıyor mu? Bazı geceler uykumuz kaçıyor mu? Üzüntümüzden, kahrımızdan neşemiz kaçıyor mu zaman zaman?

Çok sofu, çok İslâmcı geçinen nicemiz var ki, İslâm dünyasının kan, ateş ve gözyaşı içinde bulunduğu şu devirde yemek vakti gelince sofraya oturuyor, pür iştiha, pür şevk nefis ve lüks yemeklere saldırıyor. Üzerine tatlısını veya meyvesini yiyor. Karnı tıka basa doyduktan sonra kahvesini veya çayını içerken yanındakine umursamaz bir eda ve üslup ile “Irak’ta çok zulüm oluyormuş… Televizyonda seyrettim…” gibisinden basmakalıp bir iki cümle söylüyor ve sonra içeceğini yudumlamaya devam ediyor.

Biz Müslümanlar ne kadar katı kalpli, ne kadar gaddar, ne kadar merhametsiz olmuşuz… Peygamberimiz ne buyurmuştu: “Bütün Müslümanlar bir vücudun uzuvları gibidir. Vücudun bir yerine bir ağrı, bir acı isabet ederse bütün vücut onu hisseder…” Biz böyle miyiz?

Konuyu saptırmak, çarpıtmak isteyenler “A adam, Irak’ta Müslüman ölüyor diye biz de mi ölelim yani…” diyebilirler. Be herif, öl diyen yok sana, lakin biraz tepki göster, biraz üzül, biraz acı. Bunu yapamıyorsan sen ne biçim Müslümansın?

Dünyanın bir yerinde bir Yahudi’nin burnu kanasa bütün Yahudiler ayağa kalkıyor. Biz Müslümanlar niçin din ve iman kardeşlerimize destek vermiyoruz?

Bir Müslüman ikbal makamına çıkınca akın akın yığın yığın yalaka, dalkavuk, rantçı, kemik yalayıcısı alçak akın akın onu tebrike giderler. Bir Müslümanın başına, dinî hizmet ve faaliyetleri dolayısıyla bir zulüm gelince, birkaç sadık dostu dışında (varsa!..) herkes ondan cüzzamlıymış, vebalıymış gibi kaçar. İkbal zamanında etrafında binlerce hayran toplanır idbar (düşkünlük) zamanında üç beş kişi yok… Ne kadar vefasız olmuşuz.

Bırakın Müslümanların haline acımak, onları desteklemek; tam tersine zalimlerle işbirliği yapanlar bile görülüyor. Müslümanların kanlarını içmeye hazırlanan, amaçları yeryüzünden İslâm’ı ve Müslümanları kazımak olan agresif ve fanatik Evangelistlerle can ciğer kuzu sarması dost olan Müslümanlara ne demeli…

Filistinliler’e kan kusturan fanatik Siyonistlerle yakın dost olan onları veli ittihaz edenlere ne demeli… Meşrebi veya siyasî tercihi uyuşmuyor diye kendi sâlih iman kardeşine can düşmanı kesildiği halde birtakım kefere ve fecereyi bağırlarına basanlara ne demeli…

Müslümanlara:

“Sizin dininiz hak değildir bâtıldır; sizin kutsal kitabınız Kur’ân hak değildir, -hâşâ- uydurmadır; sizin Peygamberiniz gerçek peygamber değil…” diyen gayr-i müslimlerle en yakın, en sıcak Diyalog ve Evrensel Kardeşlik yapanlara ne demeli…

Bütün bunlar bu zamana mahsus değil. Bendeniz çok tarih okuyorum. Haçlı Seferleri zamanında da böyle olmuş. Kendi ikbal ve saltanatları için, kendi menfaatleri için birtakım alçak emîrler, prensler zalim ve gaddar Haçlılarla işbirliği yapmışlar.

1948’den önce Filistin İngiliz idaresindeyken birtakım alçak ve rezil Araplar topraklarını Siyonistlere satmışlardı. Bugün aynı oyun Türkiye’de oynanıyor. Peygamberimiz (Selât ve selâm olsun O’na) “Merhamet etmeyene merhamet edilmez” buyurmuştur. Böyle giderse gün gelir biz de acınacak duruma düşeriz de bize de acıyan çıkmaz… Men dakka dukka… 10 Eylül 2004