Pazartesi

Aradan yetmiş beş yıl geçti, yine de her yıldönümünde gürültülü bir şekilde gündeme getiriliyor.

23 Aralık 1930 tarihinde Menemen’de cereyan eden “İrtica vak’asının” içyüzü nedir? “Şehid” Kubilay kimdir? Bu hadise resmî tarihin ve resmî ideoloji çığırtkanlarının anlattıkları gibi midir?

Bu konularla ilgili kısa notlarımı aşağıda bulacaksınız. Kolay anlaşılması için numaralı maddeler halinde yazıyorum:

(1) Öncelikle şu hususu arz etmem gerekir:

Bu yıl, bu konuda hayli gürültülü ve feryat kopartan ünlü bir politikacı,

merkezi Amerika’da bulunan Dr. Moon dinine mensuptur. Nice zahmetlere katlanır, uzun yolculuklar yapar, Amerika’ya giderek din büyüğü Dr. Moon’u ziyaret eder, onun toplantılarına katılır.

(2) Düzmece (tertip) olduğu söylenen Menemen vak’asından sonra kurulan mahkeme 34 idam cezası vermiştir.
İdam edilenlerin içinde bir de Yahudi bulunmaktadır. Hayim oğlu Jozef, Kubilay’ın öldüğü gün Menemen’de bulunmaktaydı. İsyancılara ip sattığı ve

“Yaşasın Şeriat”

diye bağırdığı suçlamasıyla o da ipe çekilmiştir.

Vakit gazetesi muhabirine Hayim şunları söylemiştir: “Yaşasın Şeriat… Şeriat isterim… diye bağırdığım iddiasıyla beni buraya getirdiler. Neme lâzım bana şeriat? Şeriat nerede ben nerede? Ben Museviyim, havraya bile gitmem. Benim işim tekkede, kahvede altı kol iskambil oynamaktır. Amma Serbest’çilerin

(Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kasd ediyor)

birincisiydim.”

Londra’da yayınlanan

The Jewish Chronicle gazetesi

27 Şubat 1931 tarihli nüshasında, o tarihte çoktan idam edilmiş bulunan Hayim’in şu sözlerine yer vermiştir:

“Kalabalıkla birlikte

‘yaşasın şeriat’

diye bağırmakla suçlandım. Ancak ben Yahudiyim ve Farmasonum. Bu gösteri ile ne alakam olabilir? Hakikat şu ki, ben Fethi Okyar beyin Serbest Cumhuriyet Fırkası üyesiyim ve hükümet canımı almak istiyor…”

Hayim’in idam sehpasında yağlı ilmiği kendi eliyle boynuna taktığı ve ölmeden önce

“Çok yaşa Türkiye Cumhuriyeti”

diye bağırdığı iddia edilmektedir. Onun idamından sonra yakınlarının Filistin’e göç ettikleri rivâyet edilmektedir.

(3) ABD’nin ilk Türkiye Büyükelçisi

Joseph C. Grew’in

hatıralarında şu satırları okuyoruz:

“… Bu noktada genç bir ihtiyat zabiti, Kubilay sahneye çıkıyor. Oraya bir askerî birlikle mi gönderildi, yoksa sadece meydandan geçmekte miydi; çelişen haberler mevcut. Her hâlükârda, üniformasının kendisini koruyacağına güvenerek, tahrikçilere tek başına yaklaşıyor ve Derviş Mehmed ile tartışmaya başlıyor. İhtiyatsızca hareket ettiği hususunda görüş birliği var. İddiaya göre Derviş Mehmed tarafından vuruluyor. Akabinde bir gece bekçisi Mehmed’i vuruyor ve ardından o da vuruluyor. Hükümet yanlısı gazeteler,

Kubilay’ın başının kesildikten sonra bir sırığa takılarak dolaştırıldığı ve fanatik dervişlerle yardakçılarının kanını içtikleri

konusunda ısrar ediyor ama bu haberlerin gerçekliğinde şüphe etmek için yeterince sebep var.”

(4) Hadiseden bir müddet geçtikten sonra Manisa, Menemen ve Balıkesir’de sıkıyönetim ilan ediliyor, 100’den fazla kişi divan-ı harbe veriliyor. Bunların 15-20 kadarı hocadır. Meşhur Nakşibendi şeyhi Erbilli Esad Efendi Erenköy’ündeki evinden alınarak Menemen’e getiriliyor. Şeyh efendinin yaşı doksana yaklaşmıştır. İki büklüm olduğu halde o zamanın şartları ile zor bir yolculuktan sonra getiriliyor. O tarihin dünyaca ünlü ve çok okunan Illustration dergisi, şeyhin, jandarmalar arasında resmini basıyor. Şeyh ağır hastadır, Menemen hastahanesine kaldırılıyor ve orada bir rivayete göre şehid ediliyor. Esad Efendi’nin, Menemen hadisesi ve Kubilay’ın ölümü ile yakından ve uzaktan hiçbir ilgisi yoktur.

(5) İnternette(http://izlenimler.blogspot.com/menemen-hadisesi-ve-kubilay.html)’de Muzmin Anonim ismiyle bu konuda şu bilgiler veriliyor:

“Olaylar anlatıldığı şekliyle değil, yani, dervişler ve ‘irtica [Şeriat] isteruk’ talepleriyle değil; aksine Kubilay’ın çarşı ortasında alenen sarkıntılık etmesi ve çarşı esnafının bu duruma isyanı sonucunda Kubilay’ı itlaf etmesidir. Kubilay’ı itlaf edenler gericiler falan değil, yerel esnaftır. Yerel esnaf da, tarifi gereği, o günkü aydınlardır, önde gelenlerdir. Bunun arkasından Şeriatla ilgili slogan atılıp atılmayacağı tartışılır. Ama, Kubilay için ‘Allahsız Kitapsız’ vb türünden laflar edilmişse buna şaşıracağımı zannetmiyorum. Nitekim, Ankara bu haberi alınca önce hiç ilgilenmez; çünkü basit bir asayiş vak’asıdır, 3-4 gün sonra ise, bu konudan bir Kodak moment yaratmak ilhamı gelmişçesine, resmî tarihte anlatılan yaklaşımlara başvurur.”

(6) Amerikan büyükelçisi, yukarıda zikr edilen hatıralarında Menemen hadisesinin halk tarafından ilgi görmediğini, bu konunun siyasî iktidar ve ona bağlı güdümlü basın tarafından abartıldığını belirtir.

(7) Kubilay’ın asıl ismi Mustafa Fehmi’dir. Soyadı kanunu çıkmadan önce kendisine Kubilay takma adını almıştır. Meşhur sahte Türkçü ve sahte milliyetçi Moiz Kohen’in Tekin Alp müstear ismini alıp Müslüman Türklere milliyetçilik konusunda hocalık etmeye yeltenmesi hatıra geliyor…

(8) Kubilay kimdir? Kökeni nedir? Nerelidir?..

Girit adasının Osmanlı devlet idaresi altında olduğu 1906 tarihinde Hanya şehrinde doğmuştur. Yahudi/Dönme olduğu iddia ediliyor. Mustafa Fehmi ismini bırakıp niçin Kubilay ismini almıştır? Menemen esnafı ile arası açık mıydı? Esnaf ona bazı namus meseleleri dolayısıyla kin beslemekte miydi?

Aradan çok zaman geçti, hadisenin şahidleri vefat etti. Bîtaraf ve namuslu tarihçilerin bu gibi meseleleri incelemeleri, ne kadar belge varsa taramaları gerekir.

(9) Profesör Yalçın Küçük

“Türkiye Üzerine Tezler”

adlı kitabının 1’inci cildinde Menemen vak’ası hakkında resmî ve ideolojik tarihe uymayan bir yorum yapmaktadır.

Ona göre Menemen hâdisesi, Kemalist rejimi rayına oturtmak için önceden hazırlanmış bir senaryodur. Zapt u rabt altına alınmak istenen toplumun ekonomik sıkıntılarını örtbas etmek, toplumdaki muhalefeti ezmek için rejim karşıtı bir ayaklanma senaryosu gerekli görülmüştür. Bu maksatla Menemen ilçesi ve Kubilay bilinçli bir şekilde arbedeye sürüklenmiş, onun “şehit” edilmesiyle hükümet, rejim karşıtlarını denetim altına alarak baskıcı politikalarını meşrulaştırmıştır.

(İnternetteki turkforum net’in Menemen olayı ile ilgili dosyasının 11’inci sayfasından).

(10) Menemen hadisesi ve Kubilay’ın öldürülmesiyle ilgili iki önemli kitabın isimlerini yazıyorum:

Birincisi Cevat Rıfat Atilhan’ın “Menemen Hadisesinin İçyüzü”

başlıklı eseri, ikincisi:

Mustafa Müftüoğlu’nun “Menemen Vak’ası” adlı kitabı (Risale Yayınları).

Zaman gazetesinde (hafızam beni yanıltmıyorsa 1987 yılında) Menemen vak’ası ve Kubilay ile ilgili üç gün süren bir araştırma yazısı yayınlanmıştı. Bu yazıda, vak’a esnasında Menemen’de bulunan hadiseye şahit olan kimselerin anlattıkları dile getirilmiştir. Bu anlatılanlar, resmî ve ideolojik tarihin bilgilerine uymamaktadır.

(11) İnternet (www.ozbelgeler.com/sayfa10/31_mart.htm)’de

“Kubilay’ın çavuşu Mahmut Özhan”

başlığına rastladım. Lakin metnine ulaşamadım. Konunun içyüzünü öğrenmek isteyenler bu kaynağa da inmelidir.

(12) Menemen hadisesinin patlak verdiği tarihte ülkede CHP tek parti rejimi hakimdi. Birinci Dünya Harbi ve Kurtuluş savaşı yıllarından sonra halkın büyük kısmı, hele köylüler korkunç bir sefalet içindeydi.

Rejime karşı büyük ve derin bir muhalefet vardı.

Bir muvazaa partisi olmasına rağmen Serbest Cumhuriyet Partisi büyük bir heyecan ve ümitle karşılanmıştı. CHP kurmayları bu muhalefeti ezmek istiyorlardı. Menemen ve Kubilay hadisesi üzerine ülkemizin ciddî, haysiyetli, namuslu, şerefli tarihçileri eğilmeli ve konu hakkında derin araştırmalar yapmalıdır. Bu araştırmalar büyük bir cilt halinde yayınlanmalıdır.

Bu tarihte Ankara’da hizmet görmekte olan büyükelçiler konu hakkında devletlerine ne gibi raporlar göndermişlerdir. Gizlilik müddetleri bitmiş ve araştırıcıların çalışmalarına açılmış olan bu belgeler taranmalıdır. Bu konu hakkında Batı Trakya ve Bulgaristan Türkleri kendi gazete ve dergilerinde neler yazmışlardır? Onlar da dikkatle taranmalıdır.

Mesela, Türkiye’den kaçarak Bulgaristan’da Yarın gazetesini yayınlayan Arif Oruç Menemen vak’asına nasıl bakmıştır?

Mustafa Fehmi Kubilay’ın kimliği, kişiliği, etnik kökeni de araştırılmalıdır.

Menemen davası yeniden ve âdilâne bir şekilde muhakeme edilmelidir. 27 Aralık 2005