Perşembe

 

Ormanlık bir bölgede, tenha bir yoldan gidiyorduk, önümüze, asfaltın üzerinde bir ceylan yavrusu çıktı. İncecik bacakları, zarif vücudu, sürmeli gözleri, güzel kulakları vardı. Zavallı belki de annesini kaybetmişti. Otomobili yavaşlattık, bir müddet önümüzden koştu, sonra ormanın içine girdi, gözden kayboldu.

İstanbul civarında bir ceylan yavrusu görmek insanı hem şaşırtıyor, hem sevindiriyor. Hayvancağızın âkıbeti hakkında şüphelerim, üzüntülerim var. Toplum içinde o kadar canavar, vicdansız, merhametsiz, gaddar, katil ruhlu, vahşi, bedevî kimseler var ki, bu zavallı ceylan yavrusunu öldürmek hususunda bir an bile tereddüt etmezler. Yavruymuş, avlanma yasağı varmış, yazık olurmuş… Onların lügatinde bu düşüncelerin yeri yoktur.

Benim çocukluğumda, altmış yıl önce dağlarımız, ormanlarımız, yaylalarımız, kırsal kesim yabanî hayvanlarla doluydu. Hattâ, şimdi inanmak zor ama ülkemizde panter bile yaşıyordu.

Dere kenarlarında kunduzlar vardı; ormanlarda, yalçın tepelerde, sarp yerlerde yaban keçileri, yaban koyunları görülürdü, geyikler vardı.

Bunların çoğunun nesli kurutuldu.

Şu anda Kocaeli yarımadasında sadece yaban domuzları, tilkiler, çakallar kaldı. Tavşanların köküne kibrit suyu ekildi.

Merhametsiz insanlar nice büyük kuşun da neslini kuruttular. Bir avcıdan bahsettiler, gagası ve bacakları sarı, siyah tüylü küçük kuşlara bile silah sıkıyormuş.

Dağlık bir bölgede bir tavşan görülse, yedi köyün avcıları silahlanır, hayvancağızı öldürmeye giderler. Yolda avcılardan biri uçurumdan düşer, bir diğeri çukura yuvarlanıp bacağını kırar, bir üçüncüsünün silahı patlar, yanındakini yaralar; ama sonunda tavşanı da “gebertirler”…

İslamî bilgeliğin temel ve evrensel kurallarından biri de şudur:

“Merhamet etmeyene merhamet edilmez.”

Zevk için öldürmek, cana kıymak iyi bir şey değildir. Avcılık, geçim için yapıldığı takdirde meşrudur. Zevk için yapılırsa meşru olmaz.

Zevk için öldüren, zevk için kan döken, zevk için canlıları acıyla kıvrandıran merhametsizlerin başlarına neler mi gelir? Anlatayım:

– İleride hiç beklemediği bir zamanda başına bir belâ, felâket gelir. Hak sillesinin sadası yoktur / bir vurdu mu hiç devası yoktur.

Zavallı bir hayvancağızın yavrusunu öldürdü… Yahut anasını öldürdü ve yavru da sütsüz ve korumasız kaldığı için öldü. Bu merhametsizliği yapan adamın yakınlarının, çoluk çocuğunun, evlad u iyalinin başına da ileride çok felâketler gelir, kötü işler gelir.

Zavallı tavşanı, kuşu vurdu, hayvan anında ölmedi, yerde debeleniyor, kanları akıyor, acı acı bağırıyor. Avcımız keyfinden otuz iki dişi görülecek şekilde sırıtıyor. Hah, hoh, hih… diye sevinç böğürtüleri çıkartıyor. Kan döktüğü için, cana kıydığı için sevinçten içi içine sığmıyor. Avını çantasına koyacak, yahut arabasının bagajına atacak ve akşam mârifetini, gördüğü herkese anlatacak… Bu yaptığı yanına kalacak mı sanıyor? Aradan kaç sene, kaç ay, kaç gün geçer bilinmez ama ceza tokadını mutlaka yiyecektir.

Devletimizin yabancı turistlere dolar ve euro mukabilinde, Türkiye’de sayıları çok azalmış, nesilleri tükenmeye yüz tutmuş yaban koyunlarımızı, yaban keçilerimizi avlatması son derece üzüntü verici bir hadisedir. “Mister, give us 1000 dolar, you can kill this Turkish muflon… he he he…” Ya Rabbi! Bu hallere de mi düşecektik? Bu günleri de mi görecektik?

Hayvan haklarıyla ilgili kanun tasarısı, yirmi otuz yıl süründükten sonra nihayet Meclisin gündemine alındı. Milletvekili maaşlarına ve emekliliklerine zam olsaydı yıldırım hızıyla müzakere edilir ve kanunlaştırılırdı…

Çocuklarımıza, gençlerimize ehlî veya vahşi hayvanları sevmeyi öğretelim. Hayvanları sevmeyen, hayvanlara acımayan kişiler, insanları da sevmez, onlara da acımaz.

Zevk için avcılık yapmanın çok uğursuz bir iş olduğunu bilelim.

Adam tam yirmi yıl avcılık yapmış. Öldürmekten, kan dökmekten, şehevî bir zevk duymuş, başına da bir şey gelmemiş… Ya öyle mi?

Yirmi birinci yılda, geceleyin tenha bir yolda otomobiliyle giderken, nasıl olmuş, bilinmez, hiçbir sebep yokken uçurumdan aşağıya yuvarlanmış… Bu kazanın avcılıkla ne alakası var?.. Öyle bir var ki…

İslâm tasavvufunda, tarikatlarda oltayla zevk için balık tutmak hoş görülmez. Tasavvufa, tarikata girmiş bir kimsenin derin düşünceli, merhametli, ince ruhlu, vicdanlı biri olması gerekir. Olta ile balık tutmakta iki sakınca vardır:

1. Oltanın ucuna takılan yem dolayısıyla balığı aldatmak. Tarikatlı ve tasavvuflu Müslüman, balığı bile aldatmaz.

2. Olta balığın vücuduna saplanınca hayvan büyük acı çeker. O acı çekerken, balık tutan “hoh, hoh, hoh… yine yakaladım…” diye sevinç sesleri ve böğürtüleri çıkartır. İnce ruhlu, zarif kişi böyle yapamaz.

Şimdiye kadar hayvanlara eziyet etmiş olanlar, bundan sonra toparlanmalıdır. Neler yapabilirler?..

1. Müslümansa, günahlarından dolayı pişman olur, Allah’tan bağışlanma diler.

2. Zevk için bundan sonra cana kıymaz, kan dökmez.

3. Eski gaddarlıklarına karşılık olmak üzere ehlî ve vahşi hayvanlara iyilik eder, şefkat gösterir; hayvanları koruyan ve onlara bakan derneklerden birine üye olur. Bulduğu hasta hayvanları tedavi ettirir.

4. Bilhassa kış aylarında aç kalan kuşlara yem atar, sokak kedilerine ve köpeklerine yiyecek verir.

Bu dünya sırf biz insanların dünyası değildir. Bütün hayvanların, balıkların, kuşların, böceklerin, bitkilerin de yeryüzünde, denizlerde, sahillerde yaşamaya hakları vardır. Bütün bu canlıların bir Yaratıcısı, Sahibi, Mâliki olduğunu unutmayalım. Zevk almak için öldürenlerin âkıbetleri parlak olmaz.

Merhametli olalım, Rahman’ın rahmetine nâil olalım. 30 Temmuz 2004