Merhum Ali Ulvi Bey
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 17 Şubat 2019
Çarşamba
Üstad Ali Ulvi Kurucu, Medine-i Münevvere’nin kutsal toprağına sırlandı. Allah rahmetiyle muamele buyursun, makamı cennet olsun.
Ali Ulvi bey kimdi, nasıl bir insandı? O’nu anlatmak kolay değildir. Büyükler, müstesna insanlar da bizim gibidir. Bizimkine benzeyen vücutları, iki elleri, iki ayakları, başları, gözleri vardır. Bizim gibi yerler içerler, konuşurlar, yürürler ama onlarda başkalıklar, meziyetler, faziletler vardır. Anlamak için görmek, idrak etmek gerekir. Ali Ulvi bey merhum işte böyle müstesna, meziyetli, faziletli insanlardan idi.
Onun birinci fazileti, ailesinin din endişesiyle, İslâm şuuru ile vatanı olan Konya’yı terk edip Medine-i Münevvere’ye hicret etmesiydi. Böylece onlar; dinleri, imanları, inandıkları gibi yaşama hürriyetleri için yurtlarını terketmiş olan muhacirîn kafilesine katılmış oldular. Bu muhacirlik ne büyük, ne ulu bir şereftir.
Onun ikinci üstünlüğü ulemadan, meşayihten, üdebâdan, “ricalden”, müstesnalardan nice zata yetişmiş, onlardan feyz almış olmasıdır. Onun çocukluk ve gençlik yıllarında Arap dünyasında nice büyük şahsiyet sağdı. Mısır’da tahsil görürken iki büyük ilim ve irfan güneşine mülaki olmuştur. Bunların birincisi, Osmanlı devletinin son şeyhülislâmlarından merhum ve mağfur Tokatlı Mustafa Sabri efendidir. Mustafa Sabri efendi tek başına bir ümmet denilmeye layık bir ilim, irfan, edep, hikmet, ahlâk, karakter, azim, sabır timsaliydi. Vatanını terk etmek mecburiyetinde kalmış, orada herkesin takdirini kazanan önemli kitaplar yazmıştır.
Ali Ulvi beyin yetiştiği ikinci büyük şahsiyet, Düzceli Zahid el-Kevserî hazretleriydi. O da müstesna bir alimdi. Onda, kendisine zamanın Gazalî’si dedirten keskin bir zekâ, seziş, ilmî meselelerde istikamet bulunuyordu.
Merhum Ali Ulvi beyin hatıraları sağlığında bundan beş sene kadar önce teybe alınmış olup muhterem Ertuğrul Düzdağ beyefendi tarafından neşre hazırlanmaktadır. İşin yarısı bitirilmiştir. Mütebaki kısmının da en kısa zamanda yazıya çekilip kitap halinde basılmasını candan temenni etmekteyim. Hepimizin, bilhassa gençlerin bu gibi büyük zevatın hayat hikâyelerini, hatıralarını okuması gerekir. İlim, irfan, edep, ahlâk, hizmet sadece kuru kitabî bilgiyle olmaz. Örnek insanlar nasıl yetişmiş, nasıl hizmet etmiş bunların bilinmesi gerekir.
Yazık ki, son devirde yaşamış büyüklerin yüzde doksan dokuzunun geniş hatıraları yazılmadı, kitaplaştırılmadı. Büyüklerin çoğu, hatıralarını kendileri yazmaz, onları sıkıştırmak gerekir. Rahmetli Mahir İz hocanın hatıraları etrafının azmiyle kitap haline getirilebilmiştir.
30’lu yıllarda vefat eden Muallim Cevdet beyin arkadaşlarından İstanbul mektupçusu (vali muavini) Osman Nuri Ergin, merhum hakkında büyük bir kitap yazıp bastırmamış olsaydı, bugün o kadri yüce zat hakkında kısa bir tercüme-i halden başka bir bilgimiz olmayacaktı.
Ali Ulvi beye dönelim. O gerçekten ahlâklı, yüksek karakterli bir Müslümandı. Nezihti, mürüvvetliydi, âbiddi. Kendi meşru geliriyle yaşar, ayaklarını kendi yorganına göre uzatırdı. Dünya malı ve menfaatleri bakımından tertemizdi. Paranın tek değer haline geldiği, nice kimsenin dininin ve imanının para olduğu bu devirde böyle bir temizlik çok yüksek bir fazilettir. Ne mutlu o Müslümanlara ki, para ve mal konusunda haramlara ve şüphelilere bulaşmamışlardır.
Hassas ruhlu Ali Ulvi bey, Akif’in üslubunu andıran güzel şiirler yazmıştır. Ayasofya’nın hazin ve perişan halini anlatan şiiri, vicdanları ve gönülleri ihtizaza getirir.
Merhum, Bediüzzaman Said Nursî hazretlerinin Tarihçe-i Hayat’ına uzun bir mukaddime yazarak o yüce zata karşı kadirşinaslık göstermiştir.
Rahmetli ile Medine’de ve İstanbul’da hayli görüşmemiz oldu. Merhum valide ve pederimle birlikte yaptığım hacda (1971) hazretin ve biraderi Ziya beyin devlethanesinde misafir olduk. Bundan otuz küsur yıl önce iki kere Medine-i Münevvere’deki Şazelilerin zikir meclislerine üstad ile birlikte katıldım. Bir keresinde, dervişlerin içine girmek istemiştim de, “Biraz kenarda dur, onların ateş-i aşkı çoktur, yanarsın…” demişti. Gerçekten de öyle olmuştu. Bir ara zikir çok hararetlenmiş, öyle bir cûş u huruş olmuştu ki, benim gibi bir muhibbin buna dayanması mümkün değil idi.
Ali Ulvi bey Mevlânâ Celâledin Rûmî hazretlerinin Konya’sında doğdu, din uğrunda ailesiyle birlikte Medine-i Münevvere’ye hicret etti. Mısır’da tahsil gördü ve sonunda Medine toprağında, nice sahabenin gömülü olduğu Baki kabristanında defnedildi. Bunlar büyük mazhariyetlerdir.
Peygamberimizin şefaati onun ve bütün mü’minlerin üzerine olsun. Büyüklerin ruhaniyeti üzerimize sâyeban olsun. Akıbetlerimiz hayr olsun. Merhum ve mağfur üstad Ali Ulvi beyin ve bilcümle mü’minlerin ruhları için birer Fatiha okuyalım.
Kurban bayramında kurban kesmek vacibtir. Kimlerin kurban keseceği muteber fıkıh ve ilmihal kitaplarında yazılıdır. Bu gibi konular ehliyetsizler, cahiller ve kötü niyetliler tarafından tartışılmaz. Muteber ve güvenilir din kitapları ne yazıyorsa, tartışmadan oradaki bilgilere uyulur ve dinî ibadet ve hizmetler yerine getirilir.
Kurban bayramına “Kavurma şöleni” diyenler büyük hatâ ve saygısızlık ediyor. Kurban kesilmesi Kur’ân ile, Sünnet ile, ondört asırlık icmâ ile sabittir. Ulema, meşayih, ehlullah efendilerimiz kurban kesmişlerdir. Biz birtakım zındık ilâhiyatçılara, naylon müctehidlere, gazetecilere, zamane düşünürlerine tâbi olmayız; ulemaya, fakihlere, müctehidlere tâbi oluruz. Onlar ne diyorsa, ne emrediyorsa, neyi uygun görüyorsa doğru olan odur. Ruhülbeyan tefsiri sahibi Bursalı İsmail Hakkı hazretleri kurbanın önemi üzerinde çok durmaktadır. Hacılar da, üç çeşit haccın ikisinde Arafat’ta, fıkıh kitaplarının belirttiği şekilde kurban kesmekle mükelleftir. Ziyan oluyor, Türkiye’de kesilsin, fakirlere yedirilsin gibi bahaneler ve saptırmalarla hacıları kurban kesmekten vaz geçirmek için çalışmak şeytanlıktır. Kurbanları, hayvana eziyet etmeden güzelce kesmek gerekir. Kesilecek hayvanın gözleri bağlanmalı, asla itilip kakılmamalı, kaba muamele edilmemelidir. Bilerek veya dikkatsizlik ederek ezdiğimiz bir karınca için bile hesap vereceğimizin şuuru içinde olmalıyız. Bazı insanlar kurban keserken kabalık ediyorsa bu hâşâ ki dinden gelen bir şey değildir, bir kültür ve seviye meselesidir.
Bayramınızı tebrik ediyorum. Allah keseceğiniz kurbanları kabul buyursun.Haram ve şaibeli para ile kurban kesilmez, helâl ve tayyip para ile kesilmelidir. Ayrıca, fakirlere verebileceğiniz kadar sadaka veriniz, yardım ediniz. Başta namaz olmak üzere ibadetlere dikkat ediniz. Tevbe ve istiğfarı çoğaltınız. Felâket bulutları üzerimizdedir. Şu zaman derlenip toparlanma; Allah’a, dine, imana, ibadete, hayr u hasenata, Peygamber sünnetine yönelme zamanıdır. Boş ve aldatıcı dünya işleriyle oyalanmayınız. Mal ve para hırsı hiçbirimizin gözlerini karartmasın. Bir zelzele gelir, ne mal kalır, ne can. Allah hepimize akıl, fikir, vicdan, uyanıklık nasip etsin. 21 Şubat 2002