Birlik Vakfı’nda

bu ayın 18’inde merhum

Hattat Hâmid Beyi anma toplantısı

tertiplenmiş, hakkında bir de kitapçık basılmış. Memnuniyetle duydum, size de haber veriyorum.

Hattat Hâmid Bey, hüsn-i hat sanatımızın yirminci asırdaki Mimar Sinan’ıdır. Kendi medeniyet, sanat ve kültürümüzün böyle büyük üstadlarını unutmamamız, hatıralarını yaşatmak için elimizden gelen her türlü gayreti göstermemiz gerekir.

Allah; Hâmid Bey’in cevherine hat sevgisini, hat kabiliyetini, hat sanatını koymuş ki, hocalardan ve üstadlardan fazla ders almadan bu sanatın evc-i bâlâsına çıkmıştır. Üstelik de, 1928’de İslâm yazısı yasaklandıktan sonra bu yolda devam etmiş ve ölünceye kadar hârika eserler vermiştir. Son yıllarını, aylarını hatırlıyorum. Sirkeci’den Vilayet’e doğru çıkan Ankara Caddesinde Arnavut kaldırımı kaplı bir avludan girilen harap ve mütevazı çalışma odasında artık fersizleşen gözleri, titremeye başlayan elleri ile yazı yazmak için uğraşıyordu. Yaşı çok ilerlediği için biraz çalıştıktan sonra yoruluyor, oracıktaki şezlonga uzanıp dinleniyor, enerji topladıktan sonra tekrar işe koyuluyordu.

Hâmid Beyin kadr ü kıymeti sağlığında bilinmedi. Sıkıntı içinde yaşadı. Hiç unutmam, 60’lı yıllarda bir akşam vakti, yayınladığım Yeni İstiklâl gazetesinin Şerefefendi sokağındaki idarehanesine, elinde rulo yapılmış yazılar olduğu halde gelmiş, bana birkaç yazı satarak akşam yemeği parası ve harçlık çıkartmak istemişti. Duvarlarımı süsleyen Fâtiha, Ayetülkürsî, Allahu Veliyyüttevfiq levhalarını o zaman almıştım. Üstadın yukarıda sözünü ettiğim küçük çalışma yeri toz içindeydi, camları belki yıllardan beri silinmemişti, karmakarışıktı; küçük bir masa ile iki sandalya, birkaç fersude eşyadan başka döşemesi yoktu.

Milletimiz, hele Müslüman camia nice büyük adamın, nice din, medeniyet, kültür, sanat hizmetkârının sağlıklarında değerini bilemedi. Bari ölümlerinden sonra aklımızı başımıza toplayalım da haklarında kitaplar çıkartalım, anma toplantıları yapalım.

İstanbul mektupçusu (vali yardımcısı) Osman Nuri Beyin merhum Muallim Cevdet Bey hakkında büyük bir kitabı vardır. Bundan altmış küsur yıl önce bu kadirşinaslık yapılmamış olsaydı, bugün Muallim Cevdet’i de hakkıyla bilemeyecektik. Muallim Cevdet; Osmanlı maarifinin yetiştirdiği bir devdir, bir ilim ve irfan kahramanıdır. 1930’lu yıllarda

İbn Battuta seyahatnamesine Arapça bir zeyl yazmış

ve İstanbul’da Arapça olarak bastırtmıştır. Dindar olduğu için

Darülfünun reformunda

üniversite hocalığından orta mektep öğretmenliğine indirilen bu zat bütün bir ömür boyunca sadece mütevazı memur maaşı ile ilmî araştırmalar yapmış, kitaplar yazmış, talebe yetiştirmiş, ülkesine ve halkına yararlı olmak için gayretle çalışmıştır.

Sağlıklarında veya ölümlerinden sonra haklarında kitap çıkartılan kaç Müslüman âlim, sanatkâr, ârif, hoca, üstad vardır. Maalesef yüzde biri hakkında bile kitap çıkartılmamıştır. Medenî ülkelerde ise milletlerine ve ülkelerine şeref kazandıran, itibar sağlayan ünlüler ve büyükler için neler yapılmıyor ki. Bir değil, birçok kitap yazılıyor, isimlerini taşıyan enstitüler, okullar, vakıflar kuruluyor, âbideler dikiliyor.

Hattat Hâmid Bey için bir toplantı tertipleniyor, bir kitap bastırılıyor. Peki merhum Hattat Hâlim Bey için ne yapıyoruz? Son elli yıl içinde ne büyükleri kaybettik, uhrevî âleme yolcu ettik. Şimdiki genç nesiller onların kaçta kaçını hatırlıyor?

Gönenli Mehmed Efendi, Medineli Osman Efendi, Yahya Efendi postnişini Abdülhay Efendi


gibi mâneviyat büyüklerinin hatıralarını yaşatacak dört başı mâmur kitaplarımız var mı?

İstiklâl Mahkemesi kararıyla bir sabah vakti, Ankara’da Millet Meclisi’ne yakın bir yerde asılarak idam edilen

İskilipli Atıf Efendi

için yapılan yeterli midir? Başka milletler böyle büyüklerini unutturmamak için her yola başvuruyor.

Hattat Hâmid Beyden bahsederken, mutlaka sorulması gereken bir husus vardır. Hani bizim beş on ciltlik mufassal ve mükemmel bir “Hüsn-i Hat Sanatı Ansiklopedimiz”? Böyle bir ansiklopediyi Sabataycılar veya solcular, ateistler hazırlayıp çıkartacak değil elbette. Bu işi, bu vazifeyi biz Müslümanların yapması gerekir. Niçin yapmıyoruz. Paramız mı yok. Var, hem de çok var. Her türlü imkân, fırsat var ama maalesef vicdan yok, şuur yok, gayret ve himmet yok.

1922’den sonra yurt dışına giden ve hayatlarını Mısır’da bitiren iki büyük din hocamız, üstadımız merhum

Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi ile merhum Düzceli Muhammed Zâhid el-Kevserî Efendi

hakkında kaç kitap yazıp yayınladık? Maalesef merhumlar hakkında bir tek Türkçe ilmî araştırma bile yapılmamıştır. Riyad’da Mustafa Sabri Efendi hakkında Arapça mükemmel bir araştırmanın yayınlanmış olduğunu duydum. Himmet sahipleri bunu Türkçe’ye çevirtip basarlarsa büyük bir hizmet etmiş olurlar.

Büyüklerimiz için sadece anma toplantısı yapmakla iş bitmez. Önemli olan kitap yayınlamak, araştırma yapmaktır. Sözler uçar gider, yazılar kalır.

Yıllardan beri toplumsal hafızamız silinmek isteniyor. Mazisini ecdadını, millî kimliğini, kendi öz medeniyet ve kültürünü, tarihî devamlılığını unutmuş, yabancılaşmış bir sürü haline getirmek istiyorlar bizi. Hafızasız bir toplum; millet olamaz, ancak sürü olur.

Eski büyüklerimiz, toplumsal hafızamızın temel taşlarıdır. İmparatorluğun son zamanlarında

İhtifalci Ziya Bey

adında himmet, gayret, hamiyet sahibi bir zat varmış. Eski büyükleri anmak, hatıralarını canlı tutmak için ihtifaller tertipler, toplantılar yaparmış. Böyle zatlara çok ihtiyacımız var.

İstanbul’da, taşrada gruplar halinde türbeleri, ziyaret edilmesi gereken yerleri dolaşmak, bilen birinin orada yatanlar hakkındaki kısa, özlü, müfid konuşmasını dinlemek, merhumlara Fâtiha okumak işini niçin ihmal ediyoruz? Kabirlerde Fâtiha okunmazmış. Niçin okunmasın? Resulullah Efendimiz başlangıçta kabir ziyaretini men etmişti, sonra izin verdi. Kendisi de annesinin kabrini ziyaret etti ve çok ağladı.

“Kabirleri ziyaret ölümü hatırlatır”


buyurdu. Kabirde okunan Fâtiha Allah için okunuyor, sevabı ölüye bağışlanıyor.

Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebi

buna izin vermiştir.

Din, tasavvuf, devlet büyüklerimizin kabirlerine, türbelerine boynu bükük olarak gidelim, tefekkür edip titreyelim, şu acınacak halimizi düşünelim, belki biraz gayrete geliriz. 17 Mayıs 2002