Cumartesi

 

Kemal Kacar beyefendi de, her fânî gibi, sayılı nefeslerini tamamlayarak bu kararsızlık ve devamsızlık âleminden bekâ âlemine göçtü. Hak Teâlâ rahmet eylesin, makamı Cennet olsun.

Kemal beyefendi kimdi? O öncelikle merhum ve mağfur Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin damadı ve vekili idi. Bu zat hem Şeriat âlimi, hem tarikat şeyhi kadri yüce bir zattı. Eski tâbirle Zülcenaheyndi. Son altmış yıllık tarihimizde, her kişiye nasip olmayacak büyük bir İslâmî fütuhatın önderliğini yapmıştır. Muarızları onun hareketine Süleymancılık adını veriyor, yanlıştır. Bu zat İslâm’a hizmet etmiştir, kendisini sevenlere, bağlılarına Süleymanlı denilebilir.

Karanlığın, zulmün, küfrün şiddetli olduğu, minarelerden Ezan-ı Muhammedî’nin bile okunamadığı, din ve inanç hürriyetinin ayaklar altına alındığı, dindarlara ağır baskılar yapıldığı bir devirde Süleyman efendi İslâm ilimlerini yaşatmak, sünnî din âlimi yetiştirmek, ülkeye müftü, vâiz temin etmek için, en büyük imkansızlıklar içinde harekete geçmiş, sıfırdan başlayarak büyük hizmetler gerçekleştirmiştir.

Bu zatın gayesi neydi? Elbette ilâhî rızayı kazanmak, Peygamberin (aleyhissalatü vesselam) şefaatine nâil olmaktı. O, ücretini ve mükafatını yaratıklardan değil, Yaratan’dan istiyordu. Zaten kural böyle değil midir? Kime hizmet ediyorsanız, ücretinizi ondan istersiniz. Biz Allah için çalışıyoruz edebiyatı yapıp da ücretlerini yaratıklardan isteyenlere ihlaslı ve samimî denilebilir mi?

Süleyman Hilmi efendi 1959’da âhirete yürüdü. Eyüp Sultan’da toprağa verilecekti. O zamanın rejimi ve dahiliye (içişleri) bakanı buna izin vermedi, Karacaahmet’te gömün dediler. Efendi oraya gömüldü. Kabri şerifleri, teberrük maksadıyla gelen mü’minlerle doludur.

1960 ihtilâli oldu, Süleyman efendiye, Bediüzzaman’a, diğer din ve iman hizmeti yapan ulu kişilere düşmanlık eden kişiler ağır dünyevî cezalara çarpıldı. Eski rejimin içişleri bakanını sorgulama esnasında pencereden aşağı attılar, intihar etti dediler…

Süleyman efendi âmil bir âlimdi, dersiâmdı, icazetliydi. Ehl-i sünnet itikadı ve fıkhı hususunda büyük bir hassasiyet ve şuura sahipti. Halka ilmihal bilgilerini öğretecek, insanlara nasihat edecek hocalar yetişmesini istiyordu. Onun ikinci yönü tarikat-ı aliyye-i Nakşibendiyye şeyhi ve mürşid-i kâmil olmasıydı. Hem zâhir, hem de bâtın yoluyla, ucu Resûllerin Seyyidine ulaşan nurânî bir silsileye mensuptu. Şereflerin en büyüğü Allah’ın dinine ve Şeriatına, Resûl’ün Sünnetine hizmet etmektir. O, bu şerefe nâil olmuştur. Ücreti Ümmet-i Muhammed’e ait değildir. Ümmet’ten sadece teşekkür, hayır dua beklenir.

Maalesef Müslümanlar içinden, Süleyman efendinin şahsını karalayan, hizmetlerini baltalayan kimseler ve zümreler çıkmıştır. Kavgalar, kötülemeler İslâm’ın ve Ümmet’in lehine olmamış, aleyhine olmuştur.

60’lı yıllarda müftü, vaiz, imam gibi din hizmeti görenlerin büyük bir kısmı Süleyman efendinin rahle-i tedrisinde yetişmişti. Bu zevatın hem Şeriat, hem Tarikat tarafları vardı. Bazıları küfür güçleriyle işbirliği yaparak bu hizmetlilere karşı savaş açmışlar ve kendilerini hizmet hayatından uzaklaştırmıştır. Bundan Müslümanlar mı kazançlı çıktı. Heyhat! Sadece küfür ve delâlet yararlandı. Allah Müslümanlara firaset ve basiret ihsan buyursun da, bir daha böyle yıkıcı ve tahripkâr iç çekişmelerden uzak dursunlar, meşreb ihtilafları yüzünden dinlerine zarar vermesinler.

Süleyman efendi bağlıları daima yasal sınırlar içinde hizmet görmüş, şiddetten, yıkıcılıktan kaçınmış, yüce İslâm dinini dünyevî ihtirasların üzerinde tutmuşlardır. Bu cemaatin lideri durumunda olan Kemal beyefendi gerçekçi bir insandı. Hayaller, ütopyalar peşinde koşmazdı. Yapılamayacak şeyler için “Yapacağız, edeceğiz” demezdi. Yapılabilecek hizmetlerle meşgul olmuş ve gerçekten çok şey yapmıştır. Hizmetleri meşkûr olsun.

Müslümanların üzerinde yine kara bulutlar dolaşıyor. Birkaç yıldan beri fitne, fesat, belâ, musibet sağanağı altındayız. Ülkenin büyük çoğunluğunu teşkil eden, lakin kendi içlerindeki beyinsizler ve düşmanların mekr ü hileleri ile bin parçaya ayrılmış bulunan Müslümanlar perişanlık içindeler. Amerikan misyonerleri, başka Hıristiyan gruplar ülkemizde özel kolej ve talebe yurdu açtıklarında yardım, destek, iyi muamele görüyorlar, lakin Müslümanlar okul ve yurt açarsa düşman muamelesine mâruz kalıyorlar. On milyonlarca Müslüman kendi ülkelerinde sömürge yerlisi, ikinci sınıf vatandaş, zenci, parya durumundadır.

Bu zulüm ve teaddilerin iki sebebi vardır:

Birincisi: İslâm düşmanlarının, kefere ve münafıkların azgınlığı ve adaletsizliği.

İkincisi: Müslümanların içindeki birtakım beyinsizlerin, yarı mühtedilerin, ölçüsüz ve dengesiz adamların yanlış hareketleri ve beyanları. Esefler olsun ki, böyleleri bugünkü zulümlere ve haksızlıklara sanki dâvetiye çıkartmışlar, Ümmet-i Muhammed’in üzerine yıldırımların düşmesine sebebiyet vermişlerdir. Süleyman efendi, Bediüzzaman gibi firasetli, basiretli, keşif ve kerametli, müdebbir, muhlis, müstakıym büyüklerin yollarından gidilmiş, nasihatları tutulmuş olsaydı işler bugünkü kadar kötü olmayacak, bunca bârân-ı belâ yağmayacaktı.

İslâm tasavvufunda bir kural vardır: “Bire biat ve itaat, bine hürmet ve sevgi.” Yâni, bir kimse bir şeyhe, kâmil mürşide intisap eder, ondan el alır, onun dairesine girer; fakat öteki âlimlere ve şeyhlere de sevgi besler, hürmet eder, onların asla aleyhinde bulunmaz.

“Benim şeyhim en büyük, öteki şeyhler çok küçük… Benim tarikatım en hak, öteki tarikatlar berbat…” gibi düşünceler ve sözler hiçbir olgun Müslümana, müride, dervişe yakışmaz. Resûl-i Kibriya efendimiz, “Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine tâbi olursanız doğru yolu bulursunuz” buyurmuşlardır. Âmil ve Rabbanî âlimlerle, kâmil mürşidler ve hakikî şeyhler de Peygamber efendimizin kendi devirlerindeki vâris, vekil ve halifeleridir. Onlardan herhangi birine tâbi olan hidayet üzere olur, inşaallah kendini kurtarır. Çünkü bu gibi zevat sahih itikadı, başta beş vakit namaz olmak üzere ibadetleri, sünnet-i seniyeye uymayı, Şeriat hükümlerini hayata uygulamayı, güzel ahlâkla süslenmeyi, kötü ahlâktan uzak durmayı, emr–i mâruf ve nehy-i münker yapmayı emrederler. Onlar yeryüzünden fitnenin kalkması için çalışır, insanların selâmet bulması için hizmet ederler. Allah onlardan razı olsun.

İşte, Karacaahmet’te toprağa verilen Kemal Kacar beyefendi böyle ehlullahtan bir zatın damadı, vekili, hizmetlerinin devamına memur bir kimseydi. Garik-i rahmet olsun. 25 Haziran 2000