Merhum Musa Topbaş
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Mart 2019
Salı
Musa Topbaş efendi hazretlerini ebediyet âlemine uğurladık. Hak Teâlâ rahmet eylesin. Kendisi olgun ve şuurlu bir Müslümandı. Ehl-i Sünnet itikadına bağlıydı. Şeriat ölçülerini titizlikle uygulardı. Ahlâk ve fazilet sahibiydi. Tarikat-ı seniyye-i Nakşibendiyye hizmetindeydi. Musalli idi. Hanedan ve temiz bir aileye mensuptu. Serveti, ticaret ve sınaat ile elde edilmişti, kazancı ve geliri helâldi. Dini para kazanmaya âlet etmezdi. Aksine ticaret yoluyla kazandığını din yolunda harcardı.
Onda tam bir derviş ahlâkı vardı. Alçakgönüllü ve mütevâzı idi. Herkese güleryüz gösterir, kimsenin kalbini kırmazdı. Dini siyasete ve şahsî prestijine âlet etmezdi. Başka hocalar ve şeyhlerle görüşür, onların ziyaretine giderdi. Müslümanları bir bütün olarak kabul eder, meşreb farklılığı yüzünden hiçbir mü’mini dışlamazdı.
Yüksek görgü sahibiydi. Konağında çok güzel tezhiplenmiş ve çerçevelenmiş değerli hüsn-i hat şaheserleri bulunurdu. Cömertti, Allah yolunda infak ederdi. Sabır ve tahammül sahibiydi.
Kıymetli bir rüknü olduğu Topbaş âilesi islâmî hizmet ve faaliyetleri desteklemişler, Müslümanların ilerlemesi ve üstün olması için hayli fedakârlık yapmışlardır.
Musa Topbaş hazretlerine büyük hüsn-i zannım vardır. Mazanne-i kiramdan bir zattır. İşte dünya ömrünü tamamladı ve ebedî âleme gitti. Kendisine hayır dua ediyor, hakkında hüsn-i şahadette bulunuyor, Cenab-ı Hak’tan rahmet ve mağfiret diliyorum.
(Merhumun Aziz Mahmud Hüdaî hazretleri dergahındaki hazireye gömülmesi için Ankara’ya müracaat edilmiş, izin istenmiş, lakin hükümet buna müsaade etmemiştir. Geçenlerde merhum Safer efendi’nin Cerrahî âsitanesine defnine izin verilmişti. Böyle bir izin Musa Topbaş efendiden de esirgenmemeliydi. Bu gibi istekler on milyonda bir olan isteklerdir. Müsbet cevap verilmesi âmme vicdanını rahatlatır).
Musa efendi, Adanalı Sami efendinin halifesiydi. Sami efendi de, doksan yaşına yaklaşmış ve ihtiyarlıktan iki büklüm olduğu halde Erenköyündeki evinden alınıp, zincire vurulup jandarmalar refakatinde Menemen’e götürülmüş, orada hastahanede şehid edilmiş olan Erbilli Esad efendinin halifesiydi. Allah hepsine rahmet eylesin.
Türkiye’de Avrupa’dan gelme, köken itibarıyla Frenk asıllı beş on âile var ki, bunların ağırlığı, tesirleri, nüfuzları beş on milyon yerli halka bedeldir. Acaba onlar bu ağırlığı ve gücü nereden alıyorlar? Kültürleri mi daha yüksektir? Vasıfları mı yerlilerden üstündür? Gizli egemen güçler onları köşebaşlarına mı getirmektedir? Bu konunun incelenmesi gerekir.
Bilhassa ondokuzuncu asırda Avrupa’dan Osmanlı imparatorluğuna birtakım Polonyalılar, Macarlar, Almanlar ve başka batılılar gelmişler, bunların bir kısmı ihtida etmiş, devlet hizmetine girmiş ve kısa zamanda yükselmişlerdir. Şimdi onların ahfadı (torunları) da genellikle büyük güç, nüfuz, tesir sahibidir.
Bence bu Frenk ailelerinin üstünlük sebepleri şunlardır:
1. Bio-jenetik faktörler. Bunlar zeki, kabiliyetli, başarılı ırkların seçkin fertleridir ve bu yüzden temayüz etmektedir.
2. Kültür ve tahsil itibarıyla güçlüdürler.
3. Esrarengiz güçler bunların yükselmesine, güçlenmesine yardımcı olmaktadır.
Yakın tarihimizdeki birçok edib, şair, general, siyaset ve iş adamı bu Frenk klanlarına mensuptu.
Yanlış anlaşılmasın, ben geniş düşünceli bir Müslüman olarak kesinlikle ırkçı değilim. Bir ideoloji olarak ırkçılık yapmam. Lakin ırk gerçeğini de inkar etmem. Irklar eşit değildir. Bazıları daha çalışkan, daha akıllı, daha başarılı, daha vasıflıdır.
Bizdeki Frenk asıllı ve büyük ağırlıklı âilelerin incelenmesini istiyorum sadece. İlmî ve kültürel araştırma yapmak suç değildir. Yeter ki, düşmanlık olmasın.
İngiltere’de milyonlarca Müslüman yaşamaktadır. İngiliz yetkililer ilkokullar dahil Müslüman kız çocuklarının sınıflara başörtüsü ile gelmesine tolerans göstermekte, bunu tabiî karşılamaktadır. Eğer dindar anne babalar kızlarının başörtülü okumasını istiyorsa, oradaki devletin ve otoritelerin bu arzuya uyması gerekir. Çünkü din ve vicdan hürriyetinin içinde, inananların inançlarına göre bir hayat sürme hakkı da vardır.
Yine İngiltere’de, Müslüman ebeveynlerin istekleri üzerine bazı okullarda kızlarla erkek öğrenciler ayrı sınıflarda okutuluyormuş. Bu da, demokrasinin ve insan haklarına saygının ve riayetin bir göstergesidir.
1944’te kabul edilen bir kanunla, İngiltere’de kolej ve liselerde her sabah derslerden önce, okulun kilisesinde âyin ve ibadet yapılır. Hıristiyanlar kendi dinlerine göre, Müslümanlar da İslâm’a göre ibadet ederler. Bu ibadetlere katılmak mecburidir.
Bakınız İngiltere gibi hukukun ve adaletin, insan haklarının beşiği olan bir ülkedeki tatbikat bizdekinin tam zıddıdır. Türkiye’de, başörtüsü yüzünden kız öğrenciler yüksek tahsil yapamıyor. Bu, son derece vahim bir insan hakları ihlâlidir. İlköğretim okullarında ve liselerde de kız öğrencilerin başlarını örtmeleri yasaktır.
İnsan haklarıyla ilgili evrensel metinler vardır. Bunların en önemlisi “Evrensel İnsan Hakları Beyannâmesi”dir. Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve başka metinler de vardır. Bütün bu metinlerde, din ve inanç hürriyeti temel bir insan hakkı olarak zikredilmektedir. Din hürriyeti lafla olmaz. Böyle bir hürriyetin olması için din eğitimi hürriyeti, inançlarına göre yaşamak hürriyeti de bulunmalıdır. Anne ve babalar çocuklarının din eğitimi görmesini istiyor, çocuklarının okula başörtülü olarak gitmesini arzu ediyorlarsa devlet ve rejim onların bu isteklerine saygı göstermeye mecburdur.
Bazıları “Laiklik var, böyle bir şeye izin verilemez” diyeceklerdir. Onlara soruyorum. Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nde ve diğer metinlerde laiklik diye bir hak ve vazife yazılı mıdır? İnsan haklarıyla ilgili cihanşümul metinlerde laiklik diye bir değer var mıdır?
Laik olduğunu iddia eden bir rejim din işlerine karışabilir mi?
Kız öğrencilerin başörtülerini yasaklamak laikliğe uygun değil, tam aksine laikliğe son derece aykırı bir uygulamalıdır. Bu zulümleri yapanlar İngiltere’deki, ABD’deki, diğer medenî ve ileri ülkelerdeki geniş din hürriyetini pekâlâ biliyorlar ama bunu itiraf etmek işlerine gelmiyor. 21 Temmuz 1999