Artık zamanı gelmiştir, söylemekte mahzur kalmamıştır. Konya’da yapılan Şeb-i Arus törenleri, Tarikat-i Seniyye-i Mevleviyye âyininden başka bir şey değildir. Lâdincilik taassubuna rağmen yıllardan beri bu merasimin yapılabilmesi, Kutbü’l-Ârifîn ve Gavsü’l-vâsılîn Mevlânâ Celâlüddin Rûmî kaddesallahu sırrehussâmi hazretlerinin kerâmetleri cümlesindendir. Onun da ötesinde, Resûl-i Kibriya aleyhissalâtu vesselâm Efendimizin çağımıza uzanan bir mûcizesidir.

Mevlevîlik, diğer tarikler gibi, Tarikat-ı Muhammediyye’nin parlak bir şubesidir. Nakşîlik, Rufâîlik, Kadirîlik, Şâzelîlik, Halvetîlik, Bedevîlik, Şabanîlik, Bektaşîlik, Cerrahîlik, Uşşakîlik, Celvetîlik ve diğerleri hep Muhammedî Yollar’dır. Çünkü hepsi, itikadda Ehlisünnet ve Cemaat üzeridirler. Hepsi de Şeriat sınırlarını gözetirler. (Hududu aşanların bozuklukları şahıslarına aittir, tarikatın hükmî şahsiyetine zarar vermez.)

Mevlânâ ünlü Türk düşünürü ve ozanıymış. Bu laflar, lâdinci zihniyetin kılıf sözleridir ki, artık iyice kabak tadı vermeğe başlamıştır. Ne düşünür ne ozanı yahu! O zat Şeriat âlimi, tarikat şeyhi, mürşid-i kâmil, rehber-i sâlikân, melce-i dervişan bir İslâm ulusudur. Ümmet-i Muhammed’in medar-ı iftiharı bir zat-ı âli-kadrdir. Düşünür, ozan, mozan gibi unvanlara ihtiyacı yoktur.

Hazret-i Mevlânâ beş vakit namaza müdâvim, Kur’ân bendesi, Muhammed Muhtar’ın ayak tozu, Şeriat’ın zâhir ve bâtın sırlarının hâzinesi, ahlâk-ı Peygamberî ile mütehallik bir insan-ı kâmildi. Saltanat-ı Muhammediyye’nin Rum ülkesindeki mânevî vâlisidir. Velâyeti hâlen câri olup, ruhâniyeti ehl-i irfana ve zümre-i âşıkana sâyebandır.

İslâm güneşinin batıdan doğmasında Hazret’in çok manevî hizmet ve himmeti olacaktır. Mevlevîlik kapısından Ehl-i Çelipa fevc fevc Tevhid’e gireceklerdir. Önümüzdeki yıllarda çok fütuhat olacaktır.

Bir müddet sonra tarikatler serbest bırakılacak, hayırlar feth olacak, şerler ve şerirler def olacaktır. Üçler, yediler, kırklar himmetiyle Ehl-i İslâm şad, Ehl-i tuğyan nâ-şad u makhur olacaktır.

Fütuhat-ı Ricalullah mübarek bad!… Hû diyelim…

DİYANET

Diyanete yeni bir başkan tayin edileceği söyleniyor. Süleyman bey “emaneti ehline teslim edeceğiz” diye her fırsatta söylüyor. İnşaallah yeni başkan ehil ve lâyık bir kimse olur. Laik devlet, 3500 Rum’un yaşadığı İstanbul’da Fener Patrik seçimini cemaate bıraktı ama Müslümanların işlerine bakacak zatı kendisi seçiyor. Ne laikliğe ne akl-ı selime uyar bu hal.

Diyanet bünyesinde şimdi birtakım klikler, lobiler teşkilâtı ve başkanlığı ele geçirmek için hummalı bir faaliyet içindeymişler. Bu konuda bilgi vereceğim için kimse beni suçlamasın. Taraf tutmuyorum. Müslümanları uyarmak vazifemdir. Efendim rivayetler şu: Konyalı, Karadenizli, Çerkes ve daha başka lobiler varmış, bunlar Diyaneti ele geçirmeğe çalışıyorlarmış. Yahu Diyanet zaten lâdinciler tarafından kıskıvrak esir edilmiş bir müessesedir. Onu ele geçiren çoktan ele geçirmiştir. Şimdi yapılacak iş, bu ele geçmişi ele geçirmek için uğraşmak değil, onu kurtarmak için çalışmaktır.

Hem halka “dinimizde ırkçılık yoktur, üstünlük ancak takva iledir.” yollu vaazlar veririz, hem de yok Çerkes, yok Laz, yok Konyalı diye çekişirsek bize kim inanır?

Başkanlık seçimi için ülkemizdeki mason, dinsiz, sabataist, ladinci, Şeriat düşmanı lobilerin de bir adayı var. İlâhiyat Fakültelerinden birinde öğretim görevlisi olan bu zat, ilerici güçler tarafından kiralandıktan sonra kısa zamanda köşeyi dönerek büyük servet sahibi olmuş bulunuyor. Maazallah bu adam başkan olursa yandık demektir.

SHP’liler de bütün güçleriyle Diyanet’e Alevîliği sokmağa uğraşıyorlar. SHP’li Dışişleri Bakanlığı şimdi Diyanet Takviminin yurt dışına gönderilmesine mâni oldu. İster misiniz, ikinci merhalede “bunlar da bilimsel” değil diyerek ilmihallere yasak koymağa kalkışsınlar. Yapar mı yaparlar. Ellerinde çarşaf gibi koalisyon fermanları var. Fermanlıdır bunlar!

Her neyse, bu Diyanetle ilgili yazımızda sürç-i lisan eyledikse affola.

İKİLİKLERE DİKKAT!

İç ve dış düşmanlarımız millet arasında ikilikler çıkarmak için şeytanî planlar uyguluyorlar. Türk Kürt, Sünnî Alevî ikilikleri, izaha hacet yoktur ki, bu ikiliklerin taraflardan hiçbirine yararı yoktur. Neticede hepimiz zarar göreceğiz, millet perişan olacak, ülke parçalanacaktır. Türk, Kürt, Sünnî, Alevî… bunların içindeki akl-ı selim sahiplerinin kışkırtmalara kapılmamaları, düşmanlarımızın oyunlarını bozmaları temenni olunur.

Şu anda Güneydoğu bölgemizde bir gerilla savaşı sürdürülmektedir. Savaş kendisiyle birlikte çok acılar, haksızlıklar, zulümler, gözyaşları getiren bir hadisedir. Bütün gerilla savaşları başarıya ulaşır diye bir kaide de yoktur, ikinci Cihan Savaşı’ndan sonra Kuzey Yunanistan’daki gerilla başarısızlıkla sonuçlandı. Malezya’da da öyle oldu. 1965’te Endonezya’da kızılların darbe hareketi ters tepti.

Anadolu’muzda İkinci Bayezid devrinden beri isyanlar, gerillalar eksik olmamıştır. Ama Anadolu bir bütün olarak çok şükür elimizdedir. Halkımızın, devletimizin, milletimizin meselesi, ırkla yahut mezheble ilgili değildir. Bütün kötülüklerin sebebi bozuk düzendir. Öteki bozukluklar sebep değil neticedir. Kafayı neticelere takıp, ana sebebi unutmak akıl kârı olamaz.

Türkiye’de ırk ve mezhep kavgalarının çıkması felâket olur. İkinci Bayezid devrinden beri mezheb kavgalarını bir komşu ülke körüklemiştir. Osmanlı’nın i’la-yı kelimetullah için yaptığı fütuhatı hep o komşu baltalamıştır. Şimdiki kışkırtmalarda da onun parmağı olduğundan kimse şüphe etmesin.

Türkiye’deki İslâmî alternatife sed çekmek için alevî vatandaşları kullanmak istiyorlar. İslâmiyet’i durdurmaya kimsenin gücü yetmez ki. Tarihin akışı durdurulabilir mi? Hélène Carrère D’Encausse adlı Fransız sovyetologu bundan on küsur sene önce “Çatırdayan İmparatorluk” adıyla bir kitap yazmış, Sovyetler Birliği’nin yıkılacağını haber vermişti. O zaman Brejnev iktidarıydı, Sovyetler zâhiren son derece kuvvetliydi. Fransızın dedikleri çıktı. O, Sovyetlerin yıkılmasında Ortaasya ve Kafkasya Müslümanlarının büyük rolü olacağını söylemişti, o da tahakkuk etti. Tarihî hadiselerin gelişi mevsimlerin, gecenin, gündüzün gelişi; güneşin, ayın doğuşu gibi insan iradesini aşan gelişmelerdir. Takdir-i ilâhî kuvve-i bazu ile engellenemez.

Bu memlekette aksiyon olan İslâm’dır. Lâdincilik ancak bir reaksiyondur. Dinsizlik tarihî bir ârızadan ibarettir. İslâm kadimdir, kıdemi üzere baki kalacaktır. Batıl ârızadır, gidicidir.

Türk asıllı, Kürt asıllı; Sünnî veya alevî vatandaşlarımız soğukkanlı olmalı, memleket gemisini delmek isteyen akılsızları engellemelidir.

Şurası unutulmamalıdır ki, Kahramanmaraş’taki üzücü hâdiselerde maktul olanlar içinde bir nice sünnetsiz ajan cesedi bulunmuştur.

İslam’da ırkçılık yoktur. Türk, Kürt ayırımı yoktur.

Alevîliğe gelince. Bu fırka, ismini Hazret-i Ali kerremallahü vecheh Efendimizden almaktadır. İslâm’ın o büyük halifesi hepimizin baş tacıdır. Hep birlikte Hz. Ali’nin yolundan gidelim; yaptığını yapalım, yasakladığını yapmayalım, mesele halledilecektir.

Alevîlik Hz. Ali yoluysa her Müslüman Alevî değil midir?

Allah’ımızın, Peygamberimizin, Kur’anımızın, Hz. Ali’nin buyruklarına ters düşenler nasıl alevî olabilirler?

Hacı Bektaş Veli hazretlerini hakem yapalım. Makalat adlı eserini okuyalım. O bize sahih itikadı, namazı, orucu, zekâtı, güzel ahlâkı öğütleyen bir veli değil midir?

İslâmiyet’i böyle büyük pîrlerden, hünkârlardan öğrenip uygulamak gerekir. Birtakım türedilerden değil.

Bizim sevgimiz, dostluğumuz sadece Sünnîlere mahsus değildir, Alevîleri de kucaklar. Müslümanlık muhabbet yoludur. Sevgi yaşatır, düşmanlık helâk eder.

19.12.1991