05 Kasım 1998 Perşembe günkü yazı çıkmamıştır..

 

Mevlâsını arayan Mevlâsını, belâsını arayan belâsını bulurmuş. Bir kısım Müslümanlar dilleri ile Mevlâ Mevlâ diyorlar ama, yaptıklarına bakıyorsunuz, belâ aramaktan başka işleri yok.

Bu dünya hayatı, mal mülk, makam mevki, şöhret, halkın alkışı, çoluk çocuk, ziynetli meskenler, lüks ve konforlu hayat, gösterişli binitler, gurur ve kibre yol açan giyimler kuşamlar, yemeler içmeler… bütün bunlar oyundan, aldanmadan ibarettir. Hayatın gayesi, varoluşun sebebi bunlar değildir. İnsan yaratılmıştır, onun bir Yaratıcısı vardır. Dünya hayatı bir imtihandır. İşin başı Allah’a kulluk etmektir. Önemli olan ömrün ölüme iman ile bitişmesi, yâni hüsn-i hâtimedir. Lüks, israf, aşırı konfor, materyalizm, hedonizm, gurur, kibir, gösteriş bunlar büyük günahlardır. Milyonlarca Müslüman ana-baba çocuklarının bol para getiren iyi bir mesleğe sahip olması, iyi evlerde oturması, iyi yemesi, iyi giyinmesi, iyi arabalarda gezmesi, dünyevî bakımdan yükselmesi için çalışıyor. Onların evlatları hakkında gayeleri, ümitleri, idealleri bunlardır.

Böyle bir şey Müslüman için ayıptır. İman edenler evlatları için her şeyden önce iyi Müslüman, iyi insan olmaları, Allah’a hakkıyla kulluk etmeleri, ahlâk ve fazilet sahibi olmaları, Kitab’a ve Sünnet’e uygun bir hayat sürmeleri, Şeriat’ın ve fıkhın prensiplerine uymaları gibi şeyler istemelidir. Fâiz, rant, bankacılık, sigortacılık, bâtıl ve haram olan alış veriş ve ticaret, insan nefsini azdıran lüks, israf, konfor peşinde koşan adam ve kadınlar nasıl iyi Müslüman olabilirler?

Birtakım yalancı kahramanlar İslâm, İslâm, İslâm deyip duruyor. Peki bu adamlar Ezan-ı Muhammedî okunduğu zaman hangi delikteler ki, onları camide, cemaat içinde hiç göremiyoruz? Günde beş kez camiye gelip cemaate katılmalarından vaz geçtik, haftada, ayda bir kere bile vakit namazına camiye gelmezler.

Birtakım sahte İslâmcılar var. Lafa, palavraya gelince mangalda kül bırakmazlar, işe gelince yapmadıkları yamukluk yoktur. Bu düzen bozuk, biz bunu düzelteceğiz derler ama bozuk dedikleri düzenin önlerine attığı yağlı kemikleri köpekler gibi kapar yalarlar.

İslâm dini biz Müslümanlara “Birbirinizi sevmedikçe hakkıyla iman etmiş olmazsınız” diyor. Biz ise, teferruata ait farklılıklardan dolayı bazen birbirimizden nefret ediyoruz. Dinsizlere, harbî kâfirlere, Müslüman düşmanlarına tolerans gösteren, muhabbet besleyen, onları bağırlarına basan nice dengesiz vardır ki, başka meşrebten Müslümana ateş püskürür, yapmadığı kötülüğü ve gıybeti bırakmaz.

Cihadın büyüğü nefs ile yapılan cihaddır. Nefsini dizginleyemeyen, beşerî ihtiraslarına gem vuramayan, dünya şehvetlerini kontrol altına alamayan birtakım ahlâksız, faziletsiz, küçük adamların Müslümanlara kılavuzluk etmeye kalkışmaları ne büyük bir felakettir.

Nefislerini, parayı, dünyayı, mal ve cahı, ün ve alkışı put edinenlerin kendilerine hayrı olmaz, nerede kaldı ki, dine ve ülkeye hayırları dokunsun. Para kazanmak için zındıkların kitaplarını din kitabı diye yayınlayanlar, sahih itikada aykırı fikirleri din tefekkürü diye halka ve gençliğe sunanlar, Müslümanların paralarını almak için onları aldatanlar Mevlâlarını değil, belâlarını arayanlardır. Yalan söylemek dinimizde haramdır, yalan büyük bir günahtır. Yalancı insanlar faziletsiz ve şerefsiz kişilerdir. Din hizmeti yaparken yalan söyleyenler ise hepsinden eşeddir. Emanetlere hıyanet edenler, emanetleri ehil olmayan kimselere verenler, islâmî hizmet ve faaliyet makamlarını kendi adamlarına arpalık gibi üleştirenler Muhammed aleyhisselamın getirdiği hak dine hıyanet eden kimselerdir. Vaad edip de vaadinden dönmek münâfıklık alametidir.

Birtakım yalancı, sahtekâr, üçkâğıtçı, lüpçü, yiyici, rantçı, hortumlayıcı, götürücü, tokatlayıcı, talancı adamlar din hizmeti yapamaz, hezimet yapar ancak. “Benim şeyhim en büyük, öteki şeyhler çok küçük” deyip duran ahmaklar, zekâ özürlüler dindar değil, dindar müsveddesi ve karikatürüdür. İslâm’da üstünlük şu veya bu şeyhe mensup olmakla, şu veya bu tarikata veya gruba bağlı bulunmakla, kendi mezheb ve meşrebini dininden üstün görmekle olmaz. Müslümanın üstünlüğü takva ile, ilimle, ahlâk ve faziletle, samimî dindarlıkla, hayır hasenatla, insanlara yararı dokunmakla olur. Kur’an “Allah katında en üstününüz en takvalı olanınızdır” buyuruyor. Kitabullah “Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” diyor. Peygamber (Salat ve selam olsun ona) “İnsanların hayırlısı, insanlara faidesi dokunandır” buyuruyor. Yine Peygamber, “Ben mekârim-i ahlâkı tamamlamak için gönderildim” diyor.

Yalancı, demagog, şarlatan, hokkabaz, şu’bedebaz, üçkâğıtçı, sahtekâr, nefs-i emmâre esiri, rantçı, fâizci adamların peşlerinden gidenlerin ki, Mevlâyı bunların kılavuzluğu ile bulamazlar. Onların dini imanı para, para, para; sonra ün ve alkış ihtirası, riyaset hırsı ve sevgisi, dünya oyuncaklarına sahip olmaktır.

Eski İslâm büyüklerine bakınız. Onlar nasıl yaşamışlar, nasıl ibadet etmişler, Kitab ve Sünnet’e nasıl temessük etmişler, Şeriat ve fıkha nasıl bağlı olmuşlardır. Otuz bir Mart vak’asından sonra divan-ı harbe (olağanüstü askerî mahkemeye) verilen Bediüzzaman zâlim mahkeme reisine “Bin başım olsa, bini de Şeriat’a feda olsun” demiştir. Yakın zamanın gerçek İslâm büyüklerine bakınız. Bediüzzaman, Abdülhakim Arvasî, Silistreli Süleyman Hilmi Efendi, İskilipli Âtıf Efendi, Erbilli Esad Efendi, Sami Efendi, Zâhid Efendi, Alasonyalı Cemal Efendi ve diğer ulema ve meşayih nasıl yaşadılar, nasıl öldüler, nasıl ibadet ettiler, onların hayatlarından, metodlarından, ahlâklarından ibret almalıyız.

Din bezirganları, mukaddesat sömürücüleri, bozuk düzenin kemiklerini yalayan rantçılar, şöhret budalaları, riyaset hastaları, mal ve cah çılgınları belalarını arayan beyinsiz kişilerdir. Yüreğinde gurur, kibir, benlik hırsı olanların peşlerine düşen Müslümanların da halleri dumandır.

Elimizde ehlullahın Kur’andan, Sünnetten, geçmiş büyüklerin eserlerinden ilham alarak yazdıkları mev’ize, irşad, ahlâk, fazilet kitapları var. Bir İhyau Ulumi’d-din bile, okunduğu ve içindeki bilgilerle amel edildiği takdirde Ümmet-i Muhammed’in kurtuluşuna yeter. Kaldı ki, İhya gibi nice eser var. Bunlar milyonlarca adet satıldı. Peki Müslümanlar niçin hâlâ hallerini düzeltemedi? Çünkü okumuyorlar, çünkü okusalar bile anlayıp idrak edemiyorlar. Çünkü bugünkü baronluklar sistemi ehl-i imanı sersemletmiş, uyutmuş, afyonlamıştır.

İmamı Şâfiî hazretleri “Farz-ı muhal Kur’an kaybolmuş olsa, sadece Ve’l-Asr sûresi kalmış olsa, o bile Müslümanların kurtulmasına yeterdi” buyurmuştur. Öyle hadîs-i şerifler var ki, onlardan beş on tanesini okuyup, hayatına tatbik eden yine kurtulur.

Müslümanlar!.. Bugünkü tefrika, parçalanmışlık, din istismarı, gaflet, hıyanet, gayretsizlik, şaşkınlık, cahillik, ihlassızlık, istiqametsizlik, ahlâksızlık, faziletsizlik, gurur, kibir, maddeperestlik, iyiye alamet değildir. Birtakım adamların peşlerine düşüp olmayacak dualara âmin demekten vaz geçiniz. Peygamberin yolundan giden, ucu Resûllerin Seyyidine ulaşan bir zincirin son halkası olan, insanları imana, ibadete, ilme, hayra çağıran, hizmetlerini rızaen lillah ve muhlisen lillah yapan gerçek kılavuzlara tâbi olunuz. Böyle zatları bulamazsanız, geçmiş asırlarda yaşamış ehlullahın kitaplarını okuyunuz, nasihatlarını tutunuz. 06 Kasım 1998 Cuma