MEZHEBSİZLİK FİTNESİ
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 30 Ekim 1991
Bir müddetten beri masonlarla, aşırı bektaşilerle ve İslâm düşmanı mihraklarla işbirliği yapan, bu işbirliği sayesinde kısa zamanda büyük bir servete kavuşan bir ilâhiyatçı, devamlı ve sistemli olarak ehl-i sünnet Müslümanlığı ve onun kaleleri olan mezheblerle uğraşmaktadır. Bu adamın ve arkasındakilerin asıl gayesi, Şeriat’siz bir İslâm çıkartarak Müslümanlıkta reform yapmak, İslâm’ın Türkiye’deki gücünü kırmaktır. Şimdi bütün haçlıların ve siyonistlerin en büyük korkusu, İslâm’ın Türkiye’ye tekrar hâkim olmasıdır. Bunu durdurmak için de Müslümanları içten yıkmak, hakiki İslâm’ın yerine kendi tâbirleriyle «lâik ve çağdaş bir İslâm” getirmektir. Tabii, gayretleri boşunadır. Çünkü onlar Allah’ın nurunu, İslâm’ı ağızlarıyla üfleyerek söndürmek istiyorlar. Allah ise, nurunu parlatmayı diliyor. Sonunda Allah’ın dediği olacak, Şeriat ve iman düşmanı hâinler rezil ve rüsvay olacaklardır. Onlar, hakiki İslâm yerine, İslâm’ın bir karikatürünü istiyorlar. Karikatür adamlar!
Mezheb düşmanı demagoglar, sûret-i haktan görünerek diyorlar ki: Asr-ı Saadet’te mezheb var mıydı? Yoktu, o halde mezheb bid’attir, lüzumu yoktur. Onlara verilecek susturucu cevap kolaydır: Asr-ı Saadet’te, kitap halinde yazılmış Mushaf, Kur’ân nüshası var mıydı? Yoktu. Bu iş, Yemâme savaşında ashabtan birçok hâfızın şehid düşmesi üzerine, Hazret-i Ebû Bekir’in emriyle yapılmıştır. Şimdi, Peygamber Efendimizin sağlığında Mushaf yazılmadı diye, Kur”ân nüshalarına bid’attir, sonradan çıkmış lüzumsuz şeylerdir denilebilir mi? Hâşâ!.
Mushaf, Peygamberimizin hayatında yazılamazdı. Çünkü, ölümüne yakın bir zamana kadar vahiy gelmeğe devam etmişti. Vahiy onun dünyayı terk edip âhiret âlemini şereflendirmesiyle kesilmiş oldu. Müslümanlar da bundan sonra ilâhî nazmı tek bir kitap halinde yazdılar, bir araya getirdiler.
Mezhebler nedir? İslâm’ın uygulamağa ait hükümlerinin toplanıp bir araya getirilmesi değil mi? Onlar da, Asr-ı Saadet’te çıkamazdı. Ancak Kur’ân tamamlandıktan sonra, Ashab ve Tabiîn hazeratı dünyadan gidip, şiddetli ihtiyaç hasıl olduktan sonra fıkıhlaştırma hareketi başlayabilirdi.
Demek ki, Müslümanlar Kur’ân-ı Kerim’i mushaf haline getirmekle ilâhî nazmı, vahyi bir araya toplayıp tahriften korumuşlar; fıkıh mezheblerıyle de Kitab’ımızın hükümlerini sistemleştirip bir araya getirmişlerdir. Mezhebler Asr-ı Saadette yoktu, binaenaleyh bid’attir hezeyanını savurmak; elimizdeki Kur’ân nüshaları Asr-ı Saadet’te yoktu, bunlar bid’attir demek kadar ahmakça yahut hâince bir suikasttir.
İslâm düşmanları vaktiyle, zorbalık devirlerinde dinimizi cepheden saldırarak yıkmak istediler. Din adamlarını, şeyhleri astılar, hapislere tıktılar, din eğitimini yasakladılar, din hürriyetini yok ettiler. Akla gelen her türlü zulmü ve fenalığı yaptılar. Bu açık savaş, onların hezimeti, yenilgisi ile sonuçlandı. Kökünü kazıdık sandıkları anda, yepyeni, yemyeşil dinî fidelikler fışkırdı. Şaşırdılar ama çare düşünmekten geri kalmadılar. Bu sefer, Müslümanlığı sessizce, içinden, sinsi metodlarla yıkmak istiyorlar. Biz de Müslümanız, diyorlar ama elaltından temellere dinamit yerleştiriyorlar. Onların şimdi ana hedefleri şunlardır:
Mezhebsizliğin sonu nedir? Bunu ben söylemeyeyim. Türkiye’mizin yetiştirdiği büyük İslâm âlimi Düzceli Zahid Kevserî hazretleri söylesin. Millî Mücadele’den sonra yurtdışına çıkan ve Mısır’a yerleşen bu büyük zat, «Makalât» adlı eserinde bir makalesinin başlığına şu sözü koymuştur: “MEZHEBSİZLİK DİNSİZLİĞE GİDEN KÖPRÜDÜR”, (El-lâmezhebiyye kantarat ‘ale’l-lâdiniyye). Evet bu söz çok doğrudur. Mezhebsiz önce, bunlara ne lüzum var, ben kendim ictihad yaparım diyerek işe başlar, sonunda ya itikadda ya amelî ahkâmda, sonu kendisini küfre götüren bir yamukluğa saplanır ve dinden çıkar. Meselâ Allah gökte oturuyor, diyerek sapıtır. Yahut, muvakkat nikâh vardır, der şaşırır. Hak mezhebleri beğenmezken, gider sapık mezheplerin kulpuna yapışır. Kimisi de Peygamberliğini ilân eden Amerikalı bir sapığa ümmet olur.
Ehl-i sünnet mezhepleri, İslâm içindeki rahmanî çeşitliliğin zarurî müesseseleridir. Onlar, İsiâm’ın uygulamağa ait sistemini kurmuşlar, İslâm kültür ve medeniyetini zenginleştirmişler; Kur’ân ve Sünnete büyük hizmet etmişlerdir. Bugün mezhebleri inkâr eden kişiler abdest alıp namaz kılarken (kılıyorlarsa) nasıl kılıyorlar acaba? Mezheblerin, anakaynaklardan istinbat ve istihrac ettikleri (ictihad yoluyla çıkardıkları) hükümlere bakarak değil mi? Ol mâhiler ki, derya içredir, deryayı bilmezler.
Bugün bizde iki türlü mezhebsiz vardır: Birinciler, din düşmanları, zındıklar tarafından kiralanmış veya satın alınmış ajanlardır. İkinciler ise, aslında iyiniyeth inananlar oldukları halde câhillık ve akılsızlık ederek mezhebsizlik propagandalarına kapılanlardır.
Çağımızın Suriyeli büyük ehl-i sünnet âlimi Said Ramazan el-Bûtî mezhebsizlik aleyhinde bir kitap yazmıştır. Adı: «Mezhebsizlik, İslâm Şeriatini (dinini) Tehdit Eden En Büyük Tehlikedir». Eserin ismi, içindekileri ne güzel hülâsa ediyor, başka söze hacet yok.
Sırası gelmişken ictihad hakkında da biri iki söz söyleyeyim, önüne gelen Müslüman ictihad yapamaz. Ashab-ı Kiram içinde bile ictihad seviyesine çıkmış ancak yirmi kadar zat vardı. Her Müslümana «haydi sen de ictihad yap!» demek, dinde anarşi çıkartmak demektir. Bu devirde hiçbir Müslüman Kur’ân meâlinden veya hadîs tercümesinden din hükmü çıkartamaz, yorum yapamaz. Yapan gülünç duruma düşer, sapıtır, sapıttırır.
Evet, şimdi dinimizin düşmanları, açıktan ve cepheden savaşı bırakmış olup, sinsice mezhebsizlik, Şeriatsızlık, herkes ictihad yapsın propagandalarıyla bombayı mihraba koymak istemektedir.
Şeriat ve mezhebler kalkınca din kuşa dönecek; tesettür emri yürürlükten kalkacak, fâiz ve içki yasağının pabucu dama atılacak, muamelâtla ilgili hükümler tarihin arşiv deposuna konulacak ve haçlı-siyonist ajanları da günlerini gün edecektir. Yağma yok!
Kataloğu yapıldı ve basıldı, şu anda piyasada 5000 çeşit din kitabı varmış. Bunların yüzde doksan beşi lüzumsuz ve kafa karıştırıcı, para kazanma aracı olan telifler, yahut telefatlardır. Türkiye’de bir İslâm düzeni olsa, Müslümanlık adına piyasaya sürülen yayınların büyük kısmını toplatır, kâğıt fabrikasına hamur etmeğe gönderirdi. Tevekkeli Hazret-i Ali Efendimiz buyurmamış: «İlim bir nokta idi, onu câhiller çoğalttı», önüne gelen, yayınevi açıyor ve kısa zamanda zengin olmak için başlıyor yayın yapmağa. Ama doğru ama eğri. Yeter ki, para gelsin. Müslümanlar bu neşriyat furyasını frenlemezlerse bozuk kitap seli altında boğulacaklardır, ihtar ediyorum.
Eğer Türkiye’de İslâm’ın kuvvetlenmesini, Müslümanların yücelmesini, özlenen birliğin kurulmasını, masonluğun darbelenmesini, münafıkların hüsrana uğramasını, Kur’ân-ı azimüşşan’ın parlamasını, Sünnet-i seniyyenin ihyâsını, İslâm’ın hayata hâkim olmasını istiyorsak ehl-i sünnet yolundan ayrılmamalıyız, ehl-i sünnetin zâruri temelleri olan dört hak mezhebten birinin hükümlerine bağlanmalıyız.
Bunca ulemâya, meşâyihe (âlimlere, şeyhlere), mûrşidlere, sâlihlere, velilere bakınız. Bunların hepsi mezhebin lüzumuna inanmışlar ve bir mezheble emel etmişlerdir.
Bir de zamanımızdaki mezhebsizlik tâcirlerine bakınız. Vicdanlarını karanlık güçlere kiralamış, cin gibi, Şeytan gibi karışık acayip adamlar. Yanlarında açık saçık karılar, ceplerinde haram paralarla dolu cüzdanlar, boyunlarında kravatlar, gözlerinde garip ışıltılar.
Hangilerinin peşinden gidilir?
30.10.1991