Salı

 

İslâm dünyasının yüzde seksen sekizi ehl-i sünnet mezhebine bağlıdır. Ehl-i sünnetin inanç konu ve hükümlerinde iki imamı bulunmaktadır: İmam Eşarî ve İmam Maturidî. Amel-fıkıh hükümlerinde ise, dört imam ve mezhep bulunmaktadır. İmam Ebu Hanife, İmam Malik, İmamŞafî, İmam Ahmet bin Hanbel. Burada imamdan kasıt büyük din alimi, büyük müctehid, büyük din önderidir.

Ehl-i sünnetin bu saydığım dört mezhebine bağlı olan Müslümanlar, birbirlerini tadlîl etmezler, yani sapıklıkla suçlamazlar. Mezheplerin ayrıntıya ait hükümlerdeki ufak farklılıklar geniş bir rahmet eseridir.Resulullah Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde

“Ümmetimin çeşitliliği geniş bir rahmettir”

buyurmuşlardır.

Reformcu, yenilikçi bazı ilahiyatçılar ve Müslümanlar fıkıh mezheplerine cephe almışlar, mezhepsizlik cereyanını yahut mezhepsizlik fırkasını çıkartmışlardır. Mezhepleri inkâr ve terk etmek fıkhı inkâr ve terk gibidir. Büyük İslâm alimleri, hem kendileri bir fıkıh mezhebine bağlı bulunmuşlar, hem de Müslümanları mezhepli olmaya çağırmışlardır.

Bir Müslüman bir mezhebe bağlanmalı ve dinî-dünyevî bütün işlerinde o fıkıh ekolünün hükümlerini uygulamalıdır. Zaruret hallerinde (ki bunlar istisnaî hallerdir) fetva alınarak, diğer üç mezhepten birinin hükmü ile amel edilebilir. Ancak kendi kafasına, kendi heva ve nefsine göre böyle hareket edilemez; edilirse hafiflik, beyinsizlik olur.

Yakın tarihte zuhur etmiş bozuk cereyanlardan biri de, telfik-i mezahiptir; yani dört fıkıh mezhebinin fikirlerini karışık şekilde uygulamaktır. Bu cereyanın önderlerinden biri Reşit Rıza’dır; onun hocası Mason Abduh’dur, onun üstadı da Mason Cemâleddin Afganî’dir.

Şu iki cümle küçük bir levha yaptırılıp milyonlarca Müslümanın görebileceği yerlere asılmalıdır.

Birinci cümle: “

İslâm şeriatını tehdit eden en tehlikeli bid’at Mezhepsizliktir”.

Bu bir kitap ismidir, yazarı Şam üniversitesi Profesörlerinden ve Sünnî ulemadan

Said Ramazan el-Butî’

dir. Kitap Türkçe’ye tercüme edilmiştir (Bedir Yayınevi. Tel: 0 212/519 36 18).

İkinci cümle:

“Mezhepsizlik, dinsizliğe köprüdür”.

Bu da büyük alim, yirminci asrın Gazâli’si,

Düzceli Muhammed Zahid el-Kevserî

Hazretlerinin Mısır’da yayınlanmış Makâlât adlı önemli eserindeki makalelerden birinin başlığıdır. (Bu makalenin tercümesi birinci maddede zikredilen esere ilave edilmiştir).

Ülkemizdeki büyük müftülerin, icazetli fukaha ve ulemanın hâtemi ve bir bakıma sonuncusu olan dersiâm Erzurumlu Ömer Nasuhi Bilmen Hocaefendi Hazretleri’nin, Büyük İslâm İlmihali adlı eserinde mezheplerin lüzumuna, faidesine, her Müslümanın bunlardan birine bağlanması gerektiğine dair bir yazı bulunmaktadır. Muhterem okuyucularımın dikkatle mütalaa buyurmalarını tavsiye ediyorum.

Mezhepsizlerin gayeleri nelerdir?

1. Müslümanlar mezhepli olmazlarsa, İslâm dinini kendi heva, re’y, nefs ve yetersiz kültürleriyle yorumlamaya kalkışacaklar, her kafadan ayrı bir ses çıkacak, din konusunda ümmet içinde fitne ve fesat, nifak ve şikak zuhur edecektir.

2. Mezhepler gidince dinimizin ikinci temel kaynağı olan Sünnet önemini yitirecektir.

3. Mezhepsizler kendilerini müctehid sanacaklar, Kur’ân-ı Mübin’in ahkâm ayetlerini kendi kafalarına, re’ylerine, işkembe-i kübralarına göre yorumlamaya kalkacaklar;

“men fesserel Kur’âne bir re’yihi fekad kefer…”

tehdidinin dairesi içine girmiş olacaklardır.Böyle bir felaketten Allah’a sığınmak gerekir.

4. Bazı mezhepsizler ve reformcular başta Türk milleti olmak üzere, İslâm dünyasını Cemaleddin Afganî’nin fikirlerinin, metotlarının, reçetesinin, çare ve çözümlerinin kurtaracağını iddia ediyor. Afganî denilen zat kimdir? Öncelikle o bir yalancıdır, Müslümanları aldatmıştır. Çünkü İran’lı olduğu halde kendisini Afgan göstermiş, Şiî olduğu halde, Sünnî postuna bürünmüştür. İranlı ve Şiî olmak elbette bir suç değildir ancak yalan söylemek, aldatmak, kandırmak suçtur, ayıptır, günahtır, ahlâksızlıktır. Afganî katmerli ve azılı bir farmosundur. Din alimi falan da değildir, Batılılar böyle adamlara aktivist derler. Bugün İslâm dünyasındaki nice kötülüğün ve yanlışlığın temelinde Afganî hayranlığı, Afganî tesirleri, Afganî’yi manevî bir lider ve önder kabul etme yamukluğu yatmaktadır.

Peygamberimiz bir hadis-i şerifinde

“Ümmetim benden sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır, bunların hepsi, biri müstesna, ateştedir…”

buyurunca Ashab-ı kiram sormuşlar: Cehenneme gitmeyip kurtulacak olan

“Fırka-i Naciye”

hangisidir? Efendimiz şu cevabı vermişler:

“Benim ve ashabımın yolundan gidenler…”

Kelam kitaplarında bozuk fırkaları anlatan hayli bilgi bulunmaktadır. Mesela geçmiş asırlarda

Gurabiye

taifesi (Gurab, Arapça’da karga demektir) diye bir fırka zuhur etmiş, bunlar şöyle diyormuş: “Peygamberlik -hâşâ- Ali b. Ebu Talib’in hakkıydı. Cebrail, Hazret-i Ali ile Hazret-i Muhammed birbirlerine iki karganın birbirine benzediklerinden dolayı, yanıldı da, vahyi Hazret-i Muhammed’e getirdi…” Ehl-i Sünnet Müslümanları tabiî ki, böyle saçma bir inancı kabul etmezler. Bu inanca bağlı kimselerin de doğru yolda olduğuna inanmazlar.

Öyle bozuk fırka ve mezhepler vardır ki,

onlar Kur’ân-ı Kerim’in tahrif edilmiş olduğunu bile iddia ederler.

Mesela onların, kendilerince çok muteber ve güvenilir olduğu iddia edilen sözde bir hadis kitabında şöyle bir cümle yer almaktadır:

“Ben Fatımâ’nın Mushafını

(Kur’ân nüshasını)

gördüm. O, sizin elinizdeki Mushafın üç misli idi…”

Ehl-i sünnet Müslümanlarının böyle bir iddia ve inancı kabul etmeleri mümkün müdür? Bizim dinimizin temeli Kitabullah’tır; onda ne eksiklik, ne fazlalık vardır, tahrife de uğramamıştır.

Reformcu ve Yenilikçi ilahiyatçılar, yazarlar halkın kafasını karıştırmak için, bir takım hile ve desiseler yapıyorlar. Bunlara karşı çok dikkatli olunmalıdır. Muhterem din kardeşlerime min gayr-i haddin, bazı tavsiyelerde bulunmak istiyorum: İnançta ve amelde ehl-i sünnet mezhebi içinde olsunlar, mezhepsizlikten dikkatle kaçınsınlar, sadece bir mezhebe bağlı olsunlar. Mezheplerin hükümlerini karışık şekilde uygulamak tuzağına düşmesinler.

Afganî, Abduh, Reşid Rıza

gibi bozuk ve gayr-i muteber kimselerin peşlerinden gitmesinler. Dinî konularda herkes kendi kafasına, kendi rey’ine, kendi hevasına göre konuşmasın, yazmasın, fikir ve görüş beyan etmesin. Dinî bir konuda “benim görüşüm şudur…” şeklinde konuşmak çok büyük bir densizlik, terbiyesizlik, edepsizliktir. 31 Aralık 2003