Pazar

Bir televizyondaki açık oturum programındayız. Dört tartışmacı var, otuz kırk kadar da dinleyici. Çoğu genç üniversite talebesi. Arada, onlardan isteyenlere de söz veriliyor. Lâik, çağdaş, ilerici kesime mensup olan gençlerin bazısının fanatikliği, tutuculuğu, tahammülsüzlüğü, hoşgörüsüzlüğü beni dehşete düşürmüştü.

Müslüman bir Türkiyeli olarak ülke halkının çoğunluğu içindeyim. En azından yaşıma hürmet etmesi, terbiyeli ve ölçülü konuşması gereken ilerici gençler içinde bana düşman gibi bakanlar gördüm. Sanki Türkiye onların babalarının, atalarının malıdır ve biz Müslümanlar bu vatan üzerinde fuzulî, haksız işgalcileriz.

Gençliği, halk kitlelerini bu hale nasıl getirdiler?

Çeşitlilik sadece bize mahsus bir şey değildir. İsviçre’de din ve lisan çeşitliliği vardır. Almanca, Fransızca, İtalyanca, Roto-Romanş diliyle konuşan kantonlar, gruplar mevcuttur. Din bakımından da Katolik, Protestan çeşitliliği mevcuttur. Almanya’da da Protestanlar ve Katolikler vardır. İngiltere’de İngilizler, İskoçlar, Galliler yaşar.

Bir ülkenin gençlerinin, hangi kesimden olursa olsun büyüklerine hürmet etmesi gerekmez mi?

Biz Müslümanlar bu toprakların çocukları değil miyiz? Vergi ödemiyor muyuz, askerlik hizmeti yapmıyor muyuz? İlerici, lâikçi, çağdaş, materyalist, pozitivist zihniyetliler bize nasıl hor bakabilir, bizi nasıl ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, zenci, parya olarak görebilirler?

Müslümanların bu ülkede dört üstün tarafı vardır:

(1) Millî kimliğe, Türkiyelilik kimliğine sahibiz ve bağlıyız.

(2) Tarihî devamlılıktan yanayız, tarihî ârızalara karşıyız.

(3) Hukukun üstünlüğünden yanayız.

(4) Temel ve evrensel insan haklarına samimî olarak taraftarız ve riayetkârız.

Osmanlı mirasını reddetmediğimiz için başkalıklara, farklılıklara, Ehl-i Kitab’a, Hıristiyanlara, Yahudilere haklar, hürriyetler tanıyoruz. 1492’de İspanya’dan kovulan Yahudileri Türkiye’ye kabul eden Padişah Bâyezid-i Velî’nin torunlarıyız. O’nun gibi Müslüman, O’nun gibi toleranslıyız.

Dinime saldırmamaları şartıyla başka fikir ve görüşlere sahip vatandaşlara her zaman iyi muamele ederim.

Bir genç, inanç itibarıyla ateist, materyalist, marksist, solcu, dinsiz olabilir. Ancak hiçbir şekilde militan ve harbî İslâm düşmanlığı yapamaz. İslâm’ı tenkit etmek istiyorsa; ilmî, kültürü, ihtisası varsa ciddî ve seviyeli kitap ve makale yazar.

Hiçbir dinsizin yıkılan Sovyetler Birliği’ndeki Bezbojnikler (Allahsızlar Derneği mensupları) gibi halkının, ülkesinin, tarihinin dinine savaş açmaya hakkı yoktur.

Dinsiz gençler maalesef çok kültürsüz. Liselerde doğru dürüst felsefe (psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik, estetik) dersleri okutulmadığı için akıllılık ile akılcılık arasındaki farkı bilmiyorlar. Birbirine karıştırıyorlar. Akılcılık akıllılık mânâsına gelmez. Müslümanlar akla büyük önem ve yer verirler. Aklı olmayanın dini de yoktur. Ancak hiçbir Müslüman felsefî bir doktrin olan akılcılığa (rasyonalizme) bağlı değildir.

Varlıklı bir aileye mensup olması, güzel ve pahalı giyinmesi, fakir bir ailenin çocuğundan daha fazla cep harçlığına sahip olması, özel otomobili olması bir genci medenî, haklı, üstün kılmaz. İnsanları vasıflı, güçlü, üstün, haklı yapan doğru inançlar, sağlam bir bilgi boyutu, geniş kültür, ahlâk, fazilettir.

İlerici gençler cumhuriyete sahip çıkıyor, kendi gibi düşünmeyenleri cumhuriyet düşmanı olmakla suçluyor. Asıl ve gerçek cumhuriyetçiler Müslümanlardır. Hulefa-i Râşidîn (İlk dört Halife) devri gerçek, sahih, ideal bir cumhuriyet değil miydi? Hazret-i Ömer halife iken tuz ve sirkeyi ekmeğine katık ediyor, yamalı elbise giyiyordu. Kûfe valisi konağına kapı yaptırdığı için, adam gönderip kapıyı kırdırtmış, valiyi de azletmişti. “Devlet idarecileri ile halk arasında hiçbir engel, kapı, perde olamaz. Şikayeti ve ihtiyacı olan herkes günün her saatinde valiye ulaşabilmeli ve derdini anlatabilmelidir” diyordu.

Hazret-i Ali, halifeliği sırasında Kadı Şureyh huzurunda bir Yahudi ile mürafaa olmuş (muhakeme edilmiş), sonunda Yahudi haklı çıkmıştı. Hangi cumhuriyette böyle adalet ve eşitlik vardır?

Anayasamız bütün vatandaşların eşit olduğunu yazıyor. Lâkin realitede ilericiler, lâikler, resmî ideoloji taraftarları, çağdaşlar, masonlar çok daha eşittir.

İlerici, çağdaş, lâikçi gençlere bazı öğütler vermek isterim: Müslüman bir yazar ve okumuş olarak kendi kesimimi, Müslümanları da tenkit ediyorum, özeleştiri yapıyorum. Bu memleketi, devleti, ülkeyi, iki büyük belâ ve felâket mahvediyor; bunlardan biri azılı, militan, saldırgan din düşmanlığıdır, ötekisi ise din sömürüsü, mukaddesat bezirganlığıdır diyorum. Maalesef ilerici, Atatürkçü, lâik, çağdaş kesimde böyle bir özeleştiri, müsbet mânâda kendi kendini tenkit yoktur. Onlar bütün kabahati ve uğursuzluğu karşı tarafta görüyorlar ve bu yüzden büyük yanılgılara düşüyorlar.

Türkiye’yi bu hale din değil, dinsizlik getirmiştir. Bütün değerleri bitiren, ülkeyi çökerten müzmin ve devamlı enflasyon, korkunç boyutlara ulaşmış genel bir kokuşma, eğitimin ve üniversitelerin çağ ve millî kültürün çok gerisinde kalmış olması, 150 milyar doları aşan korkunç bir borç, rüşvet rüşvet rüşvet, partizanlık, emanete hıyanet, ahlâksızlığın her türlüsü ülkede cirit atıyor. Üzerinde T.C. mührü bulunan antetli resmî kağıtlarla kadınlara fuhuş yapma izin belgesi veriliyor. Bankalar soyuluyor, bütçe hortumlanıyor. İthalat ihracattan 25 milyar dolar daha fazla… Yolsuzlukların, kötülüklerin, hıyanetlerin listesini yapmaya kalksam bir kitap olur. Bütün bu pislikler İslâm’ın, Müslümanların işi midir?

İlerici, solcu, lâikçi, çağdaş gençler de bu vatanın çocuklarıdır. Türkiye hepimizindir. İslâm Peygamberi, “Büyüklerimize saygı beslemeyen, küçüklerimize şefkatle muamele etmeyen bizden değildir” buyurmuştur. Onları daha geniş düşünmeye, toleranslı olmaya, İslâm’a ve Müslümanlara düşmanlık etmemeye çağırıyorum. Türkiye hepimizindir. Farklılıkları, çeşitliliği, başkalıkları kabul etsinler. Unutmasınlar ki, kendileri azınlıktadır. Bir gün gelecek benim bu saydığım prensiplere çok ihtiyaçları olacaktır. Men dakka dukka… 17 Temmuz 2000