Türkiye halkı gerçekleri öğrenemiyor. Bunca gazeteye, dergiye, televizyona, basın hürriyetine rağmen öğrenemiyor. Bunca habere, yoruma, köşe yazısına, makaleye, röportaja, açık oturuma rağmen birtakım hayatî gerçekler halk tarafından, millet tarafından, hattâ aydın kesim tarafından bilinmemektedir. Bu cehâletin, bu bilmezliğin sebepleri nelerdir?

Birincisi: Büyük medya halkı bilgilendirmek için değil, dezenformasyon yapmak için çalışmaktadır. Gerçekler saklanmakta, kütlelerin dikkati başka konulara çekilmektedir.

İkincisi: Halkı bilgilendirmek, doğruları yazmak için ortaya çıkan bazı gazete ve televizyonlar meslekî bakımdan acz ve miskinlik içindedir.

Birkaç yıldan beri birtakım dış güçlerin, büyük devletlerin Türkiye’yi Sevr adlaşmasına tâbi tutmak istediklerinden bahsediliyor. Bunun mânası nedir? Hangi devletler ve güçler Sevr için çalışıyor? Açık, seçik, doğru, anlaşılabilir ve yeterli şekilde bu konu büyük medyada işlenmiyor. Sevr Türkiye’nin parçalanması, her şeyin tepetaklak olması demektir. Böyle bir tehlike olduğunu cumhurbaşkanı ve Genelkurmay başkanı bile ifade ve beyan ettiler. Bu kadar önemli bir tehlikeye karşı aydınların, halkın uyarılması gerekmez mi? Halbuki gazeteler ve televizyonlar bütün ağırlığı günlük dedikodulara, magazine, futbola veriyor, böyle bir konuyu gerektiği gibi incelemiyor.

Türkiye’nin malî durumu iye değil deniliyor. 2004 yılında bütçenin tamamı devlet borçlarının faizlerini ödemeye yetmeyecekmiş. Bu milleti, bu ülkeyi, bu devleti bu kadar borca kimler sokmuştur? Bunca borcun altından nasıl kalkılacaktır? Bugünkü sistem, düzen, rejimle bu borçları ödemek mümkün müdür? Bunlar da millete açıkça anlatılmıyor.

Laiklik tehlikede yaygaraları kopartılıyor. Türkiye’de laiklik var mıdır? Kesinlikle yoktur. Türkiye’nin din-devlet ilişkisi laiklik şeklinde değil, “Devlet dini” şeklindedir. Yetmiş bin camii, 100 binden fazla din görevlisi, binlerce din okulu, İlahiyat fakülteleri devlete aittir. Böyle bir devletin laik olduğunu iddia etmek için deli olmak gerekir. Laiklik konusunda da gerçekler millete anlatılmıyor.

Susurluk, Susurluk, Susurluk denilip duruluyor. Susurluk’taki kaza ile meydana çıkan büyük rezaletin içyüzü nedir? Bunu bilen yoktur. Büyük gazeteler, büyük televizyonlar bu işin içyüzünü millete niçin anlatmıyorlar?

Türkiye’yi perde arkasından Sabataist (Selanik Dönmesi) cemaatin idare ettiği iddia ediliyor. Bunca gazete ve televizyon bu konuyu da incelemiyor. Yahudi cemaati ileri gelenlerinden Harry Ojalvo, Aksiyon dergisinde yayınlanan röportajda “Türkiye’de Yahudi kökenli bir buçuk milyon Türk vardır” diye ortaya bir iddia attı. Türkiye’yi gerçekten Sabataistler mi idare ediyor? Türkiye’de bu kadar Yahudi-Türk var mıdır? Bu konuda karanlıkta bırakılmıştır.

Ülkemizin gündemi tamamen sun’idir. Kendilerini ülkenin, milletin, devletin üzerinde gören birtakım güçler Türkiye için yapay gündemler hazırlamakta, büyük medyada bu konulara yer verilmektedir.

Başörtüsü krizi de, içyüzünü milletin bilmediği bir buhrandır. Bugün dünyanın hiçbir demokrat, medenî, hukukun üstünlüğünü kabul etmiş ülkesinde üniversitelerinde başörtüsü yasağı yoktur. Türkiye’de niçin vardır? Hangi iç ve dış güçler böyle bir kriz çıkartmışlardır? Masonların, İsrail’in, Sabataistlerin bu buhrandaki rolleri nedir? Bu kriz nasıl çözülecektir? Millet bu konuda da aydınlatılmıyor.

Türkiye’de genel bir bir çürüme ve kokuşma vardır. Çeteler, mafya, derin devlet… Yolsuzluklar, talanlar, hırsızlıklar, soygunlar, hortumlamalar… Bunlar zaman zaman yazılıp çiziliyor. Ama yazılanlar, anlatılanlar kesinlikle yeterli değildir.

Ülkemizde dehşetli bir uyuşturucu işi olduğu rivayet ediliyor. Eroinin helikopterlerle sevkedildiği söyleniyor. Millet bu konuda da yeteri kadar bilgilendirilmiyor, uyandırılmıyor. Niçin?

Önemli konularda en fazla otuz kırk sayfalık broşürler çıkartılmalı; hangi mesele inceleniyorsa madde madde, gerektiğinde şemalar ve grafikler konularak, bir ders kitabı gibi mevzu aydınlatılmalıdır.

Gerçekleri, tehlikeleri, tehditleri, büyük yolsuzlukları, hıyanetleri halktan gizlemek doğru değildir. Ne kadar acı, ne kadar vahim olurlarsa olsunlar bunlar millet tarafından bilinmelidir.

Müslüman Gazeteciler

Gazetecilik yapan, yazı yazan kimselerin maaş ve ücret almaları tabiî bir şeydir. Bedava çalışsınlar, bedava yazsınlar diyemeyiz. Ancak Müslüman gazetecilerin ve yazarların mutlaka riayet etmeleri gereken birtakım ahlâk kuralları vardır.

Müslüman gazeteci ve yazar elbette maaş ve ücret alır, lakin onun vicdanı ve kalemi hiç bir zaman kiralık veya satılık olamaz.

Transfer ücreti alabilmek, maaşına zam yaptırabilmek için birtakım dolaplar çeviren, manevralar yapan kimseler görüyoruz. Bunlar, Müslüman gazeteci ve yazarların yapmaması gereken şeylerdir.

Müslüman gazeteci ve yazarlar patronlarının, çalıştıkları yayın organına hükmeden din baronunun bendesi, “sahibinin sesi” onların her istediğini yapan kimseler durumuna düşmemelidir.

Hürriyet ve Sabah gazetelerinde bile bazen insanı şaşırtan yazılar çıkıyor. Çağdaş kesime mensup bir kalem, o gazetelerin çizgisine tamamen zıt, fakat doğru olan şeyleri cesaretle yazabiliyor, beyan edebiliyor.

Bazı Müslüman gazetelerinde maalesef çok sıkı bir sansür vardır. Din baronları, patronlar bazı gerçeklerin yazılmasını istemiyorlar.

Yirmi beş yaşındaki gençler elli altmış yaşındaki üstad gazetecilerin yazılarına müdahale ediyor, onlarda değişiklik ve tahrifat yapıyor. Neymiş, patron veya “Efendi hazretleri” istemiyormuş.

Bazı Müslüman patronlar “Pembe gazeteler” çıkartıyorlar. Çünkü onların gayesi dine, millete, ülkeye hizmet etmek, gerçekleri açıklamak değil; zengin olmak, daha zengin olmak, en zengin olmaktan ibarettir.

Müslümanların hem dinsizleri tenkit etmesi, hem de islâmî kesimin özeleştirisini yapması gerekir. Pembe gazeteler bu ikisini de yapmıyor.

Kütleler sersemletilmiş, afyonlanmış, şartlı refleksli hale getirilmiş, robotlaştırılmış durumdadır. O hale gelmişlerdir ki, “Böyle rezalet olmaz!” diye haykıramıyorlar, gerekli tepkiyi gösteremiyorlar.

Müslümanların gazeteleri, dergileri, televizonları bir şahsın, bir cemaatin menfaatlerini değil; milletin, ülkenin menfaatlerini birinci planda tutmalıdır. Bir adam zengin olacakmış, yahut ün ve alkış kazanacakmış; bir hazretin nefsânî ihtirasları ve şehvetleri tatmin edilecekmiş, bunlardan Müslümanlara ne?

Müslümanlar bu ülkeye, bu millete, bu devlete, bu din-i mübine gerçekten hizmet etmek istiyorlarsa sekter zihniyeti, din baronu bendeliğini, hizip ve grup hooliganlığını bırakmalı ve gerçeklere hizmet etmelidir. 09 Ekim 1998 Cuma