Millet, Menderes’in asılmasını coşku ile değil nefret ve lânetle karşılamıştı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 30 Aralık 2018
Cuma
Böyle iddia ediyor ünlü bir kişi. Bu söz kocaman bir yalandır. Yaşım müsait, o günleri yaşamış bir vatandaşım. Türk milleti o idamı nefret ve lânetle karşılamıştı. Bendeniz, Menderes’in asıldığı tarihte haftalık
gazetesini yayınlıyordum. Menderes iktidarına muhalif bir Müslümandım. Lakin onun ve iki bakanının idamlarını doğru bulmam, hoş karşılamam, alkışlamam mümkün değil. Bir Müslüman böyle bir cinayeti asla tasvip etmez (doğru bulmaz).
27 Mayıs darbesinin özelliklerinden birkaçını sayayım:
1. Demokrasiye, insan haklarına, hukuka, anayasaya, sivil idareye indirilmiş bir darbeydi.
2. Türkiye’yi geri bırakmış, bugünkü vahim krizlere yol açmıştır.
3. Bu darbenin arka planında G.Y.’lerin büyük rolü olmuştur.
4. Çoğunluğu oluşturan Müslümanlara karşı yapılmıştır.
Demokrat Parti iktidarının hataları yok muydu? Olmaz olur mu, bir yığın vahim hatası olmuştur. O hataları bahane ederek yapılan darbe onlardan bin kere büyük bir hata, bir hıyanet, bir cinayet olmuştur.
Adnan Menderes’in asılmaması için içten, dıştan baskılar gelmiştir. Dinlemediler, astılar. Demokrasiyi astılar, anayasayı astılar, hukuku astılar.
Asılan Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın yaşlı bir anacığı vardı. Âhir ömründe korkunç bir acı içinde kalmaması için ona
dediler. Böyle bildi, böyle öldü.
Bu memlekette her devirde bir yığın asılasıca hain çıkmıştır. Hariciye (Dışişleri) Bakanı
o listede değildi. Türkiye’ye büyük hizmetler etmişti, astılar.
Adnan Menderes iktidarının perde arkası baş aktörü
. Erzincan ve Sivas’ta toplama kampları kurulmuş ve nice hacı, hoca, şeyh, alim, mücahid oralara doldurulmuştur.
Çok az kimsenin bildiği bir gerçeği üstü kapalı olarak yazmak istiyorum: 27 Mayıs darbesinden sonra birtakım güçler, Büyük Millet Meclisi’nde Demokrat Parti milletvekillerinin özel dolaplarının kapılarını kırmışlar ve buldukları paraları ve kıymetli eşyayı yağmalamışlardır.
Türkçe üzerindeki solcu, Mason, Sabataycı baskılara, dil terörüne ve kıyımına son verip 1920’lerin güzel Türkçesini esas almış olmasıdır. 27 Mayıs darbesiyle tekrar öz, arı, duru, tavşan suyuna tirit, kuşa çevrilmiş uyduruk dile dönülmüş ve bugünkü lisan, kültür, düşünce yozlaşmasına yol açılmıştır. Şu meşhur
‘nun
ünün ilk baskılarında,
kelimesinin karşısında şu cümle yer almaktaydı:
İşte 27 Mayıs bu zihniyeti geri getirmiştir.
Adnan Menderes’in idamı
iddiası büyük bir yalandır, korkunç bir iftiradır, dehşetli bir hezeyandır. Türkiye halkını böyle bir canavarlıktan tenzih ederim. Bir kısım halkımızın bazı hatâları, günahları olabilir, bu ülkede birtakım yamyamlar bulunabilir ama Türk halkı Adnan Menderes’in ve iki arkadaşının asılmasına asla sevinmemiştir, yeni nesiller de böyle bir canavarlığı kesinlikle doğru bulmazlar.
Birkaç yıl önce Mısır’ın
şehrinde büyük bir kütüphane yapıldı. Mimarlık bakımından yüksek bir sanat eseri, bir âbide… Açılışına krallar, cumhurbaşkanları, dünyanın seçkinleri katıldı. Böyle bir kütüphane Mısır’a prestij ve şeref kazandırdı.
Türkiye’nin gerçek baş şehri olan
yazık ki büyük bir kütüphane yok. Gökdelenlerimiz var, kütüphanemiz yok. Utanç verici, yüz kızartıcı bir eksiklik. Yakın tarihimizde, istenilseydi İstanbul’da on milyon kitaplık dünya çapında bir kütüphane kurulamaz mıydı? Kurulabilirdi. Lâkin Türkiye ve İstanbul idarecilerinde böyle bir niyet, istek, bunu gerçekleştirecek aksiyon olmamıştır.
Böyle bir kütüphane zenginlik, sanat, ihtişam bakımından dünya birincisi olmalıdır. Türkiye’yi sembolize etmelidir. Dünyanın okur-yazar halkı bu kütüphaneyi öve öve bitirememelidir. Böyle bir kütüphane milyarlarca dolara mal olur. Türkiye’nin buna yatıracak parası mı yoktur? Yoktur diyenin alnını karışlarım. Birkaç yüz milyarlık kara para stoku yapmak için imkân bulunuyor da bu kütüphaneye mi para bulunmayacak?
Böyle bir kütüphanede, dünyanın her yerinde Türkiye ile Osmanlı imparatorluğu ile bizim ile ilgili yayınlanmış bütün kitapların eksiksiz bir koleksiyonu bulunmalıdır. Bu kütüphanedeki bütün (ciltsiz olarak alınmış) kitaplara en kıymetli ve en pahalı deriden, en sanatlı ciltler yapılmalıdır.
Böyle bir kütüphanede ilmî araştırma yapmak üzere dünyanın her yerinden araştırıcılar gelmelidir. İstanbul’u ziyaret eden turistler
gezdikten sonra kafileler halinde bu kütüphaneye seğirtmelidir. Üçüncü köprüye para var, tüp geçide para var, gökdelene para var, baraja para var, otoyola para var, havaalanına para var… Kütüphaneye para yok… Yazıklar olsun.
Amerika’da
Chicago
Kadrosu son derece yetersiz. Bu kütüphane sanki devletin üvey çocuğudur. Kitapsız, kütüphanesiz, okumasız, araştırmasız ne medeniyet olur, ne kültür, ne gerçek ilerleme…
Elli politikacı, elli medya mensubu, elli seçkin, elli edebiyatçı, beş aydın (niçin elli değil? Çünkü bizde bu kadar aydın yoktur.) bir araya gelseler İstanbul’da dünyanın en güzel, en ihtişamlı kütüphanesinin yapılması için bir beyanname hazırlasalar…
Yukarıda iki Amerikan üniversitesindeki kitapların sayılarını verdim. İstanbul’daki on milyon kitaplık kütüphane, kitap sayısı bakımından üstün ve birinci olmayacaktır. Olursa, binasının mimarisi, okuma salonlarının sanat ve ihtişamı, koleksiyonlarının zenginliği, kitap ciltlerinin kalitesi ile öne geçecektir.
Türkiye yakın tarihte yapılaşmaya, meskenlere, otomobillere, cep telefonlarına, konfor sağlayan elektrikli ev eşyalarına, dışarıdan satın alınan doğalgaza (Mavi Akım!..) trilyonlarca dolar ödedi. Bu Türkiye’nin idarecileri, İstanbul’a, bendenizin yukarıda anlattığım gibi bir kütüphane kurmayı düşünmediler.
Böyle bir kütüphaneye isim olarak ne konulmalıdır? Bazılarının ismi şimdiden hazır ve bellidir… Yeter yahu!..
denilebilir,
denilebilir,
Zengin ve engin tarihimizde ve geleneksel kültürümüzde böyle bir kütüphaneye verilebilecek isim mi yok?
İlgililer ve sorumlular benim bu yazımı okuyacaklar ve böyle bir kütüphane kurulması için harekete geçecekler… Bu kadar hayalperest değilim. Öyle ise niçin yazıyorsun? Yazılmış bulunsun… Biri yazsın… 15 Mart 2008