Cumartesi

Ezher Üniversitesi’nde okumuş, Arapçayı, İngilizceyi, Almancayı iyi bilen bir dostum, geçenlerde Mısır’a gitmiş, son görüşmemizde:

– Mısır’da islâmî hareket ve uyanış çok kuvvetli. Orada Müslüman kadınların ve kızların büyük kısmı tesettürlü, halk namaza bağlı, ezan okununca camiler doluyor… Bizde ise oradaki gibi bir uyanış ve silkiniş yok… dedi. Biz Müslümanlar, kendi ülkemizde Mısır’daki gibi güçlü bir islâmî hareket bulunmamasının sebeplerini araştırmalıyız. Acaba son elli-altmış yıl içinde ne gibi hatalar yaptık da, bugünkü duruma düştük? Bu konuda bazı fikir ve görüşlerimi sunmak istiyorum:

(1) Birincisi, bizde Mısır’da olduğu gibi güçlü, vasıflı, üstün din hizmetkârları, hocalar yetişmemiştir. Bizim Kur’ân kurslarımız, İmam-Hatip okullarımız, özel eğitim yapan medreselerimiz, resmî İlâhiyat fakültelerimiz güçlü ulemâ yetiştirememiştir. İslâmî kalkınma ve uyanış ilimsiz, âlimsiz olmaz. Din hizmetleri namaz kıldırma memurlarıyla yürütülemez.

(2) Türkiye Müslümanlarının hürleşmek, güçlenmek, uyanmak konusunda derli toplu, ipe sapa gelir planları, programları, stratejileri olmamıştır.

(3) Müslümanlar elli yıldan beri beton binalara yatırım yapıyorlar. Cami binaları, İmam-Hatip binaları, Kur’ân kursu binaları, talebe yurdu ve pansiyonu binaları… Binalar, adam yetiştirmek, hizmet etmek için gerekli mekânlardır ama onlar kesinlikle amaç değildir. Biz binaları amaç haline getirdik. Çok lüks, çok şatafatlı camiler yaptırdık ama onların mihrabına geçecek, minberine çıkacak, kürsüsüne oturacak vasıflı hocalar, vasıflı hizmet erbabı yetiştiremedik.

(4) Elli-altmış yıldan beri bu memlekette islâmî hizmetler adına para toplanıyor. Benim tahminimce şimdiye kadar bir trilyon dolar toplanmıştır. Bu paraların çok büyük bir kısmı, ortada ciddî bir plan program olmadığı için çarçur edilmiştir.

(5) Sadece vasıflı ve güçlü hoca yetiştirmekle de iş bitmiyor. Müslümanların,

başta medya faaliyetleri olmak üzere, eğitim, üniversiteler, sanat, mimarlık, şehircilik sahalarında

dünya çapında güçlü ve başarılı elamanlar yetiştirmeleri gerekirdi. Bunu da yapamamışlardır.

(6) İslâmî hizmet ve faaliyetlerde ihlâs çok önemlidir. Türkiye Müslümanları bu konuda da dikkatli ve titiz olamamışlardır. Hizmet ve faaliyetlere benlik, şahsî menfaat, şahsî ihtiraslar, cemaatçilik ve hizipçilik fanatizmi ve militanlığı karışmıştır. İhlâsa dikkat edilmeyince, ihlâs elden gidince yapılanların bereketi, faydası, tesiri ya hiç olmaz, yahut az olur.

(7) Türkiye’de yakın tarihte maalesef din istismarı, mukaddesat sömürüsü yapılmıştır. İhlâslı hocaları, ihlâslı hizmet erbabını, ihlâslı Müslümanları tabiî ki, tenzih ediyorum. Benim tenkitlerim ihlâssız, ahlâksız, faziletsiz sömürücüleredir. Yakın tarihte Almanya’da ve Avrupa ülkelerinde toplanan paraları düşünelim. Bu paralarla gerçekten ciddî hizmetlere, ciddî iktisat ve ticaret faaliyetleri yapılabilmiş olsaydı ne harikalar meydana gelmiş olurdu. Büyük Millet Meclisi bu konuda bir komisyon kurmuş, araştırma yapmış ve rapor hazırlatmıştır. Netice yürekler acısıdır, yüz kızartıcıdır. Din adına, iman adına, mukaddesat adına ya Rabbi, ne çirkin işler yapılmış…

(8) Türkiye Müslümanlarının, islâmî hizmet ve faaliyet konusundaki en vahim hatası, keyfiyete, vasfa, üstünlüğe değil de kemmiyete (kelle ve rakam çokluğuna) önem vermiş olmalarıdır. Daha çok Kur’ân kursu, daha çok İmam-Hatip mektebi, daha çok İlâhiyat fakültesi… Peki vasıf ve keyfiyet yeterli mi? Burası düşünülememiştir bile.

(9) İslâmcı adı verilen taife içinde hayli arivist (ikbal avcısı) türemiştir. Bunlar dini, alet ve istismar ederek ikbal ve dünyalık temin etmişlerdir. İşlerimizin ters gitmesinde bu uğursuz ve baş belâsı arivistlerin büyük rolü ve tesiri olmuştur.

(10) İslâmî hizmetler yüksek zekâ, yüksek akıl, yüksek ahlâk ve karakter, ruh soyluluğu, mürüvvet sahibi olmayı gerektirir. Zekâsı ve aklı yetersizler yüksek din işlerine burunlarını sokarlarsa işin sonu böyle olur. Geri zekâlı kimdir? Geri zekâlı, cami hoparlörlerine, cami kaloriferlerine, cami klimalarına, cami lojmanlarına, cami yaldızlarına, asıl ve esas din hizmetlerinden fazla önem verir. Geri zekâlı, cami binasını yaptırır ama o caminin mihrabına geçecek imama yatırım yapmaz. Geri zekâlı, caminin cemaatinin çoğalması için çalışmaz. Hattâ onun gündeminde böyle bir madde hiç yoktur.

(11) Yakın tarihimizde Müslümanların kurtuluş reçeteleri son derece basit olmuştur.

“Bizim Efendi hazretlerine bağlan, onu medh et, ona para ver, onu alkışla, başka şeye karışma, böylece kurtulursun…”

Ne boş, ne kof hayallerdir bunlar.

(12) Müslümanların nasıl kurtulacağı Kur’ân-ı Kerîm’de, Peygamber Sünnetinde, din ve şeriat kitaplarında, ahlâk ve tasavvuf kitaplarında gösterilmiştir. Biz bunları nazar-ı itibara almadık. Dinimiz bize lüksten ve israftan kaçınmamızı, mütevâzı ve kanaatli bir hayat sürmemizi, kudurup azmamamızı emr ediyor. Biz buna kulak asmadık. Lüks meskenlere, lüks yazlıklara, lüks ev döşemesine, lüks otomobillere, lüks giyim kuşama önem verdik. Halbuki lüks ve israf dinimizde haramdır. Harama batan bir topluluk elbette iflâh olmaz, kurtuluş ve selâmet sahiline ulaşmaz.

Şu halimize bakınız. Kendi vatanımızda çok garip, çok zelil bir vaziyette yaşıyoruz.

Medenî, demokrat, ileri, hukuklu ülkelerdeki din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hürriyetinden mahrumuz.

Dindar bir baba, başı örtülü kızını lisede, üniversitede okutabiliyor mu?

Lâik Fransa’da Müslümanların özel İslâm kolejleri açmaya hakları var, Türkiye’de yok. Anayasamız vatandaşların dernek kurma haklarını garanti altına almıştır. Lâkin bizim Dernekler Kanunumuz

“Dinî dernek kurulamaz”

diyor.

Mason tekkeleri açık, islâmî tasavvuf dergahları yasak. Birtakım din baronları, saf ve cahil Müslümanlardan tırtıkladıkları büyük paralarla Nemrud ve Firavun gibi yaşarken, milyonlarca Müslüman fakr u sefalet, zillet ve meskenet içinde sürünüyor.

On milyonlarca Müslüman cahil bırakılmıştır. Afyonlanmış, sersemletilmiş, uyuşturulmuş, şaşkın hale getirilmiştir. İslâm dini, nasihat ve uyarı üzerine kuruludur. Müslümanları uyarmak için ne yapılıyor? Matbuat serbest ama Müslümanları uyarmak ve onlara nasihat etmek için kaç çeşit broşür, kaçar milyon adet basılmış ve dağıtılmıştır?

Maalesef bizde islâmî hizmet ve faaliyetler geçime, ranta, ticarete, dünya malı toplamaya endeksli hale getirilmiştir. Bu dine, bu ümmete nasıl hizmet edilir?

* Peygamberin (salat ve selâm olsun O’na) ettiği gibi edilir.

* Ashab-ı Kiramın ettiği gibi edilir.

* Selef-i salihîn efendilerimizin ettiği gibi hizmet edilir.

* Her asırda yaşamış âmil âlimlerin, gerçek şeyhlerin, kâmil mürşidlerin ettiği gibi edilir.

* Müctehid imamlar, Ebû Hanife’ler, İmamı Mâlik’ler, İmamı Şafiî’ler, İmam Ahmed’ler ve benzerleri gibi nasıl hizmet etmişlerse öyle hizmet edilir.

* Abdülkadir Geylanî’ler, Ahmed er-Rufaî’ler, Şah Bahaüddin Nakşibendî’ler, İmamı Rabbanî’ler, Halid-i Bağdadî’ler, Hasan eş-Şazelî’ler ve benzerleri gibi hizmet edilir.

Onlar hizmetlerini sadece Allah rızası için yapmışlardı. Onlar Kur’ân’ın, Sünnetin, Şeriatın yolundan kıl kadar ayrılmamışlardı. Vefat edeli çok olmadı, bu dine hizmet

Bediüzzaman

gibi çalışmakla edilir. Kimseden ücret almamış, dinî ve imanî hizmetleri mukabilinde en ufak bir maddî menfaat bile temin etmemiştir.

Şeyh Zahid Kotku diyoruz, Şeyh Sami Efendi

diyoruz, yakın tarihte yaşamış diğer büyük şeyhlerden bahs ediyoruz. Onlar bu din için nasıl çalışmışlardı? Parasız, ücretsiz, menfaatsiz, benliksiz çalışmışlardı.

Birtakım sahtekârlar büyüklerin yolundan ayrıldılar, din ile maddî menfaati birbirine karıştırdılar. Kur’ân tercüme ve tefsiri para için… Hadîs külliyatı para için… Dinî yayınlar para için… Dinî hizmetler para ve ücret karşılığı… Arada bir yığın dolap, dalavere. Elbette bu gidişin sonu iyi ve parlak olmayacaktı. Kuru kuruya islâmî edebiyat yapmakla, islâmî sloganlar atmakla iş bitmez. Efendiler! Ellerimizi vicdanlarımıza koyalım ve şu soruya cevap arayalım:

Biz islâmî hizmetleri, İslâm dininin öngördüğü şekilde, islâmî prensiplere uygun bir şekilde yaptık mı?

Yapmadık.. Mısır Müslümanları ilerledi, uyandı, ağırlık ve tesir sahibi oldu, biz yaya kaldık… 26 Mart 2006