Mısır’da Basılmış Türkçe Bir Kitap
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Pazar
İçinde altın, gümüş, dolar, Euro, inci, mücevher yoktur; kitap vardır. Binlerce, onbinlerce kitap… Bunlar kaç para eder diye sorana tenezzül edip de cevap vermem. Kitap zaruret olmadıkça satılmaz, kitap para ile ölçülmez. Tahsili, imkânı olup da şahsî kütüphanesi olmayanlara
acırım. Düşünün: Tahsili var, parası var, imkanı var, güzel bir evi var, mobilyaları var, yazlığı var, otomobili var, elektrikli ve elektronik eşyası var, vitrin ve büfelerinde porselen, gümüş, kristal ıvır zıvırları var, gardroplar dolusu kostümü, pardesüsü, paltosu var ve kitabı yok. O ne fakir, ne yoksul, ne zavallı, ne acınacak adamdır. Fakirler fakiri…
Kitap alır, kitap seçerken çok geniş hareket ederim. Osmanlı devleti zamanında Musul’da basılmış tavukçuluk ile ilgili bir kitap mı gördüm, hemen alırım. Tavukçuluk fenni beni alakadar etmez ama o kitap şimdi sınırlarımız dışında kalmış bir yerde benim dilimle yazılıp basılmıştır. Birtakım eski kanun, nizamname, askerlik kitaplarını bile genellikle alırım, bir kenara koyarım. Bugün yazıma konu olacak kitabı kimbilir ne zaman, nereden almışımdır. Vakt-i merhunu geldi ve bir yazı kaleme almama vesile oldu. İsmi
Müellifi: Mısır Hidivliği
si
Mısır’da
nda hicrî 1282’de basılmış.
Müellif kitabı
nın emriyle yazdığını beyan ediyor. İçinde Mısır vilayetinin deniz kuvvetleriyle ilgili bilgiler, nizamlar yer alıyor. Müellif kitabına besmele, hamdele, salvele, Ashaba hayır dua ile başlamış. Kavalalı Mehmed Ali Paşa Mısır’da istiklâlini ilân ettikten sonra o ülkenin resmî dili Türkçe olarak kaldı, nice yıllar böyle sürdü, daha sonra Arapça’ya dönüldü.
Beşinci sayfada
üyelerinde bulunmaması gereken sekiz kötü huyu anlatıyor. Bunlar:
1. ENANİYETtir ki, sahibi
diyerek başkalarının liyakat derecesini ve siyaset mertebesini fehm ve idrak etmez.
2. UCB: Kendini beğenmek.
3. GURUR: Böbürlenme.
4. RİYA: İkiyüzlülük.
5. HIKD: Kindarlık, öç alma.
6. HASED: Çekememezlik, kıskanma.
7. TAMA’: Aç gözlülük, doymazlık.
8. İNAD: Ayak direme, dediğim dedik zihniyeti.
Şûra üyelerinin, yukarıda zikredilen
gerektiği gibi şu sekiz fazilete
de sahip olmaları icab eder.
Hikmetli ve itidalli cesaret, kahramanlık, yiğitlik.
Dönmezlik, azimli, kararlı olmak.
Düzgün konuşma.
Bilgili, haberli olma.
Yazmayı, yazışmayı iyi bilmek.
Güvenilir olmak.
Araştırıp öğrenmek, incelemek.
Dostluk, iyi geçinme, yakın ahbablık, çevresiyle iyi ilişkiler içinde bulunmak; dost, yakın ve iş arkadaşları ile iyi ve güzel münasebetler içinde bulunmak.
Anlaşılacağı üzere bu
, aynı zamanda
İslâm harfleriyle Osmanlıca kitaplar kataloğuna baktım, bu eserin kaydını bulamadım. Bugün Türkiye’de eksiksiz bir Osmanlıca matbu kitaplar koleksiyonu bile bulunmamaktadır. Edebiyatımız, lisanımız, tarihimiz, mimarîmiz, geleneksel sanatlarımız layıkıyla ve gereği gibi incelenmemiş bulunuyor. Aydınlarımız, okumuşlarımız kalkınmanın parayla, zenginlikle, iktisatla, endüstri ile, üretimle, ihracatla olacağını sanıyor. İlimsiz, irfansız, kültürsüz, kitapsız, kütüphanesiz, sanatsız, lisansız, edebiyatsız, tarihsiz, beyinsiz ilerleme de olmaz, kalkınma da.
Türkiye’deki en büyük kriz iktisat ve finans sahasında değil, sosyal kültür sahasındadır. Bunu anlamamak, bunu idrak etmemek ne büyük bir cehalet ve felakettir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun eski vilayet ve topraklarında bugün otuzdan fazla devlet kurulmuş bulunuyor. Biz Türklerin, Türkiyelilerin bu devletler, ülkeler, oralarda yaşayan halklar hakkında ciddî ve ilmî araştırma kitapları yayınlamamız gerekir. Bu da yapılmıyor. Yapılanlar, yapılması gerekenlerin yanında yüzde bir, binde bir bile değildir.
Futbola verdiğimiz önemi ilme, araştırmaya, kültüre, sanata vermiyoruz. Futbol yarışmasında bakır bir üçüncülük madalyası aldık diye sevincimizden göklere uçtuk. Halimize bakmıyoruz. Siyaset, iktisat, finans, endüstri, ihracat, ilmî araştırma, sanat, mimarlık, kültür sahalarında nal topluyoruz. Türkiye yüz senedir bir tek Nobel alamadı. En zeki, en değerli, en parlak, en ehliyetli beyinlerimiz memlekette tutunamadıkları, değerlendirilemedikleri için başta ABD olmak üzere Batı ülkelerine kaçıyor.
Mısır, İskenderiye’de beş milyon kitaplık bir “İskenderiye Kütüphânesi” kurdu. Bizim İstanbul’da en büyük kütüphanemiz 450 bin kitap ve saire ihtiva ediyor. Personeli yetersiz, bütçesi yetersiz, imkanları yok… Sonra da futbolda bakır madalya aldık diye zil takıp oynuyoruz. Haydi halkı ve gençliği mâzur görelim, peki aydınlarımız utanmıyorlar mı?
Kendi nüfusu çoğalmayan Almanya, en parlak ve zeki Türkleri ülkesine dâvet ediyor, onlara vatandaşlık veriyor. Biz ise, şu güzelim ülkeyi batırmak için elbirliği ile çalışıyoruz.
Dünyanın hangi medenî ülkesinde başı örtülü diye yetmiş bir yaşındaki hasta bir kadın hastahane kapısından koğulur ve ölüme terk edilir. Bu rezalet, bu cinayet, bu fecaat bizde olmuştur.
Mısır’da ünü dünyayı tutmuş bir Ezher Üniversitesi var. Ezher bizdeki bütün İlahiyat Fakültelerinden daha güçlü, daha kaliteli bir üniversitedir. Yazık ki, Ezher’de okuyan Türk çocuklarının diplomaları bizde geçerli değildir. Binlerce Ezher mezunu işsizdir.
Dindar aileler çocuklarını Mısır’a göndermeli, oranın dinî ve dünyevî tahsil veren üniversitelerinde okutmalıdır. Böylece Mısır ile Türkiye arasında bir köprü kurulmuş olacaktır. Benim çocukluğumda Mısır’da Türkçe bilen hayli aydın, seçkin, yüksek şahsiyet vardı. Şimdi hemen hemen kalmamıştır. Hükümetimiz açmayacağına göre, özel sivil İslâmî grup ve kuruluşların bu kardeş ülkede Türk kültür merkezleri açmaları ve arzu edenlere Türkçe öğretmeleri gerekmez mi? Bu gibi hizmetler niçin yapılmıyor?
Ilme, irfana, kültüre, ilmî araştırmaya, sanata, edebiyata, lisana, tarihe, kitaba, kütüphaneye önem vermezsek; bu sahada vasıflı, güçlü ve üstün olmazsak gerilemeye devam edeceğiz. 02 Eylül 2002