Mitingler, Yürüyüşler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Türkiye’de (tekrar ediyorum, yasal olmak şartıyla) böyle protesto ve lanetleme mitingleri ve yürüyüşleri yapılamıyor. Yapılanlar küçük hareketlerdir, marjinal kalmaktadır.
Ajanslar zaman zaman Güney Kore’de üniversite öğrencilerinin ve halk yığınlarının sokaklara, meydanlara dökülerek kötülükleri protesto ettiğini bildiriyor.
1968’de Paris’te General De Gaulle taraftarı bir milyon Fransız yürüyüş yapmıştı. Birkaç yıl önce de Washington’da bir milyon zenci yürümüştü.
İngilizler Hindistan’ı sömürge olarak idare ederken, Gandi’nin liderliğinde milyonlarca Hintli adem-i şiddet (şiddetsizlik, non violence) felsefesine uygun bir şekilde protesto toplantı ve yürüyüşleri yapıyordu.
Bu gibi protesto miting ve yürüyüşlerde dikkat edilecek hususlar şunlardır:
1. Yasal sınırlar içinde kalınacak.
2. Şiddetten, vurup kırmaktan uzak durulacak.
3. Bu hareket bir partinin veya derneğin adına değil; milletin, geniş bir tabanın adına ve hesabına yapılacak.
4. Bu gibi hareketler iç ve dış güçlerin provokasyonlarına, manipülasyonlarına kapalı olacak.
Bizim halkımız, haklarını aramak, yasal sınırlar içinde protesto etmek; milyonlarca vatandaş olarak toplanıp sesini duyurmak hususunda son derece sindirilmiş, pısırık ve mıymıntı hale getirilmiştir.
Uluslararası anketler yapılmış ve Türkiye halkı tepkisizlik konusunda birinci gelmiştir. Bu son derece vahim bir zaaftır.
Birtakım hırsız, haydut, soyguncu, talancı, vurguncu, hortumcu kişi ve zümreler milleti, ülkeyi, devleti milyarlarca dolar soymuşlardır. Pislik ve kokuşma korkunç boyutlara ulaşmıştır. Bu namussuz ve şerefsizlerin kötülükleri yüzünden Türkiye iflâsın ve uçurumun eşiğindedir.
Böyle bir durumda halk ne yapıyor? Ağlıyor, inliyor, sızlanıyor, sessiz, sedasız lânet okuyor. İntihar edenler, çıldırıp çoluk çocuğunu kesenler görülüyor. Lakin bir milyon kişilik bir yürüyüş veya miting yapılmıyor.
Büyük halk hareketleri kendi kendine oluşmaz. Partilerin, sendikaların, derneklerin, sivil güçlerin bir kısmının bir araya gelmesi ve böyle mitingleri hazırlamaları gerekir.
Büyük medyanın bir kısmının da bunu desteklemesi icab eder.
Aydınların, yazarların, ülke seçkinlerinin bazıları da böyle hareketlerin içinde, başında olmalıdır.
Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanı ve diğer namuslu, vatanperver, şerefli devlet büyükleri, politikacılar bu gibi miting ve yürüyüşlerle desteklenmelidir.
Türkiye’nin önünün açılması için ilk olarak ve acele bir şekilde şu kanunların hazırlanması gerekir:
1. Siyasî partilerdeki bugünkü aşiret ve derebeylik sistemi değiştirilecek, partilerin iç bünyesine demokrasi getirilecek; bir genel başkanın ömür boyu saltanat sürmesi anormalliği ortadan kaldırılacaktır. Bunun için yepyeni bir siyasî partiler kanunu çıkartılması gerekir.
2. Seçim sistemi de değiştirilmeli, İngiltere’de olduğu gibi, her bölgeden sadece bir milletvekili çıkacak dar bölge sistemine geçilmelidir. O zaman halk sadece partiye değil, adaya da oy verecek; genel merkezler halka ve ülkeye hizmet edecek kaliteli adaylar arayacaklardır.
3. Cumhurbaşkanını da doğrudan doğruya halk seçmelidir. Böyle bir seçim için anayasanın değişmesi gerekir. Türkiye’ye, resmî ideolojiye dayalı olmayan, millî kimliğe ve tarihî devamlılığa dayalı yepyeni ve demokratik bir anayasa gerekmektedir.
Bugünkü düzen partileri, bugünkü iktidar ve perde arkası güçler bu gibi değişikliklere karşıdırlar. Onlar statükonun muhafazasını istiyor. Meclis’teki parmak sayısı, oy çokluğu onların elinde ve kontrolundadır. Büyük medya da bugünkü düzenle özdeşleşmiş vaziyettedir. Gerekli olan değişiklikler için sivil güçlerin, halk yığınlarının harekete geçmesi gerekir. Tabiî yasal sınırlar içinde ve şiddete başvurulmaksızın.
Türkiye’nin, ülke ve halk olarak dini İslâm’dır. İslâm’a ve dindar Müslümanlara yapılan ağır baskılar devam etmektedir. Bu baskılar tamamen anti-demokratiktir, hukuk dışıdır, insan haklarının ihlali mahiyetindedir. Bu haksızlıklara karşı da halk yığınlarının tepki göstermesi gerekir.
İlahiyat fakültelerinden birinin başına geçirilen reformcu bir zat, Kurban bayramından önce “Bu pahalılıkta tavuk bile kurban edilebilir” şeklinde gülünç ve saygısız bir ifade ile fetva vermeye kalkıştı. Bu zata karşı gösterilen tepkiler de çok zayıf olmuştur.
Başka bir ilahiyat fakültesi dekanı kendisini “çıplak uyarıcı” ilan etmiştir. Çıplak uyarıcı tâbiri sadece Peygamberler için kullanılan bir tâbirdir. Bu zat, ABD’de zuhur etmiş olan yalancı Peygamber Reşad Halife’nin yolundan gitmektedir. Reşad Halife, Kur’ân-ı Kerim’deki iki âyetin sonradan ilave edildiğine dair kitap yazmış bir zındık ve mülhidtir. Bu adam, namaz kılarken salavat okuyan Müslümanların müşrik olduklarını iddia edecek kadar kudurmuş ve şaşırmış bir azgındır. Bizdeki ilahiyat dekanı bu kişi için “merhum Reşad Halife” demektedir.
Milyonlarca Müslümanın, yasal hudutlar içinde bu gibi çarpıklıkları ve sapıklıkları protesto etmeleri, lanetlemeleri gerekmez mi?
Dindar kesimi vampir gibi emen, inek gibi sağan, kaz gibi yolan bir takım din baronları, mukaddesat sömürücüleri niçin bu gibi sapıklıklar, zındıklıklar ile mücadele etmiyorlar? Mütedeyyin halktan, hizmet parası olarak topladıkları milyarlarca doların birkaç bin dolarıyla niçin bu konuda uyarılar, reddiyeler, cerhler hazırlatıp yayınlamıyorlar?
Artık Türkiye halkının uyanması, uyarılması zamanı gelmiştir. Kötülüklerle mücadele etmeyen, fenalıklara karşı tepki göstermeyen bir halk sürünmeye mahkumdur. 21 Mart 2001