Moiz Kohen Milliyetçiliği
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Salı
Milliyetçilik, Türklerin yücelmesini, ülkelerinin bayındır olmasını, milletin ilimde, irfanda, sanatta ilerlemesini, halkın adaletli bir düzende yaşamasını, hayırlı işlerde Türkiyelilerin ve diğer Türklerin önde koşmasını istemekse böyle bir şeyi elbette alkışlarız. Ancak, milliyetçilik perdesi altında din düşmanlığı yapılmasını asla doğru bulmayız ve böyle bir şeyi desteklemeyiz.
30’lu yıllarda, Ziya Gökalp’in arkadaşı Yahudi Tekin Alp, asıl ismi olan Moiz Kohen’i gizlemiş ve hararetli bir Türk milliyetçisi kesilmişti. Bu zat, Türklere milliyetçilik öğretmek maksadıyla kaleme almış olduğu kitaplarından birinde, “Kahrolsun Şeriat!” başlıklı bir bölüm yazmıştır. Müslüman Türklerin Moiz Kohen Tekin Alp’in anladığı ve telkin ettiği mânada bir milliyetçiliğe ihtiyaçları yoktur. Böyle bir milliyetçilik Türkleri yüceltmez, alçaltır, esfel-i sâfilîne düşürür. Nitekim müreccebtir.
Aklı başında hiçbir Türk milliyetçisi İslâm’a düşmanlık etmez. Milliyetçi dindar olabilir veya olmayabilir. Ancak her hâl ü kârda İslâm’a saygılı hareket eder, milletin dinine, imanına, mukaddesatına hakaret etmez.
Moiz Kohen, asıl adını ve Yahudi olduğunu gizlemişti ama İslâm’a düşmanlığını açıkça beyan etmişti. Şimdi zamanımızda bazı sözde milliyetçiler, Moiz Kohen kadar mertçe hareket edemiyor, dine saygılı imiş gibi görünmelerine rağmen, sinsice milliyetçiliği din düşmanlığı gibi yorumluyorlar.
19’uncu asırda Avrupa’da zuhur etmiş bir ideoloji olarak milliyetçiliği (Nasyonalizm) hiçbir Müslüman kabul edemez. Böyle bir şey İslâm’a aykırı olur. Lakin ideoloji şeklinde değil de, milletini sevmek, onun yücelmesini ve izzet bulmasını istemek şeklinde olursa müsamaha ile karşılanabilir.
Müslüman Türklerin ideolojilere ihtiyacı yoktur. Türkler, İslâm’a hizmet ettikleri, i’lâ-i kelimetullah ile meşgul oldukları müddetçe izzet bulmuşlar, şan u şeref kazanmışlar; güçlü, hükümran ve hür olmuşlardır. Ne zaman da, İslâm’dan uzaklaşmışlarsa zillete düşmüşler, hürriyetlerini yitirmişler, kimliklerini kaybetmişlerdir.
Yakın tarihimizde Türk ve Müslüman dostu bir Yahudi profesör vardır. Bu zat, 1927’de, “Arabî Harfleri Terakkimize Mâni Değildir” adında bir kitap yayınlamış olan Avram Galanti’dir. Dinsiz İctihad dergisinde yayınlanan, “Sen Türkleri bir menfaat karşılığında müdafaa ediyorsun” meâlindeki tenkide karşı da, “Müslümanlığı Niçin Müdafaa Ediyorum?” serlevhalı bir yazı ile cevap vermiş, “Biz Yahudiler bu ülkede Müslümanların müsamahası sayesinde yaşıyoruz. Elbette onlara bir minnet borcum vardır. Menfaat için değil, samimî olarak onları müdafaa ediyorum” meâlinde beyanda bulunmuştur.
Bugün politika arenasında, medyada, üniversite çevrelerinde bazı Sabataistler, Moiz Kohen Tekin Alp tipi bir milliyetçilik için çalışıyor. Bunlara aldanılmamalıdır.
Unutulmasın ki…
(1) Hiçbir hizip, fırka, mezheb, meşreb, cemaat, grup İslâm ile özdeş olamaz. Bütün, parça içine sığdırılamaz.
(2) Hiçbir Müslüman şahıs kendini din ile özdeşleştiremez. Müridleri veya taraftarları böyle bir sapıklık yapıyorsa, onlara mâni olması gerekir.
(3) Kur’an, “Hiç şüphe yok ki, bütün mü’minler kardeştir” buyuruyor. İslâm’da esas olan iman ve din kardeşliğidir. Mezheb, meşreb, tarikat, cemaat, hizip, fırka kardeşliği iman kardeşliğinin üzerinde olamaz. Mezheb, meşreb, tarikat, hizip ve fırka kardeşliğini din ve iman kardeşliğinin üzerinde tutanlar sapıktır.
(4) Mezhebleri, meşrebleri, tarikatları, görüşleri, tercihleri ayrı, farklı, çeşitli de olsa bütün Müslümanlar kardeştir. Bu kardeşlik Allah tarafından tesis edildiğine göre, bunu nakzedenler (bozanlar) isyankâr, günahkâr, bid’atçi kimse ve gruplardır.
(5) İslâm kardeşliği camilerde sergilenir. Oralara her mezhebten, her meşreb ve tarikattan, her görüş ve tercihten, her fırka ve hizipten Müslümanlar gelirler, saflar teşkil ederek cemaat halinde Allah’a ibadet ederler. Namazdan sonra da selamlaşır, merhabalaşır, hal hatır sorar, birbirlerine güleryüz gösterirler.
(6) Mezhebini, meşrebini, tarikatini, cemaatini, hizip ve fırkasını dinin ve imanın üzerinde tutanlar, Muhammed Mustafa aleyhissalatü vesselamın Allah katından getirdiği hak dini hakkıyla anlayamamış nâkıs kişilerdir.
(7) Din, Müslümanın en yüce değeridir. Din, iman, Kur’an, Peygamber, Sünnet, Şeriat kesinlikle maddî menfaate, ikbale, nefsaniyete âlet ve vasıta kılınamaz. Din istismarcıları, mukaddesat sömürücüleri; din ve imanı âlet ederek zengin olanlar, makam ve mevki edinenler, nefslerini tatmin edenler çok alçak, süflî, rezil, bayağı insanlardır.
(8) Dinî hizmet ve faaliyetler ancak ve ancak Kur’anın, Sünnet’in, Sâlih seleflerin metodları, prensipleri, kuralları ile yürütülebilir. Kur’ana, Sünnet’e, Sâlih seleflerin eserlerine aykırı, zıt, ters metodlarla hizmet değil, hezimet üretilebilir.
(8) İslâmî hizmet ve faaliyet yapmak için ortaya çıkıp da, Müslümanlara yalan söyleyen, Ümmet-i Muhammed’i aldatan, emanetlere hıyanet eden, vaadlerini yerine getirmeyen, din istismar ve istihdamı (sömürüsü) yapan, din yoluyla Karun gibi servet edinen kimseler Müslümanların başındaki en büyük belâ ve musibettir. Onlardan kurtulmadıkça, onları dışlamadıkça, onları tecrit etmedikçe Müslümanlara kurtuluş ve izzet yoktur.
(9) İlimsiz, irfansız, çağ seviyesinde genel kültürsüz, hikmetsiz (bilgelik), sanatsız, tefekkürsüz islâmî hizmet ve faaliyet olmaz. Müslümanlar cahillikte izzet ve necat bulamazlar. Âmil ve icazetli din alimlerinin ve fakihlerin, hakikî ve icazetli mürşid ve şeyhlerin, Şeriat’a ve Sünnet’e bağlı Müslüman aksiyon adamlarının olmadığı yerde Müslümanların yükselmesi, hürleşmesi, zilletten kurtulup izzet bulması hayalden ibaret kalır.
(10) Ehil olmayan düşük bir kimseye ilim öğretmek, sanki bir domuzun boynuna kıymetli bir gerdanlık takmak gibidir. Mev’ize ve irşad kitaplarımızda böyle yazılmaktadır. İlim ve ihtisas sadece ehil ve layık olanlara kazandırılmalı, emanetler bunlara verilmeli, kadrolar bu gibi kimselerden kurulmalıdır. Bizdenler, bizimkiler, hoca-sevenler, bende-i hazret-i baronlar, zekâ katsayısı düşük olanlar, karakteri yetersiz olanlar, istidatsızlar, kabiliyetsizler, bastıkları yerde ot bitmeyenler, zimmetlerine para geçirenler kesinlikle İslâm dâvasına, Ümmet-i Muhammed’in işlerine karıştırılmamalıdır. 26 Mayıs 1999