Pazar

 

Mübarek Ramazan ayındayız. Bu ay rahmet ayıdır. Müslüman olarak kendimizi toparlamamız, islah etmemiz için Ramazan fırsatından yararlanmamız gerekir. Bu ay oruç ve ibadet ayıdır. Tıkınma, israf, gösteriş zamanı değildir. Zekatlar, sadakalar, fitreler fakirlerin hakkıdır. Hiçbir din baronunun ve cemaatinin bunları başka maksatlarla toplamaya hakkı yoktur. Ülkenin iktisadî ve ticarî durumu çok bozuk, milyonlarca vatandaş işsiz ve sefil duruma düşmüş bulunuyor. Bunların yardımına koşulmalıdır. Muhtarlara, esnafa, bilenlere sorulmalı ve sıkıntı çeken vatandaşlar, aileler bulunarak kendilerine nakdî (para olarak) yahut aynî (mal ve eşya olarak) yardım yapılmalıdır. Eğer bazı baronlar, cemaatler dinî hizmet ve faaliyetler için para toplamak istiyorlarsa, zekattan ve fitreden başka paralar istemelidir. Fakirlerin hakkını almak asla doğru olmaz. “Biz sadece kendi hizmet ve faaliyetlerimize bakarız, başka hiçbir şey bizi ilgilendirmez” demek doğru değildir. Müslümanlar bir bütündür, ülke bir bütündür. Bizim, gerektiğinde gayr-i müslim fakirlere bile yardım etmemiz gerekir. Bir de, iftarları siyasî, ideolojik, şahsî nüfuz ve prestijle ilgili propagandalara âlet etmemek lazımdır. Böyle show’lar İslâm ahlâkına uygun düşmez.

Bizi AB’ne Almazlar

Senelerce feryat ederek yazdım, “Müslümanlar ciddî bir stratejik araştırmalar enstitüsü veya vakfı kursunlar, gerekli araştırmaları yapsınlar, istikbale ait senaryoları tesbit etsinler” diye. Bu feryatlarım hiçbir ilgi görmedi. Böyle bir müessese kurulmuş olsaydı, Türkiye Avrupa Birliği’ne girebilir mi? Girerse; siyasî, hukukî, iktisadî yapısında ne gibi değişiklikler olur? AB’ye girmenin Müslümanlara ne kadar yararı dokunur, ne kadar zararı olur? Bu işin maslahatı mı daha çoktur, mefsedeti mi?.. gibi soruların cevaplarını şimdi öğrenmiş olurduk.

Atatürkçü, Birinci Cumhuriyet’çi, laik, devrimci Altemur Kılıç AB’ye aday olmamız dolayısıyla derin üzüntü ve keder izhar ediyor. Neredeyse karalar bağlayacak, yas tutacak.

Vaktiyle AB’ye girmemize son derece muhalif olan birtakım İslâmcılar ise şimdi fikir değiştirmiş bulunuyorlar ve katılmamızı uygun görüyorlar.

Bugünkü haliyle Türkiye AB’ye kabul edilir mi? Kesinlikle kabul edilmez. Resmî ideolojinin kalkması, rejimin değişmesi, anayasanın tekrar yazılması gerekir. 28 Şubat’ta dolaylı bir hükümet darbesi yapılmıştı. Şu anda Türkiye’yi devlet değil, derin devlet idare etmektedir. Avrupalılar deli değiller ki, böyle bir rejime sahip olan bir ülkeyi birliklerine üye olarak alsınlar.

AB’ye üye olarak kabul edilmemiz için ordu ile ilgili birtakım büyük değişikliklere, reformlara gidilmesi gerekir. Bazıları buna razı olurlar mı?

Ülkemiz Avrupa Birliği’ne kabul edildi diyelim. Türklere Avrupa’da serbest dolaşım imkanı tanınırsa, bizdeki on milyon işsiz tası tarağı toplayarak Batı ülkelerine gideceklerdir. Böyle bir göç Avrupa medeniyetinin çökmesine yol açar. Onlar böyle bir şeye izin verir, razı olurlar mı?

Avrupa Birliği’ne üye olduğumuz taktirde Müslümanlar üzerindeki hukuk dışı baskı ve zulümlerin hafiflemesi, kalkması icab eder. Ancak madalyonun arka yüzü de vardır. Laikçilik baskısı kalkacak, buna mukabil sekülerleşme ile Müslümanların kimlikleri silinmeye çalışılacaktır.

Müslümanlar, Avrupa Birliği üyeliğinin kendilerine sağlayacağı menfaatlerden, avantajlardan, imkanlardan yararlanabilecekler midir? Bunca zulme uğradıkları halde Türkçe, İngilizce kara kitaplar, broşürler, bildiriler, açık mektuplar ile dertlerini duyuramayan Müslüman kesim eline şimdiye kadar geçmiş olan bir sürü altın fırsatı heba etmiş bulunuyor. Cami hoparlörü ve helası kafalı, abdest ibriği ve takunya zihniyetli kimseler ve kadrolar hiçbir imkanı değerlendiremez.

Türkiye Avrupa Birliği’ne girdikten sonra:

1. Lozan Andlaşması ile İstanbul’da yaşamalarına müsaade edilen, lakin sonradan çeşitli baskı ve terörlerle kaçırtılan Rumların şehre tekrar dönmeleri için devletimize baskı yapılacaktır. Zaten bu konuda gizli protokollar yapılmış olduğunu duyuyorum.

2. Bazı bölgelere, şehirlere Ermeni nüfusu yerleştirmek için de harekete geçilecek, bu iş için müsait zaman gözetilecektir.

3. Pontus meselesi de kurcalanacaktır.

4. Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkan, parçalayan, Türkiye’yi küçülten misyonerler, emperyalist güçler ülkemizdeki bütün eski kilise harabelerini restore ederek Anadolu’yu Hıristiyanlaştırma faaliyetine başlayacaklardır. Zaten devletimiz bundan on küsur sene önce “Avrupa Mimarî Mirası Andlaşması”nı imzalamak suretiyle bütün eski kiliselerin ihyasını kabul ve taahhüt etmiştir.

5. Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Arnavutlar, Nusayriler, Araplar, Fellahlar ve diğer etnik çeşitlilikler kışkırtılacak; kendi dilleriyle eğitim yapmak, gazeteler çıkartmak, televizyon kanallarına sahip olmak haklarını isteyeceklerdir. Bu ise Türkiye’nin bölünmesine, dağılmasına yol açacaktır.

Lozan andlaşmasının gizli protokolları vardı. Hahambaşı Hayim Nahum’un aracılığı ile hazırlanıp kabul edilen bu protokollar, ülkemizi Batı’nın bir sömürgesi haline getirmiştir. AB’ye üye olmamız sırasında da böyle gizli protokollar yapılacağından korkuyorum.

Gazeteler, televizyonlar olup bitenlerin iç yüzünü yazmıyor. AB konusundaki yazılar, yorumlar, açıklamalar son derece sathî, basit, yetersizdir. Zaten büyük halk kütlelerinin ciddî konuları anlayacak aklı, iz’anı da kalmamıştır.

(Not: Bazı okuyucularım, evlerine asmak için hüsn-i hat levhaları istiyorlardı. Büyük boy (uzunluğu 1 metreden fazla) etrafı ebrulu, yaldızlı çerçeveli birkaç adet Kelime-i Tevhid levhası hazırlattım. Hattatı Fuad Başar beydir. Ancak isteyenler Bedir Yayınevi’nden (Cağaloğlu Yokuşu, no: 6- Tel. 0 212/519 36 18) temin edebilir.) 20 Aralık 1999