Müellefe-i Kulûb
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Mart 2019
Pazar
İslâm’da müellefe-i kulûba para verilmesi, onlara menfaat temin edilmesi caizdir. Müellefe-i kulûb, kalpleri te’lif edilecek, İslâm’a ısındırılacak adamlar demektir.
Müellefe-i kulûba para verilir ama islâmî hizmetler ve faaliyetler onlara emanet edilemez.
Zamanımızda, islâmî kesimde müellefe-i kulûb durumunda bir sürü adam var. Bunların dini imanı para ve maddî menfaattir. İslâm dinini bir rant konusu ve kaynağı olarak kullanmak isterler.
Bu heriflerin, para ve menfaatten sonra taptıkları ikinci put kendi nefs-i emmâreleridir. Nefislerini tatmin için; riyaset, şan, şeref, alkış kazanmak için yemeyecekleri halt, yapmayacakları hıyanet yoktur.
Bunların dillerinde “İslâm, hizmet, Allah, Peygamber…” lafları dolaşır ama kalplerinde para, menfaat, riyaset, şöhret, dünya hırsları vardır.
Müellefe-i kulûb güruhu islâmî hareketi kirletmiş, dejenere etmiştir. Onlarda ihlas ve istikamet yoktur. İyi günlerde, güneşli havalarda, müsait zamanlarda ortaya çıkarlar, ehl-i İslâm’dan para toplarlar, peşlerinden gelinmesini isterler. Ne zaman hava bozulur, fırtına kopar, işler zorlaşır, bu musibetler hemen birer deliğe girer ve ortadan kaybolur. Onlar lüpçüdür, avantacıdır, çileden, zahmetten nefret ederler.
Güney Afrikalı Mandela dâvası için yirmi sekiz sene hapis yatmıştır. Bizim müellefe-i kulûb, bırakın yirmi sekiz sene, yirmi sekiz ay bile İslâm için zindanda çile doldurmaya dayanamaz. Onların hapishanede ne işi var. Onlar düzenin kirli ve haram menfaatlerine, yağlı kemiklerine taliptir.
Bu alçak güruh din rantı yer. İşe fakir başlar, kısa zamanda zengin olurlar. Onların ahlâkı, karakteri, edebi Peygamber’in, Ashabın, Sâlih Seleflerin ve örnek Müslümanların ahlâk, karakter ve edebinin tam zıddıdır.
Kendi menfaatleri, ikballeri, riyasetleri, nefslerinin tatmini için yalan söylerler, emanete hıyanet ederler, vaadlerinden dönerler. Kendilerini tenkit eden ve uyaranlara karşı son derece haşin ve yavuzdurlar. Onlarda hiç hatâ yoktur. Bütün hatâ başkalarında, karşıda olanlardadır.
Bu haşarat doğru ve isabetli de olsa tenkit ve uyarılardan nefret eder, yalan da olsa övgülere ve pohpohlara bayılır.
Onlardaki ahlâk Nemrud, Firavun, Neron ahlâkıdır. Gurur, kibir, tafra içindedirler. Lüks meskenlerde otururlar, lüks arabalarda gezerler, lüks yemekler yerler, lüks giyim kuşamlara bürünürler. İslâm’ın kanaat, alçakgönüllülük, tevazu, iktisat, itidal kurallarına sanki savaş ilan etmişlerdir.
Bu uğursuzlar saf ve câhil Müslüman halkı yalanlarla aldatmış, gerçekleşmeyecek hayallerle afyonlayıp uyutmuş, çıkmaz sokaklara sokmuştur.
Onlar dine hizmet etmez, dini kendi şahsî menfaat ve ikballerine âlet ederler, mukaddesatı istihdam ederler.
Onlar din sömürücüsüdür.
Ümmet-i Muhammed bu haşaratın tasallutundan kurtulmadıkça selamete çıkamaz, izzet bulamaz, hürleşemez.
Onlar çeteler kurmuştur, emanetleri ehil olanlara değil kendi çetedaşlarına verirler ve böylece hizmet ve faaliyetlerin boşa gitmesine, dejenere olmasına yol açarlar.
Onlar Ezan-ı Muhammedî okununca camiye gitmezler, cemaate katılmazlar ama nerede lüks bir ziyafet varsa oraya koşarlar, nerede menfaat ve avanta varsa oraya seğirtirler.
Lafa geldi mi mangalda kül bırakmazlar, işe geldi mi, her yamukluğu yaparlar. Birtakım şeytanî vesveselerin ardına sığınarak haram gelirler elde ederler. “Düzen bozuktur, böyle bir düzende böyle işler yapılabilir” diye fetva ve ruhsatlar zikrederler. Bunları onlara kim vermiştir? İblis mi?
Bu yiyici, hortumlayıcı, götürücü haşaratın bastığı yerde ot bitmez. Kendilerini İslâm temsilcisi olarak gösterdikleri için, onlara bakanlar İslâm hakkında kötü hükümler verir.
İmamı Şâmil, Emir Abdülkadir, Halidi Bağdadî, Bediüzzaman, Erbilli Esad Efendi, şeyh Mehmed Zâhid Efendi, şeyh Adanalı Sami Efendi ve benzerleri gerçek İslâm büyükleri nerede, bu gürûh-i lâ yüflihûn nerede.
“Biz İslâm’ı, Asr-ı Saâdet’i geri getirmek için çalışıyoruz” deyip dururlar. Asıl gayeleri ise kendi ikballeri, kendi servetleri, kendi nefis putlarıdır.
Onlar başka tercihlere, başka meşreblere, başka görüşlere, başka metodlara sahip olan mü’minlere düşman muamelesi ederler. O Müslümanlara yapmadık hakareti bırakmazlar.
Onlar, Müslümanların birleşmesi, kaynaşması, tek bir Ümmet olması için gereken hiçbir işi ve hizmeti yapmazlar, tam aksine, Müslümanları parçalamak, Ümmet’in arasına tefrika sokmak, mü’mini mü’mine düşman etmek için her habaset ve hıyaneti irtikâbtan asla geri kalmazlar.
Onlar kendi şahıslarını, ene putlarını ve cemaatlerini İslâm ile özdeşleştirmiştir… Yaptıkları bunca kötülük dolayısıyla da hezimet ve zillete duçar olmuşlardır. 06 Eylül 1999