Düzenin eğitimi iflâs etmiştir. Ona, «kocaman bir sıfırdır» demek, sıfıra hakaret olur. Türkiye’nin en büyük meselesi bu eğitim krizidir. Ülkeyi ve milleti kıvrandıran bütün kötülüklerin altında eğitim buhranı vardır. Bu halledilmeden hiçbir şey halledilmiş olmayacaktır. Anayasayı değiştirip sözde daha iyisini yapsalar da. fert başına düşen milfî geliri on misline çıkarsalar da, ülkeyi otoyollarla donatsalar da faydasız olacaktır, eğitim işi düzeltilmeden.

Hiçbir şüphe kalmaması ve dost düşman herkes tarafından iyi anlaşılması için eğitim konusundaki tesbit, teşhis, tenkid, temenni ve tekliflerimi madde madde yazacağım.

  • Uluslararası standartlara göre bugünkü eğitimimizin seviyesi «zekâ özürlüleri» seviyesindedir. Hayır, bu sözümü geri alıyorum, çünkü zekâ özürlülerin eğitiminin de bir sistemi, plânı, programı, haysiyeti vardır.
  • Adına millî eğitim diyorlar… Lütfen bu millî sıfatını kaldırsınlar. Çünkü o millî değil gayr-ı millîdir. Hattâ, körpe dimağları dumura uğrattığı (körlettiği) için gayr-i insanîdir.
  • Düzenin eğitimi doğruya, iyiye, güzele yönelik insanlar yetiştirmeğe değil, homo düzenuslar, düzen robotları yetiştirmeğe dönüktür. Bu sistem Sovyetler Birliği’nde uydu Doğu Avrupa ülkelerinde Arnavutluk’ta bile artık terk edilmiştir. Kala kala Küba’da, Kuzey Kore’de, Kızıl Çin’de, Vietnam’da ve birkaç «Muz Cumhuriyetinde kalmış olan bu sistem devam ettikçe milletçe bekâmız (devamımız) tehlikededir.
  • İdeoloji, …izm üzerine kurulu eğitim sistemi (daha doğrusu sistemsizliği) terk edilmeli ve yerine evrensel ve millî değerler üzerine kurulu insanî bir eğitim getirilmelidir.
  • İnsan şahsiyetinin üç ana faktörü, boyutu vardır: Bilgi boyutu, aksiyon boyutu, estetik boyutu Bir eğitim sistemi bunları geliştirmek, bunları vermekle mükelleftir. Bunlar gençleri bilgi ve inançta doğruya, aksiyon ve ahlâkta iyiye, estetik ve sanatta güzele yönlendirirler. Bizim eğitimimiz ise yanlışa kötüye, çirkine sevk etmektedir.
  • Bir maarif (eğitim) sisteminin iki veçhesi vardır: (1) Millî, mahallî veçhesi. (2) Evrensel, insanî veçhesi. Birincisiyle ülke çocuklarına kendi öz lisan ve edebiyatları, kendi tarihleri, kendi inançları kendi kültür, sanat ve medeniyetleri öğretilir, anlatılır. İkincisiyle insanlık çapında ve yaşadığı çağın seviyesinde bir genel kültür sahibi kılınır. Bizde bu ikisi de yoktur.
  • Bugünkü dünyada bir eğitim seviyesi vardır. Meselâ Batı Avrupa ülkelerinden iki liseyi örnek olarak verebiliriz: İngiltere’deki Eton Koleji ve Fransadaki Louis le Grand (14’üncü Lui) lisesi. Eğer biz. ülkemizdeki ortaöğrenimi bu seviyeye çıkanamazsak milletlerarası yarışta saf harici oluruz. Eğitim buhranının sonu yok olmaktır. Kötü bir eğitim, uzun vâdeli bir intihar demektir.
  • Bugünkü Türkiye’de biraz olsun liseye benzeyen mektepler şunlardır Robert College, Alman Lisesi, Avusturya Lisesi, İtalyan Lisesi birkaç Fransız «papaz) lisesi. Resmi Türk liseleri içinde uluslararası çağdaş kültür seviyesinde eğitim verebilen bir tek okul kalmamıştır. Galatasaray Lisesi bile perişan durumdadır.
  • Eğitim deyince hatıra gelen şey, sosyal ve insanî ilimlerle ilgili kültürdür. Lisan, edebiyat, tarih, felsefe grubu (psikoloji, mantık, ahlâk, estetik, metafizik), sosyoloji, sanat tarihi ve kültürü gibi. Bunlar olmadan, ne kültür olur, ne de kültürlü aydın yetişir.
  • Zamanımız teknokrasi devridir. Ama iyi teknokratlar yetiştirebilmek için onlara önce yukarıdaki 9’uncu maddede saydığımız sosyal kültürün verilmesi lâzımdır. «Bunlar nasıl olsa mühendislik yapacaklar, mantığa, edebiyata, felsefeye, tarihe ne ihtiyaçları var ki?” dediğiniz zaman, aydın ve kültürlü teknokratlar yerine câhil teknisyenler yetiştirip milletin başına belâ edersiniz.
  • Eğitim buhranının temellerinde alfabe değişikliği ve alfabe yasağı yatmaktadır. Şu anda dünyanın hiçbir ülkesinde, o ülkede 1928’e kadar bin yıldan fazla kullanılmış olan alfabe yasak değildir. Bir İngiliz genci düşününüz, 1928’den önce basılmış İngilizce kitapları okuyamıyor. Böyle bir şey düşünülemez bile. 1920’lerden bu yana Sovyet işgaline ve emperyalizmine maruz kalan Azeriler ve diğer Müslüman Türk kavimleri bile, alfabe ve lisan konusunda bizdeki baskı şiddetinde bir baskıya mâruz kalmamışlardır. Bugünkü Türkiye’de İstanbul Üniversitesi’nde profesörlük yapan nice kimseler, anakapının üzerindeki Türkçe kitabeyi okumaktan âcizdirler. Neymiş «eskitürkçeyrniş». . . Boş bahanelerdir bunlar. Buna dünyadan tek bir misal gösteriniz ki, bir ülkenin en büyük üniversitesinin kapısındaki 19’uncu asırdan kalma ve o ülkenin millî dili ile yazılmış kocaman altın yaldızlı bir kitabeyi bir üniversite profesörü okuyamasın, «ben o yazıyı okuyamam ki… » desin.
  • Eğitim buhranının ikinci büyük sebebi, lisana ve edebiyata iktidar eliyle yapılmış olan müdahaleler, baskılardır. Sadeleştirilmek arıdil haline getirilmek, İslâmî kültür temellerinden kopartılmak için lisanımız ve edebiyatımız kuşa çevrilmiş bulunmaktadır. İş o raddeye gelmiş ki, Reşat Nuri’nin, Halide Edib’in, Yakup Kadri’nin bu asırda yazmış oldukları romanlar bile sadeleştirilerek (hakikî Türkçe’den uydurukçaya tercüme edilerek) yayınlanabilmektedir. Böyle bir şey Fransa’da, İngiltere’de mümkün müdür? Balzac’ın dili değiştirilecek ve «özfransızca»ya çevrilecek. Orada bunu söyleyene deli derler. Bırakın Balzac’ı, Moliere’i bile sadeleştirmeğe lüzum yoktur.
  • Lisan ve edebiyatımızdan Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin atılması, Türkçeyı mahv etmiştir. Çünkü Türkçemiz, Ahmed Cevdet Paşa’nın dediği gibi «üç dilin (Türkçe, Arapça, Farsça) bütün güzelliklerini bir araya getiren şirin beyanlı bir lisandır». Bugünkü Almanca’da otuz binden fazla yabancı kökenli kelime vardır. Yine Fransızca ve İngilizce, gibi iki büyük batı dilinin kelime hazneleri hep yabancı menşeli sözlerle doludur. Bu, bir lisan ve edebiyat için noksanlık ve ayıp değil, aksine zenginlik ve güç kaynağıdır. Kaldı ki bizim millî dehamız, başka dillerden aldığı kelimeleri inceltmiş, güzelleştirmiş. telâffuzunu millî ahengimize uygun hale getirmiş ve aslından daha bediî (estetik) bir hale sokmuştur. Araplar güzel sanatlara «funûnü’l-cemile» dedikleri halde Osmanlılar «sanâyi-i nefise» demişlerdir. Bin küsur yıldan beri Arapça ve Farsça’dan kelime alarak zenginleşen bir dilden bunları çıkartırsanız, o dil, o edebiyat çöker ve bugünkü zavallı hale gelir.
  • «Türkçe sadeleşti de fena mı oldu? Arıdil’in ne zararı var?..” diyen muterizlere (itirazcılara) deriz ki: Resmî baskı, süngü gücü, zorlama ile yapılan arındırma ve yozlaştırılma sonunda lisanımız kuş diline, daha doğrusu karga diline dönmüş bulunuyor. Televizyonda konuşan kodaman, kocaman, unvanlı, yüksek mevkili ve sözde kültürlü ve aydın nice kişilerin Türkçe’yi nasıl konuştuklarını hepimiz görüyoruz. Açık oturumlar, açık ıkıntı haline dönüşmüş bulunuyor. Adam bir kelime söylüyor. Birkaç saniye duruyor, «ııı…» diye bir ses çıkartıyor, bin zorlukla ikinci kelimeyi telâffuz ediyor, tekrar birkaç saniye aralık, tekrar bir «ııı…. », yine zorlukla söylenen bir kelime. Sanki zekâ yahut konuşma özürlüsüdür ekranda arz-ı endam eden. Ağzından lâflar kerpetenle sökülüyor. Üstelik bir sürü telâffuz hatâsı, gramer yanlışlıkları, mânâ düşüklükleri, za’f-ı telifler (ifade bozuklukları). Dünyanın neresinde böyle bir rezalet seyr edilebilir? Bırakın halk tabakalarını, aydın geçinenlerimiz, güya entelektüel kişilerimiz bile Türkçe’yi bir iki yüz kelime ile konuşuyorlar. Telgraf dili gibi bir şey. İşte dil devriminin acı sonu. Lisanımız, edebiyatımız, kültürümüz gerçekten devrildi, kim doğrultacak?
  • Kültürün, sanatın, medeniyetin, düşüncenin ana âleti, temel vasıtası lisan ve edebiyattır Lisan bozuldu mu ne kültür kalır ne düşünce… Bütün fikir hayatı dejenere olur. Bugünkü arı Türkçe, sade dil bir gecekondu dilidir, bununla hiçbir şey yapılamaz. Artık eskiye dönüş de o kadar kolay değildir. Ama ya bir çaresi bulunacaktır yahut felâkete ve yıkılışa râzı olunacaktır.
  • Kurtuluş çare ve reçetesi: Bugünkü eğitim kelle sayısına, kemmiyete (kantiteye), geniş kitleye yöneliktir Böylece, okuma yazma bilmeyen câhil yığınlar, okuma yazma bilen câhil yığınlar haline dönüştürülmüş: bâsit cehalet, mürekkep (karmaşık) cehâlet şekline kalb olunmuştur. Şimdi tek bir çıkış yolu vardır: Kaliteye, keyfiyete yönelik, az sayıda lâkin hem çağdaş genel kültürle mücehhez hem de millî-İslâmî irfana vâkıf gençler yetiştirmek üzere çok üstün, özel okullar kurmak; ayrıca düzen mekteplerindeki üstün kabiliyetli gençler için bir paralel eğitim sistemi oluşturmak.
  • Demek ki, eğitim bataklığından çıkmanın birinci yolu çok kaliteli özel kolejler açmaktır. Bu iş sadece para işi değildir. Bizde bunu halledecek para, sermâye vardır. Ama kadro plân-program yoktur. Sadece iyi niyetle üstün okul açılamaz. Bir bina, eğitim ve idareci kadrosu, ders araç ve gereçleri… İşte kolej tamam! Yağma yok! İngiltere’deki Eton Koleji, iki yıl önce 550’nci kuruluş yıldönümünü kutladı. Adamlar, İngiltere’yi İngiltere eden müesseseler listesinin ilk başlarında yer alan o mektebi, biz daha İstanbul’u almadan evvel kurmuşlar ve o günden beri idame ettiriyorlar. Bizde ise her şey yaz-boz tahtasıdır. Benim tahayyül ettiğim özel kolejin kurulup çalışabilmesi için çok üstün, çok kabiliyetli, çok zeki bir müteşebbis ve eğitimci kadrosu gereklidir. «Bu kardeşimiz bizdendir, beş vakit namaz kılar, alalım buncağızı da kadroya…» kafasıyla üstün kolejimiz kurulmadan batar. Bu işi yüzakıyla yapabilmek için Harvard’larda, Oxford’larda, Sorbonne’larda eğitim, pedagoji tahsili veya doktorası yapmış, dört beş lisan bilen, hayatta her girdiği işte başarılı olmuş. islâmî temsilcilik sıfatı olan, müessir, nâfiz elemanlar gereklidir. Böyle elemanlar bulunmazsa, teşebbüs mıncıklanır, ortaya üstün özel kolej yerine onun müsveddesi, karikatürü çıkar, ümitler de boşa gider. Biliyorum, bu işin heveslisi çoktur ama hakkıyla becerebilecekler çok azdır. Belki de başlangıçta böyle bir teşebbüs için mühtedi batılılardan yararlanmamız gerekecektir. (Bu kolej konusunu başka bir yazımda müstakillen işleyeceğim).
  • Paralel eğitim: Hani bugün, liselerde okutulduğu halde öğretilemeyen fizik, kimya, cebir, geometri vs dersleri var da çocuklarımız onları öğrenebilmek için dışarıdaki dershanelere yekûn olarak trilyonlar ödüyorlar, işte, bizim de düzen okullarında geri zekâlı hale getirilmek istenen öğrencilerimize yönelik sosyal ilimler ve genel kültür sahasında ders verecek paralel dershaneler açmamız gereklidir. Buralarda Türkçe, edebiyat, Osmanlıca hakiki tarih, felsefe grubu dersleri, sanatla ilgili kültür ve yabancı dil öğretilecek, hiç olmazsa bir kısım çocuklarımızın Avrupa kolejleri seviyesinde bilgi edinmeleri sağlanacaktır.

Bu konuda daha yazacak çok şey var. Bugünlük bu kadar…

25.10.1991