Müftü Azarlayan Bakan
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Salı
Bir şehrimizde, bir bakanın da hazır bulunduğu bir tören yapılıyor, mahallin müftüsü bir dua okuyor. Bakan fena halde öfkeleniyor, herkesin içinde müftüyü azarlıyor, “Böyle dua olur mu? Niçin Atatürk’ü zikretmiyorsun?“ diye bağırıyor. Böylece, devlet memuru olan sarılıklı bir din adamını tahkir ediyor, küçük düşürüyor. Bu hareket sadece müftüye yapılmamıştır. Onun şahsında İslâm’a ve Müslümanlara da dolaylı olarak saldırılmıştır.
Hadiseyi çeşitli açılardan inceleyelim:
Siyasî bakımdan bu son derece yanlış bir feveran olmuştur. Laik olduğu iddia edilen bir rejimin bakanı, çoğunluğun dinini temsil eden bir müftüye bir törende böyle hakaret etmemeli, onu küçük düşürmemeliydi. Herhangi bir ihtarı ve uyarısı varsa, bunu bir kenarda, özel olarak, din adamını tahkir etmeyerek söylemesi gerekirdi. Kaldı ki, müftü, İslâm dinine ait bir dua okumuştur ve ortada tenkide konu olacak hiçbir dinî yanlış yoktur.
Görgü ve edeb bakımından: Bakan beyin bu öfkeli çıkışı görgü ve nezaket bakımından da çok yanlış olmuştur. Fransızların meşhur devlet başkanı General De Gaulle, 60’lı yıllarda İstanbul’a geldiğinde Sultanahmet Camii’ni ziyareti esnasında, o sırada orada vazifeli bulunan İmam Şerafeddin Hoca’nın eğilip elini öpmüştür. Çünkü Katolik terbiyesinde, Kilise mensuplarının gerektiğinde papazların ellerini öpmeleri kuralı vardır. Bakan bey, bir müftü efendiye karşı en az Katolik De Gaulle kadar nâzik, terbiyeli, edebli hareket etmeliydi.
İç barış ve toplumsal selamet bakımından da Bakan bey çok yıkıcı bir eylem sergilemiştir. Bu hadise Türkiye’nin toplum vicdanında kapanması mümkün olmayan çok ağır ve vahim bir yara açacaktır, bundan kimsenin şüphesi olmasın. Eminim ki, şu anda on milyonlarca Müslüman çok üzgün, çok dargın, çok öfkelidir. Bizim halkımızın reaksiyonları Amerika’da, Batı ülkelerinde olduğu gibi âni değildir. Halk kütleleri önce pek renk vermez, lakin için için kaynamaya başlar.
Bakan bey ve yandaşları için belki önemli değildir ama işin bir de dinî ve transandantal boyutu vardır. Bir müftünün dua ederken azarlanması, herkesin içinde rezil edilmeye kalkışılması, böyle bir hareketle (farkında olunmasa bile) İslâm’a saldırılmış olması gayretullaha dokunur ve devletin, milletin ve ülkenin başına birtakım belâ ve musibetler gelebilir. 17 Ağustos zelzelesinden hiç mi hiç ibret almayan pozitivist, rasyonalist (akılcı; akıllı değil) materyalist zihniyetliler benim ne demek istediğimi kolay kolay anlayamazlar.
Meşrebini, siyasetini, icraatını tasvib etmesek bile sayın Ecevit’ten müftü azarlayan bakan konusuna önem vermesi ve yapılan haksızlığı gidermek için çare ve tedbir düşünmesini bekleriz. Bakan çekilmeye zorlanmalıdır.
Buna benzer bir vak’a 60’lı yıllarda, Diyanet Başkanı İbrahim Elmalı merhum ile Demirel hükümeti arasında bir anlaşmazlık çıktığı zaman da cereyan etmişti. Kabinede Diyanet’ten sorumlu (Din İşleri Bakanı) Rafet Sezgin adlı zat, öfkeli bir zamanında “Diyanet İşleri Başkanı, Tapu ve Kadastro Müdürü seviyesinde bir devlet memurudur. İstersem kolundan tutup atarım“ deyivermişti. Bu söz Demirel’in ve Sezgin’in başlarını çok ağrıtmış, milyonlarca Müslümanın haklı kızgınlığını ve protestosunu celbetmiş, iktidarın başına bir sürü uğursuzluk getirmişti. Arzu edenler o tarihlerde çıkmış olan gazeteleri inceleyebilir.
Müftüyü herkesin içinde azarlayan hızlı bakan bey, aynı işi bir papazın veya hahamın duası esnasında yapabilir miydi? Elbette ve kesinlikle yapamazdı. Papazın veya hahamın huzurunda kuzu kuzu durur, huşu içinde duayı dinler, etrafa gülücükler dağıtırdı. Peki papazlara ve hahamlara çok saygılı davranan birtakım politikacılarımız niçin Müslüman din adamlarına karşı böyle sert, kızgın, kırıcı oluyorlar?
17 Ağustos zelzelesinden sonra ülkemizi ziyaret eden Amerika Başkanı Clinton İslâm dinine, Müslümanlara, camilere, Müslüman din adamlarına ne kadar saygılı davranmıştır. Şu anda ABD’de on beş milyona yakın Müslüman yaşamaktadır. Yeni başkan seçildikten sonra çeşitli dinlere mensup din adamları, bu meyanda Müslüman bir hoca da dua etmekte, Kur’ân okumaktadır. Müslüman hoca dua ederken, Amerikalı bir bakan “Yahu bu ne biçim duadır! Be adam Washington’a niçin dua etmiyorsun?“ şeklinde çıkış yapsa bütün dünyaya rezil olur.
Gelelim, bakanın itirazının dinî bakımdan incelenmesine: İslâm dinindeki muteber duaların üç kaynağı vardır: Birinci kısım dualar: Kur’ân-ı Kerim’de geçen dualardır. İkinci kısım dualar: Hadîs-i şeriflerde bulunan dualardır. Üçüncü kısım da: Büyük imamların, büyük velilerin, büyük âlimlerin hazırladıkları dualardır. Bir bakanın isteği ile dua yapılmaz.
Dualarda öncelikle Allah’a hamd ü sena edilir; Peygamberimize salat ve selam getirilir; Ashab-ı kiram için “Allah onlardan razı olsun“ denilebilir, Hazret-i Âdem’den bu güne kadar gelip geçmiş mü’minler için rahmet okunur; sonra konu neyse onun duası yapılır. Atatürk’e dua edeceksin, İnönü’ye dua edeceksin, şu veya bu devlet büyüğüne dua edeceksin diye baskı yapılamaz. Hakk’a ve hayra hizmet etmiş bütün geçmişlerin, bütün büyüklerin yapılan dualar içinde hisseleri vardır. Bakan beyin müftü azarlaması demokratik, hukukun üstünlüğü ilkesi üzerine kurulu, din ve vicdan hürriyetini kabul etmiş medenî bir sisteme yakışmaz. Böyle kırıcı, üzücü, keder verici hadiseler diktatörlüklerde görülür.
Müslüman kütleler bu müessif hadise karşısında fevrî hareketlerden, yasal sınırların dışına kaçan reaksiyonlardan kaçınmalıdır. Bizim elimizde fısıltı gazetesi denilen dehşetli bir silâh vardır. Ondan yararlanmalıyız. Bu konu işlenmeli, her yerde her vesile ile dile getirilmelidir. Hakarete uğrayan, azarlanan bir tek müftü değil, bütün Müslümanlardır.
Türkiye Müslümanlarının bu gibi üzücü hadiseleri İslâm dünyasına ve demokrat Batı dünyasına duyurması gerekir. Bu maksatla İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça broşürler çıkartılıp öncelikle dünya basınına dağıtılmalıdır. Bu konuda İngiltere’de, Amerika’da birkaç yüz bin tirajı olan bir gazete veya dergi bir haber, yorum veya makale yayınlasa büyük destek temin edilmiş olur.
Bu gibi hizmetler, Müslümanlardan milyarlarca dolar dinî hizmet ve yardım parası toplayan kocaman ve kodaman bir takım zatların ve cemaatlerin yapması gerekmez mi? Peki niçin yapmıyorlar?
Biz İslâm dünyasında neler olup bitiyor, bilmiyoruz; dış Müslümanlar da bizde neler olup bitiyor, bilmiyorlar. Öyle İslâm ülkeleri var ki, oralarda kadın ve kızların sokakta bile başörtüsü ile dolaşmaları yasaklanmıştır. Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra bir Ortaasya cumhuriyetinde binlerce yeni cami ve mescid açılmıştı. Sonra bunların yüzde doksanı kapatıldı. Yine bazı ülkelerde ezan okumaya büyük kısıtlamalar getirilmiştir.
Bir din baronu hizmet etse de, Müslümanlardan topladığı yüzlerce trilyon ile İslâm dünyasına ve Batı âlemine yayın yapacak bir merkez kursa ne iyi olur. Bunun için fazla para gerekmez. Lakin vasıf, ihtisas, yabancı dil ister. 06 Eylül 2000