Muhabbetsiz Müslümanlık Olmaz
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Perşembe
Yahu muhabbetsiz İslâm olur mu? Müslüman muhabbetli insan demektir. Öncelikle iman kardeşlerine karşı muhabbetli olacaktır. Peygamber-i zişan “Siz birbirinizi sevmedikçe mü’min olmazsınız” buyurmuş. Peki, Müslüman geçinen bunca âdem, meşreb ve görüş farklılıkları yüzünden mü’min kardeşlerine nasıl düşmanlık edebiliyor?
Kâfirlere, zâlimlere, münafıklara, fâsık ve fâcirlere karşı pek nazik, pek güleç yüzlü, pek toleranslı, pek muhabbetli nice Müslümanlar var ki, iman kardeşlerinin bazısına karşı ateş püskürüyor, kin besliyor, korkunç bir husumet ve adavet izhar ediyor.
Mevlânâ Celalüddin Rumî hazretleri bir muhabbet eriydi. Bu yüzden onu Konya’nın Hıristiyanları ve Musevileri de sever ve sayardı.
Hadîs-i şerif’te, “Mü’min kardeşine tebessüm etmen bile bir sadakadır” buyurulmaktadır. Mü’min kâinata, insanlığa, dünyaya, bütün mahlukata tebessüm ile bakan kimsedir.
Resûl-i Kibriya aleyhissalatü vesselam efendimiz bir gün, yanında ashabından bazıları olduğu halde bir mezbeleliğin yanından geçiyormuş, orada bir köpek leşi varmış. Sıcaktan kokmuş, şişmiş, kurtlanmış, son derece fena bir koku çıkartıyormuş. Ashab Efendilerimiz “Ne kadar pis kokuyor bu leş, çabuk buradan uzaklaşalım” demişler. Resûl tebessüm etmiş ve “Bu köpeğin dişleri ne kadar beyaz” cümlesi dökülmüş ağzından…
Gerçek ve olgun Müslümanlar muhabbet fedaisidir, onların husumete, düşmanlığa ayıracak vakitleri yoktur.
“Men lehu kinun, leyse lehu dinun=Kimin gönlünde kin varsa onun dini yoktur” buyurmuştur.
Âyette meâlen “Onlar (mü’minler) birbirlerine karşı merhametli ve şefkatli, harbî ve saldırgan kâfirlere karşı şiddetlidir” buyuruluyor. Şimdi bazıları Müslümanlara karşı pek haşin, pek merhametsiz, pek yavuz; kâfirlere karşı pek yumuşak ve nezaketlidir.
Müslümanın yükseği, vasıflısı olduğu gibi orta hallisi ve molozu da olur. Avam vardır, havas vardır, ehassü’l-havas vardır. Mü’minlerin derecelere ayrılmış olması pek tabiidir. Lakin tabiî olmayan bir şey varsa, o da moloz, kalitesiz, derecesi düşük, seviyesi alçak bir takım Müslümanların İslâm’ın ve Ümmet’in temsilcisi rolüne soyunmalarıdır. Temsilcilik âlim, ârif, bilge, ahlâklı, faziletli, ruh asaletine sahip, nefsini kontrol altına almış, ihlas ve istikamet sahibi Müslümanların işi ve hakkıdır.
Maalesef bazıları çirkin bir Müslüman imajı meydana getirmiştir. Asık suratlı, abusu’l-vecih, ağzı kin ve düşmanlıkla köpürmüş, gözlerinden intikam ve husumet ateşleri fışkıran, herkesi azarlayan, kalp kıran, yakaladığını cehenneme atan, önüne geleni tekfir eden, kendisini dev aynasında görüp başkalarını aşağılayan adamlar insanları ve bilhassa gençleri dinden soğutuyor.
Müslüman o kimsedir ki, kendi kusur ve ayıplarını düşünüp, bunlara üzülmekten dolayı başkalarının ayıp ve kusurlarını görmeye vakit bulamaz.
Fahr-i kâinat efendimiz (Salat ve selam olsun ona) “Bir din kardeşini bir ayıbından dolayı ayıplayan kimsenin canını Allah, o aybı ona da vermeden almaz” buyurmuşlardır.
Allah-ü Teâlâ’nın rahmeti gazabından fazladır. Biz mü’minler de mü’minlere, insanlara, hayvanlara rahmetle, şefkatle, merhametle muamele etmeliyiz. Müslüman katı kalpli olmaz. Müslüman zevk için, öldürmek için, marazî duygularını tatmin için cana kıymaz, avcılık ve balıkçılık yapmaz. Müslüman, din kardeşlerini tahrik ve tezlil etmez.
Hazret-i İsa aleyhisselam efendimiz “Biri sağ yanağına bir tokat atarsa, ona sol yanağını uzat” buyurmuşlardır.
Kur’ân’da, “Kötülüğü iyilikle defet. Böyle yaparsan, sana düşman olan kişinin, sadık bir dost olduğunu göreceksin” mealinde âyet vardır.
Mü’minin gönlü bir muhabbet okyanusudur.
Muhabbetsiz Müslümanlık olmaz. Kalpler muhabbetle celb ve te’lif edilir.
İslâm’ı bozmak ve tahrif etmek için şeytanlar, Resûlullah efendimizi devreden çıkartmak, onu kurtarıcı sünnetini hükümsüz bırakmak istiyor: “Peygamber bir postacı idi, öldü ve işi bitti” diyorlar. Peygambersiz, sünnetsiz, hadîssiz İslâm olmaz.
Kesin şekilde bilinmelidir ki, İslâmî hükümlerin dört kaynağı vardır. Birincisi ve esas olan Kitabullah’tır. Sonra, Peygamber’in sünneti gelir. Üçüncüsü icmâ-i ümmet, dördüncüsü kıyas-ı fukahadır. Zındıklar ve reformcular şimdi sadece Kur’ân’ı kaynak ve delil olarak kabul ediyor ve ötekilere itibar etmiyor. Niçin? Çünkü, Kur’ân’ı tahrif etmek, kendi heva ve heveslerine göre yorumlamak istiyorlar. Onlar, masonların ve kâfirlerin razı olacağı ve hoşlanacağı ucuz, hafifletilmiş, bir ideoloji ve hümanizma haline getirilmiş yeni bir İslâm türetmek istiyor. Onlar tesettürü inkâr ediyor, faize yeşil ışık yakıyor, namazın sünnetlerini kaldırıyor, Şeriat’ın kesin bir şekilde yasaklamış olduğu nice münker şeye, günaha, isyana cevaz veriyor.
Zındıkların ve reformcuların türleri vardır. Kimi samimidir, ahmaklığından zındık ve reformcu olmuştur. Kimisi şeytan gibi zeki ve bilgilidir. Kalbinde yamukluk olduğu için, bir menfaat karşılığında İslâm’ın temellerini dinamitlemeye çalışıyor.
Kim ki, ondört asırdan beri devam eden ulema ve meşâyih silsilesini bırakır da zındıkların ve reformcuların peşine düşerse, o hidayete sırt dönmüş, sapıklığa meyl etmiş zalimlerden ve müflislerden olur.
Yol Peygamber’in, Ashab-ı kiramın, Ehl-i Beytin, Selef-i Sâlîhînin, müctehid imamların, müceddidlerin, âmil ulemanın, kâmil mürşidlerin, hakikî şeyhlerin yoludur. O yolda yürüyen ebedî mutluluğa erer, zındıkların ve reformcuların peşinden giden ekinini ateşe vermiş olur. 07 Ocak 2000