Muhalefetsiz Kurtuluş Olmaz
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Çarşamba
Server Vakfı, Yahya Düzenli’nin “Türkiye Nereye Götürülüyor?” başlıklı kitabını yayınlamış ve lütfedip bana da bir nüsha göndermiş, teşekkür ediyorum. Eseri henüz baştan sona tedkik edemedim. Gözüme ilk başta çarpan üç hususu okuyucularıma arz etmekle iktifa edeceğim (yetineceğim).
Birincisi, kitabın 3’üncü sayfasında yer alan hikmetli sözdür:
“… ahlâk düzeni sağlam olmayan ve soyguncularıyla başa çıkamayan bir toplum -ruhunda arta kalmış vahşet hissinin de baskısıyla- haydutlarına karşı hayranlık duyar.” André MAUROIS.
İkincisi, eserin en sonunda yer alan bir Kızılderili şiiri:
“Hiç karşı koymadan bizi yok etmelerine göz mü yumalım?
Terk mi edelim evlerimizi?
Ülkemizi, ölülerimizin mezarlarını, bizim için saygın ve kutsal olan ne varsa hepsini bırakıp gidelim mi?
Biliyorum, sizler de benimle birlikte ‘Asla asla!’ diye bağıracaksınız.” (Kızılderili Shawnee’lerden Tecumseh)
Üçüncüsü: 28’inci sayfada “Türkiye’de farklı dilimler halinde gelirin paylaşımı” listesi de şöyle:
Paylaşan dilimler: Genel Türkiye gelirindeki payı:
Süper zenginler (% 1) 16,6
Yüksek gelirliler (% 5) 16,1
Üst-orta (% 5) 25,6
Alt-orta (% 48) 32,5
Düşük gelirliler (% 30) 9,2
Bu cetvel Türkiye’deki gelir dağılımının ne kadar sağlıksız, ne kadar gayr-i âdil, ne kadar zâlimâne olduğunu gösteriyor. Bizde en zengin ile en fakir arasında 236 kat fark var. Doğu’da fakir ve sefil aileler ayda elli-yüz milyon lira kazanamazken, İstanbul’da mutlu azınlığa mensup bir kişi bir öğün yemeğe 100 milyon lirayı kolaylıkla ödeyebiliyor. Son krizden sonra tüketim de azaldı. Sadece en lüks, en pahalı mallar ve vasıtalarda bir düşüş olmadı.
Geçenlerde lokantada tanıştığım bir İsviçreliye bir kitap göstermek için Sirkeci’deki bir otele gitmiştim. Oturma salonunda bir televizyon vardı, beş dakika onu seyretmek zorunda kaldım. Ya Rabbi! Ne pespaye bir programdı, iyi ki benim evimde böyle bir âlet yok. Küçük ekran bir ara meşhur bir türkücümüzün konserini gösterdi. Salon hınca hınç doluydu, iğne atsan yere düşmezdi, gençler mıh çıkını gibi yığılmışlar can kulağıyla dinliyorlardı. Kamera genç bir kıza yöneldi, gözlerinden seller gibi yaş akıtıyordu. Ön sıradaydı, türkücü ona yaklaştı, kız onun boynuna sarıldı, yanaklarından uzun uzun öptü. Türk halkının bir kısmının nasıl afyonlanmış, nasıl şartlı refleksli zombiler haline getirilmiş olduğunu bir kere daha anlamış ve görmüş oldum.
Ülkenin, halkın, devletin durumu çok kötü. Ben “çok” kelimesini dikkatle kullanırım. Evet kötü değil, çok kötü…
Milyonlarca insanımız hâlâ şarkı, türkü, futbol militanlığı ve fanatikliği yapıyor.
Bu kafayla gidersek sonumuz Arjantin gibi olacaktır.
Halkın devlete, ülkeye, kendisine sahip çıkması lazımdır. Halkın kötü yönetime muhalefet etmesi lazımdır. Bu işi tek başına halk yapamaz. Aydınların halka ışık tutması, yol göstermesi, rehberlik etmesi gerekir.
Muhalefet denilince sadece partilerin Meclis’te yaptıkları muhalefet hatıra gelmemelidir. Muhalefet çok geniş bir kavramdır. Türkiye’de hakikî aydınlar, hakikî entelektüeller, hakikî okur-yazarlar varsa, asıl muhalefet vazifesi onlara aittir. Korkunç bir kriz içindeyiz ve aydınlardan ses çıkmıyor. Siz, gazete köşelerinde yazılan fıkraları bu hususta yeterli mi görüyorsunuz? Yetmez, yetmez!..
Muhalefet tesirli (etkili) olmalı. Tesirli olmayan muhalefet yok demektir.
Bizde muhalefet yapmak için yeterli demokrasi ve hukuk vardır. Aklın, ilmin, irfanın, sağduyunun, vatanseverliğin ışığında, yasal sınırlar içinde pekâlâ tesirli ve yapıcı muhalefet yapılır.
Bu muhalefet kartelci ve tekelci büyük medya ile yapılamaz. Ayda on bin dolar, yirmi bin dolar, otuz bin dolar, hattâ daha fazla maaş alan; halktan kopmuş, kendi lüks gettolarında yaşayan; korular içindeki şahane köşklerindeki şöminelerdeki odunları (çıtırtısı müzikal olduğu için)Afrika’dan getirten basın ve televizyon derebeyleri ülkedeki haksızlıklara karşı güçlü, sürekli, etkili muhalefet yapabilir mi?
Türkiye’ye Nelson Mandela gibi adamlar lazımdır. Gandi gibi adamlar lazımdır. Bizim toplumumuzda Rahibe Tereza gibi biri var mı?
Türkiye’ye hizmet edebilmek için, vaktiyle Septe Boğazı’ndan İspanya’ya geçince gemilerini yaktıran Tarık bin Ziyad gibi kahramanlar lazımdır. Kuyruklarına kabak bağlı, kafataslarının içinde sekiz tilkinin birbirine değmeden dolaştığı, küçük hesaplar peşinde koşan cücelerle bir yere varılmaz.
Bu memlekette bazı solcular solculuğu, sağcılar sağcılığı, İslâmcılar İslâm dâvâsını, Milliyetçi-Türkçüler millî mefkureyi satmışlardır. Pisliklere bulaşmayanları, temiz kalanları, idealleri uğrunda samimiyetle çalışanları tenzih ediyorum. Lâkin samimiyetsiz, ihlâssız, üçkağıtçı, sahtekâr, yiyici, vatan haini olanların cümlesine lanet olsun!
Herif solcu, fakat kirli yollardan kocaman bir servet edinmiş, elinde viski kadehleri, düzenbazların içinde kekâh yaşıyor. Böyle solcu olur mu?
Herif Türkçü-milliyetçi geçiniyor ve yüz milyonlarca dolar götürüyor. Böyle milliyetçi olur mu? Hırsızın adını ne zamandan beri milliyetçi koymuşlar. Biz hiç milliyetçi görmedik mi sanıyorlar?
Ya şu sahtekâr İslâmcıya ne demeli? Yüz milyonlarca dolarlık cehennemî servetini nasıl elde etmiş? Bunlar dâvâ adamı değil, deve adamıdır.
Şu sefil de Kemalistmiş… Sevsinler! Kemalizm sana memleketi, milleti, devleti soy mu diyor? Sahtekârlar! Kemalizmi paravana olarak kullanıyorlar.
Hem rahat, keyf, güvenlik içinde olacaksın; hem de Türkiye için çalışacaksın, böyle bir şey mümkün değildir. Gerçek ve tesirli muhalefet yaparak birtakım babaların, menfaat çetelerinin öfkesini celbedenlerin ağır şekilde çarpılacağını bilmek gerekir.
Bu memlekette çeşitlilik, farklılık vardır. Sünnî Alevi, TürkKürt, sağcı solcu, Dinci Lâik, şucu bucu vardır. Ancak bunların hepsinin de vatansever olması gerekir. Ülkeyi, milleti, devleti soyan kimseler ve zümreler hangi renkten olursa olsunlar hepsi de haindir, hepsi de mel’undur, hepsi de bozuktur.
Rahatını, keyfini, huzurunu, gerekirse kendisini feda edecek kahramanlar yetiştiremiyor bu memleket.
(SERVER VAKFI, 0312/229 82 43) 10 Ocak 2002