Muhalif Bir Müslüman Olarak Sayın Abdullah Gül’ü Tebrik Ediyor ve Uyarıyorum
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 01 Ocak 2019
Çarşamba
Muhalif okur-yazar bir vatandaş olarak sizi tebrik ediyor ve Cenab-ı Hak’tan hayırlı başarılar diliyorum. Benim muhalefetim siyâsi değildir, geneldir. Bunca kötülük sergilenen, münker iş yapılan bir ülkede muvafık ve şakşakçı olmak şansına sahip değilim.
Ateşten bir gömlek giymiş bulunuyorsunuz. “Yardıma” mazhar olmanızı niyaz ederim.
Şakşakçılar, yalakalar, mürailer, rantçılar, menfaat ve kemik peşinde koşanlar, dalkavuklar etrafınıza öyle üşüşecekler ki, şakşak ve övgü selleri içinde boğulma tehlikesi geçireceksiniz. Affınıza sığınarak, bunlara hiç değer vermemenizi tavsiye ediyorum. Bundan sonra övgüler ve şakşaklar sizin için son derece tehlikelidir. Zaten bunlara da hiç ihtiyacınız yoktur.
Uluslar arası şeffaflık ve temizlik kurumlarına göre ülkemiz, kokuşma konusunda, 10 üzerine 3 küsur not alarak liste sonlarında yer almaktadır. Bu, Türkiye için utanç verici bir haldir. Zat-ı âliniz yükseklerdeki yolsuzlukları bendenizden çok daha iyi biliyorsunuz. Bunlarla nasıl başa çıkacaksınız? Yoksa göz yummak zorunda mı kalacaksınız?
Emanetlerin ehline verilmesidir. Nepotizmle, akraba ve hemşehri kayırmakla, emanetlere hıyanetle, partizanca tayinlerle nasıl mücadele edeceksiniz?
Ülkede lüks, israf, sefahat, aşırı tüketim, gösteriş, marka fetişizmi almış yürümüştür. Zat-ı âliniz mütevazı, orta halli, alçak gönüllü bir devlet başkanı olarak, lisan-ı hal ile sefihlere (beyinsizlere) ders verebilirsiniz.
Çok takdir ettiğim ve sevdiğim Kayseri vilayeti sizinle haklı olarak iftihar edecektir. Lakin, siz sadece Kayseri’nin değil, bütün Türkiye’nin başkanısınız. Kayseri’ye ayrıcalık tanımayacağınızdan eminim.
Dindar bir vatandaş olarak bir kısım İslâmcılara ve Müslümanlara kesinlikle güvenmemeniz konusunda zat-ı alinizi uyarmama izin veriniz.
Eimme-i müctehidînden Şafiî hazretlerinin şu hikmetli sözünü hatırlatmama müsaade buyurunuz: “Asıl fazilet, düşmanın kabul, tasdik ve teslim ettiğidir.”
Çok zor, çok tehlikeli, tuzaklarla dolu bir yoldasınız. Birtakım derin ve esrarlı güçler size pusular kuracaktır. Sultan Abdülhamid gibi, hiç kimseye güvenmemenizi tavsiye ederim.
Refika-i muhtereminiz hanımefendiyi devlet işlerinin dışında tutunuz. Mümkün olduğu kadar onu resepsiyonlara, ziyafetlere, toplantılara götürmeyiniz. Bu konuda sayın Baykal’dan ibret ve ders alabilirsiniz.
Şakşakçılar, poh pohçular, goy goycular, rantçılar, çıkarcılar sizi akın akın ziyarete geleceklerdir. Lütfen o musibetlere yüz vermeyiniz. Kapınız elbette haklılara, mazlumlara, doğrulara açık olacaktır; lakin haram yiyenlere, emanete hıyanet edenlere, yüzlerine toprak saçılası meddahlara kapalı olsun.
İmzanıza sunulan tayinlerde adaletle hareket eder, ehliyete bakarsanız hem kendinize, hem de ülkeye hizmet etmiş olursunuz.
Etrafınızı hep aynı zihniyet ve kafadan danışmanlarla doldurmayınız. Namuslu, şerefli, haysiyetli, vatansever, doğru, dürüst, faziletli olmak şartıyla her kesimden danışmanınız olmasında sayısız yarar vardır.
Bir Müslüman olarak söylüyorum; Türkiyenin bir numaralı insanı oldunuz, en yüksek tepeye çıktınız. Manevî bakımdan bunun fazla kıymeti yoktur. Dünya hayatı bir oyundan ve aldatmacadan ibarettir. Dünyaya güvenilmez, insanların, hele politikacıların önemli saydıkları öyle işler vardır ki, bunların tümü, din ve hikmet bakımından iki rekatlık bir namaz kadar kıymete sahip değildir. Siz inançlı ve olgun bir insansınız, inşaallah riyaset sizin başınızı döndürmez.
Manevî ve ruhanî bakımdan
olmanızı tavsiye ediyorum. Sizi yok etmeye kesin şekilde kararlı olan amansız ve azılı düşmanlarınıza karşı kendinizi ancak böyle koruyabilirsiniz.
Selam ve hürmetlerimi sunarım.
Medyada birtakım adamlar pek yüksekten atarlar,
– “Geçen hafta Ankara’ya panaromik bakışlar fırlataraktan 7 yıldızlı High Life otelinin terasında çok önemli birisiyle birlikte kahvaltı ettik ve memleket meselelerini konuştuk…”
– Kimdi o?..
Top secret, söyleyemem. Söylersem yer yerinden oynar.
– “Vaktiyle Turgut’a söylemiştim ama beni dinlemedi ve başını belaya soktuydu…”
– Turgut kim?
– Özal canım Özal…
Buzlu viskisinden bir yudum çeker ve “Bu millet adam olmaz…” diye derin bir göğüs geçirir.
Türkiye’de barınamazsa Mykonos adasına yerleşecekmiş. Zaten soyu bir taraftan Elenliğe, öbür taraftan Dönmeliğe dayanıyormuş. Efharisto polî, kardiyamu…
– Senin karın niçin donsuz geziyor?..
– Ulan sen benim karınım donuna nasıl karışırsın?
– Sen Gül’ün karısının başörtüsüne nasıl karışıyorsan öyle karışıyorum…
– “Ben o tarihte İstanbul Herald Tribüne gazetesinden ayda 50 bin dolar alıyordum. O serseri ise 15 bin dolar maaşla sürünüyordu.
Manken Serçepil üstsüz havuza giriyormuş… Heh heh heh. Ne güzel.
Gerici karılar tesettür kıyafetiyle yüzüyormuş… Rezalet rezalet rezalet… Cumhuriyet çok tehlikede!..
Alman genci Antalya’da İngiliz kıza nasıl tecavüz etmiş? Bütün ayrıntılarıyla, en ince detaylarıyla manşetten verilsin…
İki kadın doktor bir oğlan çocuğunun testis muayenesini yapmaktan kaçınmışlar… Vatan haini bunlar!.. Bu haberi 15 gün boyunca evire çevire tefrika şeklinde yayınlayalım.
– Ben başbakanla sohbet ederken…
– Ben falan bakanla yemek yerken…
– Ben yükseklerden bakarken, yükseklerde uçarken, yükseklerden atarken…
– O yediğin ne?
– Macun…
– Ne macunu?..
– Kimseye söylemezsen formülünü veririm: Miktar-ı kâfi laiklik, bir o kadar çağdaşlık, 100 gram uygarlık, 50 gram ateizm, bir o kadar ilke tozu, Anayasa gölgesi… Bütün bunlar toz yapılacak balla karıştırılıp günde beş kez yenecek.
– Demokrasi dediysek bu kadar ileri gitsinler demedik.
– Et kafalı halk… Teneke kafalı halk…
– Alışırsın yahu…
– Alışamam alışamam…
Viskisinden bir yudum daha çeker ve “Ben Özal’la kahvaltı ederken… Ben İsmet Paşa’ya demiştim… Ben Başbakan ile konuşurken… Ben yüksekten Ankara’ya bakarken… Gül… Başörtüsü… Ah laiklik…” diyerek kendi kendine konuşur durur. O sorumsuz bir Beyaz gazetecidir. 30 Ağustos 2007