“Mühendisler”
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
ÇarşambaProfesör Dr. Ünal Yaltırık “Orman ve Park Ağaçlarımız – İğne Yapraklılar” adlı 114 sayfalık kuşe kağıdına renkli resimlerle basılmış güzel kitabında (Atlas Dergisi tarafından yayınlanmış), dünyadaki ve ülkemizdeki anıt ağaçları anlatırken şu üzücü bilgiyi veriyor:
“Türkiye’nin en boylu ağacı Gümüşhane, Torul, Aygeliş sırtı üzerinde bir Doğu Ladini (Picea orientalis) idi. Bin 960 metre yükseklikte yer alan bu anıtsal ağaç 69 m. boyunda, 2.31 metre çapında (çevresi 7.05) ve yaşı da 300 idi. Ama maalesef genç ve bilgisiz bir orman mühendisi tarafından kestirilmiştir; derin bir vadinin içine devrildiği için de değerlendirilemedi.” (s. 9-10)
Bu satırları okuyunca içim cız etti. Hayvanları sevdiğim kadar ormanları, ağaçları, tabiat âlemini de seven bir vatandaşım. Yıllardan beri ülkemin tahrip edildiğini görerek üzüntü duyuyorum.
Bir anıt gibi korunması gereken üç yüz yıllık dev bir ağaç, bilgisiz ve vicdansız bir mühendisin cehaletine kurban gitmiş. Yazık.
Tahribat sadece toprakta, ormanlarda, ekolojik sistemde olmuyor. Yüz yıla yaklaşan bir zamandan beri cahil, tecrübesiz, iz’ansız, hikmetsiz, irfansız, vicdansız “mühendislerin” kesip biçtiği, gadrettiği bir ülkede yaşıyoruz. Siyaset mühendisleri, toplum mühendisleri, kültür mühendisleri…
İstanbul’da Üsküdar’dan Kısıklı’ya çıkan yolun kenarında bir fıstık ağacı vardı, o semte ismini vermişti. O ağaca bile kıydılar, yerinde yeller esiyor.
İstanbul’dan yüz kilometre uzakta Şile taraflarında kırsal kesimde yapılmış villa siteleri vardır. On dönümlük bir araziye daha fazla villa inşa edebilmek için binaları yan yana, karşı karşıya tıkış tıkış yapmışlar. Bir evin penceresinden öbür evin pencereleri ve duvarları görünüyor. Be adamlar şunları biraz aralık yapsanız da içlerinde oturanlar manzara görseler, hava alsalar. Hiç yaparlar mı? Küçük bir araziden daha fazla rant, daha fazla gelir, daha fazla para temin etmek için ortaya ucubeler koyuyorlar.
Yakın zamanlara kadar bizde eski binaları, anıtları koruma şuuru yoktu. Adnan Menderes’in İstanbul imarı esnasında ne camiler, ne hamamlar, ne türbeler yıkıldı gitti.
İstanbul’un eski belediye başkanlarından bay Dalan zamanında Haliç sahilleri dümdüz edildi, bin yıllık tarihî binalar yıkıldı, deniz kenarına çepeçevre uyduruk bahçeler, parklar yapıldı. Ayvansaray’da ahşap tekneler üretilen tezgahlar vardı. Onlar da kaldırıldı. Haliç’in etrafında bir medeniyetin kalıntıları yer alıyordu. Temizlendi, düzlendi. Oraya yer yer küçük çarşılar, kahveler, lokantalar yapılsa ne güzel olurdu.
Gümüşhane Torul’daki dev anıt ağacı kestiren, ağaç bir uçuruma devrildiği için kütüğünden de yararlanılamayan facia gibi ne facialar cereyan etti bu ülkede. Tecrübesiz ve turfa mühendisler Türkiye’nin kültür temellerini yıktılar, bütün geleneklerini devirdiler.
Sultanahmet’te Divanyolu caddesinde Sultan İkinci Mahmud zamanında yapılmış Cevrî Kalfa mektebi binası vardır ve şu anda Türk Edebiyat Vakfı’na hizmet vermektedir. Binanın cephesinde Osmanlıca iki kitabe bulunuyor. Birinin ortasındaki tuğra kazınmış, diğerinde hem tuğra, hem de etrafındaki beyitlerden bazıları kazınmış. Vicdansız siyaset ve toplum mühendisleri tarihi kazımışlar. Ne hakla?
Beyazıt Meydanı’nda İstanbul Üniversitesi’nin tarihî kapısı yer alıyor. Eskiden Seraskerlik, Harbiye Nezareti kapısı imiş. Üstte ortada beyaz bir mermer var, altındaki tuğrayı kapatmak için konulmuş. Tuğradan tarihten nefret ediyorlar. Dolmabahçe sarayının ana caddeye bakan büyük kapısı üzerindeki tuğra da bir mermerle kapalı idi. 1960’dan sonra kaldırıldı, altından nefis yazı açığa çıktı, yaldızlandı. İstanbul Üniversitesi’ndeki tuğra da açılmalı, altın kaplanmalıdır.
Alçak şehircilik mühendisleri tarihî Karacaahmet, Eyüp mezarlıklarını, diğer öteki ecdat kabristanlarını da tahrip ettiler. Kabristanlar bir milletin tapu senetleri gibidir. Böyle yerleri ancak şehri istila ve işgal eden düşmanlar yapar.
Bundan yetmiş sene kadar önce Topkapı Sarayı evrak hazinesinden (arşivinden) tarihî belgeler balyalar halinde manda ve öküz arabalarına konulmuş, Sirkeci tren istasyonuna getirilmiş, yük vagonlarına doldurulmuştu. Bunlar Bulgaristan’a okkası iki buçuk kuruştan satılan Osmanlı devleti arşivlerinin bir kısmı idi.
Rahmetli Ziyad Ebüzziya bey anlatmıştı: Sultanahmet’teki İbrahim Paşa sarayında büyük bir arşiv varmış. Kamyonlara yüklenmiş, İzmit kağıt fabrikasına yollanmış, hamur yaptırılmış. Kasımpaşa’daki Bahriye arşivinin bir kısmı da aynı akıbete uğramış. Yükleme ve taşıma devam ederken tarihî bir kağıt parçasını rüzgar uçurup yaşlı bir beyin başına düşürmüş. Adamcağız kağıdı almış ve birde bakmış ki, 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gitmeden önce aldığı yol parasının makbuzu. Hemen feryad u figan kopartarak ilgililere koşmuş, geri kalan evrakın muhafaza edilmesini sağlamış.
Hafızam beni yanıltmıyorsa 70’li yılların sonlarına doğru bir gün Nuruosmaniye Camii’nin mahzenlerindeki arşiv de sokaklara dökülmüş, ayak altında kalmış, kimisi yırtılmış, kimisini yel almıştı.
İstanbul’da yüzlerce tarihî türbe bulunmaktadır. Bunların içi eskiden kıymetli pusidelerle (örtü), hüsnühat levhalarıyla, sedefli veya sedefsiz çekmece ve ahşap eşya ile doluydu. Şimdi bir tane eşya kalmamıştır. “Mühendisler” onları da yok etmiştir.
Topkapı dışında eski Yenikapı Mevlevihanesi Vakıfların tarihî eşya deposuydu. Orayı da hırsızlar, uğursuzlar, namussuzlar, alçaklar, şerefsizler, vatan hainleri soyup soğana çevirdiler ve sonra binayı yaktılar.
Birkaç gün önce teravih namazını Şehzadebaşı Camii’nde kıldım. Caddeye açılan anakapının sol tarafındaki türbe ziyarete açılmıştı. Türbenin içinde ve kapısının iki yanında tarihî ve çok kıymetli çinilerin yerlerinde yeller esiyordu. Alanlara, çalanlara lânet olsun. Paraları ateş olsun.
Politika mühendisleri siyaseti bitirdiler, kültür mühendisleri kültürü, toplum mühendisleri toplumu. Şimdi uğursuz karga sürüleri gibi viraneler ve harabeler üzerinde kanat çırpıp, uçuşup, acı acı ötüyorlar. Canları Cehenneme! 22 Kasım 2001