Cumartesi

İnternette René Guénon (1886-1951) ile ilgili bilgi aradım. Google’dan tam 2500 adet site ve dosya çıktı. Bunların tamamına göz gezdirebilmek için bir ay bilgisayar ekranı başında oturup not almak gerekir.

Guénon, Müslüman olmadan önce büyük rütbeli bir masondu. Hâlâ onun adını taşıyan localar vardır; İsviçre’de ve Japonya’da René Guénon locaları bulunduğunu biliyorum; araştırılsa başka ülkelerde de çıkabilir. Guénon hidayete ermiş, Şazelî dervişi olmuş, Abdülvâhid Yahya ismini almıştır. Kabri Mısır’dadır. Allah’ın rahmeti onun ve bütün mü’minlerin üzerine olsun.

Guénon, Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbn Arabî hazretlerinin meşrebini benimsemiştir. Şeyh-i Ekber’in kitaplarını herkes mütalaa edemez. Meselâ, Fütuhat-ı Mekkiye’nin, vasiyetler (dinî öğütler) cildini herkesin okuması serbesttir ama diğer ciltlerini okumak için izin ve ruhsat almak gerekir; bunlar havassa mahsustur.

Guénon’u taktir eden, kendisine rahmet okuyan, onun kadr ü kıymetini bilen bir kimseyim. Ancak kitaplarını, çok güçlü bir felsefe ve tasavvuf kültürüne sahip olmayan gençlerin ve avamın okumasına karşıyım. Çünkü kafaları karışabilir, Allah saklasın ayakları kayabilir.

Zamanımızda, çoğunluğunu gençlerin teşkil ettiği kalabalık bir zümre mühtedilerin yazmış olduğu din kitaplarına büyük rağbet gösteriyor. Guénon da bu rağbete mazhar olanlardandır.

İngiliz mühtedisi Marting Lings’in kaleme almış olduğu siyer kitabı dilimize tercüme edilip yayınlandı. Kitabın üzerine müellifin Müslüman olduktan sonra aldığı İslâmî adı yazılmadı, Martin Lings yazıldı. Çünkü okuyucu kitlesi İslâm ismine rağbet etmiyor; Martin Lings ismiyle daha fazla satış yapılabiliyor.

Avusturyalı Yahudi gazeteci Leopold Weiss’in hazırladığı İngilizce Kur’ân Meâli dilimize çevrildi ve yayınlandı. Kapış kapış satılıyor. Aynı zatın tefsiri de piyasaya çıktı, o da büyük rağbet gördü.

Gençlik, bir kısım halk kitleleri niçin mühtedilerin yazdığı din kitaplarına rağbet ediyor? Bu sorunun cevabını sosyologlar, psikologlar, antropologlar, fikir adamları araştırmalıdır.

Leopold Weiss Müslüman olduktan sonra Muhammed Esed ismini almıştır. Onun yüksek zekâ ve deha sahibi bir kimse olduğunda şüphe yoktur. Allah kendisini İslâm’la şereflendirmiştir. Sanırım on kadar lisan bilen, engin bir genel kültüre sahip bulunan müstesna bir kimseydi. Ancak, bu zatın Kur’ân tefsiri yazacak ilme, birikime, ehliyete, ihtisasa sahip bulunduğunu sanmıyorum. Tefsir yazabilmek için onbeş kadar İslâmî ilmi, hocalardan okuyup icazet almış olmak gerekir. Bu ilimlerden sadece bir tanesi vehbîdir, yani Allah vergisi bir ilimdir.

Müslüman olduktan sonra Abdülaziz ismini almış Belçikalı mühtedi bir dostum, 70’li yılların sonunda İstanbul’a geldiğinde anlatmıştı. Tanca’da; Muhammed Esed’i, ikamet ettiği villada ziyaret etmiş. Evinde kocaman iki köpek varmış. Amerikalı üçüncü karısı açık bir kıyafetle yanlarına gelmiş, elinde ağızlığa takılmış bir sigara olduğu halde Abdülaziz’e “Hello” demiş.

Merhum Muhammed Esed’i kötülediğim sanılmasın. Ona da rahmet diliyor, yüksek kültürünü, zekasını takdir ediyorum. Lakin Müslümanlar dinlerini, Kur’ânlarını icazetli İslâm alimlerinden, müfessirlerden öğrenmelidir.

Piyasada satılan Kur’ân tercüme ve tefsirlerinin büyük bir kısmı dinî ve şer’î ölçülere göre ehliyetli olan kimseler tarafından yazılmamıştır. 1950’li, 60’lı yıllarda eski icazetli medrese hocalarının bir kısmı sağdı, yeni Kur’ân tercüme ve tefsirleri konusunda yapıcı tenkitler, uyarılar kaleme alıyorlardı.

Bilindiği gibi üç çeşit tefsir vardır. Birincisi rivayet tefsiri, ikincisi dirayet tefsiridir. Bu ikisi, ehliyetli ve icazetli müfessirler tarafından yazılmış olur ve okunması caizdir. Üçüncü cins tefsir, “Tefsir bi’lhevâ ve’r-rey” denilen tefsirdir ki, muteber değildir; Müslümanların bunları okuması sakıncalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın piyasadaki Kur’ân tercümelerini, meallerini, tefsirlerini inceleyip bir rapor hazırlaması ve bunu yayınlaması gerekmez mi?

Dinî yayınlarda büyük bir başıboşluk görülüyor. Bundan yirmi yıl kadar önce sahte peygamber sapık Reşad Halife’nin “Kur’ân’da Ondokuz Mucizesi” adında bir kitabı tercüme edilmiş ve yayınlanmıştı. Halk kütleleri ve gençlik bu kitabı kapışarak aldı. Reşad Halife’nin kim olduğunu bilmiyorlardı. Bu herif:

(1) Kur’ân-ı Kerim’de, sonradan ilave edilmiş âyetler olduğunu iddia ediyor, Tevbe sûresinin son iki ayetinin asıl Kur’ân’da bulunmadığını yazıyordu. Böyle bir iddia ve inanç ise küfürdü.

(2) Yine bu adam, yayınladığı broşürlerde “Namaz kılarken salavat okuyan müşriktir” diyecek kadar azgın bir mürtedti.

(3) İslâm dininin, Musevilik ve Hıristiyanlık gibi bozulmuş ve tahrif edilmiş olduğunu iddia edecek kadar zıvanadan çıkmıştı.

Bana inanmak istemezseniz internetten Reşad Halife sitesini açınız ve bizzat kendi gözlerinizle, onun küfre varan çarpık ve sapık iddia ve görüşlerini öğreniniz.

İşte maalesef Müslümanlar böyle bir adamın kitabını tercüme ettirip bastılar, halk ve gençlik de kapış kapış alıp okudu.

Şimdi de, bir genç çıkmış, Arapça bile bilmediği halde, Kur’ân meallerinden, mukaddes kitabımızın şifresini çözdüğünü ilan ediyor. Onun kitabı da kapış kapış okunuyor. Şimdiye kadar yüz bin adetten fazla basmış.

Peki Diyanet, icazetli din alimleri, dini bütünler bu gibi yayınlar karşısında ne gibi bir tepki gösteriyor? Hiç…

Din alimi olmayan halka ve gençliğe en lüzumlu, zarurî kitap, muteber bir ilmihaldir. İlmihalini bilmeyen Müslümanların tefsirleri, hadîs külliyatlarını, René Guénon’un kitaplarını almaları onları kurtarmaz. Hüsn-i hâtime (imanla ölmek), kabir meleklerine doğru cevap verebilmek için ilmihalini bilmek gerekir. Allah’ın ondört sıfatını bilmeyen cahiller mühtedilerin yazmış olduğu fikir kitaplarını, tefsirleri okuyorlar.

Nice Müslüman, istibra nedir bilmediği için abdestsiz namaz kılıyor. Camilerde bazı namaz kılan Müslümanlar görüyorum ki, secdede ayaklarını tutuş şekli yanlış olduğu için ibadetlerinin sıhhati tehlikeye girmektedir.

Bundan yirmi beş yıl kadar önce Türkiye’de hayli radikal genç Müslüman vardı. Çok ateşliydiler. Geleneksel sünnî Müslümanları beğenmiyor, onları uyuşuklukla suçluyorlardı. Şimdi bu radikallerden ses seda çıkmıyor. Hepsi de köşeyi döndü, zenginleşti, semirdi. Şimdi yemekle meşguller.

Din konusundaki bunca kafa karışıklığının, fitne fesadın, tartışmanın vebali büyük ölçüde Diyanet İşleri Başkanlığı’na aittir. Biliyorum, üzerinde ağır baskılar vardır ama, yine de münasip bir lisanla Müslüman kitleleri uyarabilir, yapıcı tenkit ve ikazlarda bulunabilir. Büsbütün susması asla caiz olamaz. İkinci olarak da dindar ve sünnî geçinen birtakım âlimler sorumludur. 17 Kasım 2002