Muhterem Reis Beyefendi… Her cuma, hangi camiye gitsem de, nefis bir Türkçeyle, hitabet edebiyatının çok yüksek bir örneği olan güzel ve vasıflı bir hutbe dinlesem diye araştırırım ve maalesef böyle bir yer bulamam.

Mübarek cuma günleri, cuma namazının hutbesi okunurken hatib efendinin Peygamber makamı olan minberden “aziz cemaat para verin” demesini vicdanım bir türlü kabul etmez.

Cuma günleri nefis ezanlar dinlemek isterim, nâdir birkaç istisnâ dışında dinleyemem.

Osmanlıcayı, Arapçayı, Farsçayı, İngilizceyi iyi bilen; din ve çağdaş dünya kültürüne sahip; sanat kültürü de olan hocalar ararım, bulamam.

Halkın beğendiği hutbeler, genellikle miting meydanlarında irad edilen ateşli, sağa sola çatan konuşmalara benzer. Cesaretli hatipler, dinsizlere verir veriştirir. Bir kere de, yapıcı olarak Müslümanları tenkid eden, uyaran, onların hatâlarını anlatan hutbe dinlememişimdir.

Eskiden ulemâ kıyafeti çok güzelmiş. Sarıklar dikkatle ve zevkle sarılır, uzun ve düzgün cübbeler en iyi kumaştan itina ile diktirilirmiş. Şimdi sarıklar güzel değil. Geçenlerde bir hatibin başındaki yeşil fes üzerine sarılı tülbendin üzerinde naylon bir kılıf vardı. Bu ne biçim bir festir diye sordum, kirlenmesin diye öyle kullanıyormuş! Cübbeler, bakkal çakkal önlüğü gibi en kalitesiz kumaştan, dizin biraz aşağısında, sempül sümpül şeyler. Eimme ve hutebaya bunlar yakışır mı?

Camilerin dekorasyonu da güzel değil. Nice büyük caminin kapısında nizamiye nöbetçisi gibi saplı bir süpürge arz-ı endam eder. Bazılarında temizlik kovaları görülür. Yeni çıktı, birtakım camilerin kapısında iğrenç kaplar içinde naylon torbalar mevcut. Cemaat içeri girerken birer torba alacak ve pabuçlarını onlara koyacakmış.

Cami kapılarında çirkin, zevksiz, geri zekalıca levhalar görülüyor: “Aziz Müslüman ayakkabını böyle tut”, “İçeriye ıslak ayakla girmeyiniz”…

Bazı hatipler hutbeyi uzattıkça uzatırlar. Memur, talebe, işçi, acelesi olan vardır diye düşünmezler. Dinleyenler sıkılır.

Hoparlörler ayrı bir fâcia. Küçücük bir camide hiç ihtiyaç yokken bu mükebbireler sonuna kadar açılır, kulaklara zarar veren derecede ses çıkartılır.

50’li yıllarda rahmetli Mahir İz Hoca ile Kısıklı’daki camiye cuma namazına giderdik. Osman efendi adında kısık sesli, zayıf nahif bir hatib hoparlörsüz olarak hutbe okurdu. Onu dinlerken camide ağlamadık kimse kalmazdı. Osman efendi cemaati nasıl ağlatıyordu? Ben şimdi cuma hutbelerinde ağlayan, tüyleri ürperen, kendinden geçen, bayılan bir tek insan görmüyorum. Halbuki Müslümanların ağlamaya o kadar ihtiyacı var ki…

On yılda bir kere de olsa râzıyım. Bir cuma günü bir yerde hutbe okunurken cemaat ağlaşsın, birkaç kişi gömleklerini yırtsın, bazıları bayılıp olduğu yere düşsün, camide bir vaveyla kopsun, insanlar ah ü vah etsin, velhasıl görülmedik manzaralar meydana gelsin. Böyle hutbeler dinlemeden, görmeden mi ölüp gideceğiz bu dünyadan?

Camiye yardım, meşrutaya yardım, cami helasına yardım, hoparlör için yardım, kalorifer için yardım, yaldız boyası için yardım… Resûlullah makamı minberler dilencilik yeri midir?

Hutbeler ne büyük bir imkândır. Düşünebiliyor musunuz, senede elli iki defa, milyonlarca Müslüman camilere toplanıyor ve onlara orada birer konuşma yapılıyor. Neler söylenmez, neler aşılanmaz, ne telkinler yapılmaz, ne nasihatlar edilmez ki.

Nâdir istisnâlar dışında İslâm’ın ve çağın seviyesinde çok kültürlü, çok ilimli, çok irfanlı din görevlileri yetiştiremiyoruz. Bu eksikliği telâfi edecek çareler, çözümler üretilmiyor gibi geliyor bana. Bu gidiş bizim felâketimize yol açar; zillet ve esaretten kurtulamayız. Hürmet ve selamlarımla.

Vakfedilmiş cami eşyası

Vakıfların Yenikapı Mevlevihânesi binasında deposu vardı. Burada halı, kilim, hüsn-i hat, şamdan, ahşap eşya ve sair binlerce kıymetli, tarîhi sanat eseri bulunuyordu. Geçen sene bu bina yandı, yakıldı. Yangından önce binlerce vakfedilmiş sanat eserinin çalınmış olduğuna dair poliste kayıtlar vardır.

Yangınla ilgili araştırmalar yapıldı, sonunda dosya kapatıldı. Gerçekten kapanmış mıdır bu işin hesabı? Kesinlikle kapanmamıştır. Bu kundaklamanın bir de âhirette Mahkeme-i Kübra’da hesabı görülecektir.

Yakın tarihimizde camilerimizdeki, ecdat türbelerindeki vakfedilmiş sanat eşyaları korkunç bir talana kurban gitmiştir. Halılar, kilimler, şamdanlar, hüsn-i hat levhaları, çiniler, alemler, işlemeli, sedefli ahşap eşya, kapılar, pencere kepenkleri ve daha başka cins eşya yok edilmiştir.

Vakfedilmiş eşyayı çalanlar, alanlar, satanlar, bilerek satın alanlar, bunları korumakta ihmal ve teseyyübü görülenler, bu gibi emanetleri korumayanlar, onlara hıyanet edenler Allah’ın lanetine mâruz kalırlar. Böyle bir lânet ne korkunç bir lânettir.

Vakfedilmiş cami ve türbe eşyasını talan edenler ve ettirenler namussuz, şerefsiz, alçak, uğursuz, rezil, sefil, hâin kişilerdir. Onların vakıf eşyası talanından kazandıkları paralar cehennem ateşinden başka bir şey değildir. Bu paralar onlara uğursuzluk, şeâmet, onulmaz hastalıklar, türlü türlü belâlar, felâketler, trafik kazaları, yangınlar, mutsuzluklar getirecektir. Kendileri ve bu paralardan yiyen âile fertleri sanki zehir yemişçesine kötü olacaklar, sürünecekler, çok çekeceklerdir.

Yakın tarihimizdeki bu gibi talanlar, soygunlar, hırsızlıklar, haramilikler konusunda sadece gazete haberleri, köşe yazıları yayınlamak yeterli olmaz. Kitaplar, risâleler yayınlanmalı, bu suçların dosyaları tarihe geçirilmelidir.

Vakıf mallarının, vakıf gayr-i menkullerinin satılması, yahut tahsis edilmiş oldukları sahaların dışında kullanılmaları da günah ve suçtur. Vakıf arsalarını ve binalarını satın alanlar ateş satın almış olurlar.

Eskiden, bundan otuz kırk sene önce kıymetli halı ve kilimlerle dolu olan bir camiye gidiyorum. Bakıyorum ki, bir tek el işi, kök boyalı yaygı kalmamış. Yerlere makina dokuması berbat, çirkin, sanatsız, maddî değeri olmayan fabrika dokuması yaygılar serilmiş. Bunca tarihî halı ve kilim nereye gitmiştir?

Eski camiler hüsn-i hat levhası doluydu. Büyük hat üstadlarının müzelik, çok değerli levhaları gözleri okşuyor, gönülleri şenlendiriyordu. Bunca levha ne oldu, nereye gitti? Hangi kırılasıca eller onları duvarlardan indirdi, zâyi etti?

Cami helâsı denilince neş’elenen, flüoresan lamba denilince gözlerinde ışıltılar gezinen, hoparlör denilince ağzı kulaklarına varan, şadırvan denilince her fedakârlığı yapan, meşruta (imamevi) denilince kesenin ağzını açan, cami kaloriferi denilince sevinç içinde kalan; uyduruk boya, badana, yaldız işleri denilince seferber olan zevat kutsal mabetlerimizdeki vakıf eşyasına niçin sahip olmamıştır?

Emirgân camiindeki, bir hat müzesi teşkil edecek kadar çok ve kıymetli hüsn-i hat levhaları ne oldu? Fuat paşa camiindeki levhalar ne oldu? Diğer camilerdeki bunca levha nereye gitti?

Vakıf eşyasına, vakıf mallarına ihânet eden Müslüman bir toplum iflâh olmaz, selâmet bulmaz. Bugün olduğu gibi sürünür durur. 08 Ekim 1998 Perşembe