İslâm’ın dâvet ve tebliğ ile ilgili iki ana prensibi müjdeleme ve korkutmadır (yahut uyarma). Zamanımızda bu iki hizmet Türkiye’de gereği gibi yapılamıyor. Çünkü:

1. Müslümanların yeterli seviyede din alimleri yoktur. Nasıl olsun ki, medreseleri, mektepleri, darülfünunları, eğitim sistemleri ortadan kalkmıştır. Hayırsever zenginler binalar yaptıracaklar, bunları rejime verecekler, rejim de oralardan dine hizmet edecek, tebliğ yapacak, tebşir ve korkutma faaliyetlerini yürütecek ehliyetli, liyakatli, yeterli, güçlü, vasıflı, üstün âlimler, fâdıllar yetiştirecek. Böyle bir duaya âmin diyen ahmaktır.

2. Yine Müslümanların kâmil mürşidleri hakîkî şeyhleri de yok denecek kadar azalmıştır. Altmış beş milyon nüfuslu bir İslâm ülkesine kaç şeyh lazımdır? Elbette üç beş icazetli, gerçek, silsilesi belli şeyh efendi ile insanları irşad faaliyeti yürütülemez. Kaldı ki, tekkeler ve zaviyeler kapatılmış, tasavvufî faaliyetler yasaklanmıştır.

3. Tarihî ârızalar ve kendi beyinsizlikleri yüzünden İslâmî kesim bir gecekondu ve varoş zihniyeti seviyesine düşmüştür. Bu zihniyetle, bu kafayla, bu kültürle müjdeleme ve korkutma işi yürümez. Bu zihniyet köylüleri, fakir tabakayı bile uyaramaz.

On iki yaşından küçük çocuklara din ve Kur’ân dersi verilmesi yasaklandı. Verenler ve verdirenler için ağır cezalar getirildi. Halk tabakasından bu zâlimâne yasağa karşı yeterli bir tepki geldi mi? Gelmedi. Çünkü halk bu işi kendi başına yapamaz. Halkın âlimler, mürşidler, şeyhler, gerçek Müslüman münevverler tarafından uyarılması gerekirdi. Kim uyaracak? Din baronları mı? Güldürmeyin beni. Onların işi gücü daha fazla taraftar ve daha fazla para toplamaktır. Din ve Kur’ân derslerini yasaklayan rejim kodamanlarına ödül bile verebilirler.

Türkiye nüfusu iki büyük kısma ayrılıyor: Altmış beş milyonun altmış milyonu ile beş milyonluk bir azınlık. Ülkenin yağını, balını, kaymağını bu beş milyon kişi yiyor. Millî gelirin arslan payını onlar devşiriyor. Bunların lüks gettoları vardır. Bu gettolara elinizi kolunuzu sallayarak, yahut otomobilinizle öyle kolayca giremezsiniz. Sınırları, sınır kapıları vardır. Korumaları sizi inceler ve isterlerse bölgeye girmenize izin verirler. Bu lüks gettolarda cami yoktur.Tenis kortları, golf sahaları, açık ve kapalı yüzme havuzları, güzellik enstitüleri, kulüpler, çocuklar ve gençler için oynama ve eğlenme yerleri vardır da cami yoktur. İslâmî kesimin kodaman, kocaman, pabucu büyük baronları bu bölgelere müjdeleme ve korkutma mesajları veremez. Kültürleri, akılları, vicdanları, iz’anları, tahsilleri yetersizdir.

Bağdat Caddesi, Ataköy, Etiler, Kemer Country, Boğaz yalıları, sırtlardaki tanesi üç-beş milyona satılan köşkler… Buraların halkı ve gençliğini müjdeleyecek ve korkutacak güce, vasfa, kafaya, gönüle sahip değildir Müslümanlar.

İstanbul’un şu bölgelerinin seçim sonuçlarına bakınız: Şişli, Beşiktaş, Bakırköy, Kadıköy, Adalar. Buralarda Müslümanlar seçim kazanamıyor. Çünkü bu bölgelerin halkı şehirlidir, buralarda nisbeten şehir kültürü hakimdir. Müslümanlar buralara hitap edemiyor.

Türkiye’nin kaymak tabakasına, altmış beş milyonun beş milyonuna bazı zarurî uyarılarda bulunmak gerekiyor. Onlar parayı tek değer olarak kabul etmişler, nefs-i emmârelerini put haline getirmişler, çok seviyesiz bir hedonizmi hayat felsefesi olarak kabul etmişlerdir. Onlar eski Babil’in, Roma’nın, Bizans’ın, Sodom ve Gomore’nin içine düşüp helâk olduğu uçurumun kenarındadırlar. Kendileri ile birlikte bu memleketi, bu halkı, bu devleti de yakacaklardır. Onlar Allah’ı unutmuşlardır ama Allah onları unutmuyor. Onlar evrensel ve aşkın (transandantal) ilkeleri, kanunları, sınırları hiçe sayıyorlar.

Azan, gaflete düşen, Allah’a isyan eden, yeryüzünü fesada veren kimseleri uyarmak ve korkutmak Müslümanların başındaki kişilerin ana vazifelerindendir. Broşürlerle, kitaplarla, radyo ve televizyon yayınlarıyla, afişlerle, konferans ve açık oturumlarla uyarılmalıdır bu zümre. Lakin Müslümanlar bu vazifeyi yapamıyorlar. Tabanı, fakir halkı, varoş ve gecekondu sekenesini, kırsal kesim kültürlülerini fareli köyün kavalcısı gibi peşine takmak kolaydır ama okumuş, zengin, yüksek tabakaya hitap edebilmek zordur. Böyle işler için Mevlana Celalüddin Rumî gibi hocalar, şeyhler, mürşidler, tebliğciler gerekir.

– Ulan sapıklar, Müslüman olsanıza be!..

Yüksek tabakaya, böyle müjdeleme yapılmaz, onlar böyle korkutulmaz ve uyarılmaz. Kültür, edebiyat, sanat, vasıf gerekir bunun için.

Yüksek gafil tabaka Müslümanların çıkardığı gazete ve dergileri okumuyor. Daha doğrusu, Müslüman kesim kendi gazete ve dergilerini onlara okutamıyor. Hatânın başı şudur: Müslümanlar kendileri için gazete ve dergi çıkartıyor, onlar için çıkartmıyor, çıkartamıyor.

Her cemaat, her tarikat, her baronluk kendi gazete, dergi ve televizyonuna sahip olmak istedi. “Tez bizim de gazetemiz, dergimiz, radyomuz, televizyonumuz olsun!..” Müridler, bağlılar canla başla çalışıp bunları kurdular. Kim okuyor, kim seyrediyor? Bağlılar, müridler… Karşı taraf, beş milyonluk kaymak tabaka niçin okumuyor? Hayır, onlar okumuyor değil, biz okutamıyoruz.

Doğru dürüst, vasıflı, güçlü bir şekilde dâvet ve tebliğ faaliyetleri yapılsa; müjdelense, korkutulsa İslâm’dan uzaklaşmış, dine cephe almış, azmış tabaka toptan Müslüman mı olacak? Tabiî ki, toptan Müslüman olmayacak. Lakin bir kısmı uyanacak ve doğru yola gelecek. İstenen de budur. İnsanları hidayete getirmek bizim elimizde değildir. Biz doğru olanı, en güzel ve uygun şekilde, insanların akıl ve kültürleri derecesinde tebliğ etmekle, bildirmekle mükellefiz. İşte bunu yapamıyoruz.

Fakir mahallelerde, gecekondu ve varoş bölgelerinde biraz başarılı olan bazı dâvetçilerimizi Bağdat caddesine, Kemer Country’e (girebilirlerse) gönderin, gülünç duruma düşeceklerdir.

Fakir bir taşralı genci küçük bir bursla, bir yurttaki ranza yatağı ile, sabah kahvaltısı ve akşam yemeği ile çekebilirsiniz ama üniversiteye lüks spor arabası ile gidip gelen, babasından ayda bin dolar cep harçlığı alan hoppa, züppe, zengin genci bu gibi küçük menfaatlerle çekemezsiniz. Onu çekebilmek için gönül ister, kültür ister, yükseklik ister.

“Benim şeyhim en büyük, öteki şeyhler en küçük.. Benim tarikatim en hak, öteki tarikatlar berbat…” gibi aptalca, eblehçe, zekâ özürlüce sloganlarla ve beyanlarla hangi zengin yüksek tabaka çocuğu İslâm’a çekilebilir?

Bizim dinimiz akıl, firaset, basiret, ilim, irfan, medeniyet, kültür, sanat dinidir. Bizim dinimiz kin, düşmanlık, fitne, fesat, nifak, şikak, şarlatanlık kabul etmez.

Din sömürüsü yapan, cemaatlerini İslâm ile özdeşleştiren, hatta ondan daha yüksek gören, şeyhini Allah’tan ve Peygamberden daha fazla seven, niza (çekişme) çıkartan, mü’minleri birbirine düşman eden, özel hayatlarında Nemrud, Firavun, Neron gibi yaşayan, para ve nefsine put gibi tapan, riyaset ve şöhret için kuduran adamlar ne müjdeleme, ne de korkutma hizmeti yapabilir.

İslâmî kesim tarafından, karşıdakileri uyarmak, müjdelemek, korkutmak, akıllarını başlarına getirmek için yayınlanmış bir tek broşür gösterebilir misiniz? 01 Ağustos 2000