Pazartesi

 

İslâm inançlarına göre mülk Allah’ındır. Her şeyin hakikî sahibi ve maliki Yüce Yaratan’dır. Diğer semavî dinlerin inanç sistemlerinde de böyledir. Ülkeler, vatanlar da mülktür; Allah onları dilediği kavme verir, dilediği zaman da ellerinden alır.

İslâm bilgeliği “Adalet mülkün temelidir” ilkesini koymuştur.Bu toplum, üzerinde yaşadığı mülkte adaleti uygularsa, o mülk onun elinde kalır; uygulamaz, azar, kötülüğe ve günaha kayarsa, kendisinde emanet olan mülk elinden alınır.

Dünya üzerindeki mülklerin haritası tarih boyunca hep aynı kalmamıştır, zaman zaman değişiklikler olmuştur. Hem sınırlar değişmiştir, hem malikler.

Kutsal kitaplar ve tarih bize, vaktiyle çok azmış, çok kudurmuş, çok fenalık ve zulüm yapmış kavimlerin yok edildiğini, nam ve nişanlarının ortadan kalktığını haber veriyor.

Bazı kavimler ise, ceza-yı sezalarının neticesi olarak, eski büyük mülklerinin küçüldüğünü, izzetlerinin zillete dönüştüğünü görmüşlerdir.

Osmanlı devleti 1300’lerde nasıl başlamıştı? Osmanlılar bir Oğuz aşireti idi. Uzaklardan göçüp gelmişler, Selçuk sultanının izniyle Söğüt ve Domaniç kasabalarına yerleşmişlerdi. Anadolu’daki en küçük siyasî birim Osmanlı beyliğiydi. Ahlâkları, faziletleri, adaletleri, cihadları, iyi ve güzel halleri, doğrulukları sayesinde kısa zamanda büyümüşler, tarihe “Muazzam Osmanlı Devleti” adı ile geçecek bir cihan imparatorluğu, bir “İslâm Barışı” kurmuşlardı. Sonra çeşitli sebepler dolayısıyla ahlâk ve faziletleri zayıflamış ve önce devletleri duraklamış, sonra gerilemeye başlamış ve sonunda çökmüştü. Osmanlı devletinin enkazı üzerinde kırka yakın, irili ufaklı devlet kuruldu.

Osmanlı devleti battıktan sonra, Anadolu’da ve küçük Trakya’da, Misak-ı Millî sınırlarının bir kısmı içinde (tamamı değil) Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin ayakta durması, bekası, uzun müddet pâyidar olması öncelikle adalete bağlıdır. Bu ülkenin, bu devletin, bu toplumun esası, temeli adalet olursa yaşayacak; aksi takdirde sarsılıp hastalanıp çökecektir.

Bu topraklarda bizden önce Bizanslılar vardı. Onlardan önce de başka kavimler, başka kültürler, başka devletler ve medeniyetler vardı.Hititler, Frikyalılar eski Grekler, Urartular…Emanet onlardan alınmış bize verilmiş… Sınanma sırası bizdedir. Âdil olursak, iyi ve doğru olursak, güzellikler sergilersek bu ülkede hürriyet, refah, huzur içinde yaşarız. Azarsak, çirkin ve kötü işler yaparsak, zulm edersek mülk elden gider.

Endülüs denilince Müslümanların içi cız ediyor, yürekleri kan ağlıyor. Çünkü İberya Yarımadası yedi asır boyunca Müslümanların elinde kaldı; orada çok parlak bir İslâm hakimiyeti, medeniyeti, kültürü sergilendi. Sonra Müslümanlar bozuldular, irili ufaklı bir sürü devlete ayrıldılar, birbirleriyle boğazlaştılar, ahlâkları fesada uğradı. Sonunda Hıristiyanlar topraklarının büyük kısmını ellerine geçirdi. Geriye bir tek Gırnata devleti kaldı. Onun son sultanı da, birkaç on bin altın karşılığında devletini, mülkünü düşmanlara sattı, defolup gitti. Giderken ağlıyormuş. Yaşlı annesi, “Erkek gibi savaşıp cihad etmedin, şimdi karılar gibi ağla bakalım…” demiş.

İşte biz Müslümanlar Endülüs denilince nasıl üzülüp kahr oluyorsak, Hıristiyanlar da Anadolu denilince kahr oluyorlar. Hiçbir milliyetçi ve sofu Grek Ortodoks Türkiye demez, “Küçük Anadolu” der. Müslüman Türklerden öylesine nefret eder.

Tanzimat’tan bu yana Hıristiyan misyonerleri Türkiye’yi yeniden Hıristiyanlaştırmak, Müslümanları bu ülkeden ya koğmak, yahut da din değiştirterek Nasranî yapmak için yılmadan usanmadan çalışıyor. Türkiye’de misyonerlik basit bir dinî propaganda faaliyetinden ibaret değildir. Perdenin arkasında siyasî emeller, emperyalizmler vardır.

Biz Müslüman Türkler, üzerinde yaşadığımız bu mülkte, bu vatanda ayakta durmak, hürriyet içinde yaşamak, kimliğimizi korumak istiyorsak dinimize sarılmalıyız. Benim şu sözlerim Müslümanlaradır. Müslüman olmayanlara, inançlarını kaybetmiş olanlara bir şey demiyorum. Bizim dinimiz bize, onların dinleri onlaradır.

Tarih boyunca Müslüman kelimesi ile Türk kelimesi, Avrupalılar katında aynı mânâyı taşımıştır. Müslümanlığı kaldırdınız mı Türklük de elden gider.

Bizi içimizden çökertmek isteyenler, Osmanlı İmparatorluğu’nu teşkil eden Müslümanların arasında menfi milliyetçilikler, kavmiyetçilikler çıkarttılar ve yaydılar. Dikkat edilecek olursa Müslümanlar, bilhassa Türkler arasındaki milliyetçilik ideolojilerini ve akımlarını başta Yahudiler olmak üzere, hep gayr-i müslimler çıkartmıştır… Vambery’ler, Moiz Kohenler… Ziya Gökalp mi?O bir Kürttür. Gençliğinde Kürt milliyetçiliği yapmış, sonra Türkçülükte karar kılmıştır. En yakın dostu, arkadaşı da Tekin Alp takma adıyla aşırı Türkçülük ve milliyetçilik yapan Moiz Kohen efendidir.

Araplar arasındaki milliyetçilik ve Arapçılık hareketini de Hıristiyan Araplar başlatmıştır.

Osmanlı’nın parlak zamanlarında milliyetçilik yoktu. Bu ideoloji zaten 19’uncu asırda Batı’da çıkartılmıştır. Müslümanlar, hangi kavimden olurlarsa olsunlar tek bir millet idiler. OsmanlıDevleti, Toynbee’nin dediği gibi bir “milletler camiası” idi. Elbette kabile, ırk, lisan, kavim, bölge asabiyetleri vardı ama asrımızdaki gibi milliyetçilik yoktu.

Misyonerler, ajanlar, Yahudiler her Müslüman kavmin içine sızdılar ve onlara menfi milliyetçilik aşıladılar. Arnavutlar Arnavutçu oldu, Araplar Arapçı ve sonunda İslâm ümmeti, şirazesi dağılmış bir kitap gibi yele savrulup gitti

Avrupalılar birleştiler, ABD’nin karşısında büyük bir devlet olmak için çalışıp duruyorlar. Müslümanlar ise bin parçaya ayrılmış vaziyette. İslâm birlik demektir, menfi milliyetçilik ve kavmiyetçilik ise tefrikadır. Tefrika azap getirir.

Türkleri, Allah’ın Resûlü Muhammed aleyhisselâtü vesselâmın nizamı yüceltmişti. O nizama arka çevirdikleri zaman ne hale geldikleri meydandadır.

Avrupa’da Hıristiyanlık genellikle gerilerken ABD’de büyük bir güç olmaya devam ediyor. Amerika, Türkiye Hıristiyan olmadıkça veya kendi sömürgesi durumuna düşmedikçe bizden razı olmayacaktır. Başkan Bush, son derece koyu bir Protestandır, her gün İncil okumaktadır, resmî toplantılarda bile bazen coşup, dizlerini yere koyup ellerini birleştirerek dua etmektedir. Amerika, 1923’te imzalanmış olan Lozan andlaşmasına niçin imza koymamıştır? Lozan, TürkiyeCumhuriyeti’nin uluslararası meşruiyet ve garanti belgesidir. Türkiye’nin Amerika’dan, Lozan’ı imzalamasını ve tasdik etmesini resmen istemesi gerekir. Aradan yetmiş seksen sene geçmiş ve hâlâ imzalamıyor? Niçin? Çünkü bu ülkenin, bu halkın tekrar Hıristiyan olmasını arzu ediyor.

Kendimizi islah etmez (iyileştirmez), adaletli olmaz, iyiliğe ve marufa yönelmez, kötülükten ve münkerden el çekmez, kendi millî ve dinî kimliğimize sımsıkı sarılmazsak istikbalimizin karanlık olacağından şüphe etmeyelim. 04 Mart 2003