Çarşamba

(1) Kur’ân’da “Mü’minler kesinlikle kardeştir” buyurulmaktadır.

(2) Kişide müminlik sıfatı bulunduğu müddetçe HİÇBİR BAHANE VE SEBEPLE bu kardeşlik bozulamaz.

(3) Bir mü’min maazallah irtidat eder ve bu irtidat keyfiyeti müftü ve kadı tarafından tesbit ve ilan edilirse, kardeşlik ortadan kalkar.

(4) Müftü ve kadı olmayan hiç kimse bir mü’minin mürted olduğuna dair fetva ve ilam veremez.

(5) Mü’mini tekfir eden kâfir olur.

(6) Bid’atlere ve günahlara batmış bir mü’min, şayet o bid’at ve günahlar kendisini küfre götürmüyorsa, imanı baki ise kardeşlikten atılamaz.

(7) Mü’minler, kendilerinden yaşça ve rütbece (ilim, irfan, makam, mevki…) büyük olan mü’minlere hürmet ederler.

(8) Yaşça ve rütbece küçük olanlara merhamet ve şefkat ile muamele ederler.

(9) Hadîs-i şerifte “Büyüklerimize saygı göstermeyen, küçüklerimize şefkat etmeyen bizden değildir” buyurulmuştur.

(10) Mü’min o kişidir ki, kendi kusur, ayıp ve günahlarına bakmaktan ve onlar için üzülmekten dolayı başkalarının noksanlarını, günah ve ayıplarını göremez.

(11) Bir mü’min, başka bir mü’mindeki (onda gerçekten mevcut olan) bir kusuru ayıplar, onu teşhir ve terzil ederse, Allah aynı ayıbı ona vermeden canını almaz. (Hadîs meali)

(12) İslâm’da tecessüs yoktur. Mü’minler, din kardeşlerinin gizli kapalı ayıp, kusur ve günahlarını araştırmazlar, bu konuda meraklı olmazlar, casusluk yapmazlar.

(13) Mü’minler mezhep, tarikat meşreb, cemaat farklılıkları yüzünden birbirlerine soğuk durmazlar, hele iman kardeşliği bağlarını kesmezler veya gevşetmezler.

(14) Mü’minler futbol kulübü tutar gibi fırka, hizip, cemaat tutmazlar, bu gibi asabiyetlerden ve huliganlıklardan uzak dururlar.

(15) Kur’ân’ın kesin açıklamasına göre “Allah katında derecesi en yüksek mü’min, en takvalı olan, yani Allah’tan en fazla korkan, Allah’ın emir ve yasaklarına en fazla uyan mü’mindir.”

(16) Dinimiz ırk, kabile, lisan, kültüre dayanan (yaşama biçimi) asabiyetleri yasaklamıştır. Türkçülük, Arapçılık, Kürtçülük, Çerkezcilik yapmak doğru değildir. Ben bir Türk olarak sâlih bir Kürd’ü, fâsık bir Türk’e tercih ederim. Kürt de sâlih bir Türk’ü, fâsık bir Kürd’e tercih etmelidir. (Bir Müslümanın mensup olduğu kavmi ve toplumu sevmesinde bir sakınca yoktur. Yeter ki, Türkçülük, Kürtçülük, Arapçılık yapılmasın.)

(17) Mü’minler normal ve genel olarak kardeştir. İki mü’min arasında ihtilaf, farklılık, anlaşmazlık varsa onlar DAHA FAZLA KARDEŞTİR. Ta ki, şeytan onları birbirine düşman etmesin.

(18) Bir mü’minin bir hocayı, bir şeyhi, muhterem bir zatı sevmemesi, onu tenkit etmesi, iman kardeşliğini bozmaz ve ona düşman olmak için geçerli ve yeterli bir sebep teşkil etmez.

(19) Mü’minler kötülüğü iyilikle uzaklaştırırlar.

(20) Mü’min kardeşin seni aramazsa sen onu ara, seni ziyaret etmezse sen onu ziyaret et, senin düşkün zamanında sana yardım etmemiş olsa bile düşerse sen onun yardımına koş.

(21) Mü’min mü’minin gıybetini yapmaz. Şeriat ancak fâsık-ı mütecâhir olanların gıybetinin yapılmasına izin vermiştir. (Fâsık-ı mütecâhir: Günahları, haram olan işleri açıkça, küstahça halka göstererek yapmak…)

(22) “O adam benim şeyhimi ve tarikatımı sevmiyor, onları tenkit ediyor…” diyerek bir mü’mine düşman olmak hiçbir tarikatlıya yakışmaz. Sadece “Onun nasibi yok…” diyebilir ve asla düşman olmaz. Aksi taktirde tarikatını, dininden yukarıda görmek sapıklığına düşmüş olur.

(23) Mü’min kardeşlerine düşmanlık ederken, kâfirlerle dost olan, onları veli ittihaz edenler kesinlikle olgun Müslüman değildir.

(24) Bir haksızlığa ve zulme uğrayan mü’min, yüzde yüz haklı olduğu halde, fitne ve fesat çıkmaması için susar, kendini savunmaz ve hakkını aramazsa, Allah’a havale ederse ona iftira ve zulm eden (veya edenler) cezasız kalmaz. Çünkü mazlum, işini Allah’a havale etmiştir. Kâfir bile olsa mazlumun (zulme uğramışın) duasını kabul eden Cenab-ı Hak, mazlum mü’minin duasını kabul etmez mi?

(25) Her grup ve meşrebten mü’minler günde beş kez vakit farz namazlarda camilerde cemaat olurlarsa iman ve İslâm kardeşliğini pekiştirmiş olurlar.

(26) Dünyanın öbür ucundaki bir Müslüman haksızlığa veya saldırıya uğrasa, bütün Müslümanların ona elden geldiği kadar yardım etmeleri, destek vermeleri gerekir. Bir mü’minin ayağına diken batınca, bütün mü’minler onun acısını kalplerinde hissetmelidir.

(27) Fıskı, fücuru, günahı kendisini dinden çıkartmayan bir Müslümanın arkasında namaz kılınabilir. Yeter ki, namazın sıhhatine mâni bir hal bulunmasın.

(28) Hadîste buyuruluyor: “Mazlum olsun, zâlim olsun kardeşine yardım et.” Ashab soruyor: “Mazluma yardımı anladık, zâlime nasıl yardım edeceğiz?” Efendimiz şöyle cevap veriyor: “Elini onun elin üzerine koyarsın, yani zulmüne mani olursun.”

(29) Din sömürüsü, mukaddesat bezirgânlığı yapanların Müslümanlığı şüphelidir. Onlarda münafıklık alametleri vardır. Rüşvet alanlar, ihalelere fesat karıştıranlar, devletin ve belediyelerin bütçelerini hortumlayanlar, haram yiyenler, saçı bitmedik yetimlerin haklarını gasbedenler uğursuz kimselerdir, onların şerlerine ve fitnelerine karşı uyanık olmak gerekir. Onlar desteklenmez.

(30) Bir mü’mindeki günahlara, isyanlara, açıkça görülen bozukluklara karşı olunabilir. Mü’minin bütün şahsiyetine düşmanlık edilmez, çünkü o şahsiyet içinde iman da vardır.

(31) Peygambere saldırılınca sesini çıkartmıyor, tepki göstermiyor; kendi şeyhine saldırılınca havalara çıkıyor, ortalığı velveleye veriyor… Bu gibi adamlar kesinlikle olgun ve vasıflı Müslüman değildir.

(32) Mü’min, Allah için yardım eder. Yardıma muhtaç ve layık, ona tabiatıyla yardım eder. Yardıma muhtaç, fakat layık değil, ona da yardım eder. Bu ikinci sınıfa yardım edenler, onların şerlerine karşı tedbir almalıdır. (İtteku men ahsente ileyh…)

(33) Nasihat etmeye ehil olan kimseler, nasihata muhtaç mü’minlere güzel, uygun, yumuşak, müjdeleyici ve uyarıcı, onun aklının derecesine göre nasihat edip öğüt verirler. Kaba, kırıcı, kaş yaparken göz çıkartıcı, dinden soğutucu öğüt verilmez. Bu gibi öğütler anti-öğüttür.

(34) Tenkit etmeye ehliyet ve liyakati olan mü’minler, tenkit edilmesi gereken mü’minleri şeriat hükümleri, edeb, ahlâk, adalet, vicdan, insaf sınırları içinde tenkit edebilirler. Ancak tenkitlere kesinlikle hakaret ve iftira karıştırılmamalıdır. Böyle yapanlar alçak, seviyesiz, rezil kişilerdir.

(35) Mü’minler kötülemelere karşı, İslâm büyüklerinden Süleyman Darimî hazretlerinin şu prensibine göre hareket etmelidir: “Bütün dünya halkı beni kötülemek hususunda bir araya gelse, benim kendimi kötülediğim kadar kötüleyemezler…” buyurmuştur.

(36) Mü’minler arasında fitne fesat, nifak şikak, çekişme tepişme, tefrika çıkarsa Ümmet birliği bozulur, Müslümanların gücü ve kuvveti elden gider, sonunda esir, zelil ve sefil olurlar, düşmanları onlara galebe çalar. Kur’ân bunu haber veriyor, Peygamber bunu haber veriyor, Sâlih Selefler bunu haber veriyor.

(37) Bir Müslüman, haklı veya haksız bir sebepten dolayı din kardeşine darılsa, küsse (üç günden fazla olmaz), kırılsa bile ona kesinlikle düşman olmamalıdır. 04 Mayıs 2006