1969 yılının Şubat ayında bir pazar günü, kafileler halinde Taksim’e giden Müslümanlar, öğle ezanı okununca Dolmabahçe camiinde namaz kılmak istemişler; kendilerine “Burası şu sırada askerî bölgedir” denilerek camiye girmelerine izin verilmemiş; onlar da deniz kenarındaki parklarda çimenler üzerinde namaz kılmışlar. O gün öğleden sonra Taksim’de, bir takım solcuların Kanlı Pazar dedikleri çatışma olmuş.

Babıali’nin Pravda’sında yazan birkaç azılı din düşmanı Pembe ve ateist yazar, çimenlerde namaz kılan Müslümanlar için: “Onların kıbleleri Amerikan 6’ncı Filosu’dur…” demişlerdir.

Bu adamların vicdanı, insafı, iz’anı, ahlakı, terbiyesi işte böyledir. Müslümanlar kıbleye yönelmişler namaz kılıyorlar. Tesadüfen önlerinde Boğaziçi’nde Amerikan filosu var. Kıbleleri bu filo oluyor… Ne mantık ne mantık. Amerika, Müslümanlar için hiçbir zaman mecazî mânada kıble olmamıştır.

Müslümanlar ne Sovyetler Birliği, ne Amerika, ne başka bir devleti kıble, önder, rehber, örnek olarak kabul etmemişlerdir. Zaten edemezler. Çünkü dinleri, inançları, bağlı oldukları nizam böyle bir şeye izin vermez.

Bir Marksist için Sovyetler Birliği, Mao Çin’i, Castro Küba’sı, şu veya bu kızıl rejim örnek ve model olabilir. Bir Faşist Nazi Almanya’sını, Mussolini İtalyasını, başka bir diktatörlüğü örnek ve model alabilir. Müslümanların böyle örneklere, modellere ihtiyacı yoktur.

Müslümanların kendi sistemleri, örnekleri, modelleri vardır. Hiçbir samimî, ihlaslı, şuurlu, haysiyetli, gerçek Müslüman

– Amerikancı olamaz,

– Avrupacı olamaz,

– İslâm dışı bir ideolojiyi, inancı, sistemi, düzeni örnek ve model kabul edemez.

Zerre kadar insafı, kuş kadar aklı olan vicdanlı bir insan yukarıda yazdıklarımı kabul ve teslim eder.

Dinî inançlarım, görüşlerim, yazılarım, fikirlerim yüzünden 1969’da baskılara maruz kaldım, ülkemi terk ettim.O tarihte hangi yabancı ülkeye gidebilirdim?

Dünya ikiye ayrılmıştı:

– Bir yanda demokratik, çoğulcu, hürriyetçi Batı dünyası vardı.

– Öbür yanda kızıl faşist rejimler vardı. Bunlarda din, inanç, fikir, görüş hürriyeti yoktu. Çoğulculuk yoktu. Temel insan hakları ve hürriyetleri yoktu. Bu bloktaki Müslümanlar esaret altındaydı. Zulüm vardı, baskı vardı, haksızlık vardı, ölüm ve zindan vardı.

Ben bir Müslüman olarak herhalde 1969’da Sovyetler Birliğine veya Çin’e kaçacak değildim. Önce hacc için Arabistan’a gittim. Oradan oturma izni istedim alamadım; Ürdün’e, Lübnan’a geçtim, üç-dört ay sonra da ver elini Almanya… Af kanunu çıkıncaya kadar bu demokratik ülkede oturdum. Almanya, o tarihte, İslâm’ın Mekke devrindeki Habeşistan gibiydi.

1969-1974 yılları arasında Türkiyeliler 14 batı ülkesine vizesiz gidebiliyordu. Almanya’da beş sene, ikamet iznim olmadığı halde huzur içinde oturdum. Ev kiraladım, zaman zaman dış seyahatlere çıktım. Alman polisi benden bir kere bile hüviyet sormadı.

O tarihte Almanya yerine Amerika’ya da gidebilirdim. O zamanlar bugünkü gibi Başkan Bush rejimi yoktu, Müslümanlara kötü muamele edilmiyordu, kötü gözle bakılmıyordu.

Birtakım mantıksız yazarlar beni ve Müslümanları Amerikancı olmakla suçluyorlar. Yalandır, iftiradır, insafsızlıktır. Ciddî ve seviyeli kimselerin, iddialarını mantıkî olarak isbat etmeleri, mâkul gerekçeler göstermeleri icab eder.

Dünyada iki süper-güç varken, ateist ve bolşevik cepheye karşı demokratik ve hürriyetçi Batı cephesini tutmuş olmak ne Amerikancı, ne de Avrupacı olmak mânasına gelir. O tarihlerde Müslümanlar, aklın, bilgeliğin, mantığın gereğini yapmışlar, ‘Ehven-i şerreyn”i (İki kötüden hafif olanını) tercih etmişlerdir.

Sovyetler Birliği yıkılıncaya kadar Türkiye’de bir kızıl tehlike her zaman var olmuştur.Birtakım kimseler, fikir ve aksiyon ile Türkiye’de, Sovyet veya Kızıl Çin yanlısı uydu bir rejim kurulması için çalışmışlardır.Bu çalışmaları inkâr etmek, böyle bir şey olmamıştır demek tarihle, gerçekle alay etmek demektir.

1969 Şubat’ındaki Kanlı Pazar (Bazıları Şanlı Pazar diyor…) hâdisesindeki solcular, 1919’un ruhunu taşıyan vatanseverlermiş de, onlara karşı çıkan Müslümanlar vahşiymiş, şuymuş, buymuş… Yok canım! Bir kere, o tarihteki kızıllar kesinlikle 1919 ruhuna sahip değillerdi.

1919 ruhu, Millî Mücadele ruhu demektir. Bu ruh Müslümanlarda vardı. Bizim Millî Mücadelemiz islamî bir cihad harekatıdır. O tarihte Türkiye’de islamî bir sistem vardı.

1921 anayasasının ikinci maddesinde ne yazıyordu: “Devletin dini İslâm dinidir…” O tarihte bir Halife vardı. Millî mücadele Halifeye sadıktı. Şarlatanlığı, demagojiyi, yalanı, dolanı, iftirayı, gerçekleri tersyüz etmeyi bırakalım ve tarihe, tarihçilere kulak verelim.

1969 yılının Şubat ayında bir pazar günü Taksim’e çıkan solcuların yürümeye ne kadar hakkı vardı ise, Müslümanların da en az onlar kadar hakkı vardı. Kızıllar yürüyecek, vatansever olacak; Müslümanlar yürüyecek, vahşi olacak. Aman ne adalet, ne eşitlik, ne mantık, ne vicdan.

Birtakım Marksistlere, Pembelere, İslâm düşmanlarına sesleniyorum: Siz kendinizi hem savcı, hem hakim, hem cellat mı sanıyorsunuz? Savcılık taslıyorsanız, ortaya tarihî, mantıkî, hukukî delil, belge ve gerekçelerinizi koysanıza. Bunları tartışmaya açık olsanıza.

Hâkim değilsiniz, olamazsınız da… Hâkimlik taslıyorsunuz, o halde ahlak, adalet, insaf kurallarına uysanıza. Siz bugünkü durumunuzla sadece cellatsınız. Delilsiz, gerekçesiz iddia ediyorsunuz, karalıyorsunuz, aleyhte hüküm veriyorsunuz ve idam ediyorsunuz.

Başka milletlere, toplumlara baksanıza. Yakın tarihlerini nasıl sorguluyorlar. Yapmış oldukları hatâları, işlemiş oldukları cinayetleri nasıl kabul edip özür beyan ediyorlar. Rusya bile Kızıl rejim esnasında işlenen nice resmî cinayeti kabul ve itiraf etti. Sultan Galiyev’in haksız yere mahkum ve itlaf edildiğini resmen kabul ettiler.

Papalık, bin yıl kadar önce Katoliklerin işlemiş olduğu Haçlı seferleri hatâsını kabul etti, İslâm dünyasından bağışlanma diledi. Fransızlar Cezayir savaşında yaptıkları zulüm, haksızlık, insan hakları ihlallerini kabul ettiler, sorguladılar, tartıştılar. Bizde ise hâlâ yargısız infaz zihniyeti hâkimdir.

Hâlâ şu veya bu ideoloji; devletten, Meclis’ten, millî iradeden, hukuktan, millî kimlikten üstün görülmektedir. Hâlâ, tabularla, rasyonalist ve pozitivist dogmalarla boğuşuyoruz. Hâlâ tartışılmaması gereken din ve inançları tartışan; ülkenin dominant Müslüman halkını iç-düşman, tehlike ve tehdit olarak görenler var. Ne zaman medenî, seviyeli, insaflı, adaletli, hikmetli insanlar olacağız? Beni Amerikancılıkla suçlayanlara hitap ediyorum:

Ya ipe sapa gelir, mantıkî belgeler, deliller, gerekçeler ileri sürün. Yahut susun. Hayatımın hiçbir devresinde Amerikancı olmadım. Soğuk savaş yıllarında, Türkiye’nin ciddî bir Kızıl Tehlike karşısında bulunduğu zamanlarda kerhen, ehven-i şerreyn olan Amerika’yı ve Batı dünyasını tercih etmek Amerikancı olmak değildir. Türkiye ancak İslâm ile tam mânasıyla bağımsız olabilir. Biz bunu istiyoruz. Baylar!.. Çamur ve iftira atmayı bırakınız. Ciddî olunuz, tutarlı olunuz, âdil ve insaflı olunuz! 04 Aralık 2004