CumartesiOy verip onları Meclis’e göndermiş olan milyonlarca Müslüman öfke, üzüntü, şaşkınlık, teessüf duyguları içindedir. Seçimlerden önce neler dememişlerdi ki. Kimileri “Bize otuz milletvekili verin, başörtüsü meselesini halledelim”, kimileri “Biz Meclis’e girince bu acılar bitecek” gibi lâflar etmişlerdi.

Meclis’e girdiler ve şimdi bir kısmı daha önce söylediklerinin tam zıddını yapıyor, bir kısmı ise süt dökmüş kediler gibi hiç ses çıkartmıyor. Ne oldu bunca Müslüman milletvekiline? Dillerini mi yuttular?

Devlet Bahçeli ve etrafı, yakında iktidarın birinci partisi olmak üzere hazırlık yapıyorlar. Bu şartlar altındaki bir iktidara iktidar denilebilir mi?

Sayın Devlet Bahçeli kimdir? Din hürriyeti konusundaki görüşleri nelerdir? MİT’çilerle, derin devletle ilgileri ne derecededir.

Hangi gizli, esrarlı, milletten kopuk güçler MHP’ye mevcut düzeni, statükoyu gözetmek ve korumak misyonunu vermişlerdir?

MHP’nin tabanının millî kimliğe, İslâmî mirasa, tarihî devamlılığa bağlı ve sadık olduğundan kimsenin şüphesi yoktur. Peki partinin bugünkü gidişatı nasıl açıklanacak? Siyasî durum bunu gerektiriyormuş… Böyle bir açıklama kesinlikle yeterli ve ikna edici değildir.

Ortada vahim ve ciddî bir iddia vardır. Bozuk düzeni, statükoyu koruma işi milliyetçilere ve Türkçülere verilmiştir deniliyor.

İktidar olabilmek, iktidarın nimetlerinden faydalanabilmek, birtakım yüksek makamlara geçebilmek için hiçbir milliyetçi ve Türkçü bugünkü bitmiş, batmış, miadı dolmuş sistemi destekleyemez. Böyle bir destek devlet, halk ve ülke olarak Türkiye’nin âli menfaatlerine aykırıdır.

Meclis’teki diğer partilere mensup Müslüman milletvekilleri ne yapıyor? Dokunulmazlıkları vardır. Meclis kürsüsünden, gazetelerde, televizyonlarda niçin dinsizliğe, zulme, baskıya, zorbalığa karşı gereken şekilde konuşmuyorlar?

Ülkenin işleri her geçen gün biraz daha kötüye gidiyor. Siyasî durum berbat; iktisadî ve malî durum felaket; eğitim, kültür, üniversiteler fâcia; çöküntü genelleşmiş; gemi her yerinden su alıyor… Meclis’teki Müslüman milletvekilleri bu gün için var değiller mi?

50’li yıllarda Kırşehir Mebusu Osman Bölükbaşı tek başına muhalefet yapardı. Partisinin Meclis’teki tek milletvekili kendisiydi ve onun muhalefeti yüz kişininkine bedeldi. Siyasetimizde şimdi niçin Osman Bölükbaşı’lar yoktur?

Şu koskoca Türkiye, şu Osmanlı devletini kurmuş millet, vaktiyle bir cihan devleti olan bu devlet ne günlerde kaldı. Şimdi haykırmak, bağırmak, feryad ü figan etmek zamanı değil midir?

Geçen hafta bir iftar ziyafetinden sonra Nazlı Ilıcak hanımefendi, “Meclis üyelerinin dörtte üçünün zulme, zorbalığa, baskıya karşı olduklarını, onlarla teker teker özel olarak konuştuğunuzda söylüyorlar da, milletvekili olarak hiçbir şey yapamıyorlar” şeklinde konuştu. Cesaretleri mi eksiktir? Bir şeyden mi korkuyorlar? Üzerlerinde ne gibi tehditler vardır? Bazıları bomba-dosyaların patlatılmasından mı çekiniyor?

Zulüm her geçen gün şiddetleniyor. Egemen güçler Türkiye’yi Tunus’a benzetmeye çalışıyor. Böyle giderse başörtüsü sokaklarda, dükkanlarda bile yasak edilecektir. Böyle giderse camilerin bir kısmı kapatılacak, namaz kılmak bir cesaret meselesi olacaktır.

Müslüman milletvekillerinin dokunulmazlık zırhları vardır. Niçin bu korunmadan yararlanarak konuşmuyorlar, muhalefet etmiyorlar?

Niçin Türkçe, İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça çeşit çeşit ve milyonlarca broşür ve kitapçık çıkartılarak ülke ve dünya kamuoyu harekete geçirilmiyor?

Son otuz yıl boyunca, “Biz İslâm’a, Müslümanlara, ülkeye hizmet edeceğiz, hayırlı faaliyetler yapacağız-” diyerek halktan milyarlarca dolar para toplayan birtakım büyüklerin hiç sesi soluğu çıkmıyor?

Birtakım hocalar, daha ilk baskı ve tehditlerde kendilerine bağlı kadın ve kızların başlarını niçin açtırmışlardır?

Dünyanın en ileri ve güçlü ülkelerinde binlerce Müslüman kız başları örtülü oldukları halde okullara ve üniversitelere gidebiliyorlar. Niçin onların fotoğrafları çekilip de bizdeki birtakım yobazların gözlerine sokulmuyor?

Başörtülü Merve Kavakçı’ya yapılan haksızlık ve zulüm ne kolay bir şekilde sineye çekildi.

Dünya bizdeki zulmü, din düşmanlığını biliyor mu? Bilmiyor. Olup bitenleri, yetersiz bir şekilde de olsa büyük dünya gazetelerine, büyük devletlerin aydınlarına ve politikacılarına, Türkiye’ye ve İslâm’a sempati ile bakan kişilere duyurmak gerekir. Bu iş için elbette bir miktar para lazımdır, masraf yapılması icab eder. Türkiye’deki para babası bazı İslâmcılar, sözde büyük mücahidler bu konuda niçin teşebbüse geçmiyor, efsanevî servetlerinden harcama yapmıyor?

Kurtuluş Savaşı yıllarında örtülü bir Müslüman hanımın çarşafına el uzatan işgal kuvvetlerine ilk kurşunu atan Sütçü İmamı kahraman ilan eden zihniyet şimdi neler yapmaktadır?

Osmanlı devleti mağlup olup mütareke ilan edildikten sonra İstanbul’u işgal eden İngiliz, Fransız, İtalyan kuvvetleri bile Türk kadınlarının tesettürüne, başörtüsüne el ve dil uzatmamışlardı.

Başörtüsü zulmü gerçekten korkunçtur, kaygı vericidir, kahredicidir, yüz kızartıcıdır. Başta Müslüman milletvekilleri olmak üzere bütün aydınların bu zulme karşı çıkması, yasal sınırlar içinde bu baskılarla ve zorbalıklarla mücadele etmesi gerekir. Korkaklık, ürkeklik, mıymıntılık zamanı değildir. Milletin vekaletini alanların onu müdafaa etmek için ellerinden geleni yapmaları icab eder. Niçin yapmıyorlar? Hangi hesaplar peşindeler?

Bu iş elbette ki, sadece Meclis çatısı altında halledilip bitirilemez. Meclis’te de çalışılacaktır, medyada da, halk yığınları içinde de. Milyonlarca tesirli broşür basılıp dağıtılmalı, fısıltı gazetesinin yayınlarına bir an bile ara verilmemelidir. Anti-demokratik baskıcı ve zorlayıcı güçler aslında o kadar kuvvetli değildir. Onlar güçlerini Müslümanların güçsüzlüğünden, hareketsizliğinden, haklarını gereği gibi koruyamamalarından alıyorlar.

Amerika’ya, Kanada’ya, Avrupa ülkelerine içlerinde tesettürlü kadınların da bulunduğu lisan bilir aydın heyetler göndererek dünya kamuoyunu harekete geçirmemiz, kendi vatanımızda çektiğimiz zulümleri anlatmamız gerektiği halde 28 Şubat’tan beri böyle bir teşebbüse geçilmemiştir.

Haklarını aramayan toplumlar ezilmeye, zillete, zulme, esarete mahkum olurlar. Bu konuda en büyük sorumluluk ve vebal de, o toplumların vekillerine ve baronlarına aittir.

Not: Bugün, Sultanahmet Camii avlusundaki kitap fuarında (BEDİR YAYINEVİ) kitap imzası için bulunacağım. 10 Aralık 2000