Müslüman Tâcir
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Ocak 2019
Perşembe
Müslüman tâcir, Müslüman işadamı, Müslüman sanayici, Müslüman serbest hizmet erbabı nasıl olmalıdır, ondaki bellibaşlı sıfatlar ve özellikler nelerdir? Maddeler halinde bunları sayacağım:
Birincisi: Sermayesini pahalı mülke, pahalı otomobile, pahalı yazlığa, kotraya, tekneye yatırmaz. Şu anda öyle işadamları görüyoruz ki, bir milyon dolara, hattâ daha fazlasına bahçe içinde ev veya köşk alıyor. Kuş kadar aklı olan bir tâcir, sermâyesini, ticaret ve iş bakımından ölü bir mülke bağlamaz. İş bilen Musevî tâcirler pahalı mülk almazlar, yüksek kira öder ve lüks ev veya dairelerde yaşarlar. Biz onlar kadar akıllı değiliz.
İkincisi: Ne kadar zengin olursa olsun Müslüman tâcir evinde ortahalli bir hayat sürer; iktisat, kanaat, tevâzu prensiplerine riayet eder; lükse şatafata, israfa, sefahate kaçmaz.
Üçüncüsü: Müslüman tâcir dindardır. Beş vakit namaz kılar, elinden geldiği kadar cemaate devam eder. Zenginleşmeden önce beş vakti dikkatle kılıyordu, sonra zengin oldu ve namazı ya büsbütün bıraktı, yahut alaca bulaca kılmaya başladı. Bu adam akıllı ve iyi bir tacir değildir. En iyi ticaretin Allah ile yapılan olduğunu idrak etmemiş…
Dördüncüsü: Müslüman tacirin evinde veya köşkünde mutlaka özel bir kütüphanesi vardır. Her gün kitap okur. Hangi kitapları? Faydalı, değerli, kalıcı kitapları… Müslüman tacir her ay kitap alır, bunların bazılarına deri maroken ciltler yaptırır. Kitap, onun için vaz geçilmez bir şeydir.
Beşincisi: Müslüman tacirin aylık bütçesinde bir “Kitap, Kültür, Sanat” bölümü vardır, bütçesinin giderlerinin 10’da birini bu sahada harcar. Geleneksel el sanatlarıyla ilgilenir, bunlardan satın alır, sergilere, konserlere gider, zaman zaman müzayedelere iştirak eder. Sanatsız, kültürsüz, kitapsız büyük tacir ve işadamı olunmaz.
Altıncısı: Müslüman tacirin evi ve bürosu İslâm sanatına göre dekore edilmiştir. Duvarlarda hüsn-i hat levhaları, yerlerde kök boyalı halılar ve kilimler, kıymetli Kütahya ve İznik çinileri, antikacılardan veya eskicilerden alınmış objeler bulunur.
Yedincisi: Müslüman işadamı iyi bir aile reisi, iyi bir eş, iyi bir babadır. Çoluk çocuğuna göz kulak olur, onları (sıkmayacak şekilde) İslâmî bir disiplin içinde tutar. Hacı bey beş vakit namazını kılıyor, oğlu Bağdat caddesinde lüks spor otomobiliyle her haltı yiyor. Bu adam iyi bir Müslüman tacir değildir.
Sekizincisi: Müslüman işadamı kendisine güvenilen bir kimsedir. Onun sözü ve vaadi senedinden daha kuvvetlidir. Aldatmaz, hilekârlık yapmaz, söz verince yerine getirir, kendi aleyhinde de olsa haktan ve doğruluktan şaşmaz.
Dokuzuncusu: Müslüman zengin, erkek ve kız çocuklarını çok iyi yetiştirir. Dikkat buyurunuz “iyi yetiştirir” demedim, “çok iyi yetiştirir” dedim. Çocukların istidadı (yatkınlığı) varsa onları gerektiğinde (tedbir almak şartıyla) dış ülkelerde okutur. Hangi branşlarda yüksek tahsil yaptırır? Dine, ülkeye, millete, devlete hangi sahada daha fazla hizmet varsa onlarda…
Onuncusu: Müslüman tacir eski fütüvvet ahlâkını, lonca teşkilatını, ahîliği öğrenir ve bunların prensiplerini hayatına tatbik eder.
Onbirincisi: Müslüman tacir icazetli ulemaya, icazetli şeyhlere, hakikî mürşidlere hürmet eder, bunlardan birine bağlanır ve onun manevî terbiye dairesi içinde bulunur.
Onikincisi: Müslüman tacirin en nefret ettiği şey haram ve şüpheli kazançtır. Bunlardan, ateşten kaçtığı gibi kaçar.
Onüçüncüsü: Müslüman tacir futbol kulübü tutar gibi parti, hizip, cemaat tutmaz.
Ondördüncüsü: Müslüman tacir zekâtını, Şeriat ve fıkhın hüküm ve kurallarına göre verir. Yani tüzel kişilere (cemaatlere, tarikatlara, hizip ve fırkalara) vermez, gerçek kişilere verir. Zekattan başka, imkanı derecesinde hayır hasenat yapar, lakin birtakım şarlatanlara, üçkağıtçılara, sahtekârlara bir kuruş kaptırmaz. Hayır harcamalarını yerli yerinde ve akıllıca yapar.
Onbeşincisi: Müslüman tacir kendi çocuklarından başka, birkaç vatan evladını daha okutup yetiştirir. Bu işi sadece ayda bir miktar para vererek değil, onların gerçekten vasıflı, güçlü, üstün insanlar ve Müslümanlar olarak yetişmelerini sağlayarak yapar.
Onaltıncısı: Müslüman tacir bütün imkânlarıyla, dürüst ve güvenilir fakirlerin iş, aş, ekmek teknesi sahibi olmaları için çalışır. Onlara yardım eder. Mesela: Yüz bin dolarlık çok lüks bir otomobil alacağına 30 bin dolarlık orta bir otomobil alır ve geriye kalan 70 bin dolarla birkaç küçük iş yeri veya atölye açar, buralarda işsiz vatandaşların (ehil olmaları şartıyla) ekmek parası kazanmalarını sağlar. Geriye alabilmek şartıyla, birtakım dürüstlere sermaye verir. Bir örnek vereyim: Fakir, kimsesiz, gelirsiz, yetimleriyle perişan vaziyette kalmış dul bir kadını kursa gönderir, kursu bitirdikten sonra ona bilgisayarlı ucuz bir dikiş-nakış makinası alır, evinde çalışıp para kazanmasını sağlar.
(Dikkat edilecek hususlar: (1) Yardım yapılacak fakirin mutlaka güvenilir ve ehliyetli olması şarttır. (2) Dikiş-nakış makinası kendisine borç olarak verilecek, ücretini taksit taksit ödeyecektir. (3) Üretime başladıktan sonra ürünlerin satışı hususunda da kendisine yardım edilecektir.)
Bu ülke böyle kaliteli Müslüman tacirlerle, işadamlarıyla yükselir. Çünkü bu gibi adamlar ahlâk, yüksek karakter, fazilet sahibidir. Onların zenginliği sadece kendisi, ailesi, çoluk çocuğu için değil, bütün ülke ve toplum içindir.
Lüks ve israfa kaçan, gösteriş için her haltı yiyen, zenginleştikten sonra azıp kuduran, Nemrud ve Firavun gibi milyonlarca dolarlık kâşânelerde zevk u sefa süren zenginler bir ülke için nimet değil, musibet ve belâdır.
Yukarıda sıfatlarını saydığım çok büyük zenginlerimizin müzeler, kütüphâneler, kültür merkezleri açmaları gerekir. Koç ve Sabancı ailelerinin müzeleri gibi.
Zenginlerimiz, yurt sathında geleneksel sanatlarımızın canlanması, yüz binlerce, hattâ milyonlarca vatandaşın bu yolla ekmek yemesi için mutlaka gayret göstermeleri gerekir.
Şu anda memleketimizde birçok elsanatı kursu var. Lakin buralarda genellikle orta tabaka hobi maksadıyla sanat öğrenmektedir. Bunun fazla bir faydası olmaz. Yekun olarak sayısı 260’ı bulan el sanatlarımızı çok fakir vatandaşlara öğrettirmeli ve onların işi öğrendikten sonra hemen üretime geçerek bu yolla geçimlerini sağlamalarını temin etmeliyiz. El sanatları ancak bu şekilde ilerler. Yoksa, tuzu kuru zengin ve ortahalli kişiler aylarca kursa gidip gelirler, sonra törenle diploma alırlar, kurs esnasında yaptıkları eserler sergilenir ve nihayet her şey biter.
İstanbul’da Süleymaniye’nin altında iki han var. Biri Saadet Han, biri Şark Hanı. Bunların ikisinde de Uzakdoğu’dan, genellikle Çin’den ve Hindistan’dan gelen elsanatı eşyaları, akıl almaz derecede ucuz fiyatlara satılıyor. Saadet Han’da ve Şark Hanı’nda bir tek Türk malı elsanatı bulamazsınız. Bu bir rezalet değil midir?
Belediyelerimiz benim bu tenkit ve uyarılarıma kulak versinler ve bir yığın masraf yaparak açtıkları kurslarda muhtaç ve fakir vatandaşlara el sanatı öğretsinler. Onlar bu sanatları üretmeye başlayınca satışı ve ihracı hususunda da yol göstersinler, yardımcı olsunlar.
Önemli bir hususu da dikkat bakışlarınıza sunmak istiyorum. İnsan, mağrur bir mahluktur. Zenginleştiği zaman, parasının kendisine değer ve saygınlık kazandıracağı vehmine kapılır.
Nice zengin bilirim ki, “Para madem benimdir, o halde vereceğim her kararı bizzat ben vermeliyim” zihniyetine sahiptir. Bu adamlar bilmezler ki, onların ihtisası ticaret, finans ve iktisat sahasındadır. Dinî, sosyal, kültürel, eğitimle ilgili, yüksek siyasetle (siyasetin âdisini bir kenara bırakın) konularda mutlaka ehliyle istişare etmek gerekir.
Akıllı tacir istişare eder, aksi taktirde paracıklarını akılsızca işlere harcar. Din iman elden gidiyor, bu hengâme içinde bazı Hacı beyler faydasız ve verimsiz sözde hayır işleri yapıyor. Yahu, din ve iman tehlikede iken camilere kalorifer yaptırmak, klima tesisatı döşetmek akıl kârı mıdır?
Ticaretin, finansın, iktisadî faaliyetlerin İslâm’da büyük yeri vardır. Vaktiyle büyük İslâm tacirleri develerle, yelkenli gemilerle altı ayda ulaşılan uzak ülkelere gidip oralarda ticaret yapmışlar ve dolaylı olarak Din-i Mübîne hizmet etmişlerdir. İslâm’ın Endonezya’da yayılması fütuhat ile olmamış, ticaret ile olmuştur.
İdealist, değerli, akıllı, faziletli, yüksek karakterli büyük işadamlarımız seferber olsunlar ve Âlem-i İslâm ile geniş çapta ticaret yapsınlar. Mesela 1918’e kadar bizim bir vilayetimiz olan Yemen’e gitsinler, araştırma yapsınlar, oradaki tacirlerle görüşsünler ve iktisadî-ticarî ilişkiler kursunlar, faaliyete başlasınlar. Özlenen İslâm birliğinin yollarından biri de budur. 03 Şubat 2006