Cumartesi

Hıristiyan ülkelerde azınlık olarak yaşayan Müslümanların ve Türklerin dikkat etmeleri gereken bazı önemli hususlar vardır.

Öncelikle vatandaşı oldukları ülkeye ihanet etmemeleri, sadakat göstermeleri gerekir. Hem bir ülkenin nüfus hüviyet cüzdanını taşıyacaksın, hem de ona açıkça veya gizlice düşmanlık edeceksin; böyle bir şey vicdana, doğruluğa yakışır mı?

İkincisi: İslâmî kimliklerini muhafaza edeceklerdir. Bulundukları ülkenin Müslümanları olarak kalacaklar, kesinlikle dinlerine, imanlarına, İslâmî hüviyetlerine yabancılaşmayacaklardır.

Üçüncüsü: Köylü, marjinal, cahil kalmayacaklar; zeki, istidatlı, kabiliyetli çocuklarını üniversitelerde okutacaklar, ülkenin en bilgili, en seçkin, en okumuş, en kültürlü insanları olarak yetiştireceklerdir.

Dördüncüsü: Bulundukları ülkenin lisan, edebiyat, sanat gibi sosyal ve kültürel sahalarında üniversite öğretim görevlileri, akademisyenler yetiştireceklerdir.

Beşincisi: Yaşadıkları ülkeye, çoğunluğu teşkil eden halka ve idarecilere güven telkin edecekler, onlara faydalı olacaklar, sevgi ve saygı kazanacaklardır.

Altıncısı: Zulme haksızlığa, aşağılanmaya mâruz kalırlarsa, temel insanlık hakları çiğnenirse bunu medenî yollarla izale etmeye çalışacaklardır.

Yedincisi: Bulundukları ülkeye, oranın halkına, devletine ihanet etmelerini telkin eden istihbaratçılara, casus ve ajanlara itibar etmeyeceklerdir. Yakın tarihimizde Türkiye Rumlarının bir kısmı bu gibi yanlışlıklar yapmışlar ve Millî Mücadele’den sonra, Lozan andlaşması gereğince yapılan nüfus mübadelesi ile Türkiye’deki varlıklarını yitirmişlerdir. Türk devletine, Türkiye denilen ülkeye, Türkiye’nin çoğunluğunu teşkil eden millete destek vermiş, onlara sadık kalmış olsalardı bu topraklarda güven içinde yaşayacaklardı.

Sekizincisi: Bilgi, aksiyon (ahlâk, fazilet), estetik ve sanat konusunda, içinde yaşadıkları ülkedeki unsurlarla müsabakaya (yarışmaya) girişecekler, ancak bu konularda rekabetten ve çekişmeden kesinlikle uzak duracaklardır.

Dokuzuncusu: Bulgaristan Türkleri ve Müslümanları Bulgaryalılıklarını, Romanya Türkleri ve Müslümanları Romanyalı olduklarını, Yunanistan Türkleri ve Müslümanları da Yunanlılıklarını hatırdan çıkarmayacak, gözden uzak tutmayacaklardır.

Onuncusu: Yaşadıkları ülkenin geniş fikirli, toleranslı, medenî aydınları, idarecileri, seçkinleri ile diyalog kuracaklar, gerektiğinde onların yardım ve desteğini elde edeceklerdir.

Onbirincisi: Kemmiyyete önem vermeyecekler, keyfiyeti ön plana çıkartacaklardır. Birçok ülkede çok küçük azınlıklar olarak yaşayan Yahudilerin büyük ağırlığa, güce sahip olduğu hususuna dikkat edecekler, onların metodlarından yararlanacaklardır.

Onikincisi: Bulundukları ülkelere beşinci kol durumuna düşmek, yabancı bir devletin kullandığı bir unsur olarak görünmek onlar için büyük dertlere, belâlara sebep olacaktır. Bundan kaçınacaklardır.

Onüçüncüsü: Yaşadıkları ve vatanları olan ülke ile Türkiye arasında ticarî, kültürel, turistik münasebetlerin gelişmesi için çalışacaklardır.

Ondördüncüsü: Siyasî ve diplomatik konularda bulundukları devletten ve ülkeden yana olacaklardır.

Onbeşincisi: Erimemek, asimile olmamak, dinlerini ve kimliklerini yitirmemek için uyanık olacaklardır. Çağımızda azınlıkların hakları bütün devletler tarafından kabul edilmiş, bu konuda nice uluslararası andlaşmalar imzalanmıştır.

Onaltıncısı: İnsanlık, vatandaşlık konusunda örnek ve model olacaklar, bu haslet ve üstünlüklerini karşıtlarına bile kabul ettireceklerdir. Müslümana yakışmayan yalan, emanete hıyanet, fitne ve fesat çıkartmak gibi kötülüklerden kaçınacaklardır.

Onyedincisi: Ehl-i Kitab’ı mürtedlerden ehven bileceklerdir. Dinimiz Ehl-i Kitab’ın kestiğini yemeye izin veriyor ama mürtedin kestiği yenmez.

Bugün Bulgaristan’da bir milyondan fazla Müslüman yaşamaktadır, bunların çoğu Türktür, başka bir dil konuşan Pomaklar da Müslümandır. Bulgaristan’a komünist rejim hâkim olmadan önce oradaki Müslümanların durumu oldukça iyiydi; dinlerine ve kimliklerine bağlıydılar, hürriyet içinde yaşıyorlardı. Sonra zâlim komünist rejim geldi ve Türklere, Müslümanlara büyük zulümler edildi. Yüzbinlerce insan Türkiye’ye hicret etmek zorunda kaldı. Jivkov zamanında Türklerin ve Müslümanların isimleri zorla değiştirildi. Nihayet kızıl ve zalim rejim yıkıldı ve Müslümanlar, Türkler biraz nefes aldılar. Lakin tahribatın yaraları sarılmadı. Bulgaristan Türklerinin ve Müslümanlarının kurtuluşu, yükselişi, haysiyetini kazanması İslâm’a, ilme, irfana, kültüre, sanata, marifete, hünere sarılmakla olacaktır. Şimdi orada Türkler ve Müslümanlar arasında bir sürü çekişme, beyinsizlik, fitne ve fesat müşahade olunmaktadır. “Sen Türkiye ajanısın… Sen Bulgar uşağısın… Sen gericisin… Sen dinsizsin…” gibi çekişmeler gırla gidiyor. Bunun neticesi olarak da güçlerini yitirmiş bulunuyorlar. Beyinsizlikleri bırakmak ve bütün gayret ve imkanlarını, zeki ve istidatlı çocuklarını iyi Müslüman, iyi Bulgar vatandaşı, iyi insan olarak yetiştirmek zorundadırlar. Başka çıkar yol yoktur.

Türkiye’de İslâm’la ve Müslümanlarla savaşan, dinimize hakaret eden, dindar vatandaşlara düşman gözüyle bakan, “Kahrolsun Şeriat!” diye uluyan, Müslüman kadın ve kızların örtülerine saldıran, dindar memurları işlerinden atmak isteyen zihniyet Bulgaristan, Yunanistan gibi, aramızın pürüzlü ve problemli olduğu ülkelerdeki Müslümanları ve Türkleri kışkırtmaktadır. Onların bu kışkırtmalarına uymamak gerekir.

Bir zamanlar Türkiye’de zulme uğrayan Müslümanlar, hocalar, şeyhler Bulgaristan’a, Yunanistan’a kaçarak canlarını, dinlerini, hürriyetlerini kurtarıyorlardı. Bu hususu da unutmamak gerekir.

Yunanistan’da, başörtülü bir Batı Trakyalı Müslüman hanım milletvekili seçilse, tesettürlü olduğu için onu Yunan Meclisi’ne sokmazlar mı? Böyle bir medeniyetsizlik yapacaklarını sanmam.

Komşu ülkelerde azınlık olarak yaşayan Türklerin ve Müslümanların köylülük, çiftçilik, tütün rençberi, marjinal bir toplum olarak yaşaması, onların varlıklarını ve hürriyetlerini tehlikeye sokar. Çocuklarını okutmaları; bilgi ve kültür bakımından yüksek derecelere çıkartmaları gerekmektedir. Yaşadıkları ülkeye ve devlete sâdık olurlarsa çektikleri sıkıntılar azalacak, önlerindeki engeller kalkacaktır.

Aklın, irfanın, hikmetin, firasetin, sağduyunun ışığında düşünülecek olursa benim bu yazdıklarımın isabeti ve faydası teslim edilecektir. 17 Eylül 2000