Muhyiddin İbn Arabî hazretleri Şeyh Ebû Medyen’i çok severdi, ona büyük bir hürmet ve muhabbetle bağlıydı. Ebû Medyen’i tenkid eden ve aleyhinde bulunan birini görmüş, ona karşı içinde bir öfke uyanmış ve kendisinden nefret etmeye başlamıştı. Bir müddet sonra Resûl-i Kibriya sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz İbn Arabî’nin rüyasına girmiş, söz konusu adamı kasdederek:

– O kişi Allah’ı ve Resûlünü seviyor mu?

İbn Arabî, “Evet Allah’ı ve seni sever Yâ Resûlallah!” cevabını verince, Peygamber Efendimiz:

– Madem ki öyledir, o adam Ebû Medyen’e düşmanlık ediyor diye ondan nefret etmen yerine, Allah’ı ve Resûlünü sevdiği için onu sevmiş olsaydın daha iyi olmaz mıydı?.. cevabını vermişti.

Efendimizin bu mânevî uyarısı üzerine İbn Arabî hazretleri o zata düşmanlık ettiğine pişman olmuş, onu sevmeye başlamıştır. Durumdan haberdar olan zat da bundan sonra Ebû Medyen’e düşmanlık etmekten vaz geçmiş, ona muhabbet beslemiştir. (Futuhat, c. 1, s. 288)

Evliyaullah’ın menkibelerinde Müslümanlar için dersler vardır. Allah’ı ve Peygamber’i seven bir Müslümana düşmanlık etmek, ona karşı nefret hisleri beslemek elbette doğru değildir. Müslümanlar mezheb, meşreb, tarik, görüş, tercih bakımından büyük bir çeşitlilik arzederler. Lakin esasta, usûlde birdirler. Hatâlı da olsa, bazı görüşleri ve tercihleri yanlış da olsa Müslümana düşmanlık yapılmamalıdır. Çünkü mü’minleri Allah-u Teâlâ hazretleri kardeş ilan etmiştir. Bu kardeşliğin talâkı yoktur. İman kardeşine düşmanlık eden, ona nefret besleyen kişi zâlim ve günahkâr bir kişidir. Hakikî bir derviş, kendi şeyhine düşman olan bir Müslümana asla düşmanlık etmez. “Nasibsiz” der geçer.

Bağlı bulundukları din baronlarını ve müteşeyyihleri Allah’tan ve Peygamber’den daha fazla seven, hizip ve fırkalarını dinle özdeşleştiren, hattâ tatbikatta dinin üzerinde tutan fanatik ve militan kişiler kendilerini tenkid eden, kendilerine muhalif bulunan mü’minlere düşmanlık ediyor, kin ve nefret kusuyor. Bunlar ne noksan adamlardır.

Son otuz yıl içinde Türkiye Müslümanları arasına bir sürü fitne, fesat, nifak, şikak tohumları saçılmıştır. Ümmet birliği bozulmuş, ehl-i iman birbiriyle çarpışan fırkalara ayrılmıştır. Bunca tefrikanın sebeplerinden biri kâfirlerin aramıza ajan ve casus sokarak bu düşmanlığı doğurmaları ve kışkırtmaları olmuştur. İkinci sebebi de, Ümmet-i Muhammed içinde peydahlanan din sömürücüsü haşaratın mü’minleri birbirine düşman edici aşırılıklarıdır.

Benim gibi düşünmüyorsun, öyleyse sen bir münafıksın… Bizi desteklemiyorsun sen mason uşağısın… Bize para vermiyorsun, sen ne biçim Müslümansın… Bizim şeyhimiz en büyük, ötekiler şeyh bozuntusudur…

İşte bu gibi hezeyanlar İslâm kardeşliğini berhava etmiş, ümmet arasında nifak ve şikaka sebebiyet vermiştir.

Ehl-i Tevhid ve ehl-i kıble olan hiç bir mü’min dışlanamaz, sapıklıkla suçlanamaz. Hatâları varsa edeb ve itidal dairesinde söylenir, lakin asla ona düşmanlık edilemez.

Kuş beyinli, câhil, zekâ özürlü, nefs-i emmâre seviyesinden yukarı çıkamamış; Şeriat, Tarikat, Hakikat, Marifet hikmetlerini öğrenememiş ham ve nâkıs kimseler ağızlarından öfke ve kin köpükleri saçarak, hezeyanlar savurarak din ve iman kardeşlerini tahkir ediyor. Bu ne kötü bir manzaradır. Allah’tan hakkıyla korksalardı, Peygambere gerçekten bağlı bulunsalardı böyle yapmazlardı.

Azdır Bile!

Bazıları bana şöyle diyor: Din sömürücülerini çok sık tenkit ediyorsun. Bu konuyu gündemden hiç indirmiyorsun. Biraz ara ver, başka konuları işle… Bu konuda az bile yazıyorum. Din sömürücüleri, mukaddesat bezirgânları dâvamızı satmışlar, İslamî hareketi kirletmişler, Müslümanları perişan etmişlerdir. Onların dini imanı paradır, onların putları vardır, nefs-i emmârelerine taparlar.

Kırk senedir İslâmî hareketin içinde olan bir kimseyim. Vaktiyle iki günlük gazetem vardı, ayrıca haftalık gazeteler çıkarttım. Bilmediğim, içinde dostum olmayan İslâmî cemaat yoktur. Bu dine ihlasla, istikametle, samimiyetle hizmet eden âmil âlimler gördüm, kâmil mürşidler gördüm. Maddî ve mânevî ücret için çalışmayan gerçek mücahidler gördüm. Çilekeş ve cefakâr Müslümanlar gördüm. Eski Nurcular birer ihlas âbidesi idiler, gerçek kahramandılar. Hizmet ve cihad ederken hürriyetini, sağlığını, işini, dükkanını, sermayesini kaybeden kişiler bilirim. Onlar mükafaatlarını Allah’tan beklerlerdi ve dünyada istemezlerdi.

Şimdi böyle âlimler, böyle kâmil mürşidler, böyle ihlaslı ve istikamet sahibi mücahidler yok mu? Vardır elbette. Büyük küçük istisnasız hepsinin ellerinden öperim, kendilerine hürmetlerimi sunarım, selam eylerim. Tenkitlerim elbette onlara değildir. Ben, hizmet hizmet diyerek Müslümanları soyan, İsviçre bankalarında gizli hesaplar açan, Karun gibi servet sahibi olan; ahlâksız, fitne ve fesatçı; gurur ve kibir ehli, ne kadar nifak alameti varsa kendilerinde bulunan; biz bu paralarla ileride İslâm’a hizmet edeceğiz diyerek yüzlerce trilyon toplayan ve zimmetlerine geçiren; kendilerini tenkit edenlere müşrik, kâfir, münâfık damgasını vuran rezil herifleri kasd ediyorum. Bunların aleyhinde ne kadar çok yazılsa yine de azdır. İslâmî hareketi bunlar dejenere etmiş ve kirletmiştir. Lânet olsun onlara! 01 Ekim 1999