Müslümanın Gözü ve Bakışı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 16 Aralık 2018
VARLIĞA, dünyaya, ülkeye, olup bitenlere, kendisine, çocuğuna bakış; dinlere, inançlara, hayat felsefesine, kültüre, zihniyete göre değişir.
Bir Budistin bakışıyla bir Müslümanın bakışı bir değildir.
Herkesin “kendi” gözü vardır, dünyayı onunla görür. Bir sinek ile bir balık aynı şeyleri ayrı görürler.
Küçük çocuk okuldan eve gelir. Annesi ve babası Müslümansa onun için şöyle düşünürler:
İnşaallah çocuğumuz iyi bir Müslüman, iyi bir insan, iyi bir vatandaş olarak yetişir. Güçlü bir imanı olur, âqil ve bâliğ olunca ibadetlerini yerine getirir, ahlak ve fazilet sahibi hayırlı bir kimse olur. Biz yaşlanıp ölünce çocuğumuzun hayrının, hasenatının, iyiliklerinin sevabı bize de yazılır. İnşaallah zamanı gelince Allah’ın lütfu ve keremi ile Cennet’te buluşmak nasip olur.
Allah’a ve âhirete inanmayan (yahut inanır görünüp de gerçekte inanmayan) materyalist bir ana babanın düşüncesi şöyledir:
Çocuğumuz büyüsün yetişsin, bütün tahsil kademelerini başarıyla geçsin, parlak bir kariyer yapsın. Çok para kazansın, lüks ve konforlu bir hayat sürsün. Ünlü, anlı, şanlı biri olsun. Öyle olsun ki, biz onunla kıvanç duyalım, gururlanalım.
Geliri fazla olmayan bir Müslüman akşam sofraya oturur. Hanımına fazla mutfak parası veremediği için o günün menüsü şöyledir: Tarhana çorbası, yeşil mercimek yemeği, üzüm hoşafı.
Müslüman bu sofra karşısında ne yapar?.. Allah’a bin kere şükr eder. Bin değil, milyon kere şükr etse, yine de şükür vazifesini hakkıyla yerine getiremediğini bilir.
Somali’deki aç Müslümanları düşünür de Cenab-ı Hakk’ın kendisine ihsan buyurduğu bu sofranın ne büyük nimet ve ziyafet olduğunu idrak eder.
Yemeğini yer, yine şükür duası eder.
Müslüman bilir ki, bu sofradaki yemekler onun bu akşamki rızkıdır. Allah ezelde onun bu tarihte bu yemekleri yiyeceğini takdir buyurmuştur.
Yemekler ucuz ve mütevazı diye nankörlük, terbiyesizlik ve küstahlık etmez.
Peki nankör bir insan böyle bir sofra önünde ne yapar, ne der?
Yine mi çorba, yine mi mercimek, yine mi hoşaf!.. Biz niçin nar gibi kızarmış kaburga dolması yiyemiyoruz? Niçin bizim soframızda pirzolalar, biftekler, lüferler, baklalı enginarlar, beğendili hünkâr kebapları, kaymaklı tatlılar, nefis dondurmalar yok?
Yemeği yerken homur homur küfran-ı nimette bulunur.
Bir Müslümanla azgın bir fâsığın otomobile bakışı da başkadır. Mütedeyyin ve faziletli bir Müslüman ihtiyacına ve malî imkanlarına göre bir otomobil alır. Fâsık ise israf eder, ihtiyaç ve lüzum olmadığı halde sırf gösteriş, gurur, kibir, lüks sergilemek için, gerekenin üç misli pahalı bir otoya biner.
Mü’minin gözü ile münkirin (inkâr edenin) gözü hiç bir olur mu?
Mü’min firasetlidir, Allah’ın nuru ile görür.
Mü’min ölümden sonra dirilmeye, Mahşer’e, Mahkeme-i Kübraya, hesap kitaba, Cennet ve Cehenneme, bunları sanki görürmüş gibi inanır. Bu yüzden, dünyevî vazifelerini yaparken hep âhirete yönelik olur.
Evet, Müslümanın hayata bakışı Müslümancadır.
Müslüman, Müslümanca görür.
Müslümanca düşünür.
Müslüman siyasete, topluma, ülkeye, aileye, ticarete, velhasıl her şeye Müslümanca bakan, bakabilen kimsedir.
Kendisi Müslüman ama bakışı kâfirce… Ne korkunç tezat (çelişki)…
(Bu yazıyı geçen Ramazan’da kaleme almıştım)
BAZI Müslümanların bu tuzaklara kolayca düşmesini anlamak kolay değil.
Beş vakit namaz kılmaktan geçtim, cumaya, hattâ bayram namazına bile gitmeyen, ömrü boyunca alnı secdeye varmayan bir iki medyacı “İslâm’da teravih yokmuş… İslâm’da beş vakit namaz yokmuş…” yaygaraları kopartıyorlar ve Müslümanlar bunları muhatab kabul edip tartışıyor.
Yahu bu medyacılar Müslüman mı değil mi, bu husus bile belli değil.
Din konusunda ilimleri, kültürleri, birikimleri de yok. Böyle kişiler dinî konularda muhatab alınır mı?
Onların amaçları nedir?.. Dinî konuları ayağa düşürmek, alaya almak, magazinleştirmek.
İslâm’da teravih ve beş vakit namaz yok gibi saçma sapan iddiaları ortaya atan ilahiyatçılara bakınız. Bunların bazısı namaz bile kılmaz.
Teravih (gece) namazı Kur’ân, Sünnet ve icmâ-i ümmet ile sabittir. Peygamber, Ashab, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn, Selef-i Sâlihîn, her asırda gelip geçmiş ulema, fukaha, mürşidler kılmıştır.
İslâm’ın ve Ümmetin ana caddesi olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat teravih namazının hak olduğunu kabul etmiştir.
Böyle bir dinî değer hiç tartışılır mı?
İslâm’da teravihin olmadığını iddia etmek saçmalıktır.
Böyle bir iddiayı ancak beyinsiz reformcular, dinde yenilik, değişim, hafifletme isteyenler yapar.
Şu hezeyana bakınız: Yirmi rekat namaz çokmuş… Sana çok geliyorsa kılma, lakin inkar da etme. Çünkü vardır.
Diyanet Fetva Kurulu’nun Teravih inkarcılarına vermiş olduğu cevap takdire şâyandır.
Reformcuların bazısına kalsa farz namazları da külliyen inkar edecekler ama o kadarına cesaret edemiyorlar.
Beşi üçe indiriyorlar…
Sonra haftada bir Cuma namazına indirecekler.
Sonra yılda iki kez bayram namazı yeter diyecekler…
Öyle ya, Pakistan’dan sürülmüş şu Fazlurrahman’ın Tâtiliye ve Tarihsellik mezhebi var ya. Ne diyor? Kur’ândaki nice kesin/muhkem farzın hükmü eskidendi. Onlar tarihseldir, bugün geçerli değildir.
Türkiye’de İslâm medreseleri olsaydı bu adamlar bu kadar kuru sıkı atamazlardı.
İlahiyat camiası içinde de Ehl-i Sünnet hocaları çok ama topluca ses çıkartmıyorlar.
250 Sünnî İlahiyat profesörü ve doçenti müşterek bir fetva hazırlayıp yayınlasalar ve reformcuların hezeyanlarını çürütseler ne iyi olur. İyi olur ama onları bir araya getirip, fetva yazdırıp yayınlayacak bir kurum yok.
Bugün ülkemizde Ehl-i Sünnet’i yıkıp yerine:
Mezhepsiz,
Fıkıhsız Şeriatsız,
Ilımlı/light,
Protestanlığa benzer,
Evcil, uysal,
ABD, AB, İsrail ve Haçlıların istediği şekilde,
Laik ve seküler…
Bir İslâm türetilip getirilmek istenmektedir.
Hattâ bu maksatla bir hadîs ayıklama faaliyeti başlatılmıştır. Peygamberimizin (Salat ve selam olsun ona) hadîsleri AB norm ve standartlarına göre ayıklanacak, Feminizm sapık ideolojisine uymayan hadîsler külliyata alınmayacakmış. BBC’den Robert Pigott’un (BBC News, 26 Feb. 2008, Turkey in radical revision of Islamic texts) anlattıkları, 1400 yıllık İslâm tarihinde görülmemiş bir reform hareketidir.
Bütün Ehl-i sünnet Müslümanları ülkemizdeki, dıştan destekli yeni bir İslâm türetme hareketine ve faaliyetlerine karşı çıkmalıdır.
Bütün Sünnî ulema, fukaha, ilahiyatçılar ve ziyalılar bunu protesto etmelidir.
Diyanet Fetva Heyeti böyle bir şeye kesinlikle izin vermemelidir.
Bendeniz bu konuda hayli bilgiye sahibim ama bunların hepsini çok açık şekilde yazamıyorum.
Ehl-i Sünnet Müslümanlarının temel vazifelerinden biri de Kur’ân, Sünnet ve icmâ-i ümmete dayanan gerçek, münzel, doğru, cadde-i kübra, Sevad-ı Âzam Müslümanlığını korumaktır.
Papazların, hahamların, politikacıların, gayr-i Müslimlerin dinimize karışmaya, dinimizde reform yapmaya ve yaptırmaya, mezhep değiştirmeye, Diyanet’i âlet etmeye hakları yoktur.
Türkiye’de din konusunda dönen dolaplardan İslâm dünyasının haberi yoktur.
Arapça ve İngilizce bir kitapçık çıkartılarak durum İslâm dünyasına bildirilmelidir.
Bütün reform faaliyetleri bid’attir.
Müslümanlar bid’atleri reddetmeli ve Ehl-i Sünnet dairesi içinde sâbit-kadem olmalıdır. 01 Ekim 2011