Cuma

 

Avrupa’nın kuzeyindeki Norveç’te de Müslümanlar yaşıyor. Onların çoğu yabancıdır ve orada büyük bir azınlıktır. Norveç Müslümanları’nın bozulması, Norveç’in batmasına yolaçmaz. Çünkü onlar orada, hâkim/dominant unsur değildir. Türkiye’de Müslümanlar çoğunluktadır, hem de ezici bir çoğunluk. Burada Müslümanlar bozulursa ülke de bozulur. Hem de vahim şekilde. Müslümanların bozulması ne demektir? Aklımın erdiği, dilimin döndüğü kadar açıklamaya çalışayım:

(1) Bilgi ve kültür boyutundaki bozulma:

Türkiye Müslümanları hem İslâmî kültür, hem de genel kültür bakımından çok câhil kalmışlar yahut câhil bırakılmışlardır. Ülkenin her yeri okullarla, üniversitelerle doludur ve bunlarda onbeş milyon kadar çocuk ve genç okumaktadır ama bu okul ve üniversiteler son derece yetersizdir; ağır bir hükümdür ama söylemek zorundayım, ilim ve kültür bakımından nurlanmış nesiller yetiştireceklerine mürekkep câhiller yetiştirmektedir. Bizde millî eğitim ve yüksek tahsilin son derece vasıfsız olduğunu gösteren, isbat eden delillerden biri, okumuş vatandaşların kitap okumamalarıdır. Demek ki, okullarımız, yetiştirdikleri gençlere kitap okuma alışkanlığını aşılayamıyor. Bilgi, ilim, kültür yazılı ve edebî lisan ile öğretilebilir. Bizde Türkçe darbelenmiş, sabotajlara uğramış, yozlaştırılmıştır. Ömer Seyfeddin’in sade bir Türkçe ile kaleme almış olduğu hikayelerinin bile defalarca sadeleştirilmiş baskılarının yapıldığı bir ülkede elbette doğru dürüst eğitim yapılamaz, genç nesillere kültür verilemez, halk yığınları bilgi nurları ile aydınlatılamaz.

(2) Aksiyon, ahlâk, karakter bakımından yetersizlik ve bozulma:

Türkiye’deki bu bozulmayı tartışmaya bile lüzum yoktur. Bilinen, gözlere batan, yaşanan bir haldir bu. Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın her yıl yaptırdığı araştırmaya göre ülkemiz ahlak ve temizlik bakımından dünya ülkeleri listesinin sonlarında yer almaktadır. Finlandiya birinci, Türkiye listenin en alt kısmında… Finlandiya’nın notu 10 üzerinden 9 küsur, bizimki 3 küsur… Ülkedeki genel bozukluk, ahlaksızlık, kokuşma Müslümanlara da sirayet etmiştir (bulaşmıştır). İslâmî ölçü ve kıstaslara göre, yâni Kur’ân, Sünnet, Şeriat, Ahlak/Tasavvuf ölçülerine göre Türkiye Müslümanlarının ahlak notu nedir? Belediye seçimlerini kazanarak mahallî idarelerin yürütülmesinde hizmet alan Müslüman şahıslar ve gruplar ne dereceye kadar temizdir. Müslümanlar ticarî ve iktisadî faaliyet ve muamelelerde doğru ve dürüst müdür? Çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bu ülkede genel ahlakın durumu nedir? Maalesef bu konuda durumumuz hiç de parlak değildir. Nerede eski örnek Müslümanlar, onların temiz toplumları, nerede bizler…

(3) Estetik, güzellik, sanat bakımından da genel bir bozukluk içindeyiz:

Müslümanlar binalar yaptırıyor, şehirler kuruyor, giyinip kuşanıyor, evler döşüyor, bahçeler tanzim ediyor ve nâdir, hattâ ender istisnâlar dışında bunlar çirkin oluyor. Çünkü sanat ve estetik boyutumuzda büyük bir kirlenme, bozulma, yozlaşma, yabancılaşma olmuştur. Yakın tarihimizde, bırakınız Süleymaniye, Selimiye, Sultan Ahmed gibi ulu camiler, Üsküdar’daki Şemsi Paşa Camii gibi küçük bir güzel cami inşa edemedik. Müslümanlar yarım asrı geçen bir müddetten beri 40 bin yeni cami, onbinlerce İmam-Hatip mektebi, Kur’ân Kursu, talebe yurdu, vakıf binaları yaptırdılar. Bunların içinde mimarlık ve sanat bakımından başarılı kaç bina vardır? Anıtlar Kurulu’nun mimarlık ve sanat abidesi olarak koruma altına aldığı bir tek, yeni binamız var mıdır? Tesettürlü taze Müslümanların kıyafetleri, başörtüleri vasıflı, sanatlı, yüksek seviyeli midir? Müslümanların zenginlerinin evlerinin döşemesi sanatlı mıdır, İslâm medeniyetine uygun mudur?

Yazımın başındaki fikri tekrar ediyorum: Norveç’te yaşayan Müslümanlar bozulursa bu bozulma Norveç için vahim olmaz ama Türkiye’de Müslümanlar bozulursa bu bozukluktan dolayı ülke batar. Bazı sığ düşünceliler, sekter zihniyetliler beni bu gibi özeleştiri mahiyetindeki yazılarımdan ve fikirlerimden dolayı, Müslümanların aleyhinde bulunmakla suçlayabilirler. Böyle bir suçlama tamamen yersizdir, insafsızcadır. Ben Müslümanım ve bütün mü’minler benim kardeşimdir. Mü’mine düşmanlık etmek haramdır, büyük günahtır. Eleştiri yapmak, uyarmak, vaziyetin vehametini dile getirmek başka, düşmanlık etmek başkadır. Asıl düşmanlık, yalan övgülerle, şeytanî bir edebiyatla aldatmak ve uyutmaktır. Peygamberimiz (Salat ve selâm olsun ona) bir hadîs-i şeriflerinde “Mazlum (zulme uğramış)olsun, zâlim (zulm eden, hayâsız ve yanlış iş yapan) olsun, Müslüman kardeşinize yardım ediniz” buyurmuşlardır. Bu sözü işitenler sormuşlar: Mazluma yardımı anladık ama zâlime yardım nasıl olacak?.. Şu cevabı vermişler:

“Elini onun eli üzerine koyarsın…”

Yani, zulm eden Müslümanı vazgeçirmeye, engellemeye çalışırsın.

Türkiye Müslümanları arasındaki bozuklukların, yetersizliklerin, vasıfsızlıkların düzeltilmesi zımnında (konusunda) neler yapılmalıdır. Bunları kısa kısa yazmak istiyorum:

(1) Siyasal İslâm konusundaki bütün olumsuzluklar tesbit edilmeli ve bunların önlenmesi için çalışılmalıdır. Siyasî iktidarın, belediye/mahallî idare iktidarlarının yol açtığı kokuşma, bozukluklar, haram ve kara servet birikimleri, rüşvetler, ihâlelere fesat karıştırmalar kesinlikle önlenmelidir.

(2) Milletimizin ihtiyaçlarına cevap vermeyen millî eğitim sistemine ve üniversitelere paralel bir alternatif eğitim sistemi kurulmalıdır.

(3) Dinî hizmet ve faaliyetlerdeki bütün şâibeli ve şüpheli hususlar ortadan kaldırılmalıdır.

(4) Yoğun bir kampanya ile Müslüman yığınlar ve bilhassa (bağlılar) sömürücü, istismarcı, münâfık, cerrar (toplayıcı, devşirici) din baronlarına karşı uyarılmalı, onlara para kaptırmayacak bir vaziyete getirilmelidir. (İhlâsla, samimiyetle, ahlak ve fazilet çerçevesi içinde hizmet eden gerçek ulemaya, gerçek şeyh ve mürşidlere, gerçek hizmetkârlara bir şey dediğim yoktur, onları tenzih ederim, saygı ile ellerinden öperim.

(5) Türkiye’nin en büyük siyasî, sosyal, kültürel gücü olan büyük medya mutlaka ahlaklı, faziletli, kültürlü, ihlaslı, hikmetli, vasıflı Müslümanların eline geçmelidir.

(6) İslâmî hizmet ve faaliyetler gecekondu, kırsal kesim, varoş zihniyet ve kültürünün pençesinden kurtarılmalı, şehir/medeniyet zihniyeti ve kültürü ile yapılmalıdır.

(7) İslâm dini haram geliri, haram parayı kesin olarak yasaklamıştır. Kutsal ve yüce İslâm dinini ve mukaddesatını alet ederek, istismar ederek haram servetler kazananlar en büyük alçaklardır. Müslüman halkın bir kısmı bu alçakların gerçekten dine hizmet ettiklerini sanıyor. Onların uyarılması ve rezillere bir kuruş bile kaptırmaması sağlanmalıdır. Paradan başka, bu gibi düşük ve sefil kişilere oy da verilmemelidir.

(8) Müslümanlar var güçleriyle sanayie, ticarete, üretime teşvik edilmelidir. Ülkenin her yerindeki en temiz, hizmeti en düzgün, halka sunduğu ürün en kaliteli işyerleri Müslümanlar tarafından işletilmelidir.

(9) İş hayatında eski loncalara, ahîlik teşkilatına benzer bir yapılaşma meydana getirilmeli, eski fütüvvet (gönül yiğitliği) ahlâkı canlandırılmalıdır.

(10) Yoğun bir propaganda ve halk eğitimi ile lükse, israfa, şatafata, aşırı tüketime, gösterişe, marka fetişizmine, otomobil ve cep telefonu manyaklığına savaş ilân edilmelidir. Öyle ki, caka satmak, gurur ve kibir satmak için en lüks otomobillere binen beyinsizler halk kütlelerinin gözünde köpek kadar değere sahip olmamalı, suç teşkil etmeyen ve şiddetle ilgili olmayan hakaretlere mâruz kalmalıdır.

Hiçbir Müslüman şu kuralı bir an bile olsun hatırından çıkartmasın:

İslâm ahlâkına uymayan gayr-i müslim bir toplum batmaz ama İslâm ahlakına uymayan bozuk Müslüman bir toplum batar.

Türkiye’de, kendilerini dindar ve iyi sanan birtakım Müslümanların İslâmî notu pek parlak değildir.

İslâm’ın yasaklamış olduğu bütün kötülükler bilhassa zengin ve sözde yüksek İslâmî tabakada yaygın hale gelmiştir.

Lüks, israf, sefahat, gösteriş, aşırı tüketim, rahat ve konfora düşkünlük tarih boyunca nice imparatorlukları, nice güçlü toplumları bile yıkmış, bitirmiştir. Bugünkü yolda böyle beyinsizce devam edersek biz de bu yüzden batacağız.

Parayı ana değer, amaç (gaye) olarak kabul eden, parayı putlaştıran hiçbir İslâm toplumu ayakta kalamaz.

Müslümanlar yakın tarihte nice önemli dünya imtihanını başarı ile verememiştir.

Müslüman bir ülkede emanetler ehline verilmezse o ülke batar, oradaki toplum perişan olur.

Riyasetler, makamlar, mevkiler, memuriyetler, işler yandaşlara, partililere hısım ve akrabaya, eşe dost ve ehibbaya, tanıdıklara verilirse dünya düzeni bozulur.

Müslümanlar ahlâk, eylem, karakter konusunda hangi ölçülere, prensiplere, hükümlere, örnek ve modellere bağlı olmalıdır:

(1) Kur’ân’a.

(2) Peygambere.

(3) Ashaba ve Selef-i Sâlihîne.

(4) Her asırda yaşamış gerçek âlimlere, gerçek şeyhlere ve mürşidlere, örnek Müslümanlara.

(5) İslâmî ve evrensel hikmete.

İslâmî hizmetler ve faaliyetler para sevgisi, yalan dolan, rüşvet suistimal, ihalelere fesat karıştırma, haram yeme, dolandırıcılık, saf Müslümanları soymakla birlikte yürümez.

Biz Müslümanlar Allah’tan yardım bekliyoruz. Bu yardıma nail olmamız için öncelikle, kendi cüz’î iradelerimizle kendimize yardım etmemiz gerekir. Kendimize nasıl yardım edebiliriz? Haramları, ahlaksızları, gayr-i meşru gelirleri, para ve mal sevgisini terk ederek, kendimizi ve çevremizi islaha çalışarak. Elimizden geldiği kadar salaha, iyiliğe, mârufa doğru yürümezsek beklediğimiz yardım bize yetişmez. Allah azgınları, fesatçıları, haram yiyenleri, ribacıları, emanetlere hıyanet edenleri, müsrifleri, Nemrud ve Firavun gibi tantanalı hayât sürenleri, beyinsizleri sevmez. İlahî yardım ve nusret onların üzerine inmez. 14 Ocak 2006