Müslümanlar, Câmiler…
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 04 Şubat 2019
Cuma
Geçenlerde “Ramazan yaklaşıyor. Müslümanlar bu kutsal ve feyizli ayda halka ve gençliğe dağıtmak üzere çok faydalı, çok değerli, çok kaliteli islâmî nasihat ve propaganda broşürleri hazırlatıp, bunları yekûn olarak milyonlarca bastırıp dağıtmalıdır…” meâlinde bir yazı yazmıştım. Bu yazıyı okuyan dostlarımdan biri tanıdığı bir dernek başkanına gitmiş, Ramazan’da böyle hayırlı bir broşür yayınlamalarını teklif etmiş. Dernek başkanı gülmüş:
-Yahu, bizim bunca işimiz ve hizmetimiz var. Onlarla başa çıkamıyoruz. Her iş bitti de dinî broşür çıkartmak mı kaldı? Programımızda caminin klima cihazları var, kalorifer tesisatının yenilenmesi var. Halılar değişecek, avluya modern sıcak sulu bir helâ ve şadırvan yapılacak. İmamevinin tamiri gerekiyor. Hoparlörlerimiz yetersiz, onların yerine daha güçlü bir ses yükseltici sistemi kuracağız. Sonra minaremiz restore edilecek… demiş.
Son pazar günü ikindi namazını büyük selatin camilerden birinde kıldım. Caminin büyük giriş kapısının önünde İngilizce, gerçekten iğrenç ve rezil bir levha vardı. “İbadet zamanı turistlere kapalıdır” gibisinden bir şey yazılıydı. Be mübarekler, madem ki böyle bir levha konulacak, şunu düzgün bir İngilizce ile, doğru dürüst bir levha şeklinde kapı önüne koysanıza.
Caminin içine girdim. Ortada yine iğrenç, yine rezil bir levha: “Müslüman kardeş, papucunu öyle tutma, böyle tut…” levhası. Bu levhalar gerçekten zekâ özürlülüğünün timsalidir (simgesidir).
Hain bir zihniyet başta cami hizmetleri olmak üzere islâmî hizmetleri son derece yozlaştırmıştır.
İmamlar, nâdir istisnalar dışında T.C’nin namaz kıldırma memurları durumuna düşürülmüştür. Camiler de namaz kılma mekanları haline… İmamın sosyal, kültürel vazifeleri vardır, cami sadece bir bina değil, bir kurumdur, bunları düşünen mi var?
Bu yozlaşma 1960’larda başlamıştı. Burs gibi maaş alsınlar, sebeplensinler diye Yüksek İslâm Enstitüsü talebelerine cami imamlıkları arpalık olarak verilmiş ve imamlık müessesesi dejenere edilmişti. Öğrenci imamlar bu geçici vazifeyi bir atlamataşı olarak kullanmışlar, halkla, cemaatle ilişki ve diyalog kuramamışlar, günde bazen bir veya iki kere namaza gelebilmişler, öteki zamanlarda imameti müezzinler yapmış ve cami hizmetleri çok aksamıştı.
Kahrolasıca bir zihniyet imamlığı rağbet görmeyen, marjinal bir memuriyet haline getirmiş; hiç olmazsa büyük camilerin mihraplarına ilim, irfan, kültür, sanat seviyesi yüksek hocalar getirmemişti. Elbette istisnalar vardır ama onların kaideyi bozmayacaklarını biliyoruz.
Türkiye gittikçe bedevîleşiyor. İslâmî kesim, yine istisnalar dışında; sosyolojik açıdan, zihniyet ve kültür itibarıyla bedevî bir toplum haline gelmiştir. Bedevî diyorum, aslında bedevîlerin de üstün tarafları, haysiyetleri vardır, bizim halk yığınlarımız genelde bedevilerden daha aşağı seviyededir.
Yirmi birinci asırda Türkiye gibi bir ülkede yaşayan Müslümanların bedevî zihniyetiyle, şifahî toplum kültürüyle kurtulmaları, selâmete çıkmaları elbette mümkün olamaz.
Ne demek istediğimi iyice anlamak için İbn Haldun’u okumuş olmak gerekir.
Bedeviler cami binası ile cami denilen kurumu tefrik edemezler, (ayıramazlar); cami binası yapıldı mı, Diyanet mihrabına bir imam (namaz kıldırma memuru) tayin etti mi iş bitti sanırlar. Zehi gaflet!
Bizim için para ve imkan yokluğu diye bir eksiklik yoktur. İslâmî kesimde doların milyarlarıyla para vardır. Yüzde yüz olmasa da hürriyet vardır, her çeşit imkan ve fırsat vardır. Bizim belimizi büken, elimizi kolumuzu bağlayan ehliyetli ve güçlü hizmet erbabı yokluğudur. Biz dinî hizmetleri medenî, vasıflı, güçlü, üstün, yüksek kültürlü Müslümanlar olarak yürütemiyoruz; bedevî, şifahî toplum kültürü ile yürütmeye çalışıyoruz.
Son kırk yıl içinde kırk bin yeni cami yaptırdık. Bunların kırk kadarı güzel ve sanatlı oldu, gerisi mimarlık bakımından, sanat bakımından çirkin zevksiz. Neden? Çünkü bedevî zihniyet ve kültürüyle hareket ettik. Bir cami yapılırken en önemli işin ehliyetli bir mimara güzel ve başarılı bir proje çizdirmek olduğunu düşünemedik.
Son otuz yıl içinde binlerce tarihî camideki kıymetli, antika, bazısı müzelik halı ve kilim birikimi yok edilmiştir. Bunun sebebi de Müslümanların bedevî kültür çukuruna düşmelerindendir.
Müslümanları bedevî kültür zindanında tutmak isteyenler ikiye ayrılır:
1. Sinsî veya açık din düşmanları. Onlar Müslümanların şehirli, medenî, tahrirî zihniyet ve kültüre sahip olmalarını istemez. İdareleri ve sömürülmeleri kolay olsun diye bedevî, varoş, kırsal kesim kültür ve zihniyetine sahip olmalarını isterler.
2. Din sömürücüleri, arivistler, popülistler, din baronları da Müslümanların vasıflanmasını, medenileşmesini, şuurlanmasını istemezler. Çünkü onlar böyle üstün Müslümanları sömüremez, aldatamaz. Din yoluyla milyarlarca dolar devşirebilmeleri, şahsî nüfuzlarını koruyabilmeleri için dindar yığınların zihniyet ve kültür bakımından alt seviyede kalmaları gereklidir.
Adam, burs bulmuş, dünyanın önemli üniversitelerinden birinde yüksek lisans veya doktora yapmış. Hangi konuda? Ziraat, astronomi, tıb, mühendislik veya fizik konusunda. Yurda dönünce yanına yaklaşılamaz. O bir pırlantadır, yirmi dört ayar altındır, Cincinnati Üniversitesinden uzmanlık beratı almıştır. Onun uzmanlığı nedir? İlmî, fennî bir konudur. Genel kültürle bir ilgisi yoktur. Bu adamın evine gidersiniz, zengin şahsî bir kütüphanesi yoktur. Aylık bütçesine bakarsınız, otomobil benzinine her ay üç yüz dolar verir de, muntazaman kitap almaz. Salonu ve işyeri kabak gibi döşenmiştir. Böyle bir kişi, Cincinnati değil, Harvard Üniversitesinden ihtisas yapmış olsa ne yazar…
Müslüman kesimin sosyolojik ve antropolojik açıdan, kültür yönünden şehirleşmesi, medenîleşmesi için bir seferberlik başlatılmalıdır. Bizim belimizi bedevilik büküyor.
Çok ağır yazıyorum, affedilmemi istirham ediyorum. Herkesi suçlamıyorum. Kaç yerde “istisnalar dışında…” dedim. Gerçekten medenî, şehir kültürlü, vasıflı, şuurlu, üstün Müslümanlar üzerlerine alınmasınlar. Kendilerine ihtiramlarımı arz ediyorum.
İstanbul’un büyük bir selatin camiindeyiz. Bu camiyi yüzyıllarca önce inşa etmiş olan üstad mimar akustik ilmine ve tekniğine bihakkın vakıf imiş. Kubbenin etrafına çepeçevre küpler koymuş. Öyle ki, gür sesli bir imam ve müezzinin okudukları caminin her yerinde duyuluyor. Şimdi kalkmışlar, akustik düzeni böylesine güçlü ve mükemmel olan tarihî bir camiye korkunç bir hoparlör tertibatı yaptırmışlar, her yeri hesapsız kitapsız hoparlörle doldurmuşlar. Namaz kılınırken bunları en son kertesine kadar açarak içeride berbat bir ses kirliliğine sebebiyet veriyorlar. Böyle rezalet olur mu?
İstanbul’da Bizans’tan kalma bir Zeyrek Camii vardır. Allah aşkına o camiye gidin ve Müslümanların o kutsal mabedi ne hale getirmiş olduklarını görün. Caminin içi maalesef bir virane halindedir. Turistler geliyor, misyonerler geliyor, papazlar geliyor, kültürlü yabancılar geliyor ve kimbilir içlerinden bizim hakkımızda neler diyor.
İki sene önce ahşap tavanlı küçük tarihî bir camiyi dekore etmiştim. Tavanını Safranbolu evlerinin tavanları gibi boyatmış, duvarlara camiye uyacak renkte badana sürdürtmüş, âyet ve hadîs levhaları astırtmış, top kandiller yaptırtmış, Kayseri’de bir fabrikada eski seccadelere benzer yaygılar dokutturmuştum. Cami gerçekten güzel bir iç mekana sahip olmuştu. En son gittiğimde ne göreyim. Mihrabın iki tarafına, bir sağına bir de soluna yuvarlak, berbat, çirkin, kalitesiz, değersiz, zevksiz iki Tahtakale saati asılmamış mı? Bari oraya ille de saat asılacaksa, bir tane asılsın ve zevkli bir görünüşe sahip olsun. Namaz vakitleri için camilere elbette saat konulabilir. Ancak kıble duvarına, mihrap yanına konulmaz. Konulacak saatin kaliteli olması, dizaynının camiye uygun düşmesi gerekir.
Neyse yazıyı bitiriyorum. Medenî mi, yoksa bedevî mi olduklarını merak edenlerin şu sorulara cevap vermelerini rica ederim:
-Her ay şahsî otomobilinize kaç liralık benzin alıyorsunuz? Yine her ay kaç liralık kültür kitabı alıyorsunuz? Evinizde şahsî özel kütüphaneniz var mı? Okuyor musunuz?
Bu sorulara müsbet cevap veremezseniz siz bir bedevisinizdir. Müsbet cevap verebilirseniz medenî olmak ihtimaliniz vardır.
(Bedevilik medenilik konusundaki tenkitlerim tuzları kuru, gelirleri yerinde kimseler ve zümreler içindir. Geçim sıkıntısı çeken, ekmek parasını zor temin eden vatandaşları kasd etmiyorum. Müsterih olsunlar.) 23 Ağustos 2003