Perşembe

 

Şu husus iyi bilinmelidir ki, militan dinsizlerin ve

“Şeylerin”

Müslümanların ensesinde boza pişirmeleri, Allah’ın Müslümanları cezalandırmasından ibarettir.

Allah zulm etmez. Müslümanların hiçbir kabahati olmayacak, hiçbir ceza hak etmeyecekler ve başlarına bir sürü belâ, musibet, ceza gelecek… Böyle bir şey düşünülemez.

Bazı Müslümanların

“Bizim zerrece, yüzde bir, hatta binde bir bile kabahatimiz yoktur. Bütün kabahat dinsizlerde, zâlimlerdedir…”

şeklindeki kuruntuları tamamen yersizdir. Peygamberler dışında hiçbir mü’min ismet (günahtan korunmuş olmak, günah işlememek) sıfatına sahip değildir.

Çağımız Müslümanları genellikle son derece günahkâr, kabahatli, isyankârdır.

Allah’a, Resulüne, gerçek ulemâ ve kâmil mürşidlere itaat etmiyorlar, ilahî emir veyasaklara uymuyorlar, tek bir ümmet olamıyorlar; dünya zenginliklerine, altına gümüşe, dolara euroya, ikbale, lüks ve israfa yönelmişler ve bu yüzden de dünyevî cezalarını çekiyorlar; zillet, esaret, hakaret içinde sürünüyorlar.

“Bizi din düşmanları münâfıklar, şunlar bunlar bugünkü hale getirmiştir…”

edebiyatını Müslümanların artık bırakması; düşkünlüklerinin, zilletlerinin, esaretlerinin asıl sebeplerini araştırmaları, kendilerini kurtaracak çare ve çözümler bulmaları gerekmektedir.

Bu devir Müslümanları zalim midir, mazlum mudur (zulme uğrayan mıdır?) Bu sorunun cevabını bulmamız gerekir. Müslümanlar öncelikle kendilerine zulm etmişler, bunun cezası olarak da zulme mâruz kalmışlardır. Sen itikad hususunda sağlam, sahih, doğru yolu bırakır, birtakım bid’atçilerin peşine düşersen elbette, şu veya bu şekilde çarpılırsın. Sen dinin direği (İmadü’d-din) olan beş vakit namazı terk ve ihmal edersen, dosdoğru edası hususunda tehâvün gösterirsen (onu hafife alırsan) elbette beladan belaya, musibetten musibete uğrarsın. Allah ve Peygamberi sana

“Birlik olun, ihtilâf ve tefrikaya düşmeyin; birliğinizi bozarsanız gücünüz kudretiniz gider, zelil olursunuz”


diye buyurmuş. Peygamberin vekilleri ve halifeleri olan ulema bu hususta sıkıca öğüt vermiş ve uyarmışken biz bin hizbe, fırkaya, cemaate ayrıldık, Ümmet birliğini yıktık, elbette rüzgârımız gider, zelil oluruz.

İslâm’ın ne kadar kesin emri varsa onları terk ettik. Ne kadar kesin yasağı varsa onları irtikâb ettik. Böyle günahkârların, isyânkârların aziz olması mümkün müdür? Bir takım beyinsizler ortaya çıktılar ve hizib, fırka, cemaat, tarikat asabiyetini Ümmet şuurunun üzerine çıkardılar. Bunun sonu elbette felâket olacaktı ve nitekim de oldu. Bu din bize

“Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmazsanız zelil olursunuz, Allah’ın gazabına uğrar, azabına müstahak olursunuz…”

diye bildiriyor. Biz ise kalple, lisan ile, kalem ile, fiilen bu farizayı terk etmiş vaziyetteyiz.

Allah-u Teâlâ ticareti helâl, ribayı haram kılmıştır. Biz ise doğrudan doğruya veya dolaylı olarak ribaya, gayr-i meşru alışverişlere, haram kazançlara bulaşmış vaziyetteyiz.

Peygamber bize lüksten, israftan, saçıp suvarmaktan, gösterişten uzak durmamızı öğütlemişken bazılarımız ellerine para geçince şaşırdı, çılgına döndü, kudurdular. Milyon dolarlık meskenler, yüzbin dolarlık lüks otomobiller, Nemrud’un ve Firavun’un sarayından daha şatafatlı meskenler edindiler. Giyim kuşam, yeme içme hususunda Neron’u geride bıraktık. Para onları öylesine delirtti ki, kollarına 100 bin dolarlık saatler takmaktan utanmadılar, arlanıp hayâ etmediler.

Ümmet-i Muhammed’in bir kısmı sefalet, ihtiyaç, zaruret içinde sürünürken, bir takım tuzu kuru Müslümanlar nasıl sorumsuzca lüks israflı, sefih bir hayat sürüyorlar görüyoruz. Sefih deyince ille de içki içenleri, fuhuş ve zina yapanları kasd etmiyorum. Lüks yemekler yemek, lüks otomobillerde caka satmak, lüks meskenlerde Nemrud’luk taslamak, doksan milyar liralık kol saati takmak da sefalettir, beyinsizliktir.

Şunlara bakınız, abdest alıp namaz kıldıkları için kendilerini sâlih ve kâmil Müslüman sanıyorlar. Efendiler, hanımlar! Yetmiş iki millet elin yüzün yumak bilmez değildir. Müslümanlık o kadar ucuz ve kolay değildir. Ahlaklı, faziletli, zâhid, mürüvvetli, müstakim olacaksın ki, sâlih ve kâmil Müslüman olabilesin.

Bu devir Müslümanlarının büyük kısmının ayakları para ve mal hırsı yüzünden kaymıştır. Para ve zenginlik Müslüman için bir değer değil, bir vasıtadır. Para değer olunca, sapıklık ve azgınlık başlar. Hanım başını deve hörgücü gibi yapacak, üzerine bir eşarp örtecek, takıp takıştıracak, sürüp sürüştürecek ve sokaklarda, meydanlarda gezinip dolaşacak. Bu hal salâh mıdır? Kur’ân-ı Kerim

“Ve lâ teberrecne…”

buyurmuyor mu?

Şu eski radikale bakınız. Bundan yirmi beş yıl önce Kudüs için ağıtlar yakıyor, siyonistlere ateş püskürüyordu. Şimdi ise o eski edebiyatı bırakmış, siyonistlerle can ciğer kuzu sarması, al takke ver külah avanta ve rant peşinde koşuyor. Kimlerdir bunlar?

Sevgili vatanımız ve ülkemiz, içi ateş dolu bir uçurumun kenarındadır. Sadece agresif, misyoner faaliyetleri bile tek başına hayatî bir tehlike teşkil ederken Müslümanların kodamanları ne yapıyor? Bu tehlike ve tehdide karşı ne gibi tedbirler alıyor? Dindar halktan toplanan milyarlarca dolar ile misyonerlere karşı ne gibi yayınlar, faaliyetler, savunmalar yapılıyor?

Peygamber ne buyurmuş? “Âdemoğlu mala doymaz. Ona bir vâdi (dere) dolusu mal (ve servet) verilse ikincisini ister. Onun gözünü toprak doyurur…” buyurmamış mı? Şimdi bazı Müslümanlarda mal, para, dolar euro, zenginlik, lüks, israf, ihtişam hırsı o hale gelmiştir ki, ona dünyayı verseler yanında Ay’ı da ister.

Mal ve menfaat hırsı, rant ve avanta hırsı, şöhret, riyaset, alkış hırsı, halkın itibarına meftunluk… İşte birtakım kodaman Müslümanlar bu hırsların kurbanı olmuş vaziyettedir.

Ezan okunur, camilere bir tek güzel kostümlü, pahalı gömlek ve kravatlı, ensesi kalın, cüzdanı şişkin yüksek tabaka Müslümanı gelmez. Bu herifler camiye, cemaate, toplu namaza niçin gelmezler acaba? Bunu bilemeyecek ne var? Bu işlerde rant ve avanta olmadığı için gelmezler.

Müslümanları uyarmak gerek… Müslümanları toparlamak gerek… Bu vazifeyi kim yapacak, kimler yapacak? Müslümanlar gırtlaklarına kadar günaha, isyana, teseyyübe, ihmale batmıştır. Müslümanların paralarını tırtıklamaktan başka bir şey düşünmeyenlerin onları uyarmak, onları salâha çağırmak diye bir dertleri ve misyonları yoktur.

Az kaldı… 2005, 2006; 2007… Dananın kuyruğu kopacaktır. O zaman uyanılacak ama çok geç kalınmış olacaktır. 30 Ocak 2004