Pazar

Hazret-i Ömer’in halifeliği zamanında İslâm ordusu Filistin’de birçok şehri feth etmiş, sıra Kudüs’e gelmişti. Ordu kumandanı Amr İbn As, Kudüs’ün teslim edilmesi için şehir idarecilerine ve ileri gelenlerine haber göndermişti. Kudüs âyan ve eşrafı (ileri gelenleri) Halife Ömer bizzat gelir, eman verir, bizimle ahidleşir ise şehri ona teslim ederiz demişlerdi. Onların bu isteği, özel bir ulakla Medine’ye bildirilmişti. Hazret-i Ömer oraya gitmeye karar vermiş, yerine Hazret-i Ali’yi kaymakam (Halife vekili) bırakıp yola çıkmıştı. Hazret-i Ömer’in üzerinde yamalı bir gömlek bulunuyordu. İslâm ordusu kumandanları kendisini Cabiye’de karşılamışlardı. Üzerlerinde güzel elbiseler vardı. Âdil Halife Ömer onları bu kıyafet içinde görünce hiddetlenmiş ve yerden taşlar alıp onlara doğru atarken kendilerini şöyle azarlamış:

– Size ne oldu ki, bu gösterişli kılığa girmiş bulunuyorsunuz. Beni bu kıyafetle mi karşılıyorsunuz?.. demişti. Onlar da:

– Ey mü’minlerin emîri!… Bu elbiseler kuru bir gösterişten ibarettir. Üzerimizde ancak silahlarımız vardır…

diyerek özür beyan eylemişlerdi.

Kudüs şehrinin ileri gelen Hıristiyan temsilcileri de Cabiye’ye gelmişler, Hazret-i Ömer ile görüşmüşler, ondan eman (güvende olmak) ahdi almışlar, barış yaparak şehrin anahtarlarını kendisine vermişlerdi.

Halife Kutsal Şehre girmiş, Peygamber Efendimizin Miraca çıktığı Sahratullah’ı temizlemiş ve orada bir cami yapılmasını emr ederek yine tevâzu içinde Medine’ye dönmüştü…

Buraya kadar yazdığım bilgileri Ahmed Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiya ve Tevârih-i Hulefa adlı kitabından aldım. İngiliz tarihçisi Steven Runciman
“Haçlı Seferleri Tarihi” adlı kitabının başında Hazret-i Ömer’in Kudüs’e gelişini şöyle anlatır:

“Miladî 638 yılının Şubatında bir gün Halife Ömer beyaz bir deve üzerinde Kudüs’e girdi. Giysileri yırtık pırtık, toz içinde ve kendisini izleyen ordu kaba görünüşlü, üstü başı dökülen, ama disiplinine denecek bir şey olmayan bir ordu idi. Yanında, itaate alınan şehrin büyüğü sıfatıyla patrik
Sophronius
bulunuyordu. Ömer doğruca, dostu [Hz.] Muhammed’in göğe çıkmış olduğu Süleyman Tapınağı’nın bulunduğu yere gitti.

…..Halife bundan sonra Hıristiyanların kutsal yerlerini görmek istedi. Patrik onu Kutsal Mezar kilisesine götürdü ve görülecek ne varsa gösterdi. Onlar kilisede iken Müslümanların namaz vakti yaklaşmıştı. Halife seccadesini nereye serebileceğini sordu. Sophronius ondan, bulunduğu yerde kalmasını rica etti, fakat Ömer mutaassıp adamlarının, onun ibadet ettiği yeri İslâm için alıkoyacağından korktuğunu söyleyerek Meşhed’in avlusuna çıktı ve namazını orada kıldı. Söylediği de gerçekleşti. Ön avlu Müslümanlar tarafından alındı ve fakat kilise, eskiden ne ise, Hıristiyanlığın en kutsal yeri olarak kaldı.” (Haçlı Seferleri Tarihi, Steven Runciman, çeviren: Prof. Dr. Fikret Işıltan. Türk Tarih Kurumu Yayınları. Cilt 1, s. 3.)

Müslümanlar kutsal şehri, bir tek Hıristiyanın burnunu bile kanatmadan, onlara din, mal, can, ırz konusunda eman vererek almışlardı. Aradan asırlar geçtikten sonra Avrupa’dan büyük bir Haçlı ordusu yola çıkmış ve Kudüs’ü Müslümanlardan geri almıştı. Yine tarihçi S. Runciman’ın adı geçen eserinden, Haçlıların Kudüs’ü aldıktan sonra neler yaptıklarını okuyalım:

“…. büyük bir zafer kazanmış olmakla akılları başlarından giden haçlılar, zincirden boşanmış deliler gibi yollarda, evlerde ve camilerde oradan oraya koşuşup önlerine çıkan herkesi, erkek, kadın veya çocuk olsun, hiç fark gözetmeden öldürdüler. Katliâm bütün öğleden sonra ve izleyen gece içinde devam etti. Mescidülaksâ’dan sarkanTankred’in sancağı da, oraya iltica etmiş olanlara hiç bir himaye sağlamadı. Ertesi sabah güneş doğarken buraya zorla giren bir haçlı gürûhu içeride kimi bulduysa yere serdi. Tarihçi Raimundus aynı sabah tapınakların bulunduğu mahalleye giderken cesetler ve dizlerine kadar çıkan kan birikintileri içinden geçmek zorunda kalmıştı.

Kudüs Yahudileri topluca baş sinagoglarına kaçmışlardı. Fakat bunlar, Müslümanlara yardım etmiş olmakla suçlanmaktaydılar; bu sebeple onlara merhamet edilmedi. Bina ateşe verildi; bütün Yahudiler havraları içinde yanarak öldü.

Kudüs’teki kanlı katliâm bütün dünyada derin akisler uyandırdı. Kurbanlarının sayısı hakkında kesin bir rakam verilemez; bilinen cihet bütün Müslüman ve Yahudi sekenenin öldürülmüş olduğudur. Hıristiyanların bir çoğu bile böyle menfur bir davranıştan dehşet duydular.”

Kutsal Kudüs şehrinin Müslümanlar tarafından alınışı ile 1099’da Haçlılar tarafından alınışı birbirine tamamen zıt iki fetihtir.

Müslümanların fethinin özellikleri:

1. Şehre İslâm barışı getirilmiştir. Zaten İslâm; barış demektir.

2. Hiçbir Hıristiyan öldürülmemiştir. Hele kadınlara, çocuklara, ihtiyarlara bir fiske bile vurulmamıştır.

3. Hıristiyanların kutsal yerlerine dokunulmamıştır.

4. Onlara güvenlik, eman verilmiştir.

Hıristiyan fethinin özellikleri:

1. Kadın, çocuk, ihtiyar, yatalak demeden bütün Müslümanları hiç acımadan öldürmüşlerdir.

2. Haçlıların atları dizlerine kadar Müslüman kanına batmıştır.

3. İslâm’ın bütün kutsal yerlerini, camileri, mezarları, türbeleri tahrip etmişlerdir.

4. Yahudileri de sinagogları içinde yakmışlar, hiçbir Yahudiyi sağ bırakmamışlardır.

5. Korkunç bir yağma ve tahribat yapmışlardır.

İki fetih arasındaki büyük farkı, insaflı ve vicdanlı Hıristiyanlar da görüyor. Haçlılar Kudüs ve civarında bir Frank krallığı kurmuşlardı. Oradaki haçlı saltanatı ve hakimiyeti bir “tarihî ârızadan” ibaretti. Tarihî ârızaların bir başlangıç tarihi vardır, bir de bitiş tarihi. Kutsal Kudüs’teki ârıza, Selahaddin Eyyubî’nin 1187’de şehri almasıyla sona ermişti. Yine Steven Runciman’dan, Müslümanların Kudüs’ü geri alışının hikayesini okuyalım:

(Selahaddin şehri koruyan kumandan Balian ile, 30 bin dinar karşılığında 7 bin Hıristiyanın serbest bırakılmaları hususunda anlaşmış ve Haçlılar şehrin kapılarını Müslüman ordusuna açmışlardır.)

“2 Ekim 1187’de Selahaddin Kudüs’e girdi. Bu, Peygamber’in Mescid-i Aksa’dan urûc ettiği 27 Receb tarihine tekabül etmekteydi. Galipler gayet âdil ve insanca davrandılar. Frankların seksensekiz yıl önce kurbanlarının kanı içinde yüzmüş oldukları yerlerde ne bir bina yağma edildi, ne de bir insana sataşıldı. Selahaddin’in emriyle, şehirde, sokaklarda ve şehir kapılarında nöbetçi mangaları dolaşıyor ve Hıristiyanlara karşı herhangi bir taşkınlık yapılması önleniyordu. Bu arada da her Hıristiyan kurtulma ücretini sağlamaya uğraşıyor ve Balian, vaadolunan 30000 dinarı bir araya getirmek için hazineyi boşaltıyordu. Hospitalier ve Templier’ler hazinelerini ortaya çıkarmaya ancak pek büyük güçlükle iknâ’ olundular. Patrik ve adamları ise sadece kendileriyle meşguldüler. Kendi hürriyeti için 10 dinar ödeyen patrik Héraclius’un, üstünde taşıdığı altınların ağırlığı altında sendeliyerek, arkasında arabalar dolusu halı ve gümüş evânî ile şehri terketmesi Müslümanları hiddete getirmişti. Henry II. vakfından kalan para sayesinde yedibin fakir kimse hürriyetine kavuşturulabilmişti. Ancak şövalye tarikatleri ve kilise biraz daha cömert davranmış olsalardı, binlerce kişi esaret ıstırabından kurtulmuş olurdu. Pek az sonra iki büyük Hıristiyan seli şehir kapılarından çıktı: Bunlardan birisi fidyeleri bizzat kendileri tarafından veya Balian’ın gayretleri neticesinde ödenmiş olanlardan, diğeri ise kurtuluş akçesi bulamamış olup esarete sürüklenenlerden müteşekkildi. Bu sonuncu kafilenin görünüşü öylesine acıklı idi ki el-Melik el-Âdil ağabeyine müracaat ederek hizmetlerine mukabil bunlardan bin tanesinin kendisine bağışlanmasını rica etti. Arzusu kabul olundu ve bu bin kişi derhal serbest bırakıldı. Böyle ucuz bir ticaretten, ucuz yoldan iyilik etmek imkânından ziyadesiyle sevinen patrik Hêraclius kendisine de serbest bırakabileceği bir kaç esir bağışlanıp bağışlanamıyacağını sordu. Ona da yediyüz kişi bağışlandı. Balian’a beşyüz kişi bağışlandı. Salahaddin bundan sonra bütün ihtiyar kadın ve erkekleri serbest bıraktığını ilân etti. Fidyelerini ödemiş olan frank kadınları, gözlerinde yaşlarla sultanın yanına gelip, kocaları ölmüş veya esir iken nereye gidebileceklerini sorduklarında Selahaddin, esarette bulunan bütün kocaları da serbest bırakmayı vaadettiği gibi, dul ve yetimlerin her birine de, mevkilerine göre, kendi hazinesinden hediyeler verdi. O’nun bu merhamet ve iyiliği, ilk haçlı seferine iştirak eden Hıristiyan galiplerin kötülükleri ile garip bir tezat teşkil etmekteydi.” (c.II., s. 390-1)

Müslümanların adaletine, insafına, insaniyetine bakınız. Şehri terk eden parasız Hıristiyanlara para yardımı bile yapmışlar. Aradan yine çok asırlar geçti. Acaba birtakım Haçlılar, Evangelistler eski yaptıklarına pişman olup doğru yola girdiler mi?

Evangelist Amerikalıların geçtiğimiz mübarek Ramazan ayında, o ayın kutsal Kadir Gecesi’nde Irak’ın Felluce şehrinde Müslümanlara yaptıklarına bakınız. Camilerde ağır yaralı Müslümanları bile, tüfekle nişan alarak şehid etmişlerdir. Merhametli Peygamber Hazret-i İsa aleyhisselam nerede, kan içici Haçlılar nerede? Bizim karnımız edebiyata toktur. Tarihe bakıyoruz, Kudüs’ün Müslümanlar tarafından ilk fethine bakıyoruz, Haçlıların Kudüs’ü alışına bakıyoruz, Selahaddin’in tekrar feth edişine bakıyoruz, Irak’a, Felluce’ye bakıyoruz. Aradaki farkı görüyoruz… 17 Ocak 2005